Müslüman, akraba, komşu hakları - Gazali - İhyau Ulumiddin
Müslüman, Akraba, Komşu ve Mülkiyet Hakları ve Bu Bakımdan Yakın Olan Kimselerle Muâşeretin Âdâbı.
İnsanoğlu ya tek başınadır veya başkalarıyla beraberdir. İnsanoğlunun yaşaması ancak hemcinsleriyle birlikte ve onlarla haşır neşir olmak suretiyle mümkün olduğundan âdâb-ı muâşereti mutlaka öğrenmesi gerekir. Başkalarıyla ilişki içeri sinde bulunan kimselerin bu ilişkilerinde gözetmeleri gereken bazı edepler vardır. Bu da müstehak olduğu miktardadır. Müstehak olduğu miktar da kurulmak istenen rabıtanın derecesine bağlıdır. Rabıta ise ilişkinin en özel şekli olan akrabalık veya İslâm kardeşliğidir. İslâm kardeşliği umumî bir bağdır. İslâm kardeşliğinin mânâsına dostluk ve sohbet de dahildir. Yine rabıta; komşuluk veya yolculuk ve mektep-medrese arkadaşlığı veya dost luk ve kardeşlik bağıdır. Bu rabıtaların her birinin birçok derece leri vardır. Akrabalığın hakkı vardır, fakat mahrem olan akra banın hakkı diğer akrabalarınkinden daha kuvvetlidir. Mahrem olanların özel bir hakkı vardır; fakat anne ile babanın hakkı daha kuvvetlidir. Komşuluk hakkı da böyledir; evin yakınlık ve uzaklığına göre değişir. Nisbete göre farklılık başgösterir. Hatta gurbet diyarında, aynı şehirden olan kimse, vatanda yakın olan kimse yerine geçer. Çünkü şehir de komşuluk hakkını haizdir.
Aynı şekilde müslümanın hakkı marifet ile daha da kuvvetle nir. Marifetin çeşitli dereceleri vardır. O halde müşahede ile bili nen kimsenin hakkı, işitmekle bilinen bir kimsenin hakkı gibi değildir. Bilakis ondan daha kuvvetlidir. Bu hak, marifet vaki ol duktan ve ihtilât edildikten sonra daha da kuvvet kazanır. Sohbet de böyledir ve dereceleri değişiktir. Bu bakımdan okuldaki ar kadaşlığın hakkı, seferdeki arkadaşlığın hakkından daha kuvvet lidir. Bunlar gibi dostluk da çeşitli derecelere sahiptir; çünkü dost luk kuvvet kazandıkça uhuvvete; uhuvvet de geliştikçe muhabbete dönüşür. Muhabbet de geliştiği takdirde hullete dönüşür. Halil,habibden daha yakındır. Bu bakımdan muhabbet, kalbin habbe sinde (içinde) bulunan mânâ; hullet ise kalbin sırrına nüfuz eden mânâ demektir. O halde, her halil habibdir; fakat her habib halil değildir. Müşahede ve tecrübe ile sabit olmuştur ki, sadakatin de receleri de farklıdır.
Hulletin uhuvvetten daha üstün bir derece olduğuna gelince, bunun mânâsı şudur: Hullet, uhuvvetten daha tam ve daha gelişmiş bir halden ibarettir. Bu hâli Hz. Peygamberin şu sözün den anlayabilirsiniz:
Eğer bir halil edinecek olsaydım muhakkak Ebubekir Sıddîk'ı edinirdim. Fakat arkadaşınız (kendi nefsini kastedi yor) Allah'ın halilidir.108
Çünkü halil sevginin, kalbinin bütün cüzlerini zahir ve batın yönünde kapladığı kimsedir. Oysa Hz. Peygamberin kalbini Allah'ın sevgisinden başka birşey tam mânâsıyla kaplamış değildi. Buna rağmen Rasûlullah, Hz. Ali'yi kardeş edinerek şöyle buyurmuştur: Ali'nin bana olan yakınlığı Hârun'un Mûsa'ya olan yakınlığı mesabesindedir. Ancak o (Ali) peygamber değildir109
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir Sıddîk'ı hulletten uzaklaştırdığı gibi, Hz. Ali'yi do peygamberlik mertebesinden uzaklaştırmıştır. Bu bakımdan Hz. Ebubekir uhuvvette Hz. Ali ile ortak olmuş; hullet derecesine yaklaşmak bakımından da geçmiştir. Eğer hullette ortaklığa imkan olsaydı, Hz. Ebubekir'in bu dereceye ehil olma bakımından da Hz. Ali'yi geçeceği açıktı; çünkü Hz. Peygamber 'Eğer halil edinseydim Ebubekir'i edinir dini' sözüyle bu duruma dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber, Allah'ın hem habibi, hem de halili idi.
Hz. Peygamber birgün yüzü sevinçten pırıl pırıl parladığı halde minbere çıkarak şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ, İbrahim'i halil edindiği gibi beni de halil edindi; bu bakımdan ben, Allah'ın hem halili, hem de habi biyim.110
Anlaşılıyor ki, marifetin önünde gelen ve ondan büyük olan bir rabıta yoktur; tıpkı hulletten daha üstün bir derece olmadığı gibi... Marifet ile Hullet şrasında çeşitli dereceler vardır. Biz sohbet ve uhuvvet hakkını daha önce zikretmiştik. Bu iki mefhumun kap samına bunların dışında kalan muhabbet ve Hullet mefhumları da girer. Daha önce bu haklarda muhabbet ve uhuvvet hasebiyle farklılıklar bulunduğu anlaşıldığı gibi, bu rütbelerdeki değişiklik ve farklılıklar da ancak muhabbet ve uhuvvet hasebiyle meydana gelir. Hatta bu derecelerin en yükseği öyle bir raddeye varır ki, in sanın mal ve nefis bakımından, dostunu kendi nefsine tercih et mesini gerektirir; tıpkı Hz. Ebubekir Sıddîk'm peygamberimizi kendi nefsine tercih etmesi gibi. Ebu Talha Zeyd b. Sehl Ensarî'niıı de Uhud gününde bedeniyle Rasûlullah'ı kendi nefsine tercih et mesi gibi... Zira bu zat kendi nefsini Rasûlullah'm aziz şahsına si per yapmıştı.111 Bu bakımdan biz şimdi İslâm kardeşliğinin, Sıla-i rahmin, anne ve babanın, komşunun, kölelik ve efendiliğin hak larını zikretmek istiyoruz. Nikâh ile meydana gelen bağın huku kunu ise Kitab'un-Nikah bölümünde zikretmiştik.
Müslümanın Hakları Bu haklar şunlardır: Ona rastladığın zaman selâm vermelisin. Seni çağırdığı zaman cevap vermeli; aksırdığı zaman da teşmit (dua) etmelisin. Hastalandığında ziyaret etmeli, öldüğünde de ce naze merasiminde hazır bulunmalısın. Gıyabında hakkını gözetmelisin. Kendi nefsin için sevdiklerini onun için de sevmeli ve kendi nefsin için istemediğini onun için de istememelisin. Bütün bu durumlar hakkında birçok rivayet varid olmuştur
Enes, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Şu dört şey müslümanların senin üzerindeki haklarındandır: 1. İyilerine yardım etmen, 2. Günahkârları için af dilemen, 3. Yoldan çıkanlarına dua etmen, 4. Tevbe edenlerini sevmen.112
İbn Abbas 'Kendi aralarında merhametlidirler' (Fetih/29) aye tinin yorumunda şöyle demiştir: "Onların salihleri, tâlihlerine (sapıklarına); tâlihleri (sapıkları) de salihlerine dua eder. Sapık bir kimse Ümmet-i Muhammed'in salihlerinden birine baktığı zaman şöyle der: 'Ey Allahım! Bu kulun için ayırdığın hayırları kendisi için bereketli kıl! Onu bu hayırlar üzerinde sabit kılıp bizim de on dan yararlanmamızı nasip eyle'. Sâlih kul da sapık kula baktığı zaman şöyle dua eder: 'Ey Allahım! Bu kulunu hidayet eyle. Onun tevbesini kabul edip hatalarını affeyle!"
Müslümanın müslüman üzerindeki hakları şunlardır: 1. Kendi nefsi için sevdiğini mü'minler için de sevmeli, kendisi için hor gördüğünü onlar için de hor görmelidir.
Nitekim Numan b. Beşir, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Müzminlerin birbirini sevip yekdiğerine merhamet etmeleri; tıpkı herhangi bir azası acıdığında diğer azalarının birbirini o elem ve uykusuzluğa ortak olmaya davet ettikleri; yani elemin bütün azalarına sirayet ettiği bir vücuda benzerler.113
Ebu Musa el-Eş'ârî, Hz. Peygamberden şu hadîsi rivayet eder: Mü'minler bir binanın tuğlaları gibi olup birbirlerini takviye ederler.114
2. Ne fiili ve ne de sözüyle hiçbir müslümana eziyet vermemeli dir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Müslüman, dilinden ve elinden müslümanlarm selâmette kaldığı kimsedir.115
Eğer buna (iyilik yapmaya) gücün yetmiyorsa hiç olmazsa insanları şerden uzaklaştır; çünkü insanları şerden uzaklaştırman da kendi nefsin için vermiş olduğun bir sa dakadır.116
Müslümanların en faziletlisi, onların (müslümanlarm) elinden ve dilinden selâmette kaldığı kimsedir.117
Hz. Peygamber bir gün sahabîlerine şöyle sorar: - Müslümanın kim olduğunu biliyor musunuz? - Allah ve Rasûlü daha iyi bilir. - Müslüman, elinden ve dilinden müslümanlarm selamette kaldığı kimsedir. Bu kez sahabiler şöyle sordular: - Peki mü'min kimdir? - Mü'min: mü'miıılerin, nefisleri ve malları hakkında kendisinden emin oldukları kimsedir. - O halde muhacir kimdir? - Muhacir, kötülüğü bırakıp ondan sakınan kimsedir. Bu sırada bir kişi şöyle sorar: - Ya Rasûlallah! İslâm nedir?
Hz. Peygamber de cevap olarak şöyle buyurur: Kalbinin Allah'a teslim olması, müslümanlarm elinden ve dilinden selâmet bulmasıdır.118
Mücâhid şöyle diyor: 'Cehennemliklere uyuz hastalığı musal lat edilir. Böylece vücutlarını, kemikleri derilerinden görünecek kadar kaşırlar. O zaman şöyle çağrılır: - Bu durum size eziyet veriyor mu? - Evet veriyor. - Bu ceza, dünyada mü'minlere yapmış olduğunuz eziyetin karşılığıdır.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Yol ortasında biterek müslümanlara eziyet veren bir ağacı kesip kenara attığından dolayı cennette istediği şekilde dolaşan bir kişiyi gördüm.119 ' Ya Rasûlallah! Bana, faydalanabileceğim birşey öğret!' diyen bir kimseye Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yollardan,müslümanlara eziyet verecek şeyleri uzaklaştır!120
Kim yollardan, müslümanlara eziyet veren birşeyi uzaklaştırırsa Allah Teâlâ ona bir hasene yazar. Allah Teâlâ yazdığı hasene ile o kişiye cenneti vacib kılar.121
Bir müslümanın müslüman kardeşine, eziyet veren bir bakışla bakıp işaret etmesi helâl değildir.122
Hiçbir müslümanın diğer bir müslüman! korkutması helâl değildir. Allah Teâlâ, mü'minlere yapılan eziyeti kerih görür.123
Rebî b. Haysem şöyle buyurmuştur: İnsanlar iki kısımdır:a) Bir kısmı mü'mindir, ona eziyet etme! b) Bir kısmı da cahildir; bunlarla da cahillik yapma'.
3. Her müslümana karşı tevazu göstermek ve hiçbir müslü mana karşı kibir ve gurura kapılmamalıdır. Çünkü Allah Teâlâ böbürlenip kibirlenen kimseleri sevmez.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ bana 'Mütevâzi olmanızı ve tevâzuunuzun, sizi birbirinize karşı gururlanmayacak dereceye getirmesini' vahyetti.124
Eğer başkası kendisine karşı kibirlilik taslarsa, ona da ta hammül göstermelidir. Çünkü Allah Teâlâ elçisine hitaben şöyle buyurmaktadır: Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir!(A'raf/199)
İbn Ebî Evfa'dan125 şöyle rivayet olunmuştur: Hz. Peygamber her müslümana karşı tevazu gösterir; dul kadınlarla ve fakir insan larla yürüyüp onların ihtiyaçlarını gidermekten kaçınmazdı.126
4. Halkın birbirleri aleyhindeki propagandalarına kulak vermemeli ve söz getirip götürmemelidir
Nitekim Hz. Peygamberşöyle buyurmuştur: Kovuculuk yapan kimse cennete giremez.127
Halil b. Ahmed128 şöyle buyurmuştur: 'Başkasının sözünü sana getiren kimse, muhakkak senin sözünü de başkasına götürür. Başkasının haberini sana söyleyen bir kimse, senin haberini de başkasına ulaştırır'.
5. Tanıdık bir kimseyle üç günden fazla küs kalmamalıdır. Çünkü Ebu Eyyûb el-Ensârî Rasûlullah'tan şu hadîsi rivayet eder: Hiçbir müslümaııa, müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi, bir araya geldikleri zaman da yüzünü başka ta rafa çevirmesi helâl değildir. Bunların hayırlısı selâmı önce verendir.129
Kim bir müslümanın hatasını affederse Allah Teâlâ da kıyamet gününde onu affeder.130
İkrime şöyle demiştir: "Allah Teâlâ Hz. Yakut'un oğlu Yusuf a şöyle buyurmuştur: Kardeşlerini affettiğin için senin zik rini dünya ve ahirette yücelttim".
Hz. Âişe validemiz şöyle buyurmuştur: 'Hz. Peygamber, hiçbir zaman kendi nefsi için intikam almamıştır. O ancak Allah'ın ya sak ve haram ilân ettiği şeyler yapıldığında Allah için intikam alırdı'. İbn Abbas (r.a) 'Allah Teâlâ, kendisine karşı yapılan bir zulmü affeden kimsenin izzetini artırır' buyurmuştur.
Hz. Peygamber bir hadîsinde şöyle buyurmuştur: Hiçbir mal sadakadan dolayı eksilmez. Hiç kimse yoktur ki, Allah Teâlâ onu başkasını affettiğinden dolayı izzet ve şeref yönünden yüceltmesin. Allah Teâlâ kendisi için tevâzu gös teren kimseleri yüceltir.131
6. Ayırım yapmaksızın müslümanlardan kime yapabiliyorsa elden geldiğince yardım etmeli; yakınlarıyla yakını olmayanlar arasında fark gözetmemelidir. Nitekim Ali Zeynelâbidîn, babası Hz. Hüseyin'den, o da babası Hz. Ali'den, Hz. Ali de Hz. Hüseyin'in dedesi Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etmiştir:
Ehil olan ya da olmayan herkese iyilik et! Eğer iyiliğin ehline isabet ederse zaten o iyiliğine ehildir. Eğer ehline isabet et mezse, o zaman sen iyiliğin ehli olursun.132
Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber'den şöyle rivayet etmektedir: Dinden sonra aklın başı, halka sevilmek ve iyi kötü herkese iyilik yapmaktır.133
Ebu Hüreyre şöyle anlatır: 'hz. Peygamber bir kimsenin elini tutup sıktığı zaman, karşısındaki kişi elini çekmedikçe, onun elini bırakmazdı. Hz. Peygamberin dizini, yanında oturanın dizinden daha ileride göremezdiniz. Hz. Peygamber kim olursa olsun ken disiyle konuşan bir kimseye yönelir ve o kimse konuşmasını bitir medikçe de yüzünü başka bir tarafa çevirmezdi'.
7. İznini almaksızın hiçbir müslümanın evine ve ikamet gâhına girmemelidir. Üç defa izin istenmeli; eğer müsaade edilmezse ısrar etmeksizin dönüp gidilmelidir.
Nitekim Ebu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet ediyor: izin talebi üçtür: Birinci defasında susarlar. İkincisinde içe riyi düzenlerler. Üçüncüsünde de ya içeri girmeye izin verir ler ya da geri çevirirler.134
8. Bütün müslümanlara karşı güzel ahlâklı olmalı ve onlara derecelerine göre muamele etmelidir: Çünkü cahil bir kimseyi ilimle, ümmî bir kimseyi fıkıhla ve âciz bir kimseyi de fesâhat ve belâğatla karşılamak hem karşılayana hem de karşılanana eziyet verir.
9. İhtiyarlara hürmet, çocuklara da şefkat ve merhamet göstermelidir. Câbir Hz. Peygamberin şöyle söylediğini rivayet etmektedir:
Büyüklerimize hürmet etmeyen ve küçüklerimize merha met ve şefkât göstermeyen bizden değildir.135
Saçı-sakalı ağarmış müslümanlara ikramda bulunmak Allah Teâlâ'nın iclâl ve tâzmindendir.136
İhtiyarların huzurunda, izinleri olmaksızın fuzulî konuşma mak da onlara karşı gösterilecek hürmete dâhildir. Câbir şöyle anlatıyor: Cüheyne kabilesinden bir heyet Hz. Peygamberin huzuruna geldiğinde içlerinden bir genç konuşmak üzere ayağa kalktı. Bunun üzerine Hz. Peygamber o gence şöyle hitab etti:
Sen sus! Yaşlınız nerede? (O konuşsun!)137 Hz. Peygamber bir hadîslerinde şöyle buyurur:
Bir ihtiyara hürmet gösteren hiçbir genç yoktur ki ihti yarın yaşma geldiğinde Allah Teâlâ da ona, kendisine hür met eden bir kimseyi müsahhar kılmasın.138
Hz. Peygamberin bu mübarek sözü, ihtiyarlara hürmet göste ren kimselerin uzun ömürlü olacaklarına dair bir müjdedir. Bu bakımdan bu ince ve hassas noktaya dikkat edilmelidir. O halde ih tiyarlara, ancak Allah Teâlâ'nın kendilerine uzun ömür verdiği kimseler hürmet gösterir! Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Çocuk anne ve babasına öfkelenip onlardan nefret etme dikçe, yağmur azalmadıkça, leîmlik (kötülükler) çoğal madıkça, (şeref yeryüzünden silinmedikçe), küçükler büyüklere hücum edip hürmetsizlik etmedikçe ve kötüler iyi lere saldırmadıkça kıyamet kopmaz.139
Çocuklara iltifatta bulunmak, Hz. Peygamber'in âdetlerinden idi. Hz. Peygamber bir yolculuktan döndüğünde bineğini kendisini karşılamaya gelen çocukların yanında durdurur ve sonra da ço cukların kaldırılıp bineğinin üzerine konulmasını emrederdi. Böylece kimisini önüne, kimisini de terkisine bindirirdi. Ashabına da çocukları bindirmelerini emrederdi. Çocuklar bilâhare bu ha reketten dolayı birbirlerine karşı övünürlerdi. Bir diğerine 'Hz. Peygamber beni önüne, seni ise terkisine aldı'; bir başkası da ar kadaşına 'Hz. Peygamber ashabına seni terkilerine almalarını em retti (beni ise kendi bineğine aldı)' derdi. Hz. Peygambere, dua etmesi ve İsim vermesi için zaman za man mini mini yavrular getirirlerdi. Hz. Peygamber bu çocukları kucağına alırdı; bazen de çocuk üzerine çiş ederdi. Orada bulunan lardan bazıları bu durumu gördüklerinde onu azarlamak babından 'yapma!' diye bağırırdı. Böyle, bir durumda Hz. Peygamber şöyle derdi: Çocuğun çişini yarıda bıraktırmayın!140
Böylece Hz. Peygamber, çişini tam manâsıyla yapıp rahat layıncaya kadar çocuğa dokunmadı. Sonra dua ederek ona güzel bir isim verdi ve çocuğun çişinden rahatsız olduğunu hissetmesin ler diye aile efradının onunla mesrur olacaklarını söyledi... Onlar gittikten sonra elbisesini yıkadı. 10. Bütün insanlara karşı güleryüzlü ve yumuşak olmalıdır. Hz. Peygamber bir gün şöyle sordu:
- Bilir misiniz, ateş kimlere haram kılınmıştır? - Allah ve Rasülü daha iyi bilir. - Ateş, yumuşak, kolaylık gösteren ve cana yakın kimselere haram kılınmıştır.141
Ebu Hüreyre Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: Muhakkak ki, Allah Teâlâ, yumuşak ve güler yüzlü kimseleri sever.142
Hz. Peygamber 'Ey Allah'la Rasûlü! Bana, beni cennete dahil edecek bir âmel öğret!' diyen birine şöyle buyurmuştur: Selâmı yaymak ve güzel konuşmak Allah'ın mağfiretine ve sile olan hareketlerdendir.143
İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: İyilik kolay bir şeydir; güleryüzlülük ve yumuşak konuşmadır'.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Bir hurma yarısıyla da olsa ateşten korununuz. Bunu bula mayanlar da güzel bir kelimeyle korunsun.144
Cennette, içi dışından, dışı da içinden görülebilen saraylar vardır. Hz. Peygamber'in bu sözlerini duyan bir bedevî 'Ya Râsûlallah! O saraylar kimler içindir?' diye sordu. Hz. Peygamberde şöyle ce vap verdi.
Bu saraylar; güzel konuşan, yemek yediren, halkın uykuda olduğu bir sırada, geceleyin kalkıp namaz kılan kimse için dir.145
Muaz b. Cebel şöyle diyor: Hz. Peygamber bana şunları söyledi: Sana Allah'ın takvâsını, doğru konuşmayı, ahde vefayı, emaneti edâ edip hıyâneti terketmeyi, komşu haklarını gö zetmeyi, yetime rahmet ve şefkat göstermeyi, yumuşak konuşmayı, selâmı yaymayı ve alçak gönüllü olmayı tavsiye ediyorum.146
Enes şöyle anlatıyor: Birgün bir kadın Hz. Peygamber'e gelerek 'Ya Rasûlullah! Senden bir isteğim var' dedi. O sırada Hz. Peygamber'in yanında ashahdarı birçok kimse bulunuyordu.
Buna rağmen Hz. Peygamber kadına şöyle dedi: Çarşının hangi tarafında oturursan otur; yanına oturarak seni dinlerim! Kadın bir yere oturdu. Hz. Peygamber de onun yanına oturarak isteğini yerine getirinceye kadar onu dinledi.147
Vehb b. Münebbih şöyle der: İsrâiloğulları'ndan bir kişi yetmiş sene oruç tuttu. Haftada bir defa iftar ediyordu. Bu arada da devamlı olarak Allah Teâlâ'dan şeytanın insanları nasıl dalâlete gö türdüğünü göstermesini talep ediyordu. Uzun zaman ısrarına rağmen duası kabul olunmayınca şöyle dedi: 'Eğer ben bütün bu müddet zarfında, rabbime karşı işlemiş olduğum günah ve hata larımı bilip bunların affedilmesini dileseydim çok daha hayırlı olurdu'.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, kendisine bir melek gönderdi. Bu melek ona şöyle hitab etti: "Beni sana Allah Teâlâ gönderdi. O sana şöyle buyuruyor: 'Söylemiş olduğun şu söz benim nezdimde senin yetmiş senelik ibadetinden daha hayırlıdır'. Böylece Allah Teâlâ senin basiretini açmıştır. Artık istediğini görebilirsin". Bunun üzerine adam etrafına baktı ve İblisin askerlerinin yeryüzünü işgal etmiş olduklarını gördü. Öyle ki şeytanlar her insanın et rafını aç kurtlar gibi sarmışlardı. Bunun üzerine hayretler içeri sinde şöyle haykırdı: - Ey rabbim! Bunlardan kim kurtulabilir? - Muttaki ve yumuşak huylu kimse kurtulabilir!
11. Söz verildiğinde mutlaka yerine getirmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Va'd bağışlamaktır.148
İnsanoğlunun, bağışladığı ve hibe ettiği birşeyi geri alması uy gun olmadığı gibi va'dinden caymasıda uygun değildir. Va'd borçtur.149 Yani borç gibidir; mutlaka yerine getirmek gerekir.
Münafıkta şu üç haslet bulunur: Konuştuğu zaman yalan söyler; verdiği sözde durmaz; kendisine güvenildiği zaman hainlik yapar.160 Üç haslet vardır ki kimde bulunursa, oruç tutup namaz kılsa dahi o kimse münâfıktır Hz, Peygamber devamla bir önceki hadîsteki üç hasleti söylemiştir.
12. Halka karşı insaflı davranmalı ve onlara, kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa öyle davranmalıdır.
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Şu üç haslet bulunmadıkça kişi imanın kemâline eremez: Fakirlikte (fakirliğe rağmen) Allah yolunda infakta bulun mak, insaflı olmak ve selâmı yaymak.151
Kim ateşten uzaklaşıp cennete girmek istiyorsa, ölüm ken disini, Allahtan başka mâbud olmadığına, Muhammed'in de O'nun Rasûlü olduğuna şahidlik ettiği halde bulsun ve halka, ancak kendisine yapıldığında hoşlanacağı şekilde muamele etsin.152
Ey Ebu Derdâ! Komşularına karşı iyi komşuluk yap ki (tam mânâsıyla) mü'min olasın. Kendi nefsin için sevdiğini halk için de sevki (tam manâsıyla) müslüman olasın.153
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ Hz. Âdem'e dört has let vahyederek şöyle buyurmuştur: Ey Adem! Senin ve evladın için emrin özü bu dört haslette dir. Bunlardan biri sadece benim; biri de sadece senin için dir. Kalan ikisinden biri benimle senin aranda, diğeri de se ninle halk arasındadır. Benim için olan haslet; hiçbirşeyi or tak koşmaksızın bana ibadet etmendir. Sadece senin için olan haslet; amelindir ki kendisine muhtaç olduğun bir za manda seni onunla mükâfatlandırırım. Benimle arandaki haslet; senin bana dua etmen ve benim de o duayı kabul et memdir. Seninle insanlar arasındaki haslete gelince; bu, onlarla sana yapılmasını istediğin şekilde arkadaşlık yapmandır.
Hz. Musa (a.s) Allah Teâlâ'ya şöyle sorar: Ya rabbî! Kullarının hangisi daha âdildir? -İnsaflı olanı...
13. Giyim-kuşamı derecesinin yüksekliğine delâlet eden kimse lere daha fazla hürmet göstermeli, bu bakımdan herkese derece sine göre muamele etmelidir.
Rivayet ediliyor ki Âişe validemiz bir yolculuk esnasında bir yerde konaklayarak yemek hazırlatır, O sırada bir dilenci gelir ve Allah rızası için birşeyler ister. Âişe validemiz 'Şu fakire bir ek mek veriniz!' diye emreder. Daha sonra oradan bineğinin sırtında bir kişi geçer. Âişe validemiz bu kez 'Şu kişiyi yemeğe dâvet edi niz!' buyurur. Bunun üzerine (itiraz kabilinden) 'Bu nasıl olur? Fakire bir ekmek veriyor, şu zengin kişiyi ise sofraya dâvet ediyor sun!' denilir. Hz. Âişe buna şöyle cevap verir: 'Allah Teâlâ, insan ları çeşitli mertebelerde yaratmıştır. Bizim de onlara mertebele rine göre muamele etmemiz gerekir. Şu fakir bir ekmeğe razı olur, fakat giyim-kuşamına rağmen zengin kişiye bir ekmek vermemiz çirkin kaçar'.
Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber evlerinden birine girmişti. Arkasından ashab-ı kirâm da girip evi tıklım tıklım doldurdular. Son olarak Cüreyr b. Abdullah el-Becelî geldi ve oturacak bir yer bulamadığı için de eşiğin üzerine oturdu. Bunu gören Hz. Peygamber, abasını katlayıp Cüreyr'e attı ve 'Şu abanın üzerine otur!' buyurdu. Bunun üzerine Cüreyr Hz. Peygamberin abasını yerden alıp yüzüne gözüne sürerek öptü, hem de ağladı. Sonra abayı tekrar katladı ve Hz. Peygamberin yanına bırakarak 'Ben senin elbisen üzerine oturamam. Bana ikram ettiğin gibi Allah Teâlâ da sana ikram etsin' dedi, O zaman Hz. Peygamber sahabî lerine dönerek şöyle buyurdu: 'Ey ashabım! Size herhangi bir kav min kerîmi ve başı geldiği zaman ona ikramda bulununuz!'154
Eski dostlara da ikramda bulunulmalıdır. Hz. Peygamber yanma gelen süt annesini 'Merhaba anneciğim!' diye karşıladı ve onu yere serdiği abasının üzerine oturtarak 'Buyur dileğini söyle! Kabul olunacak ve istediğin sana verilecektir' dedi. Süt annesi 'Ben (esir düşen) kavmimi istiyorum' dediğinde de 'Benim hakkım ve Hâşimoğullarının hakkı senindir' buyurdu. Bunun üzerine halk ayağa kalkarak 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim haklarımız da onun dur' dediler. Hz. Peygamber ona ayrıca bir hizmetçi ile Huneyn muharebesinde payına düşen şeyleri verdi. Bilâhare bu paylar Hz. Osman'a yüzbin dirhem karşılığında satıldı.155
Hz. Peygamber, meclisine gelip de oturacak yer bulamayan kimseye, üzerinde oturmakta olduğu minderi verir ve gelen kişi onun üzerine oturmak istemediğinde de oturuncaya kadar ısrar ederdi.
14. Elden geldiğince müslümanların arasını bulmaya çalışmak: Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: - Size, derece bakımından namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlisini haber vereyim mi? -Evet! - (Bu faziletli amel), müslümanların arasını bulup ıslah etmektir. Müslümanların arasının bozukluğu ise sıyrılıpatılması gereken bir durumdur.156
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Sadakaların en faziletlisi müslümanların arasını bul maktır.157
Hz. Enes şöyle anlatır: Hz. Peygamber birgün sahabîleriyle birlikte otururken bir ara ön dişleri görünecek derecede gülümsedi. Bunun üze rine Hz. Ömer 'Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Niçin güldünüz?' diye sordu. Hz, Peygamber şöyle buyurdu: "Ümmetimden iki kişi, izzet ve azamet sahibi olan Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkıp diz çökerek otururlar. Birisi Ya rabbî! Şu adamdan intikamımı al!' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ, karşıdaki kişiye 'Kardeşinden zulmen aldığın şeyleri kendisine geri ver!' buyurur. O kişi şöyle der: - Ya rabbi! Sen de biliyorsun ki hasene ve hayırlarımdan, verecek hiçbir şeyim kalmadı. Allah Teâlâ bu kez şikayetçiye şöyle buyurur; - Kardeşin hakkında ne düşünüyorsun? Gördüğün gibi hasenelerinden hiçbir şey kalmamış. - O halde günahlarımın bir kısmını yüklensin. Bunları söyledikten sonra Hz. Peygamberin gözleri doldu ve ağlayarak şöyle devam etti: 'O gün, muhakkak ki büyük bir gündür, İnsanlar o günde günahlarını başkalarının yük lenmesine muhtaç olurlar'. Devamla şunları söyledi: "Allah Teâlâ şikayetçiye 'Başını kaldır da cennete bak!" buyurur. Şikayetçi bu ilâhî emir üzerine başını kaldırıp bakar ve şöyle der: - Ya rabbî! Orada gümüşten şehirler, incilerle tezyin edilmiş altından saraylar görmekteyim. Acaba bunlar hangi peygamberin veya sıddîkin ya da şehidin olacaktır? - Bunlar, bedelini kira verirse onun olacaktır. - Ya rabb'el-âlemîn! Bunların bedelini vermeye kimin gücü yetebilir? - Senin gücün yeter. - Ya rabb'el-âlemîn! Bunlara ne ile sahip olabilirim? - Kardeşini affetmenle. - Ya rabbî! O halde onu affettim. - Kardeşinin elinden tutarak cennete birlikte girin!"158
Hz. Peygamber sözlerini şöyle sürdürdü: 'Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltip ıslah ediniz! Çünkü (görüldüğü gibi) Allah Teâlâ kıyamet gününde aracı olarak müzminleri barıştıracaktır'.159
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: İki müslümanın arasını bulmaya çalışan kimse hayırlı şeyler söylediği takdirde yalancı değildir.160
Bu hadîs-i şerîf insanların arasını bulmanın farz olduğuna de lâlet eder; çünkü yalanı terketmek farzdır. Farz ancak kendisinden daha kuvvetli bir farz ile düşebilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Yalanın tamamı yalancının defterine yazılır; ancak savaş halinde söylenenler müstesnadır; çünkü harp hiledir. Aynı şekilde iki müslümanın arasını bulmak ve hanımını razı etmek için (meşrû bir işte) söylenenler de müstesnadır.161
15. Bütün müslümanlarm ayıplarını örtmelidir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah Teâlâ da dünya ve ahirette onun ayıbını örter.162
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Bir kimsenin ayıbını örten hiçbir kul yoktur ki, Allah Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örtmesin.163
Ebu Said el-Hudrî (r.a),Hz. Peygamber'in şöyle söylediğini nakleder: Bir kardeşinin kusurunu görüp de örten bir mü'min Allah'ın cennetine girer.164
Hz. Peygamber kendisine, işlediği günahı haber veren Maiz b. Mâlik'e şöyle demiştir: Bunu örtmüş olsaydın senin için daha hayırlı olurdu.165
Buna göre müslümanın kendi ayıbını da örtmesi gerekir; çünkü üzerinde diğer müslümanlarm hakkı olduğu gibi kendi nefsinin de hakkı vardır. Hz. Ebubekir Sıddîk şöyle buyurmaktadır: 'Eğer şarap içen ya da hırsızlık yapan birisine rastlasam Allah Teâlâ'nm onun ayıbını örtmesini isterim'.
Hz. Ömer bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında emniyet ve âsâyiş maksadıyla geziyordu. Bu sırada zina eden bir erkekle bir kadına rastladı. Sabahleyin ashab-ı kirâma 'Acaba bir imam (devlet başkanı) zinâ eden bir erkek ile bir kadın görse ve buna da yanarak da onlara had (ceza) tatbik etse bu konuda ne dersiniz?' dedi. Bunun üzerine ashab-ı kirâm İmam sensin (istediğini yap)' dediler. Hz. Ali ise buna karşı çıkarak 'Sen böyle bir yetkiye sahip değilsin. Böyle bir cezayı tatbik ettiğin takdirde cezalandırılman gerekir; çünkü Allah Teâlâ bu hâdisede dört şahid getirilmesini emretmiştir' dedi. Hz. Ömer bilâhare bu durumu ashaba bir kere daha sordu. Ashab-ı kirâm daha önce vermiş oldukları cevabı tek rarladılar; Hz. Ali de önceki görüşünde ısrar etti.
Bu durum gösteriyor ki Hz. Ömer, devlet başkanının böyle bir durumda Allah'ın belirttiği cezaları tatbik etmeye yetkili olup ol madığı hususunda mütereddid idi. Bunun için de meseleyi onlara haber vermek amacıyla değil, aksine görüşlerini öğrenmek amacıyla arzetmiştir; çünkü o böyle bir yetkiye sahip olmayıp zina iftirası atmış (kâzif) olmaktan korkuyordu. Hz. Ali'nin görüşü de devlet başkanının böyle bir yetkiye sahip olmadığı yönündeydi. Bu hâdise fuhşiyatın örtülmesinin şeriatın isteği olduğuna en büyük delildir. Çünkü fuhşiyatm en çirkini zinadır. Zinanın ifşası da erkeğin uzvunu kadının uzvunda; kılıcı kınında, sürme aletini sürmedanlıkta gördükleri gibi gören dört adil şahide bağlanmıştır. Bu ise âdeta imkansız bir hâdisedir. Kadı bunu kesinlikle bilse dahi keşfetmeye yetkili değildir. Fuhşiyat kapısının ka patılmasındaki hikmeti dikkatlice düşün! Şöyle ki, Allah Teâlâ bu hususta, cezaların en büyüğü olan recmi (taşla öldürmeyi) farz kılmıştır. Sonra Allah Teâlâ'nm âsi kullarının üzerine gerdiği ör tünün delinmezliğine bakî Onu, keşfetme yolunu daraltmak sure tiyle nasıl örtmüştür? Buna dikkat et! Bu bakımdan gizlilerin açığa vurulduğu ve kalplerin delindiği günde Allah Teâlâ'nın bu lütuf ve kereminden mahrum olmamayı ümit ederiz.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah Teâlâ bu dünyada herhangi bir kulunun ayıbını örtmüşse o ayıbı ahirette teşhir etmemesi keremine daha lâyıktır. Eğer dünyada bu ayıbı göstermişse, ahirette ikinci bir defa teşhir etmesi şânına daha çok yakışır.166
Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor: Bir gece Hz. Ömer'le bir likte Medine sokaklarında dolaşıyorduk. Bir ara gözümüze bir ışık ilişti. Oraya doğru yürüdüğümüzde bunun bir evin penceresinden geldiğini gördük. İçeriden bağrışmalar ve birtakım gürültüler ge liyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer elimden tutarak şöyle dedi: - Bu ev kimindir biliyor musun? - Hayır bilmiyorum. - Bu ev Rabia b. Ümeyye b. Halefin evidir. Onlar şu anda içki içiyorlar. Bu konuda ne dersin? (Ne yapalım)? - Ya emîr'el-mü'minîn! Bence biz, Allah Teâlâ'nın yasaklamış olduğu bir fiili yapmak üzereyiz. Çünkü Allah Teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz (gizli hâlleri araştırmayınız!)' (Hucurat/12) buyur maktadır.
Bunun üzerine Hz. Ömer gerisin geriye döndü ve onları olduğu gibi bıraktı. Onun bu hareketi, kulların ayıbının örtülmesinin farz olduğuna ve başkasının kusurunu aramanın yasak olup terkedil mesi gerektiğine delâlet eder.
Nitekim Hz. Peygamber, Muaviye b. Ebi Süfyan'a şöyle buyurmuştur: Eğer halkın kusurlarını araştırırsan onları ifsad edersin veya ifsadlarma sebep olursun'.107
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Ey lisanlarıyla iman edip de kalplerine iman girmeyenler! Sakın müslümanların gıybetini yapıp kusurlarını araştırmayın; çünkü kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa Allah Teâlâ da onun kusurunu araştırır. Allah Teâlâ da kimin kusurunu araştırırsa, onu evinin içinde dahi olsa rezil eder.168
Hz. Ebubekir Sıddîk şöyle buyurmuştur: 'Eğer herhangi bir kimseyi Allah'ın yasaklarından birini işlerken görürsem, onu tutmadığım gibi bu konuda bana yardımcı olması için de hiç kim seyi çağırmam'.
Seleften biri şöyle anlatır: Abdullah b. Mes'ud'un yanında otu ruyordum. O sırada bir kişi adamın birini çekerek getirdi ve Abdullah b. Mes'ud'a onun sarhoş olduğunu söyledi. İbn Mes'ud getirilen adamın ağzının koklanmasmı istedi. Kalkıp ağzını kok ladılar. Gerçekten sarhoştu. İbn Mes'ud kendisine gelinceye kadar onu hapsetti. Sonra bir sopa istedi. Onun budaklarını yonttuktan sonra da haddi tatbik edecek olan kişiye 'Vur ve elini kaldır. Her âzasının hakkını ver' dedi. Böylece üzerinde bir aba ve yünden yapılmış bir elbise olduğu halde ona ceza tatbik edildi. Bundan sonra İbn Mes'ud onu getiren zata 'Sen bu adamın nesi oluyor sun?' diye sordu. O da 'Amcasıyım' dedi. Bunun üzerine İbn Mes'ud şunları söyledi: "Sen yeğenini güzel bir şekilde yetiştirmediğin gibi onun ayıbını da örtmedin. İmamın (kadı, dev let başkanı) ise kendisine aksettirilen suçların cezasını tatbik et mesi gerekir. Eğer böyle olmasaydı tatbik etmezdim; çünkü Allah Teâlâ affedicidir ve affedenleri de sever. 'Bağışlasınlar! Hoş gör sünler! Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?" (Nur/22) Sonra şöyle dedi:
Ben uygulanan ilk el kesme cezasını hatırlıyorum. Hz. Peygambere bir hırsız getirilmiş; o da onun elini kes tirmişti. Bunu yaptıktan sonra mübarek yüzünün değişmiş olduğu görüldü. Bunun üzerine ashab-ı kirâm 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu olaya çok üzülmüş görünüyorsunuz?' dediler. Hz. Peygamber 'Nasıl üzülmeyeyim! Sakın kardeşleriniz aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız' buyurdu. Ashab-ı ki râm bu kez 'O halde neden onu affetmedin?' diye sordular. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Sultanın, kendisine aksettiri len suçların cezasını tatbik etmesi gerekir. (Fakat) Allah Teâlâ affedicidir ve affı sever'. Sonra da Nûr sûresinin 22. ayetini sonuna kadar okudu.109
Diğer bir rivayette de 'Hz. Peygamberin mübarek yüzü o kadar solmuştu ki sanki kül serpilmişti' denilmektedir.
Hz. Ömer, bir gece Medine-i Münevvere sokaklarında gezi yordu. Bir evin içinde bir erkeğin şarkı söylediğini işitti. Duvarı aşıp içeri girdiğinde, yanında bir kadın ile şarap bulunan bir erkek gördü. Bunun üzerine şöyle haykırdı: - Ey Allah'ın düşmanı! Kendisine isyan ettiğin halde Allah'ın seni örteceğini mi sandın? - Ya emîr'el-mü'minîn! Acele etme! Sen de âsisin. Hem Allah'a karşı ben bir kere isyan ettimse, sen üç kere isyan ettin. Şöyle ki Allah Teâlâ 'Sakın tecessüs etmeyiniz' (Hucurat/12) dediği halde sen tecessüs ettin. O, '(Câhiliyye devrinde yapıldığı gibi) evlere arkalarından girmeniz iyilik değildir. Lâkin iyilik ve hayır, haramlardan sakınanın iyiliğidir' (Bakara/189) demiştir. Oysa sen içeriye duvardan tırmanarak girdin. Yine Allah 'Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, izin alıp sahiplerine selâm vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki,düşünür, hikmetini anlarsınız' (Nûr/27) buyurduğu halde sen izin almaksızın ve selâm vermeksizin içeri daldın. Eğer seni affedersem nasıl bir hayır yaparsın? - Ya emîr'el-mü'minîn! Allah'a yemin ederim ki eğer beni affedersen bundan böyle bu işi yapmamaya söz veriyorum.Bunun üzerine Hz. Ömer adamı öylece bırakıp çıktı.
damın birisi Abdullah b. Ömer'e 'Ya Ebu Abdurrahmân! Hz. Peygamber kıyamet günündeki necvâ (gizli soruşturma) hakkında ne söyledi?' diye sordu. İbn Ömer de Hz. Peygamberin bu konuda şöyle buyurduğunu söyledi:
Allah Teâlâ mü'min kuluna yaklaşır. Onu himayesine alıp halkın gözünden gizleyerek kendisine 'Şu günahı biliyor musun?' diye sorar. O da 'Evet, biliyorum ve onu işledim' der. Böylece Allah Teâlâ ona bütün günahlarını ikrar ve iti raf ettirir. Bu şekilde kişi kesinlikle helâk olduğunu görür. Allah Teâlâ ona 'Ey kulum! Ben dünyada senin bu günah larını ancak bugün affetmeyi irade ettiğim için örttüm' der Bunun üzerine kişiye hasenat defteri verilir. Kâfirler ile mü nâfıklara gelince, bunlar hakkında hafaza melekleri şöyle haykırırlar: 'Bunlar rablerini yalanlayan kimselerdir. Allah'ın lâneti zâlimler üzerinedir'.170
Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: Ümmetimin tamamı affolunmuştur (veya olunur). Ancak mücâhirler bu hükmün dışmdadırlar. Kişinin kötülüğü giz lice işleyip sonra onu sağda solda söylemesi mücâhirliğe gi rer.171
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Dinlenilmelerini istemeyen kimselerin konuşmalarını dinlemek isteyen kişinin kulağına kıyamet gününde eritilmiş kurşun akıtılır.172
16. Töhmet yerlerinden sakınmalıdır. Müslüman, halkın kal bini kendisi hakkında su-i zannda bulunmaktan ve dillerini de gıybetini yapmaktan korumak için böyle yerlere gitmemelidir. Çünkü halkın, dedikodusunu yapmak suretiyle Allah'a isyan et melerine sebep olmuş olur. Dolayısıyla onların ortağı olur.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Müşriklerin Allah'tan başka taptıkları putlara sövmeyin ki, onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah'a sövmesinler.(En'am/108)
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: - Anne ve babasına küfreden kimse hakkında ne dersiniz? - Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi anne ve babasına küfreder mi? - Evet. Kişi başkasının ebeveynine küfreder. Onlar da dönüp onun ebeveynine (anne ve babasına) küfrederler.173
Enes b. Mâlik şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber birgün hanımlarından birisiyle konuşurken yanlarından biri geçti. Hz. Peygamber onu çağırarak şöyle dedi: - Bu, hanımım Safiye'dir. - Ey Allah'ın Rasûlü! Senin hakkında da kötü zanda bulunacakdeğiliz ya! - Şeytan, insanoğlunun bedeninde tıpkı kanın dolaştığı gibi dolaşır.174
Başka bir rivayette şu fazlalık vardır: 'Sizi (ikinizi), kalbinize herhangi bir şüphe gelir korkusuyla çağırdım'.175
Bu rivayete göre Rasûlullah'ın yanından geçen, bir kişi değil iki kişidir. Rasûlullah onlara şöyle buyurmuştur: 'Bir dakika du rur musunuz? Bu yanımdaki kadın, hanımım Safiye'dir'. Bu olayda Safiye validemiz, Ramazan'ın son on gününde (itikafta bulunan) Hz. Peygamberi ziyarete gelmişti. (Rasûlullah da onu uğurluyordu).
Hz, Ömer şöyle buyurmaktadır: 'Kendisini töhmet altında bırakacak yerlere devam eden kimse, hakkında su-i zannda bulu nan kimseleri kınamasın'.
Hz. Ömer birgün yol kenarında bir kadınla konuşan birini kamçıladı. Adam 'Bu benim hanımımdır' dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer 'O halde niçin hiç kimsenin sizi göremeyeceği bir yere çe kilmiyorsunuz?' buyurdu.
17. Müslüman meşrû işlerinde tanıdığı ve sözünün geçtiği kimseler nezdinde şefaatçı olmalı; gücü yettiğince müslümanlarm ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Benim yanıma gelinir. Benden sorulur ve ih tiyaçların giderilmesi istenilir. Böyle bir durumda gelenler için şefaatçı olunuz ki, sevap kazanmış olasınız ve Allah Teâlâ da sevdiği şeyleri peygamberinin eliyle yerine getirmiş olsun'176
Muaviye Hz. Peygamberin şöyle dediğini nakleder: Nezdimde başkaları için şefaatte bulunun. Ben yapmak is tediğim bazı şeyleri, nezdimde şefaatçı olup sevap kaza nasınız diye geciktiriyorum.177
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: - Dil sadakasından daha üstün bir sadaka yoktur.178 - Ey Allah'ın Rasûlü! Dil sadakası niçin diğer sadakalardan daha üstündür? - Şefaat sayesinde kan dökülmesi önlenir. Onun vasıtasıyla bir müslümana fayda sağlanır ve yine onun vasıtasıyla başka bir müslümandan da bir zarar defedilir.
İkrime, İbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: "Büreyre'nin kocası Mugis bir köle idi. Onun, hürriyetine kavuştuktan sonra kendisin den ayrılan karısı Büreyre'nin arkasına düşerek ağlayışı ve gözyaşlarının sakalı üzerine yuvarlanışı hâlâ gözlerimin önünde dir. Rasûlullah birgün bana 'Sen Mugis'in Büreyre'yi çılgınca sevişine; Büreyre'nin de ona, onun kendisini sevdiği derecede buğzedişine şaşmıyor masun?' dedi. Sonra da Büreyre'yi çağırtarak şöyle buyurdu: 'Ey Büreyre! Keşke kocana dönüp onu kabul etseydin. Çünkü o, çocuğunun babasıdır'. Büreyre 'Ya Rasûlallah! Bu sözünüzle ona dönmemi emrediyorsanız bunu ya parım' dedi. Hz. Peygamber de 'Hayır, ben sadece şefaat ve dilekte bulunuyorum dedi".179
18. Konuşmadan önce selâm vermeli ve selâm verirken de karşıdaki müslümanla musâfaha yapmalıdır:
Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kim selâmdan önce söze başlarsa, selâm verinceye kadar ona cevap vermeyiniz.180
Seleften biri şöyle anlatıyor: Rasûlullah'm huzuruna girdim. Selâm vermedim ve girmek için izin de istemedim. Bunun üzerine Hz, Peygamber 'Geri dön ve esselâmu aleyküm diyerek gir' bu yurdu.181
Câbir'in rivayetine göre Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur: Evlerinize girdiğiniz zaman orada bulunanlara selâm veri niz. Çünkü selâm vererek girdiğiniz eve şeytan girmez.182
Enes şöyle anlatır: Rasûlullah'a (s.a) sekiz sene hizmet ettim. Bana bir defasında şöyle demişti: Ey Eııes! Abdesti güzelce al ki ömrün artsın. Ümmetimden kime rastlarsan selâm ver ki hasenelerin çoğalsın. Evine girdiğin zaman aile efradına selâm ver ki, evinin hayrı çoğalsın.183
Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: İki mü'min karşılaştıkları zaman musâfaha ederlerse aralarında yetmiş mağfiret taksim olunur; bu yetmiş mağfiretin altmışdokuzu onlardan, daha güleryüzlü olup arkadaşını daha iyi karşılayana verilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: (Bir mü'min tarafından) selâmlandığmız zaman ya daha güzeliyle karşılık verin ya da aynısıyla mukabele edin! (Nisa/86)
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: - Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir ameli haber vereyim mi? - Evet ey Allah'ın Rasûlü. - Aranızda selâmı yayın!184
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Bir müslüman, müslüman bir kardeşine selâm verir ve o da mukabelede bulunursa melekler kendisi için yetmiş salât getirirler ve dua ederler.185
Bir müslüman diğer bir müslümanın yanından geçer de se lâm vermezse, melekler onun bu davranışına hayret eder ler.186
Binici yayaya selâm verir. Topluluktan biri selâm verdi mi, kâfidir.187
Katâde şöyle diyor: 'Sizden önceki kavimlerin selâmı secde et mekti. Allah Teâlâ bu ümmete selâmı (esselâmu aleyküm demeyi) verdi ki bu ehl-i cennetin selâmıdır'.
Ebu Müslim Havlânî bazı cemaatlerin yanından geçerken se lâm vermez;'Selâm vermememin sebebi, selâmımı almama larından ve dolayısıyla da meleklerin onları lanetlemelerinden korkmamdır' derdi Musâfahanın (el sıkma) selâmla birlikte yapılması sünnettir. Birgün Rasûlullah'ın huzur-u saâdetine giren bir kişi 'Esselâmü aleyküm' dedi. Hz. Peygamber &
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.