Osmanlı'nın Hint Okyanusu Faaliyetleri
ERDAL ŞİMŞEK
e-mail: [email protected]
Paralel devlet yapılanması kurarak devleti fiili olarak işgal eden FETÖ'nün ilk hedefi doğal olarak Silahlı Kuvvetler'di. Ordu'nun Özellikle Jandarma ve Kara Kuvvetleri'nde yuvalanan bu çete, Hava Kuvvetleri'ne de sızmayı başarmıştı. Ancak FETÖ'ye direnen ve sızmalara karşı en üst düzeyde tedbirler alan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na istediği hızda sızmayı gerçekleştiremedi.
Deniz Kuvvetleri'ni kendine tayin ettiği süre içerisinde ele geçiremeyen Fetullahçı Terör Örgütü, bu kuvveye yönelik kumpaslar kurdu.
Orduya yönelik kurulan kumpaslardan daha kirli ve en ahlaksızı idi.
FETÖ'ye bağlı devlete sızmış teröristler, Deniz Kuvvetleri'ni sözde "fuhuş ve casusluk davaları" kumpasları ile vurmaya başladı.
Dava oldukça dikkat çekiciydi.
FETÖ DENİZ KUVVETLERİ'Nİ ÇÖKERTİ
FETÖ'ye mensup polis ve savcılık makamlarının iddiaları çok ağırdı:
Yapılan iddialara göre "450 civarında amiral, subay ve askeri personel, düşürüldüğü fuhuş bataklığında yakayı ele vermişler ve hepsi yıllardır Yunanistan'a casusluk yapıyor."
Ve yapılan bu casusluk faaliyetini, Ahlak Polisi operasyon yaparak durduruyor ve zanlıları derdest edip kodese attırıyor.
Hiç kimse bu soruyu sormadı: "Yüzlerce subay ve amiralin casusluk yaparken, MİT'in Askeri İstihbarat'ın, Kuvvet İstihbaratı hatta Emniyet İstihbarat'ın haberi nasıl olmaz?"
Kurulan bu Fetullahist komploya göre Türkiye hafiyelik teşkilatının manzara-i umumiyesi Şöyle:
"MİT uyuyor. Askeri İstihbarat pişpirik oynuyor, Deniz Kuvvetleri İstihbarat birimi beach voley oynuyor. Emniyet İstihbarat mangal yapıyor. Dışişleri İstihbarat desen yerinde yeller esiyor."
Madem bunca hafiyelik teşkilatı uyuyor, dönemin anlı şanlı İstanbul Ahlak Polisi bu casusluk faaliyetini deşifre ediyor, o zaman neden bu kadar insana maaş veriyoruz. Alayını tasfiye edelim. Bu durumda işi gücü "Nataşa kovalamak" olan İstanbul Ahlak polisini alıp komple ulusal istihbarat servisine çevirelim.
Ancak Paralel çetenin kurduğu tezgah çöktü ve her şey ortaya çıktı. Ama ne var ki Türk Deniz Kuvvetleriİnebahtı Savaşı kadar ağır bir darbe yedi. Akdeniz'in en güçlü ilk üç donanmasından biri olmasına rağmen, FETÖ'nün kurduğu bu çirkin komplodan sonra şimdi muharip gemileri sevk ve idare edecek subay kalmadı neredeyse.
FETÖ'nün yoğun saldırıları ile gündeme gelen Ak Deniz'in en büyük deniz gücü olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı gündeme gelince Türk Denizcilik Tarihi'nin ilginç ama Türkiye'de pek bilinmeyen olayları aklıma geldi. Bunlardan biri de Osmanlı Bahriyesi'nin 16. yüzyılda Hint Okyanusu'ndaki faaliyetleriydi.
Bu yüzyılda Osmanlı'dan başka bir diğer deniz gücü de Portekiz'dir. Portekiz'in askeri ve ticari gemilerinin yelken açmadığı okyanus ve deniz yoktur neredeyse.
PORTEKİZ'İN HİNT OKYANUSU'NDAKİ DENİZ GÜCÜ
Portekiz'in denizlerdeki bu başarısının en büyük sebebi Coğrafya bilimine olan ilgilerinden kaynaklanmakmtaydı. 16. yüzyılın Portekisinde en çok para kazandıran bilim kuşkusuz Coğrafya idi. Coğrafya bilu00adgisinin gelişim sürecinde ise, Portekizli gemiciu00adlerin düzenledikleri deniz yolculukları önemli yer tutar. Bu kapsamda akla gelen ilk isim ise 'Gemici Henri' olarak anılan Portekiz Prensi Don Hanrik'tir. "Keşifler Çağı" olarak adlandırılan bu dönemde İspanyollar Amerika kıtasına yerleşirken, Henri'nin teşviku00adleri ile harekete geçen Portekizli gemiciler, Afrika kıyılarına ve Hint Okyanusu'nu çevreleyen ülkelerin bazı liman şehirlerine kadar ulaşırlar.
16'ncı yüzyılda Portekiz, okyanuslara dau00adyanıklı, büyük ve sağlam gemiler inşa etme yoluna gitmiş, diğer taraftan sahip olduğu gemilerin sayı ve silahlarını arttırır. Bu gemilerden oluşan filolarla da, Afrika ve Hint Okyanusu kıyılarındaki zenginlikleu00adri kendi ülkesine taşıma gayreti içerisine girişir. O dönemde coğrafi keşiflerin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan sömürgecilik faaliyetleri Portekizliler açısından daha çok Afrika ve Hint Okyanusu kıyılarına yönelik olmuştur.
PORTEKİZ'İN SÖMÜRGELERİ
Bu dönemde Portekiz'in sömürgeleştirdikleri ülke ve bölgelerin en önemlileri şunlardır:
1487'de Ümit Burnu'nu dolaşmaya çıkan Bartholemeu Diaz, 1490'da baharat hakkında bilgi toplamak üzere Hindistan sahillerine gelen misyoner Pero de Cavilha ve 1498'de "Kalikut'a Hıristiyanları ve baharatı bulmaya geldik" sözüyle ön plana çıkan Hindistan yolunun kaşifi Vasko de Gama'dır. Ancak Hint Okyanusu kıyılarında tam anlamıyla Portekiz söu00admürgelerini kurmayı başaran kişi, o dönemde Kralına; "Portekiz tesadüfen denizlerde bir yenilgiye uğrayacak olursa, yerel güçler hoş görmedikleri sürece sömürgeleriniz bir günden fazla dayanamayacaktır..." şeklinde bir mektup yazan Alfonso de Albuquerque'dir. Onunla birlikte dönemin Portekiz hükümeti, özellikle Malabar-Kızıldeniz ticaretinin ele geçirilmesi maksadıyla Hint Okyanusu'na güçlü bir filo gönderir. Albuquerque, Hint sahilindeu00adki Goa'yı 1510 yılında Portekiz sömürgelerine merkez yapmıştır. Bu gelişmeden sonra Portekizlilerin Kızıldeniz önünden Endonezya'ya kadar uzandığı görülmektedir. Bu kapsamda yüzyıllardır Levant'a taşınan baharatı Lizbon'a getirmeyi hedefleyen Portekiz; o zamana kadar Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'nda varlık gösteren başta Memlük olmak üzere, Müslüman ve Hintli gemiciler için tehlike unsuru olmaya başlamıştır. Bu dönemde Portekizliler, okyanuslara dayanıklı kalyonlardan da istifadeyle Aden Körfezi ilerisinu00addeki Sokotra Adası'nı ve Basra Körfezi ağzınu00addaki Hürmüz Boğazı'nı zaptederek, doğunun mallarını Akdeniz'e taşıyan yolların anahtarlarını ele geçirmiş ve Hint Okyanusu'ndaki ticaretin kontrolünü sağlamışlardır.
Coğrafi keşiflerin başladığı dönemde Doğu ticaretinin Avrupa'ya açılan kapılarını teşkil eden limanları da hatırlamakta fayda bulunmaktadır. Bahse konu limanlar; Aden, Cidde, Süveyş ve İskenderiye ile Hürmüz-Basra yolunun sonundaki Halep ve Trablusşam (Trablus)'dır.
Hindistan ve diğer Doğu ülkelerinden deniz yoluyla gelen mallar, bu limanlar aracılığıyla Akdeniz'e açılmış, oradan da Avrupa limanlarına taşınmıştır.
HİNT OKYANUSU'NDA OSMANLI DONANMASI
Osmanlı Donanmasını, 15'inci yüzyıl sonlarından 17'nci yüzyıl sonlarına kadar, dünyanın en büyük deniz güçlerinden biri olarak niteleyen yerli ve yabancı birçok tarihçi mevcuttur. Özellikle Osmanlı'nın yükselme dönemi olarak nitelendirilen 16'ncı yüzyılda, deniz gücünün; görenleri heyecanlandıran, yabancı gezgin ve tarihçilerin kayıtlarında övgüyle bahsettikleri bir teşkilata sahip olduğu belirtilmektedir.
Hazırladığı bir makalede Osmanlı denizciliğini aydınlatmak maksadıyla Başbakanlık Devlet Arşivi ile Venedik, Cenova, Viyana ve Münih arşiv ve kütüphanelerinde çalışmalar yaptığını ifade eden Prof. Dr. Danyal BEDİZ, çalışmaları sonucunda Osmanlı gemiciliğinin; güçlü bir gemi inşa tekniğine, derin denizcilik bilgisine, çok geniş bir lojistik destek ağına, mükemmel bir seyir emniyet teşkilatı ve tesislerine, ayrıca dönemin güvenilir haritalarına dayandığını belirtmektedir. BEDİZ'e göre; "Osmanlı Türkleri, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının topraklarına ve kıyılarına kadar yayılmasıyla sahili olan yeni coğrafi bölgelere intibak etmeyi başarmışlardır. Ele geçirilen arazinin coğrafi, askeri ve ekonomik özelliklerinin ortaya koyduğu şartları etüt ederek gereğinin en kısa zamanda yapılması için bütün zeka ve kabiliyetlerini kullanarak, özellikle gemicilik sahasında olağanüstü ihtisas ve yetenek sahibi olduklarını ispat etmişlerdir."
Osmanlı Devleti Donanmasına ait gemilerin 7-8 yılda bir yenileniyor olması, bir teknenin sekiz yıldan fazla kullanılmasının dönemin kanunlarına aykırı olması, 17'nci yüzyıl ortalarına kadar her yıl 40 harp gemisi ve ihtiyacı karşılayacak sayıda küçük gemi inşa edilmiş olması, olağanüstü durumlarda ise başta Haliç Tersanesi'nde olmak üzere yılda 100 ve daha fazla harp gemisi inşa ederek donatılabilmesi, Osmanlı deniz gücünün o dönemde ulaştığı düzeyi göstermektedir. Bu süreçte Osmanlı Padişahlarının, kara ordusu inşasına verdikleri önemin aynısını donanmaya da verdikleri bilinmektedir. Örneğin; II. Selim, Haliç'teki hasbahçesinin bir kısmını Tersane'ye bırakmış, bu sayede fazladan sekiz kadırganın inşa edilmesini sağlamıştır.
OSMANLI 3000 SAVAŞ GEMİSİNE SAHİPTİ
Bu dönemde Osmanlı Devleti sınırları içerisinde deniz ve göl kıyıları ile nehirlerde tespit edilebilen gemi inşa tezgahları sayısının 97 olduğu, Donanma gemilerinin sayısının ise nakliye ve yardımcı sınıf gemileri/tekneler (Örneğin binek hayvanlarının nakliyatında kullanılan 'At Gemileri' başlı başına bir filo teşkil etmekteydi.) ile birlikte 3.000'e ulaştığı belirtilmektedir.
Ancak aynı dönemde Osmanlı'nın bu denli gemi inşa kabiliyeti mevcut iken yakalayamadığı bir gelişme vardır ki o da; sömürgelerini yaygınlaştırmak için okyanuslarda daha hızlı ve etkin varlık gösterme çabası içinde olan Avrupa'nın, bu maksatla kullanmaya başladığı yüksek güverteli ve yalnızca yelkenle seyreden harp gemileri olan kalyonlardır.
16'ncı yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Hint Okyanusu'ndaki durumuna bakıldığında ise, bölgede Osmanlı Devleti ile Müslüman Hint hükümdarları arasındaki ilk diplomatik ilişkilerin Fatih Sultan Mehmet devrinde İstanbul'un fethinden sonra başladığı görülmektedir. Bu devirde her iki tarafın da birbirine elçiler ve iyi niyet meku00adtupları gönderdiği bilinmektedir. Bahse konu ilişkiler zaman içerisinde büyük bir ivmeyle artmış, mesafenin uzunluğu ve denizlerde varlığın öneminin anlaşılmasıyla beraber, donanma; diplomasinin ideal bir uygulama aracı olarak kullanılarak bölgedeki siyasi hedeflerin ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır.
Yavuz Sultan Selim, İran seferinin ardından Mercidabık (1516) ve Ridaniye (1517) zaferleri ile Mısır'ı tamamen hakimiyeti altına almış, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu ticaret yollarını Osmanlı gemilerine açmıştır. İşte bu noktada Osmanlı Devleti Hint Okyanusu'nda Poru00adtekizlilerle karşı karşıya gelmiştir.
Yavuz Sultan Selim'in ardından Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) da deniz gücünün geliştirilmesine büyük önem vermiş, bu zaman diliminde Osmanlı denizciliği altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde Osmanlı denizciliği; başta Barbaros Hayrettin Paşa olmak üzere Oruç Reis, Uluç Ali Reis, Salih Reis, Aydın Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis, Turgut Reis, Piyale Paşa ve Kılıç Ali Paşa gibi ünlü denizcileriyle ön plana çıkmıştır.
16'ncı yüzyılda doğu ticaretinin en önemli yolunun Kızıldeniz'den geçtiği, İskenderun, Süveyş, Malaka Boğazı ile Hindistan, Basra Körfezi, Irak ve Suriye hattında bulunduğu göz önüne alınırsa, Osmanlı Devleti'nin özellikle Mısır ve Aden'i almasıyla bölgede Portekiz'i tehdit eden tek Müslüman devlet olduğu görülmektedir.
HİND OKYANUSTU'NDA PORTEKİZ'E "DUR"
15. yüzyılın başlarında Portekizliler Hint Okyanusu ticaretine hakim olmaya başlamış, bu nedenleMısır ve Gucerat tüccarları (Guceratlar bir Türk boyudur) ikinci plana düşmüştür. Mahmud Şah, Memlük Sultau00adnı Kansu Gavri ile ittifak yaparak Portekizliler'e karşı koymaya çalıştıysa da Portekizliler'in Goa'yı ele geçirmesi üzeu00adrine onlarla anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. Ancak Mahmud Şah'tan sonra yerine geçen II.Muzaffer Şah ise Portekizliler'le mücau00addeleye girişmiş ve onların Gucerat'a çok yakın bir ada olan Diu'yu alma girişimlerine engel olu00admuştur. Bu başarısının ardından Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişu00adkileri geliştirme çabaları kapsamında Yavuz Sulu00adtan Selim'e bir mektup göndererek, hem kendi başarısını bildirmiş hem de Padişahı Çalu00addıran Zaferi'nden dolayı kutlamıştır. Muzafu00adfer Şah'ın 1526'da vefatının ardından yerine, aynı yıl içerisinde sırasıyla oğulları İskender Han, II.Mahmud ve sonra da Bahadır Şah geçmiştir.
Portekizlilerin Gucerat ve bölgeye yönelik işgal çalışmalarını Osmanlı Devleti durdurmak için bir donanma gönderir. Ne var ki Hint asıllı şahlar, davet ettikleri Osmanlı'yı okyanusun ortasında yalnız bırakırlar. Söz verdikleri lojistiği sağlamazlar.
Asaf Han'ın, Kanuni Sultan Süleyman Han'a yazdığı 07 Haziran 1536 tarihli mektuptan, Bahadır Şah'ın kendisine 13 Mart 1536 tarihinde gönderdiği imdat mektubuna karşılık padişah derhal ferman çıkarıp Hadıml Süleyman Paşa'nın komutasında bir donanmanın Hint Okyanusu'na çıkarma yapmasını emreder. Hadım Süleyman Paşa verilen emri yerine getirir. Portekizlileri muhasara altına alır. Ancak Gucerat sultanlığı yardım için davet ettiği Osmanlı Donanması'nın lojistik ihtiyacını karşılamayınca muhasarayı kaldırmak zorunda kalır.
Süleyman Paşa'nın muhasarayı kaldırmasının bir diğer nedeni de Portekizlilerin çok güçlü ikinci bir donanma ile kendilerine doğru yola çıktıkları istihbaratını alır. İki ateş arasında kalmamak ve askerinin can güvenliği için güvenli limanlara çekilir.
Portekizliler, Osmanlı'yı Hint Okyanusu'na çekmekle büyük hata etmiş olduklarını anlarlar. Bu olaydan sonra bölgede savaş yerine ticari kolonolyalizm ve sömürge yöntemini uygularlar.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.