Dolar (USD)
34.62
Euro (EUR)
36.23
Gram Altın
2916.70
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Müminun suresinin okunuşu nasıldır?

Müminun suresi Mekke döneminde inmiştir. 118 ayet olan Müminun suresi adının birinci ayette geçen müminun kelimesinden almıştır. Müminun mü’minler anlamına geliyor. Müminun suresinde müminlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir. İşte Müminun suresinin okunuşu...
Müminun suresinin okunuşu nasıldır?
08 Temmuz 2020 13:55:00
Müminun suresi Mekke döneminde inmiştir. 118 ayet olan Müminun suresi adının birinci ayette geçen müminun kelimesinden almıştır. Müminun mü’minler anlamına geliyor. Müminun suresinde müminlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir. İşte Müminun suresinin okunuşu...

Müminun suresi Mekke döneminde inmiştir. 118 ayet olan Müminun suresi adının birinci ayette geçen müminun kelimesinden almıştır. Müminun mü’minler anlamına geliyor. Müminun suresinde müminlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir. İşte Müminun suresinin okunuşu...

Mekke döneminde inmiştir. 118 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMü’minûn” kelimesinden almıştır. “el-Mü’minûn”, mü’minler demektir. Müşriklere son uyarı niteliğindeki bu sûrede, mü’minlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir. Mushaftaki sıralamada yirmi üçüncü, iniş sırasına göre yetmiş dördüncü sûredir. Enbiyâ sûresinden sonra, Secde sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Mü’minûn sûresinin öncelikli konusu inananların üstün nitelikleridir. Daha sonra her bir insanın anne karnındaki oluşum süreci, Hz. Nûh ve adı verilmeyen bir peygamber ile Mûsâ ve Hârûn hakkında ibretli bilgiler, tebliğlerinin ortak noktaları, peygamberlerin yolundan giden ümmetlerin ve onların yolundan sapan inkârcıların başlıca özellikleri, Mekke putperestlerinin, sorulduğunda Allah’ın yaratıcı gücünü kabul etmelerine rağmen O’na ortak koşmaları ve âhirete inanmamaları, bunların âhiretteki acıklı durumları, pişmanlıkları ve karşılık bulmayacak dilekleri hakkında açıklamalar yapılmaktadır. Sûre, “Rabbim! Beni bağışla, bana merhamet et; sen merhametli olanların en üstünüsün!” meâlindeki dua cümlesiyle son bulur.

Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resûlullah, bir ara olağan üstü vahiy hallerinden birini yaşarken kıbleye dönüp ellerini kaldırarak, “Allahım! Bize nimetini arttır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ihsan et, mahrum etme; bizi seçkin kıl (düşmanlarımıza karşı) zayıf duruma düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi senden hoşnut kıl!” diye dua ettikten sonra, “Şu anda bana on âyet indi; kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” buyurmuş, ardından da bu sûrenin ilk on âyetini okumuştur (Müsned I, 34).1 – 11

MÜMİNUN SURESİNİN TÜRKÇE VE ARAPÇA OKUNUŞU İLE MEALİ

Müminûn 1 (Mealleri Karşılaştır): Kad eflehal mu’minun(mu’minune).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ قَدْ أَفْلَحَ ٱلْمُؤْمِنُونَ
Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Müminûn 2 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne hum fî salâtihim hâşiûn(hâşiûne).
ٱلَّذِينَ هُمْ فِى صَلَاتِهِمْ خَٰشِعُونَ
Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.

Müminûn 3 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum anil lagvi mu’ridûn(mu’ridûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَنِ ٱللَّغْوِ مُعْرِضُونَ
Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.

Müminûn 4 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum liz zekâti fâilûn(fâilûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَوٰةِ فَٰعِلُونَ
Onlar ki, zekâtı öderler.

Müminûn 5 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَٰفِظُونَ
Onlar ki, ırzlarını korurlar.

Müminûn 6 (Mealleri Karşılaştır): İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
إِلَّا عَلَىٰٓ أَزْوَٰجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَٰنُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ
Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.

Müminûn 7 (Mealleri Karşılaştır): Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
فَمَنِ ٱبْتَغَىٰ وَرَآءَ ذَٰلِكَ فَأُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْعَادُونَ
Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar haddi aşanlardır.

Müminûn 8 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ لِأَمَٰنَٰتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَٰعُونَ
Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.

Müminûn 9 (Mealleri Karşılaştır): Vellezîne hum alâ salavâtihim yuhâfızûn(yuhâfızûne).
وَٱلَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَوَٰتِهِمْ يُحَافِظُونَ
Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.

Müminûn 10 (Mealleri Karşılaştır): Ulâike humul vârisûn(vârisûne).
أُو۟لَٰٓئِكَ هُمُ ٱلْوَٰرِثُونَ
İşte bunlar varis olanların ta kendileridir.

Müminûn 11 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne yerisûnel firdevs(firdevse), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
ٱلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَٰلِدُونَ
Onlar Firdevs cennetlerine varis olurlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

Müminûn 12 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad halaknal insâne min sulâletin min tîn(tînin).
وَلَقَدْ خَلَقْنَا ٱلْإِنسَٰنَ مِن سُلَٰلَةٍ مِّن طِينٍ
Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.

Müminûn 13 (Mealleri Karşılaştır): Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn(mekînin).
ثُمَّ جَعَلْنَٰهُ نُطْفَةً فِى قَرَارٍ مَّكِينٍ
Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.

Müminûn 14 (Mealleri Karşılaştır): Summe halaknen nutfete alakaten fe halaknel alakate mudgaten fe halaknel mudgate ızâmen fe kesevnel izâme lahmen summe enşe´nâhu halkan âhar(âhara), fe tebârekallâhu ahsenul hâlikîn(hâlikîne).
ثُمَّ خَلَقْنَا ٱلنُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا ٱلْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا ٱلْمُضْغَةَ عِظَٰمًا فَكَسَوْنَا ٱلْعِظَٰمَ لَحْمًا ثُمَّ أَنشَأْنَٰهُ خَلْقًا ءَاخَرَ ۚ فَتَبَارَكَ ٱللَّهُ أَحْسَنُ ٱلْخَٰلِقِينَ
Sonra bu az suyu “alaka” hâline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!

Müminûn 15 (Mealleri Karşılaştır): Summe innekum ba´de zâlike le meyyitûn(meyyitûne).
ثُمَّ إِنَّكُم بَعْدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ
Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.

Müminûn 16 (Mealleri Karşılaştır): Summe innekum yevmel kıyâmeti tub’asûn(tub’asûne).
ثُمَّ إِنَّكُمْ يَوْمَ ٱلْقِيَٰمَةِ تُبْعَثُونَ
Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.

Müminûn 17 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad halaknâ fevkakum seb´a tarâika ve mâ kunnâ anil halkı gâfilîn(gâfilîne).
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَآئِقَ وَمَا كُنَّا عَنِ ٱلْخَلْقِ غَٰفِلِينَ
Andolsun, biz sizin üzerinizde yedi yol yarattık. Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.

Müminûn 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve enzelnâ mines semâi mâen bi kaderin fe eskennâhu fîl ardı ve innâ alâ zehâbin bihî le kâdirûn(kâdirûne).
وَأَنزَلْنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءًۢ بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّٰهُ فِى ٱلْأَرْضِ ۖ وَإِنَّا عَلَىٰ ذَهَابٍۭ بِهِۦ لَقَٰدِرُونَ
Biz, gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.

Müminûn 19 (Mealleri Karşılaştır): Fe enşe’nâ lekum bihî cennâtin min nahîlin ve a’nâb(a’nâbin), lekum fîhâ fevâkihu kesîretun ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
فَأَنشَأْنَا لَكُم بِهِۦ جَنَّٰتٍ مِّن نَّخِيلٍ وَأَعْنَٰبٍ لَّكُمْ فِيهَا فَوَٰكِهُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Onunla sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz.

Müminûn 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve şecereten tahrucu min tûri seynâe tenbutu bid duhni ve sıbgın lil âkilîn(âkilîne).
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِن طُورِ سَيْنَآءَ تَنۢبُتُ بِٱلدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِّلْءَاكِلِينَ
Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.

Müminûn 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve inne lekum fil en’âmi le ibreh(ibreten), nuskîkum mimmâ fî butûnihâ ve lekum fîhâ menâfiu kesîretun ve minhâ te’kulûn(te’kulûne).
وَإِنَّ لَكُمْ فِى ٱلْأَنْعَٰمِ لَعِبْرَةً ۖ نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِى بُطُونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَٰفِعُ كَثِيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَ
Hayvanlarda sizin için elbette bir ibret vardır. Onların içlerindeki sütten size içiririz. Onlarda sizin için daha birçok faydalar da vardır ve onlardan yersiniz de.

Müminûn 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve aleyhâ ve alel fulki tuhmelûn(tuhmelûne).
وَعَلَيْهَا وَعَلَى ٱلْفُلْكِ تُحْمَلُونَ
Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.

Müminûn 23 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî fe kâle yâ kavmi’ budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).
وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِۦ فَقَالَ يَٰقَوْمِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
Andolsun biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.

Müminûn 24 (Mealleri Karşılaştır): Fe kâlel meleullezîne keferû min kavmihî mâ hâzâ illâ beşerun mıslukum yurîdu en yetefaddale aleykum, ve lev şâallâhu le enzele melâikeh(melâiketen), mâ semi’nâ bi hâzâ fî âbâinel evvelîn(evvelîne).
فَقَالَ ٱلْمَلَؤُا۟ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن قَوْمِهِۦ مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُرِيدُ أَن يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَآءَ ٱللَّهُ لَأَنزَلَ مَلَٰٓئِكَةً مَّا سَمِعْنَا بِهَٰذَا فِىٓ ءَابَآئِنَا ٱلْأَوَّلِينَ
Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”

Müminûn 25 (Mealleri Karşılaştır): İn huve illâ raculun bihî cinnetun fe terabbasû bihî hattâ hîn(hînin).
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌۢ بِهِۦ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا۟ بِهِۦ حَتَّىٰ حِينٍ
“Bu, ancak cinnet getirmiş bir adamdır. Öyle ise bir müddet onu gözetleyiniz.”

Müminûn 26 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ
(Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

Müminûn 27 (Mealleri Karşılaştır): Fe evhaynâ ileyhi enısnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ fe izâ câe emrunâ ve fâret tennûru fesluk fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu minhum, ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn(mugrakûne).
فَأَوْحَيْنَآ إِلَيْهِ أَنِ ٱصْنَعِ ٱلْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَآءَ أَمْرُنَا وَفَارَ ٱلتَّنُّورُ ۙ فَٱسْلُكْ فِيهَا مِن كُلٍّ زَوْجَيْنِ ٱثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَن سَبَقَ عَلَيْهِ ٱلْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَٰطِبْنِى فِى ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ ۖ إِنَّهُم مُّغْرَقُونَ
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift, bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”

Müminûn 28 (Mealleri Karşılaştır): Fe izesteveyte ente ve men meake alel fulki fe kulil hamdu lillâhillezî neccânâ minel kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
فَإِذَا ٱسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى ٱلْفُلْكِ فَقُلِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى نَجَّىٰنَا مِنَ ٱلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.

Müminûn 29 (Mealleri Karşılaştır): Ve kul rabbi enzilnî munzelen mubâreken ve ente hayrul munzilîn(munzilîne).
وَقُل رَّبِّ أَنزِلْنِى مُنزَلًا مُّبَارَكًا وَأَنتَ خَيْرُ ٱلْمُنزِلِينَ
Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”

Müminûn 30 (Mealleri Karşılaştır): İnne fî zâlike le âyâtin ve in kunnâ le mubtelîn(mubtelîne).
إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَٰتٍ وَإِن كُنَّا لَمُبْتَلِينَ
Şüphesiz bu olayda ibretler vardır. Biz gerçekten (kullarımızı) imtihan ederiz.

Müminûn 31 (Mealleri Karşılaştır): Summe enşe’nâ min ba’dihim karnen âharîn(âharîne).
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قَرْنًا ءَاخَرِينَ
Sonra onların (Nûh kavminin) ardından başka bir nesil yarattık.

Müminûn 32 (Mealleri Karşılaştır): Fe erselnâ fîhim resûlen minhum eni’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), e fe lâ tettekûn(tettekûne).
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْهُمْ أَنِ ٱعْبُدُوا۟ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُۥٓ ۖ أَفَلَا تَتَّقُونَ
Onlara, kendilerinden, “Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur, hâlâ O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” diye öğüt veren bir peygamber gönderdik.

Müminûn 33 (Mealleri Karşılaştır): Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye’kulu mimmâ te’kulûne minhu yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
وَقَالَ ٱلْمَلَأُ مِن قَوْمِهِ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ وَكَذَّبُوا۟ بِلِقَآءِ ٱلْءَاخِرَةِ وَأَتْرَفْنَٰهُمْ فِى ٱلْحَيَوٰةِ ٱلدُّنْيَا مَا هَٰذَآ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”

Müminûn 34 (Mealleri Karşılaştır): Ve lein eta’tum beşeren mislekum innekum izen le hâsirûn(hâsirûne).
وَلَئِنْ أَطَعْتُم بَشَرًا مِّثْلَكُمْ إِنَّكُمْ إِذًا لَّخَٰسِرُونَ
“Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız.”

Müminûn 35 (Mealleri Karşılaştır): E yaıdukum ennekum izâ mittum ve kuntum turâben ve izâmen ennekum muhracûn(muhracûne).
أَيَعِدُكُمْ أَنَّكُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُنتُمْ تُرَابًا وَعِظَٰمًا أَنَّكُم مُّخْرَجُونَ
“O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”

Müminûn 36 (Mealleri Karşılaştır): Heyhâte heyhâte limâ tûadûn(tûadûne).
۞ هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَ
“Hâlbuki bu size vaad olunan şey, ne kadar da uzak!”

Müminûn 37 (Mealleri Karşılaştır): İn hiye illâ hayâtuned dunyâ nemûtu ve nahyâ ve mâ nahnu bi meb’ûsîn(meb’ûsîne).
إِنْ هِىَ إِلَّا حَيَاتُنَا ٱلدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثِينَ
“Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.”

Müminûn 38 (Mealleri Karşılaştır): İn huve illâ raculunifterâ alâllâhi keziben ve mâ nahnu lehu bi mu’minîn(mu’minîne).
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ ٱفْتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا وَمَا نَحْنُ لَهُۥ بِمُؤْمِنِينَ
“Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”

Müminûn 39 (Mealleri Karşılaştır): Kâle rabbinsurnî bimâ kezzebûn(kezzebûni).
قَالَ رَبِّ ٱنصُرْنِى بِمَا كَذَّبُونِ
O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

Müminûn 40 (Mealleri Karşılaştır): Kâle ammâ kalîlin le yusbihunne nâdimîn(nâdimîne).
قَالَ عَمَّا قَلِيلٍ لَّيُصْبِحُنَّ نَٰدِمِينَ
Allah, “Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!” dedi.

Müminûn 41 (Mealleri Karşılaştır): Fe ehazethumus sayhatu bil hakkı fe cealnâhum gusâen, fe bu’den lil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّيْحَةُ بِٱلْحَقِّ فَجَعَلْنَٰهُمْ غُثَآءً ۚ فَبُعْدًا لِّلْقَوْمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
Derken onları o korkunç ses, kaçınılmaz olarak kıskıvrak yakalayıverdi de kendilerini çör çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

Müminûn 42 (Mealleri Karşılaştır): Summe enşe’nâ min ba’dihim kurûnen âharîn(âharîne).
ثُمَّ أَنشَأْنَا مِنۢ بَعْدِهِمْ قُرُونًا ءَاخَرِينَ
Sonra bunların arkalarından başka nesiller yarattık.

Müminûn 43 (Mealleri Karşılaştır): Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırûne).
مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَـْٔخِرُونَ
Hiçbir ümmet, kendi ecelinin önüne geçemez, onu geciktiremez de.

Müminûn 44 (Mealleri Karşılaştır): Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
ثُمَّ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَا ۖ كُلَّ مَا جَآءَ أُمَّةً رَّسُولُهَا كَذَّبُوهُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَهُم بَعْضًا وَجَعَلْنَٰهُمْ أَحَادِيثَ ۚ فَبُعْدًا لِّقَوْمٍ لَّا يُؤْمِنُونَ
Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik. Her ümmete kendi peygamberi geldikçe, onu yalanladılar. Biz de onları birbiri ardından helâk ettik ve onları birer ibretli hikâye yaptık. Artık inanmayan bir kavim, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!

Müminûn 45 (Mealleri Karşılaştır): Summe erselnâ mûsâ ve ehâhu hârûne bi âyâtinâ ve sultânin mubîn(mubînin).
ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَٰرُونَ بِـَٔايَٰتِنَا وَسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
(45-46) Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

Müminûn 46 (Mealleri Karşılaştır): İlâ fir’avne ve meleihî festekberû ve kânû kavmen âlîn(âlîne).
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَإِي۟هِۦ فَٱسْتَكْبَرُوا۟ وَكَانُوا۟ قَوْمًا عَالِينَ
(45-46) Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular.

Müminûn 47 (Mealleri Karşılaştır): Fe kâlû e nu’minu li beşereyni mislinâ ve kavmuhumâ lenâ âbidûn(âbidûne).
فَقَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَٰبِدُونَ
Bu yüzden, “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız” dediler.

Müminûn 48 (Mealleri Karşılaştır): Fe kezzebûhumâ fe kânû minel muhlekîn(muhlekîne).
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا۟ مِنَ ٱلْمُهْلَكِين

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin