Peygamberimizi anmaktan çok onu anlamaya muhtacız
Ali Rıza Demircan
Şanı Yüce Allah'ımıza yarattığı varlıkları sayısınca hamd ederim. Son ve
evrensel Resûlü kıldığı Hz.Muhammed'e Salât ve Selâm ederim.
İnsan ve Yaratılış Amacı
Bütün varlıkların yaratıcısı olan Yüce Allah, insanın da hâlikıdır. Allah, insanı
en güzel kıvamda yaratmıştır. Bütün yeryüzü varlıklarını, güneşi, ayı ve
yıldızları onun için halk etmiştir.
Şanı Yüce
olan Allah erkek ve kadın olarak yaratığı insanı da kendi zatına ibadetle
yükümlü kılmıştır.
Peygamber Kimdir?
Yüce Allah nasıl ibâdet edileceğini öğretmek üzere inanlar içinden elçiler seçmiştir.
Uygulanarak ibâdet edilecek emirleri ve yasaklarını da Vahiy Meleği Cibrîl
aracılığı ile bu elçilerine bildirmiştir. Yeryüzündeki bütün insan
topluluklarına gönderilen ve Elçilikleri mücizevî olaylarla kanıtlanan bu özel
kişilere Kur'ân dilinde en-Nebî / er-Resûl denir. Kullandığımız Farsça kökenli
bir kelime ile "Allah'ın Mesajları'nı insanlara getiren
anlamına" Peygamber demekteyiz.
Her bir topluluğa o toplumun diliyle gönderilen ve Cennet'le müjdeleyip Cehennem'le
uyaran Peygamberler Elçilik görevlerini genelde kendi toplumlarına yönelik
olarak yapmışlardır. Ölümleriyle birlikte görevleri de bitmiştir.
Peygamberler Arasında Hz. Muhammed (sav)'in Özellikleri Nelerdir?
Onun temel özelliklerini iki başlık altında sunacağız.
a. Onun Peygamberliği Evrenseldir ve Kıyamet Gününe Kadar Geçerlidir
Allah'ın Resûlü
Hz. Muhammed, peygamberlerin evrenseli ve sonuncusudur. Bu sebeple O, diğer
Peygamberler gibi belli bir zaman dilimi için, muayyen bir millete değil, bütün
insanlığa gönderilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm bu gerçeği şöylece açıklar:
" (Ey Muhammed!)Şöylece açıkla: Ey insanlar! Hiç
şüphesiz ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın Elçisi'yim.
Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Dirilten de öldüren de O'dur. Bu sebeple gelin
Allah`a ve O'nun Ümmî (yaratılış
özelliklerini koruyan) peygamber Elçisi Muhammed'e îman edin. Çünkü o,
Allah'a ve O'nun (kendisine indirilen) bildirileri, emirleri
yasaklarına inanmaktadır. Doğru yola girebilmeniz için (ona iman edin
ve ) ve yalnızca onu izleyin."( Arâf 7/158)
a. Yüce Allah'ın Son Buyrukları Olan Kur'ân-ı Kerîm Onunla Gönderilmiştir
Yüce Allah, insanlık için seçip razı olduğu Kur'ân yasalarını onunla göndermiştir.
Bir diğer anlatımla Allah, insanlığa yönelik olan bildirileri, emirleri ve
yasaklarının son bölümünü teşkil eden Kur'ân-ı Kerîm'i ona yirmi üç yıllık bir
zaman süreci içinde, sûre sûre ve âyet âyet, fakat lafız ve mâna olarak vahiy
yoluyla indirmiştir ve Kur'ânî buyruklarını O'nun peygamberliği gibi Kıyamet
Günü'ne kadar geçerli kılmıştır:
: "Allah'a, Elçisi Muhammed'e ve ona indirdiğimiz Nûr olan Kur'ân'a inanın. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır."(Teğâbun 8)
1. Onun Görevi Kur'ân-ı Kerîm'i Yaşamak ve Örneklendirerek Tebliğ Etmekti
Açıklamalarımız Kurân merkezli olarak yapacağımız için önce Kur'ân'ı ana hatlarıyla
özetlemeyi gerekli görüyoruz.
Kur'ân'ın İçeriği
a- Kur'ân, yaratıcımız olan Allah'ı yüzü aşkın sıfatıyla bize tanıtır: Kur'ân'a göre Allah birdir,
varlığını kendisinden alandır. Kum taneciklerinden galaksilere kadar bütün
varlıkları yaratan ve her an yaratmakta olandır. Doğmamıştır, doğurmamıştır.
Yarattığı hiçbir varlık O'nun eşi ve benzeri değildir. O, dilediğini yaratmaya
gücü yetendir, bütün varlıklar O'na muhtaçtır. Yarattıkları üzerinde egemenlik
hakkı O'nundur.
b- Kur'ân gökleri ve yer küresini tanıtır: Onların
yoktan var edildiğini ve Kıyamet olgusuyla birlikte köklü bir değişime uğratılarak kendilerine özgü
ölümü tadacaklarını açıklar. Kur'ân fizik evrenin ötesinde Cennet ve Cehennem'i
içine alan daha mükemmel bir alemin varlığını bildirir. Ölümle başlayacak
ahiret hayatının varlığını açıklar.
c- Kur'ân insanı tanıtır: Ona göre insan emirleri ve yasaklarına uyarak
Allah'a ibadet etmesi için en güzel şekilde yaratılmıştır. Yeryüzündeki bütün
varlıklar onun için halk edilmiştir. Güneş ay ve yıldızlar ona hizmet vermesi
için yapılandırılmıştır. İnsan için kabir hayatıyla başlayacak ebedî bir hayat
vardır. O, tüm iradeli inançları, sözleri, davranışları, işleri ve
ilişkilerinden sorgulanacak, mükâfat olarak Cennet'le, ceza olarak Cehennem'le
azaplandırılacak ebediliğe erdirilmiş sorumlu varlıktır.
d- Kur'ân insanlığın ulu önderleri olan Peygamberleri tanıtır. Onların şahsında insanlık
tarihini özetler. Zalimleşen nice inkârcı toplumun yıkıma uğratıldığını
duyurur.
e- Daha da önemlisi Kur'ân, İnsan hayatını kişisel,
sosyal, ekonomik ve siyasî
vs. yönleriyle kuşatır. İnsanlığa, insanın insanı sömüremeyeceği adaletli ve
erdemli bir yaşam düzeni sunar. Hayatı inanç ve amel yasalarıyla konumlandırıp
amaçlandırarak ibadetleştirir. Böylece Ebedi Cennetlere hazırlar.
2. Sevgili Peygamberimizin Hayatı Kur'ân'dı
Eşi Hz. Âişe'nin
diliyle özetlersek Onun hayatı/yaşayışı Kur'ân'dı. Çünkü O da örneklendirerek
tebliğ etmekle yükümlü olduğu, Kur'ân'a göre yaşamakla yükümlüydü. Rabbimiz Ona
şöyle buyurmuştur:
"Rabbinden sana vahyedilen yasalara uy. O'ndan başka
yasalarına boyun eğilecek ilâh yoktur. Ondan başka (yaratıcı, yaşatıcı ve yasa koyucu otoriter güç tanıyan) ları
bırak."[ En'âm 106]
3. Peygamberimiz Hz.Muhammed’in Tefekkürü/Düşünürlüğü, Adaleti, Barışçılığı,
Savaşcılığı, Güzel severliği, Sorumluluğu , İnsan saygısı, ve Ahlâkı bütünüyle
Kur'ân'dı. Kurân kaynaklıydı.
Biz Onu yüceltiyor, ama yüceliğinin kaynağını irdelemiyoruz.
Onu İslâm'ın Tevhid görüşüyle
çelişen yaklaşımlarla yüceltmeye kalkışarak aslında beşerîlik vasfından
soyutluyor, izinden gidilebilir bir Önder-Peygamber olmaktan çıkarıyoruz.
Ayakları yeryüzüne basmayan bir Peygamber nasıl takip edilebilir? Onu
örneklendirerek tebliğ ettiği Kur'ândan ayırdığımız içindir ki Onu toplumsal
hayatımızın önderi kılamamaktayız.
-Allah şanını artırsın- O, ülkemizde takriben yüz bin camide okunan beş
vakit ezanlarla ve her bir ezanda iki defa yüksek sesle saygıyla anılır,
Evrensel Elçiliği, her gün yaklaşık bir milyon kez ilan edilirken Onun kişisel
ve toplumsal hayatımızdaki etkinliği en aza düşürülmüştür? Onu anabiliriz ama
hayatı Kur'ân olan izlenebilir bir Peygamber olarak algılayamazsak anlayamayız.
İzini süremeyiz.
Bunun içindir ki makalemizde Onun Özeliklerini Kur'ân'dan
aldığını beyan etmeye ve hayatının Kur'ân'ı yansıtığını örneklendirmeye çalışacağız.
***
I. Peygamberimizin Tefekkürü
O, gündüz gece, yatarken kalkarken, yürürken otururken,
hüzünde sevinçte, barışta ve savaşta, hulâsa her zaman ve her yerde kendi varlığı ve yaratıklar üzerinde sürekli
düşünür ve yaratılanlardan Yaratan'a intikal ile Rabbini anar ve yüceltirdi.
Bir başka türlü olması da mümkün değildi. Çünkü o Kur'ân'ın uygulayıcısıydı.
Şimdi onu bu vadide yönlendiren onlarca Kur'ânî emirlerden bir kaçına bakalım:
Tarık 5-8: İnsan neden yaratıldığına bir baksın! O, sırt
ile göğüs kafesi
arasından çıkan, atılan bir sudan yaratıldı. İşte Allah (bu şekilde yarattığı)
insanı tekrar yaratmaya da kadirdir.
Abese 24-32: "İnsan, yediğine bir baksın! Yağmurlar
yağdırdık. Sonra toprağı göz
göz yardık. Bu suretle orada ekinler bitirdik. Üzümler, yoncalar zeytinlikler,
hurmalıklar ,iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün
bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir."
Ğaşiye 17-20 " (İnsanlar) devenin
nasıl yaratıldığına, Göğün
nasıl yükseltildiğine, Dağların nasıl dikildiğine, Yeryüzünün nasıl yayıldığına
bir bakmazlar mı?
İşte bunlar ve bunlar gibi pek çok âyet Onu (sav) sürekli olarak tefekküre
yöneltiyordu.
II. Peygamberimizin Adaleti
O, kendisine yönelik eleştirel sözler, davranışlar ve işlerde sabırlıydı ve
affediciydi. Ama ilahî yasaları uygulamada, kendisine intikal ettirilen
ihtilaflarda son derece âdil bir hâkimdi. Zengin fakir ayırmazdı. Güçlülere
ayrıcalık tanımazdı. Kayırıcı aracılık yapılmasına öfke duyardı. Dost düşman tefriki
yapmazdı. Tarihi toplulukları çöküntüye uğratan uygulamaların zulüm
uygulamaları olduğunu hatırlatırdı.
Onu böylesine âdil kılan Kur'ân'dı. Çünkü Kur'ân adalete vurgu yapıyordu.
Adaletin gerçek kullukla olan bağlantısını dile getiriyordu. Şu veya bu haklı
sebeple duyulacak derin öfkenin bile adaletsizliğe sebep kılınmamasını
emrediyordu. Şu örneklere bakabiliriz:
Nisa 135: "Ey iman edenler! Adaleti titizlikle
ayakta tutan, kendi canlarınız, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa
Allah için şahitlik eden
kimseler olun. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin de fakir de olsalar siz
adaletten ve adil şahitlikten sapmayın. Çünkü Allah onlara sizden daha
yakındır. Duygularınıza kapılıp adaletten ayrılmayın. Eğer, sözü eğip bükerek
gerçeği saptırır veya şâhidlik etmekten kaçınırsanız Allah'ın yaptıklarınızdan
haberdar dar olduğunu biliniz."
Mâide 8: "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta
tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz
nefret/kin, sizi adaletsizliğe itmesin. Adaletli olun; çünkü adalet tam anlamıyla gerçek kulluktur.
Allah'ın adaleti emreden ve zulümden kaçınılmasını içeren buyruklarına
aykırılıktan sakının. Çünkü Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir."
Rabbimizin bu Kur'ânî buyruklarıdır ki Peygamberimizi adil kılıyordu.
III. Peygamberimizin
Barış Severliği
Allah şanını artırsın O, Peygamberliği dönemi öncesinde saygındı. Güvenilir olarak
tanınıyordu. Peygamberlik dönemiyle birlikte alaya alındı. Tehdit edildi.
Suikastlere uğratıldı. Kendisine ve peygamberliğine inananlara işkenceler
edildi. Hicrete mecbur bırakıldı. Medine'de kurduğu toplumsal yapıya da savaş
açıldı. Düşman saldırıları sonucu gerçekleşen Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını
yaşadı.
Ama O, daima barışa yöneldi, barışı önceledi, sahâbilerinin yer yer karşı çıkmalarına ve
savaş istemelerine karşın barışta sabır gösterdi. Çünkü Kurân onu barışa
yöneltiyordu. Barış Onun için ilahî görevdi; ibadetti. Bakınız Kur'ânımızda ne
buyruluyor:
Zuhruf 89: " (Ey Peygamber!) İnkârcıların karşıtlığını önemseme ve
size barışı öneririm, de. Yakında gerçekleri bilecekler!
Bakara 208-9: "Ey iman edenler! Hep birden barışa yönelin. Sakın şeytanın (savaşa kışkırtıcı) adımlarını
izlemeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır. Size (barışın öncelenmesine
ilişkin) apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan saparsanız,
şunu iyi bilin ki Allah karşı konulamaz güç sahibidir ve neylerse güzel
eyleyendir."
Enfâl 61-2: "Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de barışa
yanaş ve Allah'a dayan, çünkü O işitendir, bilendir. Eğer seni aldatmak
isterlerse, (varsın
istesinler) Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve müminlerle
destekleyecektir."
Peygamberimizi barış elçisi yapan işte bu Kur'ânî ilkelerdi.
IV.Peygamberimizin
Savaşçılığı
-Allah bağlılarını artırsın- Peygamberimiz karakter olarak
savaşçı değildi. O, barış
insanıydı. . Ama inkârcılar hayat hakkı tanımıyordu. Tek taraflı barışseverlik
yetmiyordu. Düşman Hicret yurdu Medine'ye kadar geliyor, yok etmek istiyordu.
Zalimleri de durdurmak gerekiyordu.. Zalim şiddete adil şiddetle cevap
verilmeliydi. Ama savaş ilkeli olmalıydı. Emperyalist emellerle veya ırk
egemenliği için savaş yapılamazdı. Savaşın amacı yok etmek değil, yaşatmak
olmalıydı.
Evrensel kılınan bir Peygamber olarak mütecavizleri durdurmanın örneğini de vermesi
gerekiyordu Değinilen sebeplerle savaş bir hayat gerçeği olduğu için Rabbimiz
Ona "Allah yolunda savaşma" ve "Müminleri
de savaşa yüreklendirme."[4] görevini verdi. Böylece savaşa
yönlendirildiği için biz onu savaş meydanlarında ve sahâbilerinin önünde
korkusuzca savaşan bir kumandan olarak görüyoruz. Mütecavizlere karşı Ona ve
bağlıları olan müminlere verilen savaş emirleri şöylece de pekiştiriliyordu:
Tevbe 73: "Ey Peygamber! Hakkı inkar edenlerle ve münafıklarla yılmadan savaş; ve
onlara karşı kararlı ve ödünsüz davran. Onların varacakları yer cehennemdir;
Cehennem ne kötü bir duraktır."
Bakara 190: "(EY Müminler!)Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş
açın. Sakın ha (çocukları
ve kadınları öldürmek veya esirleri köleleştirmek ve odalık kılmak gibi) aşırılıklara
gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez."
Merhamet çağlayanı olan Peygamberimizi adalet savaşçısı kılan ve ona "Ben
rahmet ve savaş Peygamberiyim "[5] dedirten Rabbimizin bu
konudaki örnekleri sunulan Kur'ânî emirleriydi.
V.Peygamberimizin Sorumluluğu
O peygamberdi, ama kuldu, kulca yaşamakla yükümlüydü. Kur'ân'ın buyrukları onu da
bağlıyordu. O da üstlendiği Peygamberlik görevinden ve tebliğ ettiği yasaları
yaşamaktan sorumluydu. Bunun içindir ki tebliğ ettiği görevleri önce kendisi
yapıyordu. Mesela namaz kılın diyor, kendisi ilaveten gece namazına kalkıyordu.
Sabır gösterilmesin istiyor, sabırda zirveleşiyordu. Tevazuu emrediyor, kendisi
de sadelik içinde yaşıyordu. Savaşa çağırdığında kılıcını kuşanıyordu.
Çirkinlikleri yermekle yetinmiyor, güzellikleri örneklendiriyordu.
Hulasa O, yaşayarak yaşatıyordu. Çünkü Kur'an sorgulanacağını bildiriyordu:
Hûd 112: " Bildirdiğin Hak ölçülere dönüş yaparak seninle bir arada
bulunanlarla birlikte sana indirilen kurallar çizgisinde emrolunduğun gibi
dosdoğru yaşa. Sen ve berberindekiler emrolunduğunuz çizgiyi sakın ha aşmayın.
Hiç şüphesiz Allah yaptıklarını görücüdür."
Arâf 6: "Elbette Biz kendilerine peygamber
gönderilen toplulukları da, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!"
Hakka 44.-47: Eğer Peygamber bizim adımıza bazı (haram
kılıcı ve görev yükleyici
hükümler içeren) sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak
yakalardık. Sonra onun can damarını koparır( hayatını sonlandırır)dık.
Hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız."
Peygamberimiz Ku'ân'ın açıklanan âyetler ve benzerleri ile belirlediği sorumluluğu rûhunun
derinliklerinde duyduğu için ümmeti ile buluştuğu Veda Hacc'ında sunduğu Arafat
hitabesinin sonunda müminlere şöyle buyurur:
Rabbiniz tarafından benimle ilgili olarak da
sorgulanacaksınız. Ne söyleyeceğinizi
bilmek isterim.
Onun bu sözlerine muhatab insanlar şöyle derler:
Sana Rabbinden indirilen Kur'ân âyetlerini tebliğ
ettiğine, görevini
yaptığına, bize yürekten öğütler verdiğine şahitlik ederiz.
Aldığı bu cevap üzerine şehâdet parmağını göğe doğru yükseltip, insanlara doğru
çevirerek şöyle yakarır:
"Şâhid ol
Allâh'ım! Şâhid ol Rabbim! Şâhid ol Mevlam!"
VI. Peygamberimizin Güzelliğe Sevdası
Çevresel estetikten yoksun şartlarda doğup büyüyen ve yetişkin olan Sevgili
Peygamberimizi güzele ve güzelliklere sevdalı bir yüce şahsiyet olarak
görüyoruz. O, "Allah güzeldir güzelliği sever ."[7] buyurarak
güzelliği hayatın merkezine oturtuyordu. "Allah bütün sözler,
davranışlar ve işlerin güzelleştirilmesini görevleştirdi." buyurarak
da güzelliğe yönlendiriyordu. Üstelik güzelliği meşru savaştaki öldürmeye ve
kurban kesimine kadar hayatın tüm alanlarına kadar yaygınlaştırıyor ve amaç
gösteriyordu. Hayatı boyunca en çok yaptığı duâ ile de Rabbinden daima güzellik
istiyordu:
"Rabbimiz! Bize dünya hayatında güzellikler ver. Âhiret hayatında
güzelliklere erdir ve bizi ateş azabından koru."(Bakara 2/201)
Onun giyim, söz, davranış. iş ve ilişki güzelliğine yönlendirici pek çok öğütlerine
muhatabız.
Bunun sebebi Kur'ân'dı. Kurânın getirdiği ölçülerdi. Allah'ı en güzel
vasıfların sahibi olarak niteleyen Kur'ân, O'nun gökleri ve yeri güzel şekilde
yarattığını açıklıyordu.[10] Rabbimizin insanları en güzel biçimde ve
hangilerinin en güzel içerikte ameller yapacağını denemek için halk ettiğini
bildiriyordu.(Mülk 2) Kur'ân, Allah'ın kitabı olarak kendisini sözlerin en
güzeli olarak niteliyor, yasaları en güzel olanın Allah olduğunu
duyuruyordu.[11] Kur'ân Allah'ın rızasına erdirecek işlere Hasene/güzellik
adını veriyordu (Neml 89) ve Cenneti de güzellikler yurdu olarak da şöylece
tanıtıyordu:
"Rabbinin emirleri ve yasaklarına uyarak hayatını güzelleştirenlere güzellikler yurdu
el olarak el-Hüsna/ Cennet vardır..."[Yunus 10/26]
Bu bölümü Peygamberimizi de güzelliğe yönlendirmiş âyetlerle taçlandıralım:
İsra 53: "Ey Peygamber! Sen kullarıma en güzel şekilde konuşmalarını
söyle..."
Zümer 55: "...Rabbiniz tarafından size indirilmiş
olan kuralların en güzellerine
uyun."
Müminûn 96:"Kötülüğü, en güzel yol ve yöntemle savmaya
çalış..."
Bakara 195:"Allah yolunda harcayın, kendi elinizle
kendinizi mahvetmeyin ve güzel işler yapmaya çalışın Gerçekten Allah güzel işler yapanları
sever."
Ankebût 46: Zulümden kaçındıkları sürece geçmiş vahyin mensupları ile
en güzel şekilde tartışın ..."
VII. Onun İnsan Onuruna Saygısı
Onun yukarıda sayılan özelliklerini insana saygısı olarak değerlendirebiliriz. Ama biz daha
özel bir pencereden de bakabiliriz.
Onun için insanlık onuru (ırzı) korunması, uğrunca can
verilmesi gereken bir yücelikti,
şehidliğe erdirecek bir erdemdi.[13] İnsan insandı. Onun için zengin fakir,
engelli engelsiz ayırımı yoktu. Peygamberliği dönemi öncesinden İslâm toplumuna
intikal etmiş biçare köleleri ve cariyeleri etkili hürlerden ayırmazdı. Onun
nazarında erdemli siyahlar beyazlardan da üstündü. Çocuklara selam vermesi ve
beslediği kuşu ölen Umeyr örneğinde olduğu gibi onlara teselli ziyaretinde
bulunması, insana saygısı sebebiyleydi. Abullah İbn Ümm-ü Mektum gibi
engellileri Medine yönetimiinde kendi vekili olarak görevlendirmesi, Muza bin
Cebel ve Üsame bin Zeyd gibi yirmi yaş gençlerini vali ve ordu komutanı tayin
etmesi hep insana saygısının gereğiydi.
Sevgili Peygamberliğimiz, yalnızca kendisine inananların
değil, bir peygamber olarak yaptığı çağrılara karşı direnen ve kendi inanç dünyasında ısrar gösteren, Vahye
inanmayan Müşrikleri ve Hak çizgiden sapmış Ehl-i Kitap olanları dahil bütün
insanların insanlık onurlarına saygılıydı. İnsana insan olduğu için değer
veriyordu. Yaratılanı yaratandan ötürü baş tacı ediniyordu. Mesela, huzuruna
getirilen pîri-fâni müşrik için biz onun ayağına giderdik, diyordu.. Ayağa
kalktığı Cenaze için için yahudiydi, denilince oda bir insan değil miydi,
açıklamasını yapıyordu.[14] Yapılan meşru temelli savaşlarda çocuk ve kadın
ölülerini görünce yüreği kanıyordu. Böylesi zulümlerden Allah'a sığınıyordu.
Onun insana saygısının arkasında Kur'ân'ın ilkeleri vardı. Kur'ân'a göre insan en
güzel kıvamda yaratılmış, yaratılanların büyük çoğunluğuna üstün kılınmış
varlıktı.[15] İslâmî inançlarımızdan ötürü bizimle savaşmadıkça, bizleri
yurdumuzdan çıkarmak için atılımlar yapmadıkça ve aleyhimize ittifaklar
oluşturmadıkça inancı ne olursa olsun bütün insanlara iyilikler yapılabilirdi.
Kur'ân güzellikler yapılmasını, hukuki ve sosyal adalet gösterilmesini
öğütlüyordu. Allah'ı, iyiliksever, adaletli kullarını sevdiğini duyuruyor,
düşmanlığın yalnızca ve sadece insanlık karşıtı zalimlere karşı
yürütülebileceğini bildiriyordu.[16] İslâm'a îman ve onun kurallarına uyma için
bile yalnızca tebliğ yapılabilir, hak ve özgürlüklerle donatılan insan üzerinde
baskı kurulamazdı. Sorgulama hakkı yalnızca Allah'ındı.
Onun İnsan onuruna saygısına, yorumlamaksızın iki örnek verelim:
* Mekke'nin Fethi günüydü. Hz. Ebu Bekir henüz Müslüman
olmamış babası
Ebu Kuhafe'yi kucaklayarak Hz.Peygamberin huzuruna getirdi.
Saçı-sakalı bembeyaz olmuş bu pir-i fâniyi huzurunda görünce duygulanan Allah'ın Resûlu şöyle buyurdu:
- Ya Eba Bekir! İhtiyara zahmet vermeseydin, biz onun
ayağına giderdik.
** Medine'de halk müziği ile ilgili lMü'min kadınlardan biri sevgili Peygamberimize
gelerek şöyle der:
-Ya Resûlellah! (Savaşa çıktığımız zaman ben sizin için adakta bulundum; sağ ve salim olarak
dönerseniz) huzurunuzda def çalmayı adadım. Şimdi ben ne yapayım?
Allah'ın peygamberi ona şöyle buyurdu:
-Adağını yerine getir
***
VIII. Peygamberimizin Merhamet Kaynaklı Ahlâkı
a. O, alemlere rahmet elçisi olarak gönderilmiş
bir Peygamber olarak kendisini rahmet Peygamberi olarak niteliyor ve merhameti
İslâm'ın ahlak değerlerinin
özü ve özeti olarak görüyordu.
Onun için merhamet mü'minleri kardeş ve tercih edilebilir.
dost bilmek, kültürel, siyasî,
iktisadî... her alanda ve her düzeyde onlarla yardımlaşmaktı. Nefisler için
sevdiklerimizi, İnsanlar için de sevmekti.
Sabırlı mütevazi,
barışsever ve güleç yüzlü olmaktı: Veremeyenlere verici, gelmeyenlerine gidici
ve hatalı davrananlara duacı ve affedici olmaktı. Çünkü Kur'ân
merhametli/erdemli insan olunmasını emrediyordu. Onun da böyle olması
gerekiyordu.
Bu emirlerden bir kısmı da şöyleydi:
Şuara 215:"Sana uyan müminlere merhametli / mütevazi ol."
Yûnus 109: "(Ey Peygamberim!) Sen, sana
vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en
hayırlısıdır. "
Âl-i İmrân 159: "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın!
Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp
giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua
et; yönetirken onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık
Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever."
Biz onun Kur'ân kaynaklı merhametinin örgülediği ahlâkından örnekliğine ziyadesiyle
muhtaç olduğumuz tevazuunu örneklendirmekle yetineceğiz:
Tevazuu
Tevazu O'nda zirveleşmişti. O, İnsanlar arasında
zengin-fakir, hür-köle, siyah
-beyaz ayırımını yapmaz ve yapılmasını onaylamazdı.
"... Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır." buyururdu.
O, kendisine farklı davranılmasını istemezdi. Bir gün mutluluk yuvası evlerinden
çıktıklarında, ayağa kalkan sahâbilerine ,"Müslüman olmayanların
birbirlerini yücelterek ayağa kalktığı gibi, siz de ayağa kalkmayın."[21]
buyurmuştu.
O, her an mütevazi idi. Huzurunda titremeye başlayan bir
adama şöyle söylemişti:
"Arkadaş titreme! Ben bir melik/kral değilim.
Kureyşli, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum."
Kendisini fazlaca meth u sena edenleri de şöyle uyarmıştı:
"Ey insanlar! Allah'tan korkunuz. Şeytana uymayınız.
Ben yalnız Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kuluyum. Allah beni
Peygamberliği ile şereflendirdi. Bana bundan fazlasıyla tazim göstermenizi istemem."
b. Onu için merhamet, rahmet olarak gönderildiği
alemlerin bir bölümü oluşturan
hayvanların haklarını da kuşatıcıydı. Kur'ân "Her bir hayvan
türünün bizler gibi bir ümmet olduğunu" (Enam 6/38) açıkladığı için.
O, hayvanlara acı verilmesi ve işkence edilmesini yasaklıyor, haklarına saygı
duyulmasını emrediyordu. O, hayvanlara karşı olan iradeli davranışlarımızdan
sorgulanacağımızı da bildirdiği içindir ki sahâbileri hayvanlarının
ihtiyaçlarını kendi gereksinimlerine tercih ediyorlardı.
Hz.Enes şöyle
anlatıyor:
-Yolculuk sırasında bir mola verdiğimizde hayvanlarımızın
bakımı ve rahatlarını sağlamadan ibâdetimizi bile yapmazdık.
Özetlersek Sevgili Peygamberimizin Kur'ân ifadesiyle örnek
vasıflı "Büyük
Bir Ahlâk" üzere
olması gerekiyordu ve Kur'ân çizgisinde böyle de oldu
***
Yukarıda sekiz madde halinde yapılan açıklamalarımızla amacımız, Onun canlı bir
Kur'an olduğunu beyan ederek Kur'ân' a yöneldiğimizde yaşamımızın Onun hayatına
benzeyeceğine vurgu yapmaktır.
4- Yüceliğine Karşın O, Geleceği Bilmeyen, Tabiat Üstü Harikalara Güç Yetiremeyen,
Doğrudan Günahları Bağışlatma ve Şefaat Etme Hakkı Olmayan Bir Beşerdi...Beşer
Olarak Yaptıklarıyla Elçi Olarak Yaptıklarını Ayırır ve Sahâbilerine de Ayırım
Yaptırırdı.
a. O, yüce bir şahsiyetti. Ama melek değildi.
Melek bir peygamber insanlığa örnek
olamazdı. Akıl ve duyu organları ile bilinemeyecek geçmiş ve gelecek anlamına
gaybı da bilmezdi. Melekîliği ve gaybı bilir olmayı peygamberliğin gereği gibi
görenleri Kur'an, onun diliyle şöylece uyarıyordu:
En'âm 50: (Ey Peygamberim! Onlara ) şöyle de. Ben size, Allah'ın
hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Üstelik gaybı da bilmem. Size, ben bir
melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör
ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?
b. Tabiat üstü harikalar oluşturamazdı. Ondan yerden
pınarlar çıkartmasını,
nehirler akıtmasını, hurmalıklar ve bağlar oluşturmasını, göğe çıkıp
okuyacakları bir kutsal Kitap getirmesini vs.isteyenlere Kur'ân şöyle cevap
vermesini emrediyordu:
"Onlara şöyle de: Ben Rabbimi bütün yüceliklerle nitelerim. Siz benden neler
istiyorsunuz? Ben başka değil, ancak beşer olan bir Elçiyim." (İsra 17/93)
c. Dilediğini hidayete erdirme,( Kasa 56)
Allah'ın izni olmaksızın doğrudan şefâatle günahları bağışlatma, Cennet'e koydurma, Cehennem'den koruma veya
çıkarma yetkisi yoktu. O sadece ilahi mesajların tebliğcisiydi. Rabbimiz
Kur'ân'la ona "Sevdiklerini bile hidayete erdiremeyeceğini" bildirerek
acziyetini duyurmakta, "İnanmayan insanlar için üzüntü çekmekle" sonucu
değiştiremeyeceğini açıklamaktadır. "Kimdir Allah'tan başka
günahları bağışlayacak?" ve "Kimdir Allah'ın izni
olmadan aracı olabilecek?" şeklindeki buyrukları ile de Peygmberi
Muhammed dahil hiçbir valğın Kendisinin ortağı olmadığını bütün insanlığa ilan
etmektedir.
d. Evet, o da bir insandı. Yiyen içen ,uyuyan, üzülen, sevinen, bazen
öfkelenen, Rabbinin tesellisine ihtiyaç duyandı. Cinsel hayatı olan eşdi,
babaydı. dedeydi. Yönetici, .kumandan ve hâkimdi. Yanılabilen ve yanılgıları
kendisine indirilen vahiyle düzeltilen bir beşerdi.[29] Gerçi bütün yücelikleri
şahsında toplayandı . Ama beşerdi. Bunun içindir ki O, bizler için izlenebilen
Peygamberdi:
"Şöyle de: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Bana, İlâh'ınızın, tek
bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi
işler iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın."
Beşer olduğu için de yalnızca Allah'ın elçisi olarak tebliğ ettikleriyle sorumlu
olduğumuzu bildirirdi. Bunun içindir ki sahâbileri vereceğimiz iki misalde
görüleceği üzere Onun huzurunda özgürce görüş bildirebiliyorlardı:
· Bedir harbi öncesinde Hz. Peygamberin sahabilerini
konumlandırma şeklini stratejik bulmayan Hubbab ibn el-Cemuh, bu şeklin gelen
vahiy sonucu yapılmış olup olmadığını sormuş, aldığı cevap üzerine de kendince doğru bulduğu
yerleştirme şeklini özgürce sunmuştu. Görüşü Hz. Peygamber tarafından kabul
olunarak uygulanmıştı.
·
Hendek harbinde aleyhe gelişen muhasaranın
doğurduğu çözülüşü gören Hz.
Peygamber ,Medine'nin zirai ürünlerinin üçte birini vermeyi teklif ederek,
Gatafan kabilesini saf dışı bırakmak, böylece müttefik düşman güçlerini
parçalamak istemişti. Bu düşüncesini Medine'nin iki büyüğü olan Sa'd bin Muaz
ve Sa'd bin Ubade'ye açıp, görüş istediğinde onlar şöyle dediler:
"Ya Resulallah! Bu düşünceniz Rabbimizden gelen bir vahiy ürünü ise
dilediğinizi yapın, bizler emrinizdeyiz. Yok eğer daha elim sonuçlardan
korunmak için oluşmuş kişisel bir tercihiniz ise, söyleyeceğimiz şudur: Biz
böylesine haraçları, hiç mi hiç vermedik. Şimdi İslâm'la kavuştuğumuz yücelik
içinde yaşarken, asla böyle bir zilleti kabul etmeyiz."[32]
5. Peygamberimize
Kaşı Görevlerimiz
Rabbimiz tarafından peygamberliği evrensel ve Kıyamet Günü'ne kadar geçerli kılındığı için
bütün insanlık onun davetinin ve tebliğ ettiği Kur'ân'ın muhatabıdır ve ona
karşı görevlidir, Biz bu görevleri, bu görevlere vücut veren âyetler eşliğinde
sunacağız.
1. Ona evrensel kılınan son Peygamber olarak inanmaktır.
Sebe' 28: "Biz seni bütün insanlara ancak
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
2. Onun hayatı olarak vasıflandırabileceğimiz Sünnet'ini, tebliğ ettiği Kur'ân'ın
açıklaması olarak algılamaktır.
Necm 3-4: "O, arzusuna göre konuşmaz. (Onun bildirip
açıkladıkları ve
misallendirdikleri) ona vahyedilenden başkası değildir."
3. Onu, itaat edilmesi için gönderilmiş Hayat Önderi olarak tanımaktır.
Nisa 64: "Biz her peygamberi -Allah'ın
izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik..."
4. Ona itaati Allah'a itaat bilmektir.
Nisa 80: "Kim Elçisi Muhammed'e itaat
ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!"
5. Allah'ı sevmeyi Ona itaat olarak anlamaktır.
Âl-i İmran 31: "(İnsanlara ) de ki: Eğer
Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece
bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
6. Onu bütün yücelikleri içinde büyük ama bir beşer
Peygamber olarak görmektir.
Fussılet 6: "De ki: Ben de ancak sizin gibi bir
insanım. Bana ilâhınızın
bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin.
Ortak koşanların vay haline!"
Son Söz
Çok iyi bilmeliyiz ki, bütün dünya ülkeleri gibi, âciz
önderlerin, bâtıl felsefelerin, materyalist rejimlerin karanlığında muzdarip
olan ve buhranlar yaşayan insanlık ve insanımız Onun canlı Kur'ân olan önderliğine muhtaçtır. Onu,
kişisel hayatımızın, eğitim, medya ve üniversite gibi kamu kurumlarımızın
izlenecek mânevî önderi kılmadıkça , biz müminler için istikbâl pek elîm
olacaktır.
Peygamberine itaati, Kendisine itaat olarak bildiren
Rabbimiz şöyle buyurur:
Nûr 63: "Peygamberiniz Muhammed'in size
olan yönetici buyruklarını, birbirinize yaptığınız yönlendirmeler gibi algılamayın. İçinizden
geçersiz mazeretlere sığınarak sorumluluktan kaçanları Allah çok iyi bilir.
Artık Peygamberin emirlerine aykırı gidenler uğrayacakları can yakıcı kişisel
belalar ve toplumsal kaoslar-krizlerden korksunlar."
Nisa 69 : “ Kim Allah'a ve Resûl'e itaat
ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler,
şehidler ve salih kişilerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel
arkadaştır!"
Salât Ona ve Selâm Ona olsun.
ALİ RIZA DEMİRCAN
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.