Ra''d Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir?
Dinimizin direği olan namaz için okunması şart koşulmuş, olmazsa olmaz denilmiş sure olan Karia suresinin iniş (Nüzul) sebebi merak ediliyor. Bu haberimizde, Ra'd Suresi iniş (Nüzul) sebebi nedir? sorusunun cevabını bulacaksınız.
Ra'd Sûresi Hasen, îkrime, Atâ ve Câbir kavillerinde Mekkî, Kelbî ve Mukatil kavillerinde de Medenîdir.[1]
Mücâhid'in İbnu'z-Zubeyr'den, İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan naklen kaydettiklerine göre sûre Medine'de nazil olmuştur.
Ebu'ş-Şeyh'in Katâde'den rivayetine göre 31. âyeti dışında sûre Medine'de nazil olmuştur. Bu âyet ise mekkîdir.
Başından itibaren 31. âyetine kadar (31. âyet dahil) Medine'de, kalan kısmının ise Mekke'de nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[2]
Bütün bu rivayetler değerlendirildikten sonra çoğunluğun görüşü olarak Sûrenin Mekkî olduğu, içinden bazı âyetlerin (meselâ 8-12. âyetler) Medine'de nazil olduğu söylenmiştir.[3]
l. Elif Lâm Râ. Bunlar o kitabın âyetleridir ve sana Rabbından indirilenler haktır. Ama insanların çoğu iman etmezler.
Mukâtil der ki: Müşrikler: "Kur'ân'ı Muhammed kendiliğinden uyduruyor." dediklerinde nazil olmuştur.[4]
10. Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun, ister geceye bürünerek gizlensin, ister gündüzün ortaya çıksın hiçbir fark yoktur.
11. Ardından ve önünden onu takip edenler vardır ki Allah 'in emriyle onu gözetip korurlar. Şüphesiz ki bir topluluk kendini değiştirmedikçe Allah onları değiştirecek değildir. Allah bir kavmin fenalığını dilediğinde artık onun önüne geçilemez. Allah 'tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz.
12. O'dur size korku ve ümide düşürmek için şimşeği gösteren ve yağmur yüklü bulutları meydana getiren.
13. Gök gürültüsü hamd ile, melekler de korku ile O 'nu tesbih ederler. O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Halbuki onlar, Allah hakkında tartışıyorlardı. O, kudretinde pek çetin olandır.
1. Abdurrahman ibn Sahhâr el-Abdî'den rivayete göre Hz. Peygamber zorbalardan birine, onu İslâm'a davet etmek üzere birisini göndermiş de o zorba, Hz. Peygamber (sa)'in elçisi ile "Söyleyin bakalım sizin Rabbınız altın mı, gümüş mü, inci mi?" deyip mücadele ederken Allah Tealâ üzerlerine bir bulut göndermiş, buluttan şimşekler çakmış ve Allah Tealâ bir yıldırım göndermiş de yıldırım o zorbanın kafatasını alıp gitmiş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirmiş.[5] Hz. Ali'den gelen bir rivayette o zorbaya gönderilenin bir kişi değil bir hey'et olduğu; o zorbanın yıldırımla helak olması üzerine hey'etin Medine'ye dönüşünde kendilerini bir grup sahabînin karşılıyarak: "Davete gittiğiniz zorba yandı." dedikleri, hey'etin: "Nereden bildiniz?" sorusuna da: "Allah Hz. Peygamber (sa)'e "O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar." âyetini vahyetti." cevabını verdikleri belirtilmiştir.[6]
2. Hz. Ali'den rivayet ediliyor: Bir adam Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve ona: "Ey Muhammed, bana o kendisine kulluğa çağırdığından bahset; Yakut mu, altın mı, değilse ne?" dedi. Tam o sırada bir yıldırım düştü ve bunu söyleyeni yakıp öldürdü. İşte Allah Tealâ bunun üzerine "O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Halbuki onlar, Allah hakkında tartışıyorlardı..." âyet-i kerimesini indirdi.[8]
Mücahid'den gelen bir rivayete göre de bir yahudi Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Muhammed, bana Rabbından haber ver? Nedendir O? İnciden mi, yakuttan mı?" demiş de o böyle konuşurken bir yıldırım gelip çarpmış. İşte bunun üzerine Allah Tealâ: "O, yıldırımları gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Halbuki onlar, Allah hakkında tartışıyorlardı..." âyet-i kerimesini indirmiş.[9]
3. İbn Abbâs'tan gelen bir rivayete göre ise Erbed ibn Kays ile Amir ibnu't-Tufeyl hakkında nazil olmuştur.
Taberânî'nin kendi isnadıyla Atâ ibn Yesâr'dan onun da İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Erbed ibn Kays ve Amir ibnu't-Tufeyl Medine'ye Rasûlullah (sa)'a gelmişler ve o, otururken yanına varıp önüne oturmuşlar. Amir ibnu't-Tufeyl:" Ey Muhammed, eğer ben müslüman olursam bana ne vereceksin?" demiş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Müslümanların lehine olan senin de lehine, onların aleyhine olan senin de aleyhine olacak." buyurmuşlar.Amir ibnu't-Tufeyl: "Eğer müslüman olursam senden sonra emri (hükümranlığı) bana verir misin?" diye sormuş; Efendimiz (sa): "Bu, ne sana, ne kavminedir. Fakat atların dizginleri senindir." buyurmuş. O: "Şimdi zaten Necd atlarının dizginleri benim elimdedir. Çöller benim, kasabalar senin olsun." demiş. Rasûlullah (sa): "Hayır." buyurmuşlar. Erbed ve Amir, Hz. Peygamber (sa)'in yanından ayrılırlarken Amir: "Allah'a yemin olsun ki burayı sana karşı atlılar ve insanlarla dolduracağım!" demiş. Hz. Peygamber (sa) de: "Allah sana engel olacaktır." buyurmuşlar ve ikisi çıkıp gitmişler. Ama yolda Hz. Peygamber (sa)'i öldürmek için bir plan kurmuşlar. Amir: "Ey Erbed, ben, Muhammed'i söze tutayım, sen de arkasından yaklaşıp kılıcınla işini bitir. Sen Muhammed'i öldürünce insanlar diyete razı olmaktan başka bir şey yapamayacaklar, savaştan kaçınacaklardır. Diyetini veririz olur biter." demiş, Erbed de bu teklifi kabul etmiş ve plânlarını uygulamak üzere geri dönmüşler, Hz. Peygamber (sa)'in yanına gelmişler. Amir: "Ey Muhammed, benimle beraber kalk, seninle konuşayım." demiş. Rasûlullah (sa) onunla birlikte kalkmış ve ikisi bir duvarın dibine oturmuşlar. Rasûlullah (sa), Amir ile konuşmak üzere onunla otururken Erbed kılıcını yarısına kadar sıyırmış. Ancak o kılıcını sıyırmaya kalkınca o anda eli kılıcının kabzası üzerinde kuruyup kalmış ve kılıcını tam çekip Hz. Peygamber (sa)'e vuramamış. Böylece Amir, Rasûlullah (sa)'ı sözle oyalarken Erbed vurmakta gecikmiş ve Rasûlullah (sa) arkasına dönüp de Erbed'i ve ne yaptığını görerek onlardan ayrılmış
Amir ve Erbed, Rasûlullah kendilerinden ayrıldıktan sonra Medine yakınlarında Harratu Vâkım denilen bir tepeye gelmişler ve oraya inip orada konaklamışlar. Sa'd ibn Muâz ve orada bir kalesi (sığınağı) olan Üseyd ibn Hudayr o ikisinin yanına varmışlar ve: "Ey Allah'ın düşmanları, Allah ikinize de lanet etsin, çıkın buradan, uzak olun buradan!" demişler. Amir: "Ey Sa'd kim bu?" diye sormuş da o: "Bu, Üseyd ibn Hudayr el-Ketâib'dir." demiş. Amir ve Erbed oradan çıkıp gitmişler ve nihayet ikisi Rakam denilen yere vardıklarında Allah Tealâ'nın Erbed'in üzerine gönderdiği bir yıldırım onu çarpıp öldürmüş. Oradan ayrılan Amir Harîm denilen bir yere ulaştığında Allah Tealâ ona da bir çıban musallat kılmış. O gece Selûl oğullarından bir kadının evine ulaşabilmiş. Boynundaki çıbanı sıvazlayıp: "Deve çıbanı gibi bir çıban mı, Selûl kabilesinden bir kadının evinde ölüm mü? (Hangisi daha kötü?!)" Sonra kısrağına binip oradan ayrılmaya davranırken ölü olarak atından yere yuvarlanmış. İşte bu ikisi hakkında Allah Tealâ "Allah'tan başka onları koruyacak birisi de bulunmaz." âyetine kadar olmak üzere "Allah, her dişinin ne yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir..." (âyet: 9) âyetlerini indirmiş ve "Ardından ve önünden onu takip edenler, Allah'ın emri ile Muhammed'i gözetip korurlar." buyurup sonra da Erbed'i ve onu neyin öldürdüğünü zikrederek "O, yıldırımları gönderir de onunla dilediğini çarpar." buyurmuştur.[10]
Bu hadise ayrıntılarda bir takım farklarla "Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun, ister geceye bürünerek gizlensin..." âyeti hakkında İbn Zeyd'den rivayetle Taberî'nin Tefsirinde şöyle naklediliyor: Amir ibnu't-Tufeyl ve Erbed ibn Rabîa[11] Rasûlullah (sa)'a geldiler. Amir: "Ey Muhammed, müslüman olursam bana ne vereceksin?" diye sordu. Hz. Peygamber (sa): "Sen bir süvarisin, sana atların dizginini vereceğim." buyurdular. Amir: "Olmaz." dedi. Hz. Peygamber (sa): "Peki ne istersin?" diye sordu. Amir: "Doğu benim, batı senin olsun." dedi. Efendimiz (sa): "Olmaz." buyurdular. Amir: "O halde çöller benim, kasabalar senin olsun." teklifini yaptı. Hz. Peygamber (sa): "Hayır, olmaz." buyurdular. Bunun üzerine Amir: "O halde burayı senin aleyhine atlar ve insanlarla dolduracağım; üzerine güç yetiremeyeceğin bir orduyla geleceğim." diye Efendimiz (sa)'i tehdit etmeye kalkıştı. Hz. Peygamber (sa): "Allah ve Kayle oğulları bunu yapmanı engelleyecek." buyurdular. Hz. Peygamber (sa), Kayle oğullan ile Evs ve Hazrec'i kastediyordu.
Amir ve Erbed Efendimiz (sa)'in huzurundan çıktılar. Ama bu şekilde çıkıp ayrıldıklarına pişman olup yolda istişare ederek bir düzen kurdular. Amir, Erbed'e: "Şimdi biz bu adamı öldürsek bunun için iki keçi bile birbirine tos vurmaz ve onun diyetini vermemizi kabul ederler. Baksana barışı seviyor, savaştan hoşlanmıyorlar. Biz onu öldürdüğümüzde de "Ne yapalım bir kere olmuş bitmiş bir iş" diyerek diyete razı olacaklardır." deyince diğeri: "İstersen yapalım." dedi, İstişare sonunda Amir: "Şimdi sen dön, ben de geleceğim ve ben onu söze tutup meşgul ederken sen de arkasından yaklaşıp kılıcınla bir vuruşta öldürürsün." dedi. Bu şekilde anlaşıp Medine'ye döndüler. Birisi Hz. Peygamber (sa)'in arkasında, diğeri de önünde ve O'na: "Bize kıssalarını anlatsan ya, Kur'ân'ın neler söylüyor?" diyerek onunla mücadeleye ve onu meşgul ederek yavaşlatmaya başladı. Onun, yürürken iyice yavaşladığını sezen Hz. Peygamber (sa): "Ne oldu sana, yoksa şişmanlık mı seni yavaşlattı?" buyurdular. Erbed der ki: "Elimi kılıcımın kabzası üzerine koyar koymaz elim kurudu; öyle ki ne kılıcımı çekebiliyorum, ne elimi oradan ayırabiliyorum, ne de elimi hareket ettirebiliyorum."
Ravi anlatmaya şöyle devam ediyor: Nihayet ikisi de Hz. Peygamber (sa)'den ayrılıp Medine'den çıkıp gittiler. Onlar henüz Harra'ya ulaşmışlardı ki Sa'd ibn Muâz ve Üseyd ibn Hudayr olayı duydular, hemen zırhlarını giydiler, kılıçlarını kuşandılar, mızraklarını ellerine aldılar ve peşlerinden takibe çıktılar, onlara yetiştiler. Amir ibnu't-Tufeyl'e: "Ey şaşı, ey habîs, ey edebsiz adam. Sen misin Allah'ın Rasûlü (sa)'ne kılıç çeken. Şayet Allah'ın Rasûlü (sa)'nden eman almamış olsaydın senin boynunu vurmadan evime dönmezdim. Sakın burada kalırız demeyin, derhal burayı terkedin" demişler. En sert konuşan da Üseyd ibn Hudayr imiş, Amir onun için: "Şayet babası hayatta olsaydı bana bunu yapmazdı." demiş ve oradan ayrılmışlar. Amir, Erbed'e: "Ey Erbed, sen Aziyye tarafına çık, ben de Necid'e gideyim, adam toplayıp ikimiz birden onun üzerine gelelim." demiş ve ayrılmışlar.
Erbed oradan ayrılıp yolda Rakam denilen yere ulaştığında mevsim yaz olduğu halde Allah Tealâ, içinde yıldırım olan bir bulut göndermiş ve onu yıldırım çarpıp öldürmüş. Amir de yolda Cerîr denilen bir vadide iken Allah ona da bir veba göndermiş "Ey Amir oğulları, Deve çıbanı gibi bir çıban mı beni öldürecek?! Ey Amir oğulları, Deve çıbanı gibi bir çıban mı beni öldürecek?! Bu mu daha kötü yoksa Selûl kabilesinden bir kadın evinde ölmek mi?" diye bağırmaya başlamış. Ravi der ki: Allah Tealâ'nın: "İşte kâfirlerin yalvarışı da böyle boşunadır."a kadar olmak üzere "Aranızdan birisi ister sözü gizlesin, ister açığa vursun..." âyetleri bunlar hakkındadır.[12]
Amir ibnu't-Tufeyl'in Medine-i Münevvere'ye gelişi ve daha sonra da ölümü Buhârî'de bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu kaydı olmaksızın ve Recî' Gazvesi ile ilgili rivayetler arasında özet bir şekilde yer alır. Şöyle ki:
Enes ibn Mâlik'ten rivayete göre Allah'ın Rasûlü (sa) onun dayısını -ki Haram ibn Milhân'dır- 70 kurrâ içinde göndermişti. Onlara baskın veren müşriklerin başında Amir ibnu't-Tufeyl varmış. Bu Amir, daha önce Medine-i Münevvere'ye gelmiş ve Rasûlulla^h (sa)'ı şu üç şey arasında muhayyer bırakmış: "Ova halkı (çöl halkı yani bedeviler) senin, kasabalılar benim olsun veya ben senin halifen olayım ya da bu ikisinden birini kabul etmezsen bin kere bin Gatafanlı ile gelir seninle savaşırım." demişti. Bu Amir daha sonra yaralanmış ve bir kadının evine inmişti. Burada vücudunda bir çıban çıktı. Amir: "Deve çıbanı gibi bir çıban ve filân aileden bir kadının evinde mi (öleceğim?). Bana kısrağımı getirin." dedi. Kısrağına bindi ve onun üzerinde öldü...[13]
19. Şimdi, sana indirilenin hak olduğunu bilen, hiç kör olan gibi midir? Ancak akıl sahipleri tezekkür ederler.
İbn Abbâs'tan rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime Hz. Hamza ve Ebu Cehl hakkında nazil olmuştur [14]
25. Pekiştirdikten sonra Allah'ın ahdini bozanlar. Allah'ın, bitiştirilmesini emrettiğini ayıranlar (kesenler, koparanlar) ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar; işte lanet onlaradır. Yurtların en kötüsü de onlaradır.
26. Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır. Onlar ise dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı âhiretin yanında sadece bir geçimlikten ibarettir.
Bu âyet-i kerimelerden birincisi Mukâtil'den rivayete göre Ehl-i kitab (yahudi ve hristiyanlar); ikincisi de İbn Abbâs'tan rivayete göre Mekkeliler (Mekke müşrikleri) hakkında nazil olmuştur.[15]
27. O küfretmiş olanlar dediler ki: "Rabbından kendisine bir âyet indirilmeli değil miydi? " De ki: 'Allah, dilediğini dalâlette bırakır, kendisine yöneleni de hidayete erdirir.
Bu âyet-i kerime, Abdullah ibn Ebî Ümeyye ve arkadaşlarının Hz. Peygamber (sa)'den, kendilerine mucizeler getirmesini isteyerek: "Rabbından kendisine bir âyet indirilmeli değil miydi?" demeleri üzerine inmiştir.[16]
30. Böylece seni de kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş bir ümmete, sana vahyettiğimizi onlara okuman için gönderdik. Onlar Rahman'ı tanımazlar. Sen de de ki: "O benim Rabbımdır. Yegâne ilâh da O'dur. Ben ancak O 'na tevekkül ettim, en son dönüşüm de O 'nadır.
Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde mekkî ve medenî olduğu neticesine müncer olacak muhtelif rivayetler vardır:
Mekke müşriklerinin: "Yemâme'de Rahman adında bir adam buna öğretiyor. Bu yüzden ona asla iman etmeyeceğiz." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[17]
İbn Abbâs da der ki: Hz. Peygamber (sa), Mekke müşriklerine Furkân Sûresi'nin 60. âyet-i kerimesi mucibince "O Rahmân'a secde edin." buyurduğunda, "Biz Rahman nedir bilmiyoruz." demeleri üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[18]
Rasûlullah (sa)'ın: "Yâ Allah, yâ Rahman!" dediğini duyan Ebu Cehl'in: "Muhammed hem bize ilâhlara ibadet etmeyi yasaklıyor, hem de kendisi iki ilâha dua ediyor." demesi üzerine nazil olduğu da söylenmiştir.[19]
Bu rivayetlere göre âyet mekkîdir.
Katâde, Mukâtil ve İbn Cureyc ise âyet-i kerimenin Hudeybiye Musalahası esnasında indiğini söyleyerek hadiseyi şöyle anlatırlar: Hudeybiye'de barış antlaşmasını yazmak istediklerinde Hz. Peygamber (sa), Hz. Ali'ye: "Bismillâhirrahmanirrahim, yaz." buyurdular. Süheyl ibn Amr ve müşrikler itiraz etti, Müseylimetu'l-Kezzâb'ı kastederek: "Biz, Rahman diye sadece Yemâme sahibini biliriz. "Bismike Allahümme." yaz." dediler. Câhiliye devri halkı o şekilde yazarlardı. Hz. Peygamber (sa), Hz. Ali'ye: "Yaz: Bu, Allah'ın Rasûlü Muhammed'in üzerinde anlaştıklarıdır..." buyurdu. Kureyş müşrikleri yine itiraz ettiler: "Şayet sen Allah'ın Rasûlü isen ve biz seninle savaşıp seni Mekke'ye girmekten alikoymuşsak o zaman biz gerçekten sana zulmetmiş oluruz. Fakat şöyle yaz: Bu, Abdullah oğlu Muhammed'in, üzerinde anlaştıklarıdır..." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in ashabı: "Ey Allah'ın elçisi, bırak bizi şunlarla savaşalım." dediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Hayır, fakat onların istediklerini yaz." buyurdular da bu âyet-i kerime nazil oldu.[20]
Bu son rivayete göre ise âyet-i kerime Medenî’dir.[21]
31. Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya yer onunla parça parça edilseydi, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (kâfirler yine de inanmazlardı). Fakat bütün emir yalnız Allah 'ındır. İman etmiş olanlar halâ (o kâfirlerin imanından) umutlarını kesip anlamadılar mı ki Allah, dileseydi bütün insanları doğru yola iletirdi ve yaptıklarından dolayı Allah'ın vaa'di yerine gelene kadar küfredenlerin ya başına veya evlerinin yakınına bir belâ gelirdi. Hiç şüphesiz Allah, verdiği sözden caymaz.
Kavmi Hz. Peygamber (sa)'den "dağların yürütülmesini, yerin parça parça edilmesini ve geçmiş ölü babalarının diriltilmesini istemişlerdi. Bu âyet-i kerime onların bu istekleri üzerine nazil oldu.[22]
Kureyş kâfirlerinin bu isteklerinin bu âyet-i kerimenin inmesine sebep olduğu İbn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir. Bu rivayette İbn Abbâs şöyle anlatıyor: (Kureyş kâfirleri) Hz. Peygamber (sa)'e: "Eğer gerçek senin söylediğin gibiyse bizim ölmüş olan ilk şeyhlerimizi bize göster de onlarla konuşalım, bizi sıkmakta olan şu Mekke dağlarını bizden uzaklaştır ve böylece alanı bizim için genişlet." dediler de "Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya yer onunla parça parça edilseydi, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (kâfirler yine de inanmazlardı)..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[23]
Bu hadise Zubeyr ibnu'l-Avvâm, Mücâhid, Katâde ve Dahhâk'ten manâ olarak rivayetle ve daha ayrıntılı olarak şöyle anlatılıyor: Bir gün içlerinde Ebu Cehl ve Abdullah ibn Ebî Ümeyye. el-Mahzûmî'nin de bulunduğu bir grup Kureyşli müşrik Ka'be'nin arkasında oturuyorlardı. Rasûlullah (sa)'a gelmesi için haber gönderdiler. O da geldi. Abdullah: "Eğer sana tâbi olmamız seni sevindirecekse bunu yapmamız için Mekke dağlarını[24] yerlerinden yürütüp uzaklaştır da arazimiz genişlesin. Görüyorsun ki Mekke vadisi bu dağlar yüzünden çok dar. Bu genişleyen arazide pınarlar çıkart, nehirler akıt ki ağaç dikelim, ziraat yapalım. İddia ettiğin gibi Allah'ın elçisi isen herhalde sen Rabbın katında O'na Davud oğlu Süleyman'dan daha değerlisindir. Bak, ona dağları müsahhar kılmış, dağlar onunla birlikte yürürmüş. Sonra rüzgârları bizim buyruğumuz altına ver; onlara binelim de Şam'a gidelim, ticaretimizi yapalım; yiyecek ve ihtiyaçlarımızı karşılayalım ve aynı gün geri dönelim. Yine sen söylüyorsun ki rüzgâr da Süleyman'ın buyruğu altına verilmişmiş. Herhalde sen Rabbın katında Davud oğlu Süleyman'dan daha aşağı değilsindir. Sonra bizim için deden Kusayy'ı veya ölülerimizden senin istediğin birini dirilt ki ona seni soralım: Söylediklerin hak mı bâtıl mı? Senin söylediğine göre İsa ölüleri diriltilmiş. Sen Rabbın katında ondan daha değersiz değilsindir herhalde." dedi ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[25]
İbn Ebî Hatim ve İbn Merdûye'nin Atıyye el-Avfî'den rivayetlerinde bu hadise şöyle olmuştur: "Bizim için Mekke dağlarını yürütsen de arazimiz genişlese ve ziraat yapabilsek. Süleyman'ın, kavmine rüzgârla yeri parça parça ettiği gibi sen de bizim için yeri parça parça etsen veya İsa'nın ölüleri dirilttiği gibi sen de bizim için ölüleri diriltsen." dediler de Allah Tealâ: "Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi veya yer onunla parça parça edilseydi, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (kâfirler yine de inanmazlardı)..." âyet-i kerimesini indirdi.[26]
Vâhıdî'nin kendi isnadıyla Zübeyr ibnu'l-Avvâm'dan rivayetle verdiği hadisenin ayrıntılarında bir takım farklar olmakla son olarak ona da yer verelim. Zübeyr şöyle anlatıyor:
Kureyş müşrikleri bir gün Hz. Peygamber (sa)'e geldi ve şöyle dediler: Sen, kendisine vahy gelen bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun. Süleyman'a rüzgâr, Musa'ya deniz müsahhar kılınmıştı. İsa, Ölüleri diriltirdi. Sen de Allah'a dua et de şu dağları yürütüp bizden uzaklaştırsın ve yerden bize nehirler akıtsın da ziraat yapalım mahsullerinden yiyelim. Yok bunu yapamazsan dua et bizim için ölülerimizi diriltsin biz onlarla, onlar bizimle konuşsunlar. Yok bunu da yapamazsan Allah'a dua et şu senin altındaki kayayı altına çevirsin, ondan yontup yontup alalım ve yaz kış seferlere çıkmaktan kurtulup onunla geçinelim. Değil mi ki sen de o peygamberler gibi bir peygamber olduğunu iddia ediyorsun."
Biz de Hz. Peygamber (sa)'in etrafında idik ki o sırada ona vahy gelmeye başladı. Biraz sonra açıldı ve: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki istedikleriniz bana verildi. Ben dileseydim hemen o anda olacaktı. Fakat (Rabbım) beni muhayyet bıraktı: Ya rahmet kapısından girecektiniz de mü'minleriniz iman edecekler, ya da kendiniz için seçtiğinize bırakılacaksınız da rahmet kapısını bulamayıp dalâlette kalacaktınız. Ben, rahmet kapısını tercih ettim. Rabbım bana haber verdi ki istediklerinizi size vermemden sonra da küfürde devam etmeniz halinde size öyle bir azâb edecekti ki sizden önce hiç kimseye öyle azâb etmemiştir." buyurdu ve işte bunun üzerine "Bizi, mucizeler göndermekten alıkoyan ancak onlardan öncekilerin o mucizeleri yalanlamış olmalarıdır." (İsrâ, 17/59) ve işte bu "Bir Kur'ân ki eğer onunla dağlar yürütülseydi..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[27]
Ebu Nuaym'ın Delâilu'n-Nübüvve'sinde yine Zübeyr ibnu'l-Avvâm'dan rivayetine göre müşriklerin bu isteklerde bulunmaları "En yakın akrabalarını inzar et." (Şuarâ, 26/214) âyet-i kerimesinin nüzulü üzerine Hz. Peygamber (sa)'in Ebu Kubeys dağına çıkarak Kureyş'i etrafına topladığı ve onları inzâr ettiği sırada meydana gelmiştir.[28]
36. Kendilerine kitab verdiklerimiz sana indirilene sevinirler. Karşı gruplar içinde de onun bir kısmım inkâr edenler vardır. De ki: "Ben ancak Allah 'a ibadet etmemle ve O'na ortak koşmamamla emrolundum. Ben O 'na çağırıyorum ve dönüşüm de O'nadır.
Alimlerin çoğu şöyle diyor: Kur'ân ilk inmeye başladığı zamanlarda onda Rahman adı çok geçmiyordu. Abdullah ibn Selâm ve arkadaşları müslüman olunca Tevrat'ta çokça zikredildiği halde Rahmân'ın Kur'ân'da çok zikredilmemesinden memnun olmadılar ve bu durumu Hz. Peygamber (sa)'e sordular da bunun üzerine Allah Tealâ: "De ki: Gerek Allah diye ad verip çağırın, gerek Rahman diye. Hangisi ile çağırırsanız nihayet en güzel isimler O'nundur..." (İsrâ, 17/110) âyet-i kerimesini indirdi.
Bu âyet-i kerimenin nazil olması üzerine bu sefer Kureyş müşrikleri: 'Muhammed'e ne oluyor? Bir tek ilâha çağırıyordu, bugün ise iki ilâha çağırıyor: Allah'a ve Rahmân'a. Vallahi biz Rahman diye sadece Yemâme'nin Rahmân'ını biliyoruz." dediler. Bununla Müseylimetu'l-Kezzâb'ı kastetmekteydiler. İşte onların bu sözleri üzerine: "Halbuki O Rahman'in indirdiği Kur'ân'ı inkâr ile kâfir olanlar onlardır." (Enbiyâ, 36) ve "Onlar Rahmân'ı tanımazlar, inkâr ederler..." âyet-i kerimeleri indi.
Bu âyetlerin inmesi ile de ehl-i kitabdan iken iman etmiş olan mü'minler sevindiler de Allah Tealâ: "Kendilerine kitab verdiklerimiz sana indirilene sevinirler..." âyet-i kerimesini indirdi.[29]
38. Andolsun ki senden önce nice rasûller gönderdik. Onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah 'ın izni olmadan hiçbir rasûlün herhangi bir âyet getirmesi yoktur (olacak şey değildir). Herkesin süresi yazılıdır.
Yahudiler, Hz. Peygamber (sa)'in eşleri (birden çok eşleri) olması yüzünden onu ayıpladılar ve: "Bu adamın kadınlardan başka bir düşüncesi olmadığını görüyoruz. Eğer gerçekten peygamber olsaydı peygamberlik işleri onu meşgul eder, kadınlarla uğraşacak vakti kalmazdı." dediler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[30] Vahidî de bu haberi Kelbî'den rivayetle zikretmiştir.[31]
39. Allah dilediğini siler ve dilediğini de bırakır. Ve Ümmü'l-Kitâb O'nun nezdindedir.
İbn Ebî Hatim'in Mücâhid'den rivayetine göre bundan hemen önceki "Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamberin bir âyet (mucize) getirmesi olacak şey değildir..." âyet-i kerimesi nazil olunca Kureyş kâfirleri: "Ey Muhammed, görüyoruz ki senin elinde hiçbir şey yok! Her şey olmuş bitmiş!" dediler de Allah Tealâ: "Allah dilediğini siler ve dilediğini de bırakır..." âyet-i kerimesini indirdi.[32]
43. O küfretmiş olanlar: "Sen peygamber değilsin." derler. De ki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah ve kitabın bilgisi yanında olanlar yeter.
İbn Merdûye'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa)'a Yemen'den bir papaz gelmişti. Efendimiz (sa) ona: "Benim bir rasûl olduğumu İncil'de buluyor musunuz?" diye sordu da papaz: "Hayır, bulmuyoruz." dedi ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[33]
Tirmizî'nin kendi isnadıyla Abdullah ibn Selâm'in kardeşi oğlundan rivayetle tahricinde o şöyle anlatmış: Hz. Osman öldürülmek istendiğinde Abdullah ibn Selâm ona geldi. Osman ona: "Neden geldin?" diye sordu. Abdullah: "Sana yardım etmeye geldim." dedi. Osman: "İnsanlara çık ve onları benden uzaklaştır. Yanımda olmandan çıkıp bunu yapman benim için daha hayırlıdır." dedi. Abdullah, dışardaki insanlara çıkıp şöyle konuştu: "Ey insanlar, câhiliye devrinde benim adım filân idi. Allah'ın Rasûlü (sa) bana Abdullah adını verdi. Benim hakkımda Allah'ın kitabından âyetler indi: (Ahkâf, 10) âyeti benim hakkımda indi. "De ki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah ve kitabın bilgisi yanında olanlar yeter." âyeti benim hakkımda indi. Allah'ın, sizden kınına sokulmuş bir kılıcı var. Allah'ın Rasûlü (sa)'nün inip yerleştiği şu beldenizde size melekler komşu kılınmış. Şu adam hakkında Allah'tan korkun. Eğer onu öldürecek olursanız Allah'a yemin ederim ki komşularınız olan melekleri kovmuş olacaksınız ve o sizden kınına sokulmuş (sizi kesmeyen) kılıcı (fitne kılıcını) kınından çıkarmış olacaksınız ve bir daha kıyamete kadar kınına girmeyecektir." Ancak onu dinlemediler ve: "Hem bu yahudiyi, hem de Osman'ı öldürün." dediler.[34] Tirmizî, bu hadisin Hasen, Sahîh, Garîb olduğunu da belirtmişti.
Bu âyet-i kerimedeki "kitabın bilgisi yanında olan" ile Abdullah ibn Selâm'ın değil de Cibril'in kastedildiğini söyleyen İbn Cubeyr Sûrenin Mekkî olduğunu; İbn Selâm'ın ise Medine'de bu Sûrenin nüzulünden daha sonra müslüman olduğunu; dolayısıyla bununla İbn Selâm'ın kastedilmesinin mümkün olmadığını söyler ki, "kitabın bilgisi yanında olan" ile Cibril'in kastedilmiş olduğu İbn Abbâs'ın da kavlidir. Bununla Hz. Ali'nin kastedilmiş olduğu rivayetleri de vardır.[35]
Ancak bu âyet-i kerime'deki "kitabın bilgisi yanında olanlar" ile Abdullah ibn Selâm ve onun gibilerinin kastedilerek Mekke döneminde indirilmiş olmasını Kur'ân'ın geleceğe yönelik ğayb haberleri kabilinden telâkki ederken Abdullah ibn Selâm hakkında indiğini bildiren haberin Tirmizî tarafından sahih olduğu kaydıyla tahric olunduğunu göz önünde bulundurmak uygun olur.
Bu arada Abdullah ibn Selâm'ın Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'ye hicret etmezden önce Mekke-i Mükerreme'ye geldiği, müslüman olarak Medine-i Münevvere'ye döndüğü, burada imanını gizleyerek Hz. Peygamber (sa) oraya gelene kadar açığa vurmadığı şeklinde bir rivayete de İbn Kesîr tefsirinde yer vermektedir.[36] En doğrusunu Allah bilir.
[37]
[1] Kurtubi, age. dc,i83.
[2] Alûsî, age. xm,84.
[3] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/519.
[4] Kurtubî, age. ix,i83.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/519.
[5] Taberî, age. xm,84.
[6] Kurtubî. age. IX,195.
[7] Taberî, age. XII1,84; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,217.
[8] Taberî, age. xm,84.
[9] Taberî, age. XIII,84.
[10] İbn Kesîr. Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, IV,366-367.
[11] doğrusu Erbed ibn Kays olacaktır. Çünkü Erbed, Lebîd ibn Rabîa'nın ana-baba bir değil, sadece ana bir kardeşidir. Bak: ibnu'l-Esir, Usdu'l-gâbe, 111,127; ibnu'l-Cevzî, zâdu'l-Mesîr, rv,3i4.
[12] Taberî, age. xm,80-8i.
[13] Buhârî. Meğâzî, 28.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/520-524.
[14] alûsî, age. xuiJ39.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/524.
[15] Alûsî, age. xm.i46-i47i.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/524.
[16] Kurtubî, age. IX,206.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/525.
[17] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye. 1,311.
[18] Kurtubî, age. ix.2O8.
[19] Alûsî, age. xm.i53.
[20] Kurtubî, age, IX.208.
[21] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/525-526.
[22] ibn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, 1,308-309
[23] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,217.
[24] bir rivayette: Tihâme dağlarını, bak: Taberî, age. xııı, 102.
[25] Kurtubi, age. ix,209.
[26] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukm, 1,218.
[27] Vahidî, age. s. 192.
[28] Alusi, age. xm,i58.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/526-528.
[29] Kurtubî, age. ıx.2i3-2i4.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/528.
[30] Kurtubi, age. ix,2i4.
[31] Vahidî, age. s. 192.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/529.
[32] Taberî, age. XIII, 114; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 1,218.
Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/529.
[33] Alûsî, age. XIII, 175.
[34] Tirmizî. Menâkıb, 36, hadis no: 3803.
[35] Kurtubî, age. ix,220.
[36] Bak: İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, 111,394-395.
[37] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/529-530.
İLGİLİ HABERLER
>>YASİN SURESİ
>>NAZAR DUASI
>>FETİH SURESİ
>>MERYEM SURESİ
>>VAKIA SURESİ
>>İSMİ AZAM DUASI
>>TAHA SURESİ
>>LEV ENZELNA
>>HAŞR SURESİ
>>FELAK NAS SURELERİ
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.