Nasipse gelirim!..
Kime sorsanız, “Bu
devirde babana bile güvenmeyeceksin!” diyor ve kime sorsanız, “Ben haksızlığa gelemem arkadaş!”
diyor.
Teker teker sorsanız, herkes güvenilir ama kimse kimseye
güvenmiyor.
Her konuşan, insanlara güven kalmadığından, ahlâkın yerlerde
süründüğünden, eski günlerin mumla arandığından bahsediyor.
Her konuşan da, bu “karanlık”
tablodan kendisini çekip alıyor…
Kabahati hep başkalarına veriyor ve bütün güzellikleri şahsına
ayırıyor.
Denir ki, kişi kendinden bilir işi!..
Belki de, güven bunalımı kişinin “kendisine güvenmemesinden” kaynaklanıyordur.
İmam-ı Gazâli rh.a. Hazretleri, “İhya-u
Ulûmi’d Din” adlı eserinde, İbrahim
b. Edhem Hazretlerinin “Dualarımız niçin
kabul edilmiyor?” sorusuna verdiği cevabı naklediyor:
“Çünkü sizin kalpleriniz ölüdür!”
İbrahim b. Edhem Hazretleri’nin sıraladığı
kalpleri öldüren “sekiz sebebi”,
geçtiğimiz günlerde yazmıştık.
O sebeplerden biri de…
Dikkat buyurun lütfen…
Şu cümlede:
“Güne başladığınızda kendi ayıplarınızı arkaya atıyor, insanların
ayıplarını ise getirip önünüze seriyorsunuz. Böylece Rabbinizi
gazaplandırıyorsunuz!”
*
Bugünün insanı da böyle; kendi ayıplarını görmezden geliyor,
kendi ayıplarına “mazeret” uydurmayı çok iyi biliyor ve kabahati hep
başkalarına atıyor…
İş, “karalama
yarışına” dönüşüyor.
İnsanlar, birbirlerinin gıybetini yapmak için yarışıyor.
Bu durumda da ortaya…
Rabbimizin, “Ey İman
edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri
araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş
kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” diyerek, “uzak durmamızı emrettiği” “tiksindirici”
tablo çıkıyor.
*
Etrafı “kınama”,
insanlara “ayar verme” işlerinde çok
mahir olan bizler çok temiz insanlarız.
O kadar ki, bizim oturduğumuz parklar, piknik alanları
tertemizdir.
Hiçbirimiz gerimizde çöp bırakmayız.
Güzelce poşetlere koyar ve götürür çöpe atarız!..
Peki etrafı “kirletenler”
kimler oluyor bu durumda?
Parklardaki, bahçelerdeki, piknik alanlarındaki çöpleri
bizler bırakmıyoruz.
Uzaydan birileri geliyor, oralarda yiyor, içiyor…
Ve çöplerini bırakıp gidiyor!..
*
“Temizlik”ten devam edelim.
Hemen hiçbirimiz, kendi evimiz dururken komşunun evini
silmeyi, süpürmeyi düşünmeyiz değil mi?
Bunun böyle yaparız da, niçin kafayı hep “başkalarına” takarız acaba?
“Önce kendi evimiz ve
hatta sadece kendi evimiz!” diyen bizler, niçin sadece “başkalarının” kusurlarıyla ilgileniriz?
Gıybet canavarına
mı teslim olmuş kalplerimiz?
*
Hepimiz yakınlarımızı
kaybediyoruz.
Çok yakınımızdaki, biraz yakınımızdaki, biraz uzağımızdaki
merhum ve merhumeleri “kalbimizden” geçirirken…
Kimi vakit, “Ölenin
arkasından kötü konuşulmaz!” diyoruz;
Kimi vakit de, kabirdekinin ne kadar iyi, ne kadar mübarek
bir insan olduğuna bütün kalbimizle şâhitlik ediyoruz.
“Bâki kalan kubbede
bir hoş sadâ imiş.”
Kimileri, hoş bir sadâ bırakarak gidiyor, kimileri de,
“Neyse, ölenin arkasından kötü konuşulmaz!” dedirtiyor.
Kalplerimiz güzeli istiyor da, ah şu nefislerimiz!..
Vefatlarının ardından “Güzel İnsan” olduklarına bütün
kalbimizle şahitlik ettiğim insanlarımızı hatırlıyorum.
Her tanıdık ölümünün sızısı oluyor elbette…
Lâkin, bazılarının ölümü çok farklı.
Başkalarının ayıplarını araştırıp durmayan, etrafa güzel
enerji veren, nimetin şükrünü bilen, gıybetten kaçınan, hayırsever insanların
yerleri bambaşka.
“Peki, ben böyle bir
insan olabilir miyim?”
Kalbimi yokladığımda, almam gereken mesafenin ne kadar uzun
ve yürümem gereken yolların ne kadar zorlu olduğunu görüyor…
Sıkılıyorum…
Rabbimin,
“Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin!” emrini hatırlayınca da…
Kendime
geliyorum.
*
Böyle…
“Kalbimle” baş başa kalmak için
çekildiğim bir köşede, bir “Kul” beni fark ediyor.
-Selâmun
Aleykum Serdar Ağabey, diyor.
Güzel
Selâmına karşılık verdiğim “temiz bakışlı” Beyefendi’yi bir yerlerden
tanır gibi oluyorum.
Zihnimi
zorladığımı gören Beyefendi diyor ki,
“Sizle uzun yıllar önce bir
yerde oturup sohbet etmiştik. Güzel bir çay sohbetiydi.”
*
Hatırlıyorum.
*
Karadeniz’deki
O Cami’den, Ankara’daki Bir Cami’ye “tayini” çıkmış.
Hilm
ve teenni izleriyle dolu, temiz bir sima.
Bana,
“Çocuklarla Kur’an-ı Kerim üzerine sohbet ediyoruz.” diyor.
“Ben de gelebilir miyim?” diyorum.
“Nasipse!” diyor.