Modern çöküntü
Kekik dolu dağlarda otlayıp etine başka bir lezzet katan kuzuları yiyor, gürül gürül akan kaynak sulardan içiyor, has kumaştan gömlek giyiyorlardı. Patikadan yürürken yaylaya, içinde bin bir enzim bulunan böğürtlenlerden atıştırırken nazenin çiçeklerin burcu burcu kokusu geliyordu burunlarına her esen meltemde. Tereyağının hasını, meyvelerin özünü yiyorlardı. Basma fistan giyiyor, gümüş kemer bağlıyorlardı. Toplanınca muhabbet ediyor, içlerinden birine bir şiir söyletiyorlardı. Her şeyleri doğaldı insanların, imanı da aşkı da katıksızdı. Savaşları bile mertçeydi, delikli bir demire namert bir elle uzaktan basmıyor, her kişi bileğinin hakkınca vuruşuyordu. Savaşı, barışı bile bir başka orijinaldi. Elini tuttuğunda sevgilisinin, kalbi kuş gibi atıyor, içinde bir izdiham ki, ay ışığına çıplak gözle bakıp aynı ufuklarda kayboluyordu polar kovalent sevgi bağıyla bağlı olduğu aşkıyla.
Şimdi beton yığınları içinden dışarı çıkıyor, bol emisyonlu gri havayı solurken kara ziftli asfalta basıyor, 76 G'ye biniyor ve bilmem kaç bin hertz radyasyona maruz kalan beynimiz, yalan vaatli reklam tabelalarıyla doluyor. Yediğimiz sosun içindeki emülgatörle içtiğimiz sigaranın içindeki zehir kombinasyonu, iki rekat namaz kılarken bile zihnimizden bin tane mevzu geçirtiyor, kırk dakika dersi bile ferah bir şuurla dinleyemiyoruz. Mankutlaşmış insan modeli, tüketiyor üretiyor tüketiyor üretiyor. Doğal yaşamıyor. Onu öyle bir telkin bombardımanına maruz bırakmışlar ki, bu telefonu al, bu arabaya bin, bu tek taşı tak, uzun boylu bir sarışın bul, ancak böyle mutlu olursunu2026 O da bunların peşinden koşuyor, ne bunları elde etmeye çalışırken nede bunları elde ettiğinde mutlu oluyor. Çünkü doğası bu değil.
Aşkı da sevgisi de su00fbni bizim modern insanın. Gözlerinde safiyane bir heyecan yok. Makam, statü, desinler derdi müsade etmiyor kendi karakteriyle, ağzının tadıyla bir hata işlemeye bile! Sonra, kendi beğeniyor, aşık oluyor, yok göklere yazıyor, kimi zaman töreyi, anayı babayı çiğniyor, bildiğini okuyor, altı ay sonra da boşanıyor. Üç ay geçince de doğuruyor. Siniri, öfkesi bile GDO'lu... Nasıl sevmesini bilmediği için, nasıl buğzedeceğini de bilmiyor. Peyniri koymuşlar önüne, fare gibi koşuyor...
Sanayi toplumuna geçmese miydik ne. Tarım toplumunda Selçuklu yürük Türkmenlerin keçi kılından çadırları, eski deyişle "vatanları" olurmuş. Her maddenin bir hususiyeti vardır ya hani, bu keçi kılından çadırlara sivri sinek girmezmiş, kök boyadan dokunmuş Horasan işi halılar üzerinde gezerlermiş. Şimdi polyester halılar üzerinde dolaşıp, plastik pet şişelerden dönüşme kıyafetler giyiyoruz. Selçuklunun o bir metrekare taşına bin motif nakşeden insan modelinin basiretiyle, şimdinin beton yığını duvarları bile aradaki kültür-sanat, medeniyet farkını haykırmıyor mu, taşların diliyle?
Toprağa, yeşile; yer altından çıkan o mineralli sulara, içinden hasıl olduğumuz balçığa dokunamıyor değemiyoruz. Bu yüzden sinir-stresin gayrimeşru çocuğu olan envai çeşit hastalıklarla pençeleşiyoruz. İnsan ne yese, odur. Çok kısa ama keskin bir tabir. Nesli tükenme tehlikesinde değerli münevverlerimizden Ömer Özkaya'nın dediği gibi, iki "gate" bab-ı insan var, bu insanın iki girişinden biri yağız, diğeri zihindir. Boğazdan helal yemek, idrakten yanlış-şaibeli-yalan bilgi girdikçe o bünye teraziye gelmiyor ve doğasını şaşırıyor. Eğer bir kimsenin yediği helal, yani temiz ve üzerinde emek verdiği bir nimet, edindiği bilgiler de doğru ve hakikat ise bünyesi de doğurgan, üretken ve başarılı olur. Heyhat, yediğimiz ve dinlediğimiz izlediğimiz şeyleri düşününce, Arapça'da tahteş-şuur, İngilizce'de subliminal denilen, Türkçe'de ise henüz varlığından yeni yeni haberdar olduğumuz bilinçaltı telkinler ve mevcut dünya sisteminde egemenlerin kurduğu algı operasyonlu yabancı zihin alanında zuhur eden yalan dolan manipüle edici sulandırılmış ve bulandırılmış bilgi kirliliğinde nasıl bünyeyi fıtri fabrika ayarlarına döndereceğiz, çok karmaşık ve uzun gibi görünen bir matematik sorusu kadar çözümü kolay ve merkezde.
Çözüm; Özüne dön! Yanlış biliyoruz o meşhur lafı. 'Gel' dememiş Mevlana 'Dön' demiş. "Baza" demiş "biya" dememiş. Çünkü yeni bir yere gitmiyorsun, sana gel demiyor, dön diyor, zaten var olduğun fıtri memleketine, ait olduğun yere rücu et!.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.