Kazanırsak istikbâl bizimdir...
Bizim mâzimiz; önce dünyaya, sonra dünyadan ukbâya uzanan bir göçle başlar...
Oğuzların
Bozok koluna mensup Kayılar, Cengiz Han’ın Orta Asya’daki istilâsı üzerine 13.
yüzyılda Türkistan’dan dağlardan inen sel gibi Büyük Selçuklu Devleti’nin hüküm
sürdüğü Horasan bölgesine göçerler.
Selçuklu’nun
gölgesinde yaylaklarda boy boylayıp, soy soylarlar. “Ebu’l-Feth” (fetihler babası) Anadolu
Fatihi Muhammed Alparslan’a omuz verip cenk ederek Anadolu’ya girerler. Kimsenin
boyunduruğu altına girmeden kendi kaderlerini kendileri çizerler.
MALAZGİRT, İNANMIŞLARIN ZAFERİDİR
26
Ağustos 1071’de Malazgirt Meydanı’nda zulümde sınır tanımayan Bizans İmparatoru
Romen Diyojen’in egemenliğine son
verip, Anadolu’yu Türklere yurt kılmak isteyen Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan bir Cum’a vakti yanında ordusu
olduğu halde ellerini semaya açarak, “Yâ Rabbi!.. Seni kendime vekil yapıyor,
azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum... Ey
askerlerim!.. Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Zaferi
kazanırsak istikbâl bizimdir. Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar
çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua
ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur,
gayeme ulaşırım; ya şehid olarak cennete giderim...” diyerek İ’lây-ı
Kelimetullah için bir sefere çıkar.
Büyük
Selçuklu Devleti hükümdarı Sultan Muhammed Alpaslan komutasındaki 50 bin kişi,
Bizans İmparatoru Diyojen komutasındaki 200 bin kişiye karşı büyük muharebeye tutuşur.
Tıpkı Bedir Gazvesi’nde olduğu gibi
Allah’ın yardımıyla azın çoğa galebe çaldığı Malazgirt Ovası’nda Bizans ordularına
dünya durdukça unutulmayacak bir mağlubiyet yaşatır. Sultan Muhammed Alparslan,
işte bu dua ve inançla bâtıla galebe çalarak Anadolu’nun kapılarını Türklere
açar.
ALTI ASIR SÜREN KUTLU YÜRÜYÜŞ...
Zaman
su gibi akar, gün gelir Kayı Beyi Süleyman
Şah’ın kahramanlıkları dilden dile dolaşmaya başlar. Yıllarca Erzurum’da
Erzincan’da, Ahlat’ta yaylayıp kışlarlar. Süleyman Şah, Eyyubîlerin daveti
üzerine Haçlılarla çarpışmak üzere Halep’e doğru yola çıkar. Fakat Caber Kalesi
yakınlarında Fırat’ın azgın sularında boğulur. Süleyman Şah’ın (1178 -1227)
vefatı üzerine Kayıların dirliği ve birliği bozulur. 70 bin çadırlık nüfus, 50
bin kişilik savaşçı ordu tarumar olur.
Türkmen
ve Tatarlar Şam’a, Sungur Tigin ve Gündoğdu Türkmenistan’a, Ertuğrul Bey ise 400 çadır, kardeşi
Dündar ve annesi Hayme Hatun ile Erzurum’a göçer. Ertuğrul Bey’in daralıp
bunaldığı günlerde imdadına Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Alaeddin Keykubat
yetişir. Kayılara, Söğüt vilayetini kışlak, Domaniç ve Ermeni Beli dağlarını
yaylak eyler. Selçuklularla birlikte gazadan gazaya, zaferden zafere koşan
Kayılar, önce Ankara’yı, sonra da ulu bir çınar gibi kök salacakları Söğüt’ü
yurt tutar.
Ertuğrul Gazi(d.1188)1281 yılında, 90 yaşında burada
vefat eder. Babasının vefatından sonra Kayıların başına 23 yaşındaki Osman Bey
geçer. Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye
(1299-1922) 6 asır sürecek kutlu bir yürüyüş başlar.
Tâ
ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, 29 Ekim 1923’te Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda
(1921 Anayasası) yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini Cumhuriyet
olarak ilân edene kadar. 29 Ekim 1923’te Türkiye
Cumhuriyeti kurulur.
FERASETLİ OLMAK ZORUNDAYIZ...
Büyük
badireler atlatarak bugünlere ulaşan Türkiye, yeni sınamalarla karşı karşıya...
Türkiye’nin önünde dört tane büyük problem var: Birincisi terör, ikincisi iklim
değişikliği ile ortaya çıkan doğal felaketler, üçüncüsü iç savaşlardan dolayı
maruz kalınan göç dalgası, dördüncüsü ise mega enflasyon.
Ne
göğe çadır çekmeye, ne iç savaşları durdurmaya gücümüz yeter!.. Fakat israfın
yerine üretimi ikâme etmek elimizde. Çözüm için ayağımız yere sağlam basmalı;
geçmişten ders çıkararak çözüm üretmeliyiz. Çözümün yolu da hamaset değil,
ferasettir. Aynı delikten defalarca ısırılmak kader değil, ferasetsizliktir.
İnancımız ve bu topraklar feraset ilmini bize öğretmiş, bu sayede binlerce
yıldır bu topraklarda yaşamayı başarabilmişiz. Malazgirt’ten tutun da Söğüt’te
köklü bir çınara dönüşmeyi, İstanbul’un fethinden tutun da Çanakkale’de destan
yazmayı bu ferasete borçluyuz.
Allah’ım
bizi vatansız, Kur’an’sız, ezansız, bayraksız bırakma... Umutlarımızın azaldığı
anlarda bize inşirâh ver... Tükenmez rahmetinle bizleri ahdimize sadık kıl... Devletimizi
ilelebet payidâr, ordumuzu daima muzaffer, milletimizi bahtiyar eyle... “Mâzilerine sahip çıkamayanlar, âtilerini
ihya ve inşa edemezler”in gereği atalarımızın çıktığı kutlu yolculuğun
hâtıralarını unutturma. Âmin.
*
“Ebu’l-Feth” Anadolu Fatihi Muhammed Alparslan’ı ve ordusunu rahmetle yâd
ediyor, Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Zaferi’nin 952’nci
yılını kutluyoruz.