Kültür buhranından kurtulmalıyız
SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN
Harf inkılabıyla birlikte Osmanlı Türkçesini
okuyamaz hale gelen nesiller birbirini takip etti. Klasik Türk Edebiyatı bir
yana, Latin alfabesiyle yazılmış Cumhuriyet dönemi eserlerini, altmış yetmiş
yıl önce basılan kitapları dahi okumakta, anlamakta zorlanıyoruz. Dilimizi
işgal eden yabancı kelimeler, kendimizi ifade ederken hapsolduğumuz kısıtlı
sözcükler ve gelişen teknolojiyle birlikte okumanın, izlemenin dakikalarla
sınırlanması, insanoğlunu sabırsız ve çabuk tüketir hale getirdi. Edebiyatımızın
dünü ve bugününü, okumanın önemini, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yapılan
inkılaplarla toplumun yüzünü ve zihnini Batı’ya döndürerek kendi kültüründen
uzaklaştırılmasından ortaya çıkan ikilemi, yabancılaşmayı Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdullah
Uçman’la konuştuk.
Müşterek kitaplarımız yok
Türkiye’de kuşaktan kuşağa ilkokuldan itibaren
Batı’nın çocuk ve gençlik öyküleri, romanları okundu. Pinokyo’yu, Pamuk
Prenses’i iyi biliyoruz ama Dede Korkut’tan bihaberiz. Bunun altında yatan
sebep nedir?
Ahmet Hamdi Tanpınar bir kitabında
‘Çocuklarımıza okutacağımız müşterek beş kitabımız yok’ diye şikâyet etmiştir.
Ben Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın son asistanıydım. Mehmet Hoca her iktidar
değiştiğinde Millî Eğitim Bakanlığı’na dilekçe yazardı, biz de daktilo ederdik:
‘İngiltere’nin, Fransa’nın herhangi bir şehrinde doğup büyüyen bir çocuk, daha
ilkokul seviyesindeyken belirli müşterek yazarları okur. Bizde ise bu yok,
mutlaka olması lazım’ şeklinde tekliflerde bulunurdu. Bu istek maalesef 70’lere
kadar pek ilgi görmedi.
Ortak bakış bir açısı sağlanacaktı
Hiç kimse bu konuda bir atılım başlatmadı mı?
Mehmet Kaplan Bey’in ısrarıyla bir dönem
MEB’in proje olarak başlattığı 1000 Temel Eser hayata geçti. Türk milletinin,
Türk kültürünün yetiştirdiği büyük şahsiyetlerin eserleri yayınlanarak belli
seviyelerde tüm kütüphanelere girecekti. Türkiye’nin çeşitli meselelerine ortak
bakış bir açısı sağlamak amacıyla bu düşünce ortaya kondu. Her ay bir kitap
çıkmaya başladı ve baskılar son derece kaliteliydi. Bir numaralı kitap Dede
Korkut, ikincisi Orhun Abideleri’ydi. Devamında Beş Şehir, Aziz İstanbul, Yunus
Emre, Mevlana’dan seçmeler ve Şeyh Galib Divanı gibi kıymetli eserler de yayınlandı.
İyi niyetli bir teşebbüstü.
Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof.
Dr. Abdullah Uçman
Kültür işlerimiz süreklilik kazanamadı
O yıllarda bir öğrenci olarak bu kitaplara
nasıl ulaşıyordunuz? Temel eser projesi devamlılık arz etti mi?
Cağaloğlu’nda Valilik’in hemen karşısında
MEB’in satış bürosu vardı. Ben o dönem öğrenciydim. Arkadaşlarımla her ay başı
yeni bir kitabın çıkıp çıkmadığını kontrol etmeye giderdik. Fiyatı da oldukça
uygundu. Maalesef bu kültür işleri Batı’da olduğu gibi Türkiye’de süreklilik kazanamadı.
Daha sonra o dönemin gazetelerinden birine teklif götürüldü ve gazetenin sahibi
teklifi kabul etti ama en fazla seksen kitap çıkabildi, baskı kalitesi de
düşüktü.
90’larda yanlış seçimler kitaplaştı
Türkiye’de tek parti dönemi Batı hayranlığının
da yabancı yazarların Türk Edebiyatı’nın usta kalemlerinin önüne geçirilmesinde
katkısı var sanırım. Peki 70’lerde pek de sürdürülemeyen temel eser projesi
daha sonraki süreçlerde hayata geçti mi?
90’lı yıllarda da MEB 100 Temel Eser faaliyeti
başlattı. O dönemde de mevcut yazarların kitaplarını belirleyip sadece Türk yazarlar
değil, Batı’dan tercümeler de basıldı. İyi seçimler yapılmamıştı. Örneğin Faulkner’in
Ses ve Öfke adlı romanı bir ortaokul ya da lise öğrencisinin okuyacağı bir kitap
değildir. Çok yanlış seçimler yapılmıştı. Her öğretmen kendi inisiyatifine göre
kitap okutuyordu ve bu boşluk henüz doldurulmuş değil. Türkiye’de bu anlamda
bir orta yol bulunmadı ve hep bu konuda da uçlarda davranıldı. Dolayısıyla bu
kültür buhranı hâlâ devam ediyor.
Şimdiki nesil okuma zevkini bilmiyor
Bir akademisyen olarak, bahsettiğiniz kültür
buhranının tesirini öğrencilerinizde de gözlemliyor musunuz?
Öğrenciyken hocalarımızın önerdiği kitapları
hemen alıp okurduk. Şimdi biz öğrencilerimize kitap önerdiğimizde ‘hocam sadece
şu bölümü okusam yeter mi, fotokopi çektirsem olur mu’ diye soruyorlar, okumak
istemiyorlar. Kitap not alınarak, zevkine varılarak okunur ama şimdiki nesiller
bu duygudan uzak.
Sultan Abdülhamid kitaba çok değer
verirdi
Osmanlı döneminde kitaba verilen önemle bugünü
karşılaştırsak nasıl bir tablo ortaya çıkar?
İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının
arkasında, eski Darulfünün Kütüphanesi vardı. Şu an orası Nadir Eserler Kütüphanesidir.
Bir gün bir kitabın arasından bir dilekçe çıktı. Bogos Keresteciyan adlı bir
İstanbul Ermenisi yaklaşık 1896 yıllarında Manzara-i Hilkat-i Cihan adlı bir
kitap yayınlamış ve bu kitabı dönemin padişahı Sultan Abdülhamid’e takdim etmek
için bir dilekçe kaleme alarak durumu izah etmiş. Dilekçede yazılan kitabın
padişahın eline ulaşıp ulaşmadığını merak ettim. Nadir Eserler Kütüphanesinde
Sultan Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndan gelen kitapları da yer alıyor. Saraya
gelen kitaplar saray mücellithanesinde özel olarak ciltlenir ve padişahın
tuğrası basılır. Bu kitap saraya gitmiş ve muhtemelen Abdülhamid’in eline de
ulaşmış. İmparatorluk zor dönemlerden geçerken ve Sultan Abdülhamid’in başında
binbir türlü bela varken yine de kitabı alıyor ve kütüphaneye konuyor. Önemli
bir nokta.
Dilde fukaralığa hapsedilmiş
durumdayız
Geçmişimizle bugünümüz arasında yaşanan kopuklukta
Osmanlıca bilmemenin de etkisi var mı?
Eski harfleri öğrenmek ayrı Osmanlıca’yı
öğrenmek ayrı bir şeydir. Eski yazıyı çalışarak on günde öğrenirsiniz. Asıl
önemli olan metinleri anlayabilmektir. Osmanlıca bilmek, konuşma ve yazı
dilinde kullanılmayan kelime ve tamlamaları öğrenmektir. Sıkça bahsedilen mezar
taşı okumak ise ayrı bir ihtisas ister. Fukaralıktan hep aynı kelimelerle
konuşuyoruz. Meramımızı otuz kırk kelimeyle anlatıyoruz.
Artık gazete, köşe yazarı okunmuyor
Bu kısır dil yapısının dil devrimi dışında bir
başka sebebi daha olabilir mi?
Bunda görselin; teknolojinin de etkisi var. Artık gazete kitap okunmuyor. Eskiden önemli köşe yazarları vardı, okurduk. Şimdi yeni nesiller köşe yazarı okumuyor. Bu yüzden kültür dünyaları son derece dar. Dolayısıyla belirli kelimelerle anlaşmaya çalışıyorlar, anlaşılmaya çalışıyoruz.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.