Dolar (USD)
34.33
Euro (EUR)
36.24
Gram Altın
2835.67
BIST 100
9420.42
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Peygamberimizi anmaktan çok onu anlamaya muhtacız

​Peygamberimizi anmaktan çok onu anlamaya muhtacız
31 Ekim 2020 10:00:00

Ali Rıza Demircan

Şanı Yüce Allah'ımıza yarattığı varlıkları sayısınca hamd ederim. Son ve evrensel Resûlü kıldığı Hz.Muhammed'e Salât ve Selâm ederim.

İnsan ve Yaratılış Amacı

Bütün varlıkların yaratıcısı olan Yüce Allah, insanın da hâlikıdır. Allah, insanı en güzel kıvamda yaratmıştır. Bütün yeryüzü varlıklarını, güneşi, ayı ve yıldızları onun için halk etmiştir.

Şanı Yüce olan Allah erkek ve kadın olarak yaratığı insanı da kendi zatına ibadetle yükümlü kılmıştır.

Peygamber Kimdir?

Yüce Allah nasıl ibâdet edileceğini öğretmek üzere inanlar içinden elçiler seçmiştir. Uygulanarak ibâdet edilecek emirleri ve yasaklarını da Vahiy Meleği Cibrîl aracılığı ile bu elçilerine bildirmiştir. Yeryüzündeki bütün insan topluluklarına gönderilen ve Elçilikleri mücizevî olaylarla kanıtlanan bu özel kişilere Kur'ân dilinde en-Nebî / er-Resûl denir. Kullandığımız Farsça kökenli bir kelime ile "Allah'ın Mesajları'nı insanlara getiren anlamına" Peygamber demekteyiz.

Her bir topluluğa o toplumun diliyle gönderilen ve Cennet'le müjdeleyip Cehennem'le uyaran Peygamberler Elçilik görevlerini genelde kendi toplumlarına yönelik olarak yapmışlardır. Ölümleriyle birlikte görevleri de bitmiştir.

Peygamberler Arasında Hz. Muhammed (sav)'in Özellikleri Nelerdir?

Onun temel özelliklerini iki başlık altında sunacağız.

a. Onun Peygamberliği Evrenseldir ve Kıyamet Gününe Kadar Geçerlidir

Allah'ın Resûlü Hz. Muhammed, peygamberlerin evrenseli ve sonuncusudur. Bu sebeple O, diğer Peygamberler gibi belli bir zaman dilimi için, muayyen bir millete değil, bütün insanlığa gönderilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm bu gerçeği şöylece açıklar:

" (Ey Muhammed!)Şöylece açıkla: Ey insanlar! Hiç şüphesiz ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın Elçisi'yim. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Dirilten de öldüren de O'dur. Bu sebeple gelin Allah`a ve O'nun Ümmî (yaratılış özelliklerini koruyan) peygamber Elçisi Muhammed'e îman edin. Çünkü o, Allah'a ve O'nun (kendisine indirilen) bildirileri, emirleri yasaklarına inanmaktadır. Doğru yola girebilmeniz için (ona iman edin ve ) ve yalnızca onu izleyin."( Arâf 7/158)

a. Yüce Allah'ın Son Buyrukları Olan Kur'ân-ı Kerîm Onunla Gönderilmiştir

Yüce Allah, insanlık için seçip razı olduğu Kur'ân yasalarını onunla göndermiştir.

Bir diğer anlatımla Allah, insanlığa yönelik olan bildirileri, emirleri ve yasaklarının son bölümünü teşkil eden Kur'ân-ı Kerîm'i ona yirmi üç yıllık bir zaman süreci içinde, sûre sûre ve âyet âyet, fakat lafız ve mâna olarak vahiy yoluyla indirmiştir ve Kur'ânî buyruklarını O'nun peygamberliği gibi Kıyamet Günü'ne kadar geçerli kılmıştır:

: "Allah'a, Elçisi Muhammed'e ve ona indirdiğimiz Nûr olan Kur'ân'a inanın. Allah yaptıklarınızdan haberdardır."(Teğâbun 8)

1. Onun Görevi Kur'ân-ı Kerîm'i Yaşamak ve Örneklendirerek Tebliğ Etmekti

Açıklamalarımız Kurân merkezli olarak yapacağımız için önce Kur'ân'ı ana hatlarıyla özetlemeyi gerekli görüyoruz.

Kur'ân'ın İçeriği

a- Kur'ân, yaratıcımız olan Allah'ı yüzü aşkın sıfatıyla bize tanıtır: Kur'ân'a göre Allah birdir, varlığını kendisinden alandır. Kum taneciklerinden galaksilere kadar bütün varlıkları yaratan ve her an yaratmakta olandır. Doğmamıştır, doğurmamıştır. Yarattığı hiçbir varlık O'nun eşi ve benzeri değildir. O, dilediğini yaratmaya gücü yetendir, bütün varlıklar O'na muhtaçtır. Yarattıkları üzerinde egemenlik hakkı O'nundur.

b- Kur'ân gökleri ve yer küresini tanıtır: Onların yoktan var edildiğini ve Kıyamet olgusuyla birlikte köklü bir değişime uğratılarak kendilerine özgü ölümü tadacaklarını açıklar. Kur'ân fizik evrenin ötesinde Cennet ve Cehennem'i içine alan daha mükemmel bir alemin varlığını bildirir. Ölümle başlayacak ahiret hayatının varlığını açıklar.

c- Kur'ân insanı tanıtır: Ona göre insan emirleri ve yasaklarına uyarak Allah'a ibadet etmesi için en güzel şekilde yaratılmıştır. Yeryüzündeki bütün varlıklar onun için halk edilmiştir. Güneş ay ve yıldızlar ona hizmet vermesi için yapılandırılmıştır. İnsan için kabir hayatıyla başlayacak ebedî bir hayat vardır. O, tüm iradeli inançları, sözleri, davranışları, işleri ve ilişkilerinden sorgulanacak, mükâfat olarak Cennet'le, ceza olarak Cehennem'le azaplandırılacak ebediliğe erdirilmiş sorumlu varlıktır.

d- Kur'ân insanlığın ulu önderleri olan Peygamberleri tanıtır. Onların şahsında insanlık tarihini özetler. Zalimleşen nice inkârcı toplumun yıkıma uğratıldığını duyurur.

e- Daha da önemlisi Kur'ân, İnsan hayatını kişisel, sosyal, ekonomik ve siyasî vs. yönleriyle kuşatır. İnsanlığa, insanın insanı sömüremeyeceği adaletli ve erdemli bir yaşam düzeni sunar. Hayatı inanç ve amel yasalarıyla konumlandırıp amaçlandırarak ibadetleştirir. Böylece Ebedi Cennetlere hazırlar.

2. Sevgili Peygamberimizin Hayatı Kur'ân'dı

Eşi Hz. Âişe'nin diliyle özetlersek Onun hayatı/yaşayışı Kur'ân'dı. Çünkü O da örneklendirerek tebliğ etmekle yükümlü olduğu, Kur'ân'a göre yaşamakla yükümlüydü. Rabbimiz Ona şöyle buyurmuştur:

"Rabbinden sana vahyedilen yasalara uy. O'ndan başka yasalarına boyun eğilecek ilâh yoktur. Ondan başka (yaratıcı, yaşatıcı ve yasa koyucu otoriter güç tanıyan) ları bırak."[ En'âm 106]

3. Peygamberimiz Hz.Muhammed’in Tefekkürü/Düşünürlüğü, Adaleti, Barışçılığı, Savaşcılığı, Güzel severliği, Sorumluluğu , İnsan saygısı, ve Ahlâkı bütünüyle Kur'ân'dı. Kurân kaynaklıydı.

Biz Onu yüceltiyor, ama yüceliğinin kaynağını irdelemiyoruz. Onu İslâm'ın Tevhid görüşüyle çelişen yaklaşımlarla yüceltmeye kalkışarak aslında beşerîlik vasfından soyutluyor, izinden gidilebilir bir Önder-Peygamber olmaktan çıkarıyoruz. Ayakları yeryüzüne basmayan bir Peygamber nasıl takip edilebilir? Onu örneklendirerek tebliğ ettiği Kur'ândan ayırdığımız içindir ki Onu toplumsal hayatımızın önderi kılamamaktayız.

-Allah şanını artırsın- O, ülkemizde takriben yüz bin camide okunan beş vakit ezanlarla ve her bir ezanda iki defa yüksek sesle saygıyla anılır, Evrensel Elçiliği, her gün yaklaşık bir milyon kez ilan edilirken Onun kişisel ve toplumsal hayatımızdaki etkinliği en aza düşürülmüştür? Onu anabiliriz ama hayatı Kur'ân olan izlenebilir bir Peygamber olarak algılayamazsak anlayamayız. İzini süremeyiz.

Bunun içindir ki makalemizde Onun Özeliklerini Kur'ân'dan aldığını beyan etmeye ve hayatının Kur'ân'ı yansıtığını örneklendirmeye çalışacağız.

***

I. Peygamberimizin Tefekkürü

O, gündüz gece, yatarken kalkarken, yürürken otururken, hüzünde sevinçte, barışta ve savaşta, hulâsa her zaman ve her yerde kendi varlığı ve yaratıklar üzerinde sürekli düşünür ve yaratılanlardan Yaratan'a intikal ile Rabbini anar ve yüceltirdi. Bir başka türlü olması da mümkün değildi. Çünkü o Kur'ân'ın uygulayıcısıydı. Şimdi onu bu vadide yönlendiren onlarca Kur'ânî emirlerden bir kaçına bakalım:

Tarık 5-8: İnsan neden yaratıldığına bir baksın! O, sırt ile göğüs kafesi arasından çıkan, atılan bir sudan yaratıldı. İşte Allah (bu şekilde yarattığı) insanı tekrar yaratmaya da kadirdir.

Abese 24-32: "İnsan, yediğine bir baksın! Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık. Bu suretle orada ekinler bitirdik. Üzümler, yoncalar zeytinlikler, hurmalıklar ,iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir."

Ğaşiye 17-20 " (İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, Göğün nasıl yükseltildiğine, Dağların nasıl dikildiğine, Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?

İşte bunlar ve bunlar gibi pek çok âyet Onu (sav) sürekli olarak tefekküre yöneltiyordu.

II. Peygamberimizin Adaleti

O, kendisine yönelik eleştirel sözler, davranışlar ve işlerde sabırlıydı ve affediciydi. Ama ilahî yasaları uygulamada, kendisine intikal ettirilen ihtilaflarda son derece âdil bir hâkimdi. Zengin fakir ayırmazdı. Güçlülere ayrıcalık tanımazdı. Kayırıcı aracılık yapılmasına öfke duyardı. Dost düşman tefriki yapmazdı. Tarihi toplulukları çöküntüye uğratan uygulamaların zulüm uygulamaları olduğunu hatırlatırdı.

Onu böylesine âdil kılan Kur'ân'dı. Çünkü Kur'ân adalete vurgu yapıyordu. Adaletin gerçek kullukla olan bağlantısını dile getiriyordu. Şu veya bu haklı sebeple duyulacak derin öfkenin bile adaletsizliğe sebep kılınmamasını emrediyordu. Şu örneklere bakabiliriz:

Nisa 135: "Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendi canlarınız, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin de fakir de olsalar siz adaletten ve adil şahitlikten sapmayın. Çünkü Allah onlara sizden daha yakındır. Duygularınıza kapılıp adaletten ayrılmayın. Eğer, sözü eğip bükerek gerçeği saptırır veya şâhidlik etmekten kaçınırsanız Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar dar olduğunu biliniz."

Mâide 8: "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz nefret/kin, sizi adaletsizliğe itmesin. Adaletli olun; çünkü adalet tam anlamıyla gerçek kulluktur. Allah'ın adaleti emreden ve zulümden kaçınılmasını içeren buyruklarına aykırılıktan sakının. Çünkü Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir."

Rabbimizin bu Kur'ânî buyruklarıdır ki Peygamberimizi adil kılıyordu.

III. Peygamberimizin Barış Severliği

Allah şanını artırsın O, Peygamberliği dönemi öncesinde saygındı. Güvenilir olarak tanınıyordu. Peygamberlik dönemiyle birlikte alaya alındı. Tehdit edildi. Suikastlere uğratıldı. Kendisine ve peygamberliğine inananlara işkenceler edildi. Hicrete mecbur bırakıldı. Medine'de kurduğu toplumsal yapıya da savaş açıldı. Düşman saldırıları sonucu gerçekleşen Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını yaşadı.

Ama O, daima barışa yöneldi, barışı önceledi, sahâbilerinin yer yer karşı çıkmalarına ve savaş istemelerine karşın barışta sabır gösterdi. Çünkü Kurân onu barışa yöneltiyordu. Barış Onun için ilahî görevdi; ibadetti. Bakınız Kur'ânımızda ne buyruluyor:

Zuhruf 89: " (Ey Peygamber!) İnkârcıların karşıtlığını önemseme ve size barışı öneririm, de. Yakında gerçekleri bilecekler!

Bakara 208-9: "Ey iman edenler! Hep birden barışa yönelin. Sakın şeytanın (savaşa kışkırtıcı) adımlarını izlemeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır. Size (barışın öncelenmesine ilişkin) apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan saparsanız, şunu iyi bilin ki Allah karşı konulamaz güç sahibidir ve neylerse güzel eyleyendir."

Enfâl 61-2: "Eğer düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de barışa yanaş ve Allah'a dayan, çünkü O işitendir, bilendir. Eğer seni aldatmak isterlerse, (varsın istesinler) Allah sana yeter. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyecektir."

Peygamberimizi barış elçisi yapan işte bu Kur'ânî ilkelerdi.

IV.Peygamberimizin Savaşçılığı

-Allah bağlılarını artırsın- Peygamberimiz karakter olarak savaşçı değildi. O, barış insanıydı. . Ama inkârcılar hayat hakkı tanımıyordu. Tek taraflı barışseverlik yetmiyordu. Düşman Hicret yurdu Medine'ye kadar geliyor, yok etmek istiyordu. Zalimleri de durdurmak gerekiyordu.. Zalim şiddete adil şiddetle cevap verilmeliydi. Ama savaş ilkeli olmalıydı. Emperyalist emellerle veya ırk egemenliği için savaş yapılamazdı. Savaşın amacı yok etmek değil, yaşatmak olmalıydı.

Evrensel kılınan bir Peygamber olarak mütecavizleri durdurmanın örneğini de vermesi gerekiyordu Değinilen sebeplerle savaş bir hayat gerçeği olduğu için Rabbimiz Ona "Allah yolunda savaşma" ve "Müminleri de savaşa yüreklendirme."[4] görevini verdi. Böylece savaşa yönlendirildiği için biz onu savaş meydanlarında ve sahâbilerinin önünde korkusuzca savaşan bir kumandan olarak görüyoruz. Mütecavizlere karşı Ona ve bağlıları olan müminlere verilen savaş emirleri şöylece de pekiştiriliyordu:

Tevbe 73: "Ey Peygamber! Hakkı inkar edenlerle ve münafıklarla yılmadan savaş; ve onlara karşı kararlı ve ödünsüz davran. Onların varacakları yer cehennemdir; Cehennem ne kötü bir duraktır."

Bakara 190: "(EY Müminler!)Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın ha (çocukları ve kadınları öldürmek veya esirleri köleleştirmek ve odalık kılmak gibi) aşırılıklara gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez."

Merhamet çağlayanı olan Peygamberimizi adalet savaşçısı kılan ve ona "Ben rahmet ve savaş Peygamberiyim "[5] dedirten Rabbimizin bu konudaki örnekleri sunulan Kur'ânî emirleriydi.

V.Peygamberimizin Sorumluluğu

O peygamberdi, ama kuldu, kulca yaşamakla yükümlüydü. Kur'ân'ın buyrukları onu da bağlıyordu. O da üstlendiği Peygamberlik görevinden ve tebliğ ettiği yasaları yaşamaktan sorumluydu. Bunun içindir ki tebliğ ettiği görevleri önce kendisi yapıyordu. Mesela namaz kılın diyor, kendisi ilaveten gece namazına kalkıyordu. Sabır gösterilmesin istiyor, sabırda zirveleşiyordu. Tevazuu emrediyor, kendisi de sadelik içinde yaşıyordu. Savaşa çağırdığında kılıcını kuşanıyordu. Çirkinlikleri yermekle yetinmiyor, güzellikleri örneklendiriyordu.

Hulasa O, yaşayarak yaşatıyordu. Çünkü Kur'an sorgulanacağını bildiriyordu:

Hûd 112: " Bildirdiğin Hak ölçülere dönüş yaparak seninle bir arada bulunanlarla birlikte sana indirilen kurallar çizgisinde emrolunduğun gibi dosdoğru yaşa. Sen ve berberindekiler emrolunduğunuz çizgiyi sakın ha aşmayın. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarını görücüdür."

Arâf 6: "Elbette Biz kendilerine peygamber gönderilen toplulukları da, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!"

Hakka 44.-47: Eğer Peygamber bizim adımıza bazı (haram kılıcı ve görev yükleyici hükümler içeren) sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparır( hayatını sonlandırır)dık. Hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız."

Peygamberimiz Ku'ân'ın açıklanan âyetler ve benzerleri ile belirlediği sorumluluğu rûhunun derinliklerinde duyduğu için ümmeti ile buluştuğu Veda Hacc'ında sunduğu Arafat hitabesinin sonunda müminlere şöyle buyurur:

Rabbiniz tarafından benimle ilgili olarak da sorgulanacaksınız. Ne söyleyeceğinizi bilmek isterim.

Onun bu sözlerine muhatab insanlar şöyle derler:

Sana Rabbinden indirilen Kur'ân âyetlerini tebliğ ettiğine, görevini yaptığına, bize yürekten öğütler verdiğine şahitlik ederiz.

Aldığı bu cevap üzerine şehâdet parmağını göğe doğru yükseltip, insanlara doğru çevirerek şöyle yakarır:


âhid ol Allâh'ım! Şâhid ol Rabbim! Şâhid ol Mevlam!"

VI. Peygamberimizin Güzelliğe Sevdası

Çevresel estetikten yoksun şartlarda doğup büyüyen ve yetişkin olan Sevgili Peygamberimizi güzele ve güzelliklere sevdalı bir yüce şahsiyet olarak görüyoruz. O, "Allah güzeldir güzelliği sever ."[7] buyurarak güzelliği hayatın merkezine oturtuyordu. "Allah bütün sözler, davranışlar ve işlerin güzelleştirilmesini görevleştirdi." buyurarak da güzelliğe yönlendiriyordu. Üstelik güzelliği meşru savaştaki öldürmeye ve kurban kesimine kadar hayatın tüm alanlarına kadar yaygınlaştırıyor ve amaç gösteriyordu. Hayatı boyunca en çok yaptığı duâ ile de Rabbinden daima güzellik istiyordu:

"Rabbimiz! Bize dünya hayatında güzellikler ver. Âhiret hayatında güzelliklere erdir ve bizi ateş azabından koru."(Bakara 2/201)

Onun giyim, söz, davranış. iş ve ilişki güzelliğine yönlendirici pek çok öğütlerine muhatabız.

Bunun sebebi Kur'ân'dı. Kurânın getirdiği ölçülerdi. Allah'ı en güzel vasıfların sahibi olarak niteleyen Kur'ân, O'nun gökleri ve yeri güzel şekilde yarattığını açıklıyordu.[10] Rabbimizin insanları en güzel biçimde ve hangilerinin en güzel içerikte ameller yapacağını denemek için halk ettiğini bildiriyordu.(Mülk 2) Kur'ân, Allah'ın kitabı olarak kendisini sözlerin en güzeli olarak niteliyor, yasaları en güzel olanın Allah olduğunu duyuruyordu.[11] Kur'ân Allah'ın rızasına erdirecek işlere Hasene/güzellik adını veriyordu (Neml 89) ve Cenneti de güzellikler yurdu olarak da şöylece tanıtıyordu:

"Rabbinin emirleri ve yasaklarına uyarak hayatını güzelleştirenlere güzellikler yurdu el olarak el-Hüsna/ Cennet vardır..."[Yunus 10/26]

Bu bölümü Peygamberimizi de güzelliğe yönlendirmiş âyetlerle taçlandıralım:

İsra 53: "Ey Peygamber! Sen kullarıma en güzel şekilde konuşmalarını söyle..."

Zümer 55: "...Rabbiniz tarafından size indirilmiş olan kuralların en güzellerine uyun."

Müminûn 96:"Kötülüğü, en güzel yol ve yöntemle savmaya çalış..."

Bakara 195:"Allah yolunda harcayın, kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve güzel işler yapmaya çalışın Gerçekten Allah güzel işler yapanları sever."

Ankebût 46: Zulümden kaçındıkları sürece geçmiş vahyin mensupları ile en güzel şekilde tartışın ..."

VII. Onun İnsan Onuruna Saygısı

Onun yukarıda sayılan özelliklerini insana saygısı olarak değerlendirebiliriz. Ama biz daha özel bir pencereden de bakabiliriz.

Onun için insanlık onuru (ırzı) korunması, uğrunca can verilmesi gereken bir yücelikti, şehidliğe erdirecek bir erdemdi.[13] İnsan insandı. Onun için zengin fakir, engelli engelsiz ayırımı yoktu. Peygamberliği dönemi öncesinden İslâm toplumuna intikal etmiş biçare köleleri ve cariyeleri etkili hürlerden ayırmazdı. Onun nazarında erdemli siyahlar beyazlardan da üstündü. Çocuklara selam vermesi ve beslediği kuşu ölen Umeyr örneğinde olduğu gibi onlara teselli ziyaretinde bulunması, insana saygısı sebebiyleydi. Abullah İbn Ümm-ü Mektum gibi engellileri Medine yönetimiinde kendi vekili olarak görevlendirmesi, Muza bin Cebel ve Üsame bin Zeyd gibi yirmi yaş gençlerini vali ve ordu komutanı tayin etmesi hep insana saygısının gereğiydi.

Sevgili Peygamberliğimiz, yalnızca kendisine inananların değil, bir peygamber olarak yaptığı çağrılara karşı direnen ve kendi inanç dünyasında ısrar gösteren, Vahye inanmayan Müşrikleri ve Hak çizgiden sapmış Ehl-i Kitap olanları dahil bütün insanların insanlık onurlarına saygılıydı. İnsana insan olduğu için değer veriyordu. Yaratılanı yaratandan ötürü baş tacı ediniyordu. Mesela, huzuruna getirilen pîri-fâni müşrik için biz onun ayağına giderdik, diyordu.. Ayağa kalktığı Cenaze için için yahudiydi, denilince oda bir insan değil miydi, açıklamasını yapıyordu.[14] Yapılan meşru temelli savaşlarda çocuk ve kadın ölülerini görünce yüreği kanıyordu. Böylesi zulümlerden Allah'a sığınıyordu.

Onun insana saygısının arkasında Kur'ân'ın ilkeleri vardı. Kur'ân'a göre insan en güzel kıvamda yaratılmış, yaratılanların büyük çoğunluğuna üstün kılınmış varlıktı.[15] İslâmî inançlarımızdan ötürü bizimle savaşmadıkça, bizleri yurdumuzdan çıkarmak için atılımlar yapmadıkça ve aleyhimize ittifaklar oluşturmadıkça inancı ne olursa olsun bütün insanlara iyilikler yapılabilirdi. Kur'ân güzellikler yapılmasını, hukuki ve sosyal adalet gösterilmesini öğütlüyordu. Allah'ı, iyiliksever, adaletli kullarını sevdiğini duyuruyor, düşmanlığın yalnızca ve sadece insanlık karşıtı zalimlere karşı yürütülebileceğini bildiriyordu.[16] İslâm'a îman ve onun kurallarına uyma için bile yalnızca tebliğ yapılabilir, hak ve özgürlüklerle donatılan insan üzerinde baskı kurulamazdı. Sorgulama hakkı yalnızca Allah'ındı.

Onun İnsan onuruna saygısına, yorumlamaksızın iki örnek verelim:

* Mekke'nin Fethi günüydü. Hz. Ebu Bekir henüz Müslüman olmamış babası

Ebu Kuhafe'yi kucaklayarak Hz.Peygamberin huzuruna getirdi. Saçı-sakalı bembeyaz olmuş bu pir-i fâniyi huzurunda görünce duygulanan Allah'ın Resûlu şöyle buyurdu:

- Ya Eba Bekir! İhtiyara zahmet vermeseydin, biz onun ayağına giderdik.

** Medine'de halk müziği ile ilgili lMü'min kadınlardan biri sevgili Peygamberimize gelerek şöyle der:

-Ya Resûlellah! (Savaşa çıktığımız zaman ben sizin için adakta bulundum; sağ ve salim olarak dönerseniz) huzurunuzda def çalmayı adadım. Şimdi ben ne yapayım?

Allah'ın peygamberi ona şöyle buyurdu:
-Adağını yerine getir

***

VIII. Peygamberimizin Merhamet Kaynaklı Ahlâkı

a. O, alemlere rahmet elçisi olarak gönderilmiş bir Peygamber olarak kendisini rahmet Peygamberi olarak niteliyor ve merhameti İslâm'ın ahlak değerlerinin özü ve özeti olarak görüyordu.

Onun için merhamet mü'minleri kardeş ve tercih edilebilir. dost bilmek, kültürel, siyasî, iktisadî... her alanda ve her düzeyde onlarla yardımlaşmaktı. Nefisler için sevdiklerimizi, İnsanlar için de sevmekti.

Sabırlı mütevazi, barışsever ve güleç yüzlü olmaktı: Veremeyenlere verici, gelmeyenlerine gidici ve hatalı davrananlara duacı ve affedici olmaktı. Çünkü Kur'ân merhametli/erdemli insan olunmasını emrediyordu. Onun da böyle olması gerekiyordu.

Bu emirlerden bir kısmı da şöyleydi:

Şuara 215:"Sana uyan müminlere merhametli / mütevazi ol."

Yûnus 109: "(Ey Peygamberim!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır. "

Âl-i İmrân 159: "O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; yönetirken onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever."

Biz onun Kur'ân kaynaklı merhametinin örgülediği ahlâkından örnekliğine ziyadesiyle muhtaç olduğumuz tevazuunu örneklendirmekle yetineceğiz:

Tevazuu

Tevazu O'nda zirveleşmişti. O, İnsanlar arasında zengin-fakir, hür-köle, siyah -beyaz ayırımını yapmaz ve yapılmasını onaylamazdı.

"... Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır." buyururdu.

O, kendisine farklı davranılmasını istemezdi. Bir gün mutluluk yuvası evlerinden çıktıklarında, ayağa kalkan sahâbilerine ,"Müslüman olmayanların birbirlerini yücelterek ayağa kalktığı gibi, siz de ayağa kalkmayın."[21] buyurmuştu.

O, her an mütevazi idi. Huzurunda titremeye başlayan bir adama şöyle söylemişti:

"Arkadaş titreme! Ben bir melik/kral değilim. Kureyşli, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum."

Kendisini fazlaca meth u sena edenleri de şöyle uyarmıştı:

"Ey insanlar! Allah'tan korkunuz. Şeytana uymayınız. Ben yalnız Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kuluyum. Allah beni Peygamberliği ile şereflendirdi. Bana bundan fazlasıyla tazim göstermenizi istemem."

b. Onu için merhamet, rahmet olarak gönderildiği alemlerin bir bölümü oluşturan hayvanların haklarını da kuşatıcıydı. Kur'ân "Her bir hayvan türünün bizler gibi bir ümmet olduğunu" (Enam 6/38) açıkladığı için. O, hayvanlara acı verilmesi ve işkence edilmesini yasaklıyor, haklarına saygı duyulmasını emrediyordu. O, hayvanlara karşı olan iradeli davranışlarımızdan sorgulanacağımızı da bildirdiği içindir ki sahâbileri hayvanlarının ihtiyaçlarını kendi gereksinimlerine tercih ediyorlardı.

Hz.Enes şöyle anlatıyor:

-Yolculuk sırasında bir mola verdiğimizde hayvanlarımızın bakımı ve rahatlarını sağlamadan ibâdetimizi bile yapmazdık.

Özetlersek Sevgili Peygamberimizin Kur'ân ifadesiyle örnek vasıflı "Büyük Bir Ahlâk" üzere olması gerekiyordu ve Kur'ân çizgisinde böyle de oldu

***

Yukarıda sekiz madde halinde yapılan açıklamalarımızla amacımız, Onun canlı bir Kur'an olduğunu beyan ederek Kur'ân' a yöneldiğimizde yaşamımızın Onun hayatına benzeyeceğine vurgu yapmaktır.

4- Yüceliğine Karşın O, Geleceği Bilmeyen, Tabiat Üstü Harikalara Güç Yetiremeyen, Doğrudan Günahları Bağışlatma ve Şefaat Etme Hakkı Olmayan Bir Beşerdi...Beşer Olarak Yaptıklarıyla Elçi Olarak Yaptıklarını Ayırır ve Sahâbilerine de Ayırım Yaptırırdı.

a. O, yüce bir şahsiyetti. Ama melek değildi. Melek bir peygamber insanlığa örnek olamazdı. Akıl ve duyu organları ile bilinemeyecek geçmiş ve gelecek anlamına gaybı da bilmezdi. Melekîliği ve gaybı bilir olmayı peygamberliğin gereği gibi görenleri Kur'an, onun diliyle şöylece uyarıyordu:

En'âm 50: (Ey Peygamberim! Onlara ) şöyle de. Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Üstelik gaybı da bilmem. Size, ben bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?

b. Tabiat üstü harikalar oluşturamazdı. Ondan yerden pınarlar çıkartmasını, nehirler akıtmasını, hurmalıklar ve bağlar oluşturmasını, göğe çıkıp okuyacakları bir kutsal Kitap getirmesini vs.isteyenlere Kur'ân şöyle cevap vermesini emrediyordu:

"Onlara şöyle de: Ben Rabbimi bütün yüceliklerle nitelerim. Siz benden neler istiyorsunuz? Ben başka değil, ancak beşer olan bir Elçiyim." (İsra 17/93)

c. Dilediğini hidayete erdirme,( Kasa 56) Allah'ın izni olmaksızın doğrudan şefâatle günahları bağışlatma, Cennet'e koydurma, Cehennem'den koruma veya çıkarma yetkisi yoktu. O sadece ilahi mesajların tebliğcisiydi. Rabbimiz Kur'ân'la ona "Sevdiklerini bile hidayete erdiremeyeceğini" bildirerek acziyetini duyurmakta, "İnanmayan insanlar için üzüntü çekmekle" sonucu değiştiremeyeceğini açıklamaktadır. "Kimdir Allah'tan başka günahları bağışlayacak?" ve "Kimdir Allah'ın izni olmadan aracı olabilecek?" şeklindeki buyrukları ile de Peygmberi Muhammed dahil hiçbir valğın Kendisinin ortağı olmadığını bütün insanlığa ilan etmektedir.

d. Evet, o da bir insandı. Yiyen içen ,uyuyan, üzülen, sevinen, bazen öfkelenen, Rabbinin tesellisine ihtiyaç duyandı. Cinsel hayatı olan eşdi, babaydı. dedeydi. Yönetici, .kumandan ve hâkimdi. Yanılabilen ve yanılgıları kendisine indirilen vahiyle düzeltilen bir beşerdi.[29] Gerçi bütün yücelikleri şahsında toplayandı . Ama beşerdi. Bunun içindir ki O, bizler için izlenebilen Peygamberdi:

öyle de: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Bana, İlâh'ınızın, tek bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi işler iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın."

Beşer olduğu için de yalnızca Allah'ın elçisi olarak tebliğ ettikleriyle sorumlu olduğumuzu bildirirdi. Bunun içindir ki sahâbileri vereceğimiz iki misalde görüleceği üzere Onun huzurunda özgürce görüş bildirebiliyorlardı:

· Bedir harbi öncesinde Hz. Peygamberin sahabilerini konumlandırma şeklini stratejik bulmayan Hubbab ibn el-Cemuh, bu şeklin gelen vahiy sonucu yapılmış olup olmadığını sormuş, aldığı cevap üzerine de kendince doğru bulduğu yerleştirme şeklini özgürce sunmuştu. Görüşü Hz. Peygamber tarafından kabul olunarak uygulanmıştı.

· Hendek harbinde aleyhe gelişen muhasaranın doğurduğu çözülüşü gören Hz. Peygamber ,Medine'nin zirai ürünlerinin üçte birini vermeyi teklif ederek, Gatafan kabilesini saf dışı bırakmak, böylece müttefik düşman güçlerini parçalamak istemişti. Bu düşüncesini Medine'nin iki büyüğü olan Sa'd bin Muaz ve Sa'd bin Ubade'ye açıp, görüş istediğinde onlar şöyle dediler:

"Ya Resulallah! Bu düşünceniz Rabbimizden gelen bir vahiy ürünü ise dilediğinizi yapın, bizler emrinizdeyiz. Yok eğer daha elim sonuçlardan korunmak için oluşmuş kişisel bir tercihiniz ise, söyleyeceğimiz şudur: Biz böylesine haraçları, hiç mi hiç vermedik. Şimdi İslâm'la kavuştuğumuz yücelik içinde yaşarken, asla böyle bir zilleti kabul etmeyiz."[32]

5. Peygamberimize Kaşı Görevlerimiz

Rabbimiz tarafından peygamberliği evrensel ve Kıyamet Günü'ne kadar geçerli kılındığı için bütün insanlık onun davetinin ve tebliğ ettiği Kur'ân'ın muhatabıdır ve ona karşı görevlidir, Biz bu görevleri, bu görevlere vücut veren âyetler eşliğinde sunacağız.

1. Ona evrensel kılınan son Peygamber olarak inanmaktır.

Sebe' 28: "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler."

2. Onun hayatı olarak vasıflandırabileceğimiz Sünnet'ini, tebliğ ettiği Kur'ân'ın açıklaması olarak algılamaktır.

Necm 3-4: "O, arzusuna göre konuşmaz. (Onun bildirip açıkladıkları ve misallendirdikleri) ona vahyedilenden başkası değildir."

3. Onu, itaat edilmesi için gönderilmiş Hayat Önderi olarak tanımaktır.

Nisa 64: "Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik..."

4. Ona itaati Allah'a itaat bilmektir.

Nisa 80: "Kim Elçisi Muhammed'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!"

5. Allah'ı sevmeyi Ona itaat olarak anlamaktır.

Âl-i İmran 31: "(İnsanlara ) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir."

6. Onu bütün yücelikleri içinde büyük ama bir beşer Peygamber olarak görmektir.

Fussılet 6: "De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!"

Son Söz

Çok iyi bilmeliyiz ki, bütün dünya ülkeleri gibi, âciz önderlerin, bâtıl felsefelerin, materyalist rejimlerin karanlığında muzdarip olan ve buhranlar yaşayan insanlık ve insanımız Onun canlı Kur'ân olan önderliğine muhtaçtır. Onu, kişisel hayatımızın, eğitim, medya ve üniversite gibi kamu kurumlarımızın izlenecek mânevî önderi kılmadıkça , biz müminler için istikbâl pek elîm olacaktır.

Peygamberine itaati, Kendisine itaat olarak bildiren Rabbimiz şöyle buyurur:

Nûr 63: "Peygamberiniz Muhammed'in size olan yönetici buyruklarını, birbirinize yaptığınız yönlendirmeler gibi algılamayın. İçinizden geçersiz mazeretlere sığınarak sorumluluktan kaçanları Allah çok iyi bilir. Artık Peygamberin emirlerine aykırı gidenler uğrayacakları can yakıcı kişisel belalar ve toplumsal kaoslar-krizlerden korksunlar."

Nisa 69 :Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır!"

Salât Ona ve Selâm Ona olsun.

ALİ RIZA DEMİRCAN

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin