Dolar (USD)
34.60
Euro (EUR)
36.61
Gram Altın
2934.27
BIST 100
9640.08
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Kardeşlik ve Sohbet Hakları - Gazali - İhyau Ulumiddin

Kardeşlik akdi iki şahsın arasındaki bağlantıdır. Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Kardeşlik ve Sohbet Hakları - Gazali - İhyau Ulumiddin
Kardeşlik ve Sohbet Hakları - Gazali - İhyau Ulumiddin
21 Şubat 2019 17:06:00
Kardeşlik akdi iki şahsın arasındaki bağlantıdır. Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Kardeşlik ve Sohbet Hakları - Gazali - İhyau Ulumiddin

Kardeşlik ve Sohbet Hakları

Kardeşlik akdi iki şahsın arasındaki bağlantıdır. Tıpkı eşlerin arasındaki nikah akdi gibi.. Nikah Adabı bölümünde geçtiği gibi ni kah, yerine getirilmesi farz olan birtakım hakları gerektirir ki, bu hakları nikahın hakkı olarak yerine getirmek mutlaka lazımdır. İşte kardeşlik akdi de böyledir. Bu bakımdan kardeşinin senin üzerinde malda, nefiste, dilde ve kalpte hakkı vardır. Onu affetmek, ona duada bulunmak, ona karşı samimi ve dürüst olmak, vafekâr bulunmak, kolaylık göstermek, tekellüf ve teklifi terketmek vazifendir. Bunların tamamı sekiz haktır.

Birinci Hak Birinci hak maldadır. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İki kardeşin misali, iki elin misali gibidir: Biri diğerini yıkadığı gibi kendisini de yıkar.49 Hz. Peygamber, iki kardeşi el ile ayağa değil, iki ele benzetmiştir. Çünkü iki el, aynı hedef için yardımlaştıkları gibi kardeşler de yardımlaşırlar. Kardeşlikleri ancak aynı hedef için kardeşlik yaptıkları zaman tahakkuk eder. Onlar bir yönden bir kişi gibidirler. Böyle olmaları onların sıkıntıda da, genişlikte de ortak olmalarını ge rektirir. Malda ve hâlde müşterek olmalılar. Özellik ve nefsin tercihi ortadan kalkmalıdır.

Arkadaşlarla beraber malda tâkip edilen yol üç mertebeye ayrılır.

1. O mertebelerin en düşüğü arkadaşını kölen ve hizmetçin gibi görüp, malın fazla kısmından onun ihtiyacını gidermektir. Onun ihtiyacı olduğu zaman, senin de ihtiyacından fazla malın varsa, o istemeden vermelisin. Onu istemeye mecbur etmemelisin. Eğer onu istemeye mecbur edersen kardeşlik hakkında son derece kusurlu davranmış olursun.

2. İkinci derece, onu kendi nefsinin yerine koymaktır. Malında onun ortaklığına razı olmaktır. Onu kendi nefsinin yerine koymalısın ki, malının yarısını ona vermeye nefsin razı olsun.

HasanBasri (r.a) şöyle demiştir: 'Bizden önceki müslümanların herhangibiri peştemalını ortadan ikiye böler, bir kısmını kardeşine verirdi'.

3. Üçüncü derece ki derecelerin en yücesidir kardeşini kendi nefsine tercih etmen ve onun ihtiyacını kendi ihtiyacından önce görmendir. Bu derece, sıddîklerin derecesidir. Sevişenlerin derecelerinin en son mertebesidir. Kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmen de bu derecenin meyvelerindendir.Nitekim rivayet edildi ki, sûfilerden bir cemaat halifeye ihbar edildi. Halife boyunlarının vurulmasını emretti. O grubun içinde Ebu'l-Hasan Nusî50 de vardı. Bu zat, bütün arkadaşlarından önce cellâdın önüne çıktı ki, ilk öldürülen kendisi olsun. Kendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda dedi ki: 'Ben şu anda kardeşlerimi nefsime tercih etmek istiyorum'. Onun böyle yapması, diğer arkadaşlarının kurtuluşuna vesile oldu. Nitekim bu durum uzun bir hikâyede anlatılmıştır.

Eğer sen kardeşin hakkında böyle davranamıyorsan, bil ki kardeşlik akdi sizin içinizde daha yapılmamıştır. Böyle olmayan ar kadaşlık, samimi olmayan bir arkadaşlıktır. Böyle arkadaşlığın akıl ve din açısından hiçbir değeri yoktur. Meymun b. Merhan şöyle demiştir: 'Kim kardeşlerinin iyilik yapmayı terketmelerine razı olursa, o gitsin de kabristandakilerle arkadaşlık yapsın'.

Dünya derecesine gelince... Bu derece de din sahiplerinin nez dinde makbul bir derece değildir. Rivayete göre, zamanın şeyhlerinden biri olan Utbe el-Gulam, kardeş olduğu bir kimsenin evine gelerek, ona dedi ki: Benim senin malından dört bin dirheme ihtiyacım var.

- İki bin al!

- Sen dünyayı Allah'a tercih ettin. O halde, Allah için kardeşlik iddiasından utanmaz mısın ki böyle dersin?

Dünya derecesinde olan kardeşlikler ile en uygun olan dünya işlerinde de muamele etmemektir. Ebu Hâzım şöyle demiştir: 'Allah yolunda senin bir kardeşin olduğu zaman dünya işlerinde onunla muamele etme'. Ebu Hâzım bu sözüyle dünyevî derecede olan kardeşliği kasdetmiştir. En büyük mertebeye gelince... O mertebe öyle bir mertebedir ki Allah Teâlâ mü'min kullarını onunla tavsif demiştir:

O kimselerdir ki, rablerine itaate icabet etmişler ve namazı gereği üzere kılmışlardır. İşleri de aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. (Şura/38)

Yâni onlar, mallarını ayrılmayacak derecede birbirine katmışlardır. Onların bir kısmı yükünü kardeşinin yükünden ayırmazdı. Selef-i salihînden bazıları 'Benim pabucum' diyen bir kimse ile kardeşlik yapmazlardı. Çünkü böyle bir kimse, pabucu kendi nefsine izafe etmektedir. Feth el-Mevsılî bir kardeşinin evine geldi. Kardeşi evde yoktu. Onun aile efradına emretti. Kadın, sandığını çıkardı ve açtı. Feth, ihtiyacı kadar parayı aldı, gitti. Adam evine gelince cariyesi, Feth'in yaptıklarını aynen haber verdi. Adam sevinerek cariyesine şöyle dedi: 'Eğer senin bu dediklerin doğruysa sen Allah rızası için âzâd edildin'. Bütün bunları kardeşinin yaptığına sevindiği için yapmıştır.

Bir zat, Ebu Hüreyre'nin huzuruna gelerek dedi ki: - Ben Allah rızası için seninle kardeş olmak istiyorum. - Sen kardeşliğin hakkı nedir biliyor musun? - Bana bildirsene! - Kardeşliğin hakkı şudur: Sen dinar ve dirhemini benden daha önce kullanmamalısı!!. - Ben şimdilik bu mertebeye varmış değilim. - O halde benden uzaklaş!

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali Zeynelabidin (r.a) bir kişiye şöyle dedi: 'Sizin herhangi biriniz elini kardeşinin cebine veya kesesine sokup onun izni olmadan istediği kadar parayı alabilir mi?'Adam 'hayır' deyince, Zeynelâbidin 'O halde siz kardeş değilsiniz!' dedi.

Bir grup Hasan Basrî'nin (r.a) huzuruna girip dediler ki: - Ey Ebu Said! Sen namaz kıldın mı? - Evet kıldım! - Çarşıdakiler daha namaz kılmadılar! - Kim dinini çarşıdakilerden alır? İşittiğime göre, onlar parayı kardeşlerinden esirgiyorlarmış! Bu sözünü onların yaptıklarına hayret ettiği için söylemiştir. Bir kişi İbrahim b. Edhem'in yanına vardı. İbrahim b. Edhem Kudüs-ü Şerife gitmekteydi. Yanına varan kişi dedi ki: - Seninle bu seferde arkadaş olmak istiyorum! - Senin malına senden daha fazla tasarruf edip sahip olayım diyemi benimle arkadaşlık yapıyorsun?' - Hayır, bunun için değil. - Senin doğru söylemen hoşuma gitti.

Râvi der ki, İbrahim b. Edhem, kendisine bir kişi arkadaş olduğu zaman, ona muhalefet etmezdi ve ancak kendisine uygun olan kimse ile arkadaşlık yapardı.

Ayakkabı bağı yapan bir kimsenin bir ara İbrahim b. Edhem ile arkadaşlık yaptığı rivayet edilir. Adamın birisi seferde bir konakta İbrahim b. Edhem'e bir çanak yahni verdi. İbrahim arkadaşının dağarcığını açtı, ondan bir top ayakkabı bağı aldı. Onu tirit kabına ko yup hediyeyi sahibine verdi. Arkadaşı geldiği zaman 'Bağlar nerede?' diye sordu. İbrahim 'Senin yediğin tirit ne oldu?' (Yâni onun yerine verdim). Adam 'Sen ona iki veya üç tane verseydin yeterdi' dedi. İbrahim 'Sen müsamaha ot ki, sana müsamaha edilsin'. Yine bir de fasında arkadaşının merkebini verdi. Arkadaşı geldiğinde hiçbir şey söylemedi, arkadaşı İbrahim'in böyle yapmasını 'kerih' bile görmedi.

İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Rasûîullah'ın sahâbîlerinden bir zata bir koyun kellesi hediye edildi. O zat dedi ki: 'Benim filân kardeşim benden daha muhtaçtır'. Kelleyi getireni ona gönderdi. O da başkasına göndermek suretiyle kelle dönüp dolaştı, yedi el değiştirdikten sonra yine eski zatın eline geçti'.

Rivayet ediliyor ki, Mesruk b. Ecda ağır bir borcun altına girdi ve aynı zamanda kardeşi Hayseme'nin de borcu vardı. Ravi der ki: 'Mesruk gidip Hayseme'nin haberi olmadığı halde onun borcunu ödedi. Hayseme de Mesruk'un haberi olmadığı halde onun borcunu ödedi'.

Rasûlullah (s.a) Abdurrahman b. Avf ile Said b. Rebi'i kardeş yaptığı zaman, Said b. Rebi, kardeşi Abdurrahman b. Avf ı malında kendi nefsine tercih etti. Bunun üzerine Abdurrahman 'Bunların ikisine de Allah Teâlâ senin için bereket versin' şeklinde dua ettikten sonra malı ikiye böldü. Abdurrahman'm yaptığı eşitliktir. Kardeşini kendi nefsine tercih etmek ise, müsavattan daha üstündür.

Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Eğer bütün dünya benim olsaydı, ben o dünyanın tamamını kardeşlerimden birinin ağzına koysaydım, yine de onu kardeşime az görürdüm'.

Yine o şöyle demiştir: 'Ben kardeşlerimden herhangi birisinin ağzına lokmayı verdiğimde, o lokmanın tadını kendi boğazımda his sederim'.

Kardeşlere infak fakirlere sadakadan üstün olduğu için Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Muhakkak ki, Allah yolundaki kardeşime verdiğim yirmi dirhem bence miskinlere sadaka olarak verdiğim yüz dirhemden daha sevimlidir'.

Yine Hz. Ali şöyle demiştir: 'Bir avuç yemek yapıp Allah yolun daki kardeşlerimi çağırsam bence bir köleyi âzâd etmekten daha se vimlidir'.

Bütün bu zevât-ı kirâmın, kardeşini kendi nefsine tercih etmek teki çabaları şüphesiz ki, Hz. Peygambere uymalarından ileri gel mektedir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) bir ashabıyla beraber bir ağaçlığa girdiler. Hz. Peygamber o ağaçlıktan iki misvak kesti. Onların biri eğri, diğeri ise düzgün idi. Düzgün olanını ashabına uzattı. Ashabı 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen düzgün misvakı almaya daha lâyıksın. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu: Hiçbir arkadaş yoktur ki, günün bir saatinde bile birisiyle ar kadaşlık yapsın da onun arkadaşlığından sorulmasın. Acaba o arkadaşlıkta Allah'ın hakkını yerine getirmiş midir, yoksa zayi mi etmiştir?51

Rasûlullah bu hadîs-i şerîfleriyle işaret buyurmuştur ki, arkadaşı kendi nefsine tercih etmek, arkadaşlık açısından Allah'ın hakkını yerine getirmek demektir.

Hz. Peygamber bir ara yıkanmak üzere bir kuyunun yanına vardı. Bu arada Huzeyfe b. Yeman, Rasûlullah'a sütre (perde) olmak üzere bir elbise tuttu ve Rasûlullah'ı böylece setretti. Yıkanıncaya kadar bu durum devam eti. Sonra Huzeyfe (r.a) oturup yıkanmak isteyince Rasûlullah (s.a) bu sefer elbiseyi tuttu ve Huzeyfe'yi halkın gözünden örtmek istedi. Fakat Huzeyfe Rasûlullah'ın kendisine bu şekilde hizmet etmesine bir türlü razı olmayıp şöyle dedi: 'Annem ve babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Böyle yapma!' Fakat Huzeyfe'nin didinmesi boşunaydı. Çünkü Hz. Peygamber onun iyiliğine karşılık vermek istiyordu ve böylece Huzeyfe yıkanmcaya ka dar elbiseyi de tuttu.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Arkadaşlık yapan iki kişinin Allah nezdinde en sevimlisi ar kadaşına en şefkatli davranandır.52

Rivayet ediliyor ki, Mâlik b. Dinar ve Muhammed b. Vasi, Hasan Basrî'nin evine gittiler. O sırada Hasan evde değildi. Muhammed b. Vâsı, Hasan Basrî'nin yattığı karyolanın altından, içinde yiyecek bu lunan bir sepet çıkardı ve o sepetten yemeğe başladı. Malik kendisine 'Ev sahibi gelinceye kadar elini tut, yeme!' dediyse de Muhammed b. Vâsı kulak asmadan yemeye devam etti. Çünkü Muhammed b. Vâsı, Mâlik'ten daha cömertti. Ahlâk bakımından da Mâlik'ten daha üs tündü. Bu arada Hasan Basrî içeri geldi ve dedi ki: 'Ey Mâlik! biz de Muhammed'in yaptığı gibi yapıyorduk'.

Hasan Basrî (r.a) bu sözüyle arkadaşlarının evlerinde serbest davranmanın arkadaşlıktaki samimiyetten ileri geldiğine işaret et mektedir. Nasıl böyle olmasın? Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Yâhut anahtarları ellerinizde bulunan evlerden, yahut dost larınızın evlerinden yemenizde bir güçlük yoktur. (Nûr/61)

Bu ayette dostu, insanın ailesi gibi sayılmıştır. Çünkü eskiden kardeş, evinin anahtarlarını Allah yolundaki kardeşine teslim eder ve istediği gibi kullanmasına müsaade ederdi. Buna rağmen din kardeşi, takvânın hükmüne sarılarak yemekten sakınırdı. Tâ ki Allah Teâlâ Nûr sûresinin 61. ayetini inzâl buyurup arkadaş ve dost ların yemeklerinde rahat hareket edebileceklerine izin verinceye kadar.

İkinci Hak Kardeşi istemeden önce. kardeşinin ihtiyaçlarını yerine getirmek ve bizzat onlara koşmak suretiyle yardım etmektir. Onun ihtiyaç larını özel ihtiyaçlarından önce görmektir. Nitekim mal ile yardım etmenin dereceleri olduğu gibi, hakkın da dereceleri vardır... O dere celerin en düşüğü kudreti olduğu ve kardeşi istediği anda onun ihti yacına koşmaktır. Fakat yardım ederken güler yüzle, seve seve ve kendisine bu vazifeyi yükleyen arkadaşına minnettar olarak yardım etmelidir.

Alimlerden biri şöyle demiştir: Sen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman, senin o ihtiyacını yerine getirmezse, ikinci bir defa ona hatırlat. Belki de unutmuş olur. Eğer ikinci defa hatırlatmana rağmen yapmazsa, onun üzerine tek bir getir ve şu ayeti oku: Ölüler! Allah Teâlâ onları diriltip haşredecektir. (En'am/36) (Yani onun ölü olduğunu düşün ve cenaze namazını kıl).

İbn Şübrime53 kardeşlerinden birisinin büyük bir ihtiyacını yerine getirdi. İhtiyacı yerine getirilen zat, kendisine bir hediye getirdi.

Bunun üzerine İbn Şübrime sordu: - Bu getirdiğin ne? - Bana yaptığın iyiliğin karşılığı... - Allah sana afiyet ihsan etsin! Malını al götür. Sen kardeşinden herhangi bir ihtiyacının yerine getirilmesini istediğin zaman o da, o ihtiyacını yerine getirmek için kendini yormazsa hemen abdest al ve o kardeşinin üzerinde dört tekbir getir ve onu ölmüş say!

Câfer b. Muhammed şöyle demiştir: 'Ben düşmanlarımın ihtiyaç larını karşılamaya acele ediyorum. Çünkü onların ihtiyaçlarını ye rine getirmeyip isteklerini vermediğim takdirde bir daha benden birşey istemeyeceklerinden korkuyorum'.

Düşmanlar hakkında hüküm bu ise dostlar hakkında nasıl ol malıdır? Seleften bazı kimseler arkadaşının aile efradının hâlini, ar kadaşının ölümünden kırk sene sonraya kadar sorar, onların ihtiyaçlarını yerine getirir, her gün onlara gider, onların ihtiyacını verirdi. Zaten onlar sadece babalarının vücudunu kaybetmiş sayılırlardı. Babalarının hayatında ondan görmediklerini dostundan görürlerdi. Onlardan herhangi biri kardeşinin kapısına gider ve derdi ki: 'Yağınız var mı? Tuzunuz var mı? Bir ihtiyacınız var mı?' Kardeşinin haberi olmadan böyle yapardı. Şefkat ve kardeşlik de zaten böyle yapmakla belli olur. Kişi kendi nefsine şefkat ettiği gibi, kardeşine şefkat etmezse, onun şefkatında hayır yoktur. Meymun b. Mihran şöyle demiştir: "Dostluğu sana fayda vermeyenin düşmanlığı da sana zarar vermez'.

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İyi bilin ki Allah Teâlâ'nın yeryüzünde kapları vardır. O kaplar da kalplerdir. Bu bakımdan kalplerin Allah nezdinde en se vimlisi en saf en sağlam ve en ince olanıdır.54

Yani günahtan en saf olan, dinde en kuvvetli olan ve kardeşleri hakkında en ince olandır. Kısacası kardeşinin ihtiyacı, senin ihti yacın gibi olmalı veya ihtiyacından daha önemli olmalıdır. Sen kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorsan, kardeşinin de hallerinden gafil ol mayarak onun ihtiyaçlarını da araştırmalısın. Onu istemeye mecbur etmemelisin. Aksine onun ihtiyacını kendi ihtiyacın gibi görüp yerine getirmelisin. Bunu yaparken nefsine herhangi bir pay vermemelisin. Aksine senin yardımını kabul ettiğinden dolayı onun ihtiyacını yerine getirmeye fırsat verdiği için ona minnettar olmalısın. Sadece ihtiyacını yerine getirmekle kalmamalısın. Aksine başlangıçta ihtiyacından fazla vermek suretiyle ikramda bulunmalı, onu kendi nefsine tercih etmeli, akrabalarına ve evlâdına takdim etmelisin.

Hasan Basrî şöyle derdi: 'Allah yolunda ki kardeşini teşyi eden bir kimseyi, Allah Teâlâ kıyamet gününde arşının altında meleklerin refakatinde teşyi ettirir'.

Eserde vârid olmuştur. Allah yolundaki bir kardeşiyle bir araya gelmeyi arzu ederek ziyaret eden bir kimseyi bir melek arkasından şöyle çağırır: 'Güzel oldun! Yani attığın adımlar hayırlıdır ve cennet de sana güzelleştirildi'.55

Ata b. Ebi Rebah şöyle demiştir: 'Üç günden sonra kardeşlerinizi arayınız. Eğer hasta iseler ziyaret ediniz. Eğer meşgul iseler yardımda bulununuz. Eğer unutmuşlarsa onlara hatırlatınız'.

Rivayet ediliyor ki, İbn Ömer (r.a) Hz. Peygamberin huzurunda iken durmadan sağına soluna bakıyordu. Rasûlullah, dikkatini çeken bu durumu İbn Ömer'e sordu, İbn Ömer 'Yâ Rasûlallah! Ben bir kişiyi seviyorum. Onu arıyor, fakat bulamıyorum' diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a) buna karşılık olarak şöyle buyurdu:

Sen bir kimseyi sevdiğin zaman, ismini, babasının adını ve evini sor! Bunları bildiğin takdirde, eğer hastaysa ziyaret, meşgulse kendisine yardım edersin.56

Diğer bir rivayette 'Onun dedesinin ismini, mensup olduğu soy ve sopunu sor!' ibaresi vardır. Şa'bî, birisinin yanına oturup sonra 'Ben onun yüzünü tanıyor, fakat ismini tanımıyorum' diyen bir kimse hakkında 'O ahmakların tanımasıdır' dedi.

İbn Abbas'a 'Sence insanların en sevimlisi kimdir?' diye so rulduğunda, şöyle demiştir: 'Arkadaşım'. Yine İbn Abbas şöyle demiştir: 'Hiçbir ihtiyacı olmadığı halde, üç defa benim meclisime gelen bir kimsenin mükâfatının ne kadar çok olacağını tahmin bile edemem'.

Said b. As şöyle demiştir: 'Üç defa benimle beraber oturan bir kimse için artık, bana yaklaştığı zaman onunla sevinirim. Konuştuğu zaman yüzümü ona çeviririm. Oturduğum zaman kendi sine yer açarım'. Nitekim Allah Teâlâ Feth sûresinde şöyle buyurmuştur: 'Onlar aralarında merhametlidirler' Hakikî müslümanların şefkat ve ihti ramına işarettir bu ayet... Lezzetli bir yemeği veya sevinçli bir meclisi kardeşi olmaksızın geçirmemesi de şefkattendir. Hatta kardeşi olmadığı takdirde onun olmayışından dolayı hayatı kederli olmalıdır. Kardeşinden ayrıldığından dolayı üzülmelidir.

Üçüncü Hak Bazen susan, bazen de konuşan dildir. Sükuta gelince... Kardeşinin bulunmadığı bir yerde onun ayıplarını söylemeyip sus maktır. Hatta kardeşinin konuştuklarını reddetmek hususunda da susmalı, duymamış gibi davranmalı, onunla mücadele ve münakaşa etmemeli, onun hâllerini araştırmaktan kaçınmalıdır. Onu bir yolda veya herhangi bir ihtiyacın peşinde koşarken gördüğü zaman o konuşmadan önce onun gayesini, geldiği yeri ve gideceği yeri sor mamalıdır. Çünkü çok zaman bunları belirtmek ona ağır gelir veya yalan söylemek mecburiyetinde kalabilir. Arkadaşının kendisine söy lediği sırlarını saklamalı, hiçbir zaman onları başkasına aktarma malıdır. Hatta en yakın arkadaşlarına bile... Arkadaşından ayrıldıktan sonra bile, onun arkadaşlık zamanına ait sırlarından bir şeyi açıklamamalıdır. Çünkü böyle yapmak tabiatın ve vicdanın kö tülüğünden ileri gelir. Arkadaşının arkadaşlarını, aile efradını ve çocuklarını tenkid etmekten de çekinmelidir. Başkasının arkadaşını tenkid etmemeli de hikâye etmemelidir. Çünkü başkasının küfrünü sana nakleden, sana küfretmiş olur.

Nitekim Enes (r.a) 'Hz. Peygamber hiçbir kimseye, hoşuna gitmeyecek bir sözü yüzüne vurmazdı der,57

Çünkü eziyet; haberi ilk getirenden, sonra da onu söyleyenden olur. Evet, başkasından arkadaşının lehinde dinlediklerini gizlemesi uygun bir hareket değildir. Çünkü arkadaşı önce hakkındaki medh ve senayı nakleden zattan sonra da o senayı yapandan razı olup onunla sevineceği muhakkaktır. Böyle bir durumu gizlemek, özellikle çekememezlikten gelmektedir. Kısacası arkadaşını üzen her konuşmayı ister mücmel, isterse mufassal olsun, nakletmekten çe kinmelidir. Ancak emr-i bi'l-mâruf veya nehy-i an'il-münker hususunda konuşmak kendisine gerekirse, o zaman durum değişir. Zira bu durumda arkadaşının kalbi kırılacaktır diye susmak doğru değildir. Çünkü böyle bir hususta konuşmak esasında arkadaşına iyilik yapmaktır. Her ne kadar arkadaşı böyle bir konuşmayı zahirde aleyhinde telâkki ederse de. Arkadaşının kötülüğünü, ayıplarını ve aile efradının kötülüklerini zikretmeye gelince... Bu, gıybet kısmına dahildir. Hangi müslümanın hakkında olursa olsun bu şekilde gıybet yapmak haramdır. Seni bu tür gıybetten iki şey alıkoymaktadır:

Birincisi, sen kendi nefsinin durumunu düşünmelisin. Eğer kendi durumunda tenkid edilecek birşey görürsen, o zaman müslü man kardeşinde gördüğün kusuru kendi kusuruna kıyasla normal kabul etmelisin. Takdir etmelisin ki, o kardeşin bu husus hakkında nefsini mağlup etmekten acizdir. Nitekim sen de bu gibi şeyleri yap makla nefsini mağlup etmekten aciz kalmışsın. Kardeşini kötü bir hasletinden ötürü işe yaramaz kabul etmemelisin. Çünkü (peygamberler hariç) hiç kimse tam mânâsıyla tertemiz değildir. Senin Allah'a karşı kusurların varken, onun sana karşı olan kusur larına aldırış etme! Çünkü senin, onun üzerindeki hakkın, Allah'ın senin üzerindeki hakkından daha fazla değildir.

İkincisi, muhakkak bilirsin ki, her ayıptan münezzeh ve uzak olan bir arkadaş aradığın zaman, bütün halktan uzaklaşman gere kir. Bu takdirde dünyada arkadaşlık yapacak hiçbir kimse bula mazsın. Bu bakımdan insanlardan hiçbir kimse yoktur ki, onun iyi ve kötü tarafları olmasın. O halde, iyilikler kötülüklere ağır bastığı za man hedefe varılır. Çünkü mü'min daima nefsinde kardeşinin iyiliklerini hazırlar ki, kalbinden kardeşine karşı hürmet ve muhabbet ek sik olmasın. Leim (kötü) münafık ise, daima kötülük ve ayıpları düşünür. Nitekim İbn Mübarek şöyle demiştir: 'Mü'min bir kimse mazeretleri, münafık ise günah ve hataları arar!'

Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: 'Erkeklik, arkadaşların kusurlarını affetmektir'. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur:

İyiliği gördüğü zaman örtbas eden, kötülüğü gördüğü zaman ilân eden kötü komşunun şerrinden Allah'a sığının.58

Hiçbir şahıs yoktur ki, hâlini özünde mevcut olan birtakım haslet lerle güzelleştirmekten mahrum olsun! Yine her şahıs kendisinde mevcut olan birtakım hasletlerle hâlini çirkinleştirebilir de... Rivayet ediliyor ki, bir adam Hz. Peygamber'in yanından başka bir adamı övdü. Ertesi gün, aynı adam, övdüğü adamın aleyhinde konuşmaya başladı.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurdu: Sen dün onun lehinde konuşuyordun, bugün ise aleyhindesin! Adam 'Ey Allah'ın Râsûlü! Allah'a yemin ederim, ben dünkü konuştuklarımda doğruydum ve bugün de onun aleyhinde ya lan söylemiş değilim. O, dün beni razı etmişti. Ben de onun hakkında bildiğim en güzel şeyleri söyledim. Bugün ise beni kızdırdı. Ben de hakkında bildiğim en kötü söyleri söyledim'.

Bu sözüne karşı Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Muhakkak sözün bir kısmı sihirdir.59 Sanki Hz. Peygamber bu sözüyle onun bu şekildeki hareketini ke rih görerek onu sihre benzetmiş olmaktadır. Kötü söz ve belağatli konuşmak için zorlamak, münâfıklığın iki şubesidir.60

Muhakkak Allah Teâlâ, sizin fesahatinizi ve faziletinizi gös termek maksadıyla edebî konuşmalarınızı çirkin görür.61

İmam Şafiî şöyle demiştir: 'Müslümanlardan hiç kimse yoktur ki, Allah'a itaat edip de ona isyan etmesin ve yine hiç kimse yoktur ki, Allah'a isyan edip de ona hiç itaat etmesin. Bu bakımdan kimin itaati günahlarına galip gelirse onun hareketi adalettir'.

İmam Şafiî böyle bir hareketi Allah hakkında olsa dahi adalet saydığına göre, senin böyle bir hareketi kendi nefsin için ve arkadaşın isteği hakkında adil görmen daha uygun olur. Nasıl ki arkadaşının kötü tarafları hakkında susmak sana farz işe, kalbinle de bu tarafları hakkında sükût etmek sana farzdır. Kalbin sükûtu demek onun hakkında kötü zanda bulunmayı terketmek demektir. Bu bakımdan kötü zan kalben gıybettir. Bu da dil ile gıybet gibi yasaklanmıştır. Bunun tarifi şöyledir Arkadaşının fiilini, iyi bir şekilde yorumlanması mümkün oldukça kötü bir şekilde yo rumlamamaksın. Yakîn ve müşâhede ile bilinen kısma gelince, bunu bilmemezlikten gelmek senin imkanlarının dahilinde olan birşey değildir. Bu hareketlerini unutkanlık ve yanlışlık üzerine eğer mümkünse hamletmen gereklidir.

Bu zann iki kısma ayrılır:

1. Teferrüs diye adlandırılan kısımdır. Bu kısım herhangi bir de lile dayanmaktadır. Bu delil zarurî olarak zannı tahrik eder ki insan bir türlü zannını bu tahrike kapılmaktan kurtaramaz.

2. İkinci kısmın kaynağı, onun hakkındaki kötü düşüncendir. Hatta adamdan iki yönlü bir fiil sadır olur, onun hakkındaki su-i zannın, seni o fiili en kötü şekilde yorumlamaya zorlar. Oysa o fiili bu şekilde yorumlamaya hiçbir delil ve alâmet de yoktur. Bu bâtınî bir cinayettir. Her mü'min hakkında haramdır.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle der: Muhakkak ki Allah Teâlâ mü'min için mü'minin kanını, malını, namusunu ve onun hakkında kötü zanlarda bulun mayı haram kılmıştır.62

Kötü zanndan sakınınız. Çünkü kötü zann, konuşmanın en ya lanıdır!63

Kötü zann, insanı merak ve araştırmaya sevkeder. Oysa Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: Tehassüs ve tecessüs etmeyin. Aranızdaki bağları koparmaym. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olu nuz.64

Tecessüs, başkasının hakkındaki haberleri merak etmek ve araştırmak demektir. Tehassüs ise, onu göz hapsinde tutmak demek tir. Madem Hz. Peygamber (s.a) bu hareketleri yasaklamıştır, o halde mü'minlerin ayıplarını örtmek, onların ayıplarını görmemezlikten ve bilmemezlikten gelmek, dindar kimselerin ahlâkmdandır.

Mü'minin güzel taraflarını söylemek, kötü taraflarını örtbas et mek hususunda Hz. Peygamberin duasında Allah'ı bu vasıf ile vasıflandırması senin için en büyük delildir.

Nitekim o duada şöyle denildi: 'Ey iyiliği izhar eden ve kötülüğü örten Allah!' Allah nezdinde en makbûl kul Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanan kuldur. Çünkü Allah Teâlâ ayıpları örten, günahları affeden, kulun kusurlarından vazgeçendir. Bu bakımdan sen kim oluyorsun ki, se nin gibi veya senden daha üstün bir insanın kusurlarından vazgeç miyorsun? O insan ne senin kulundur, ne de mahlûkun! Nasıl olur da yaradan affederken sen etmiyorsun?

Hz. İsa havârilere şöyle demiştir: - Siz uykuda olan kardeşinizin mahrem yerini rüzgârın açtığını görürseniz ne yaparsınız? - Biz onu setredir, örteriz. - Hayır! Siz onun avretini açarsınız. - Hayret! Neden böyle yapalım? - Sizden biri kardeşinin hakkında konuşulan bir lafı dinler, ona bazı ekler yaparak daha büyük bir yaygara ile etrafa yayar.

Kişi kendi için neyi seviyorsa, müslüman kardeşi için de onu sevmedikçe imam tamam olmaz. Arkadaşlık derecelerinin en azı, kişinin kendisi için istediğini kardeşi için de istemesidir. Şüphe yok tur ki, kardeş kardeşinden ayıbını örtmesini, kötü taraflarından söz etmemesini, ayıplarını açığa vurmamasını bekler. Eğer kardeşi bu nun tersini yaparsa, onun hakkında öfkesi gittikçe kabarır. Kardeşinden beklediğinin aksini ona yapmak elbette insafsızlıktır. Böyle bir kimseye, Kur'an'da azap va'dedilmiştir.

Azap olsun ölçüde, tartıda noksanlık edenlere ki onlar insan lardan ölçüp (haklarını aldıkları zaman) tam olarak alırlar, fakat insana (verilmek üzere) ölçtükleri yahut onlara tarttıkları zaman eksiltirler. (Mutaffifin/1-3)

Bu bakımdan nefsinin başkasına karşı gösterdiği müsamahadan daha fazlasını başkasından beklemek hasleti kimde varsa, o kimse ayet-i celilenin mefhumuna dahildir.

Başkasının kabahatlarım örtmeyip daha fazla ortaya çıkarmak için çalışmanın kaynağı insanoğlunun içinde saklı bulunan müzmin bir hastalıktır. Ona kıskançlık ve hased denilmektedir. Zira kıskanç ve hasedçi bir kimsenin içi kötülüklerle doludur. Fakat o kötülükleri içinde hapseder, gizler, fırsat bulmadıkça onları açığa vurmaz. Ne zaman bir fırsat bulursa, hayâ ortadan kalkar, içindeki pislikler dışarıya çıkmaya başlar. İçi hased ve kıskançlıkla doluysa, böyle bir kimseden uzaklaşmak en uygun bir hareket olur.

Nitekim hukemâdan biri şöyle demiştir: 'Açık azarlama, içte gizlenen hasedden daha iyidir. Hasûd bir kimseye karşı gösterilen nazikane hareketler, gittikçe onun vahşetini kabartmaktadır'.

Kalbinde herhangi bir müslümana karşı kin bulunan bir kimse nin imanı zayıf olduğu gibi, sonu da tehlikelidir. Böyle bir kalp habis olduğu için Allah Teâlâ'nın huzur-u ilahîsine elverişli değildir. Abdurrahman b. Câbir b. Nefir65 babasından şunları rivayet et mektedir: Ben Yemen'de bulunuyordum. Yahudi bir komşum vardı. Bu komşum bana sık sık Tevrat'tan bahsediyordu. Bir ara yahudi komşum yolculuktan dönmüştü. Yanma giderek şöyle dedim: 'Allah Teâlâ bizden (Araplardan) bir peygamber göndermiş... O peygamber bizi İslâm dinine dâvet etti ve bizde müslüman olduk ve aynı zamanda Tevrat'ı tasdik eden bir kitabı da Allah Teâlâ bize göndermiştir'. Bu sözlerimi dinleyen yahudi şöyle dedi:'Doğru söyledin. Fakat sizin o peygamberin getirdiklerini yerine getirmeye gücünüz yetmeyecektir. Çünkü biz peygambe rin ve onun ümmetinin vasıflarını Tevrat'ta görmekteyiz. O peygamberin ve ümmetinin vasıflarından birisi şudur: Hiçbir müslümana helâl değildir ki, kapısının eşiğini kalbinde başka bir müslümana karşı nefret olduğu halde geçmiş olsun.

Bu cümleden olarak müslüman kardeşinin kendisine emanet ettiği sırrını ifşa etmemelidir. Yalan olsa dahi o sırrını inkâr edebilir. Çünkü her yerde doğruyu konuşmak farz değildir. Nitekim yalan söylemeye mecbur olduğunda nefsinin sır ve ayıplarını örtmek kişi için caiz olduğu gibi... Öyle ise müslüman kardeşinin hakkında da aynı şeyi yapabilir. Çünkü kardeşi ile kendisi arasında fark yoktur. İkisi ancak bedenle ayrılırlar, hakikatte ise bir şahıstırlar, İşte kardeşliğin hakikati budur. Hatta gizli yapılması gereken şeyleri onun yanında açıktan yapmakla riyakâr da olmaz. Çünkü kardeşinin onun amelini bilmesi onun kendi amelini bilmesinden farklı değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kim kardeşinin ayıbını örterse Allah Teâlâ dünya ve ahirette onun ayıbını örter.66

Müslüman kardeşinin ayıbını örten bir kimse sanki diri diri gömülen bir kız çocuğunu diriltmiştir.67

Kişi etrafına bakınarak konuşursa, o konuşma oradakiler için bir emanettir.68

Meclisler, emanetle kurulur; (orada konuşulan ifşa edilmez). Ancak üç meclis bu hükmün dışındadır: Birincisi haram bir kan akıtılan meclistir. (İkincisi haram bir namusun payimal edildiği meclistir. Üçüncüsü de helalinden kazanılmayan bir malın helâl sayıldığı meclistir).69

Aynı mecliste oturan iki kişi emanetle otururlar; (manevi te minat almış olurlar). Bu bakımdan hiç kimse için helâl değildir ki arkadaşının ifşa edilmesi hoşuna gitmeyen her hangi bir sırrını ifşa etsin. 70 Ediblerden birisine denildi ki: 'Senin sır saklaman nasıldır? O edib de şöyle cevap verdi: 'Ben sırrın mezarıyım'. Denilmiştir ki: 'Hür insanların göğüsleri sırların mezarlarıdır'.

Yine şöyle denildi: 'Ahmak bir insanın kalbi ağzındadır, akıllı bir kimsenin dili ise kalbindedir'. Yani ahmak kimse nefsindekini giz lemeye gücü yetmez ve bilmediği halde açığa vurur. İşte bundan do layıdır ki ahmak bir kimsenin dostluğunu kesmek ve onun sohbetin den uzak durmak gerekir. Hatta ahmakları görmekten bile kaçınmalıdır.

Birisine şöyle soruldu: 'Sen sırrı nasıl muhafaza edersin?' Cevap olarak dedi ki: 'Haber vereni inkâr ederim. Haber almak isteyene de yemin ederim'.

Başka biri diyor ki: 'Sırrı gizlerim ve gizlediğimi de gizlerim'.

İbn Mutez71 buna şöyle belirtmiştir: 'Bana emanet edilen sırrı göğsüme yerleştiririm de göğsüm o sırra mezar olur'.

Başka biri, İbn Mutez'in bu şiirine şunları ilave ederek şöyle dedi: 'Göğsümdeki sır, kabrinin içinde yatan bir kimse gibi değildir. Çünkü kabirde yatanı görürüm ki, bir daha dirilip haşrolmayı bekli yor. Fakat ben göğsümdeki sırrı öyle unuturum ki, sanki hiçbir za man o sırra muttali olmamışımdır. Eğer benimle onun arasında sırrı sırdan gizlemek mümkün olsaydı, sır da bilmezdi'.

Seleften biri bir arkadaşına sırrını ifşa etti. Sonra ona 'Benim sırrımı korudun mu?' dedi. O da cevap olarak '(Korumak değil) onu unuttum bile.. dedi.

Ebu Said es-Sevrî72 şöyle demiştir: 'Herhangi bir kimseyle ar kadaşlık yapmak istediğin zaman, onu öfkelendir. Sonra senin du rumunu ondan sormak için birini gönder. Eğer buna rağmen o, hakkında iyi şeyler söyler, sırrını saklarsa onunla arkadaşlık yap'.

Ebu Yezid-i Bistamî'ye şöyle soruldu: 'Sen halktan kiminle ar kadaşlık yaparsın?' Cevap olarak dedi ki: 'O kimse ile ki, Allah'ın bildiğini senin hakkında bilir. Sonra Allah Azimüşşan'ın bildiğini örttüğü gibi örter'.

Zünnun-i Mısrî şöyle demiştir: 'Seni masum olarak görmek iste yen bir kimsenin arkadaşlığında hayır yoktur. Öfkelendiği zaman arkadaşının sırrını ifşa eden bir kimse alçaktır. Çünkü normal za manda sır saklamak tabiatın gereğidir'.

Hukemadan biri şöyle demiştir: Dört durumda sana karşı değişen bir kimse ile akadaşlık yapma! a) Öfkeli iken b) Razı iken c) İstekli iken d) Hevasına uyduğu anda... Arkadaşlığın gereği, bu durumların değişikliğine rağmen sadık kalmaktır. Bu sırra binaen şöyle denilmiştir: 'Kerim bir kimseyi, ar kadaşlığını kestiğin zaman senin kötülüklerini gizler, iyiliklerini söyler görürsün. Alçak bir kimsenin ise, onunla arkadaşlık kesildiğinde dostunun iyi taraflarını örtbas edip, iftiralar savurduğunu görürsün'.

Hz. Abbas,73 oğlu Abdullah'a şöyle demiştir: Ben şu kişiyi Hz. Ömer'i kastediyor görüyorum ki, seni ashab-ı kiramın ihtiyarlarından daha öne alıp kendisine yaklaştırıyor. O halde benden beş nasihat dinle: 1. Sakın onun hiçbir sırrını ifşa etme. 2. Sakın onun yanında hiç kimsenin aleyhinde bulunma. 3. Sakın ona yalan söyleme. 4. Sakın onun hiçbir emrine isyan etme. 5. Sakın o, senin herhangi bir hiyanetine muttali olmasın.

Şa'bî şöyle demiştir: 'Hz. Abbas'ın bu beş nasihatinin herbiri bin altından daha hayırlı ve faydalıdır'. Arkadaşlığın icabından biri de arkadaşının her konuştuğunda onunla muhaseme ve mücadele etmeyi bırakmaktır. Nitekim İbn Abbas (r.a) 'Sakın sefih bir kimse ile mücadele etme ki, sana eziyet etmesin! Hâlim bir kimseyle de mücadele etme ki, sana buğzetmesin demiştir.

Hz. Peygamber (s.a) de şöyle demiştir: Haksız olduğu halde, haksızlığını anlayıp mücadeleyi bırakan bir kimse için cennetin etrafında bir köşk inşa edilir. Haklı olduğu halde tatsızlık olmasın diye, herhangi bir meselede mücadeleyi terkeden bir kimse için ise cennetin en yüce ve yüksek yerinde bir köşk yapılır.

Kişinin haksız olduğu halde mücadeleyi terketmesi, farz olmasına rağmen böyle bir terkin karşılığı olarak Allah Teâlâ hadîste geçen mükâfatı ihsan eder. Haklının haklılığına rağmen mücadele ve münakaşayı terketmesinin sevabını Allah Teâlâ daha da büyük kılmıştır. Zira nefse, haklı olduğu halde susup mücadeleyi terketmek, haksızlığından dolayı mücadeleyi terketmekten daha şiddetli ve ağır gelir. Allah nezdindeki ecir ise, zahmet nisbetinde verilir. Arkadaşlar arasında hased ateşini alevlendiren sebeplerin en şiddetlisi, muhasamat ve biri diğerini küçük düşürmek niyetiyle mücadele etmeleridir. Boyle yapmak, uzaklaşma ve aradaki bağları koparmanın ta kendisidir. Çünkü aradaki bağların kopması, önce fikir ayrılığından başlar, sonra sözlerin çatışmasıyla daha sonra da bedenlerin ayrılmasıyla kendini gösterir. Oysa Hz. Peygamber (s.a) mü'minlere şöyle hitap etmektedir:

Birbirinize sırt çevirmeyin. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinizi kıskanmayın. Aranızdaki sevgi ve muhabbeti kesmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olunuz. Çünkü müslüman müslü manın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu yardımlarından mah rum etmez. Onu mahcub etmez. Müslüman kardeşini tahkir etmek, şer olarak kişiye yeter de artar. Müslümanın kanı, malı, namusu diğer müslümana haramdır.74

Hakaretlerin en şiddetlisi müslüman kardeşinle mücadele et mektir. Çünkü başkasının konuşmasını tenkid eden bir kimse, konuşmacıyı cehalet ve hamakata nisbet etmiş olur veya bu konuştuğu konunun hakikatini anlamaktan gafil olmakla suçlamak demektir. Bütün bunlar müslüman kardeşine hakarettir. Karşısındaki insanı vahşet ve nefrete sürükler. Ebu Umame Bahilî'nin rivayet ettiği hadîs-i şerifte şöyle denmektedir: Hz. Peygamber, biz mücadele ederken çıkageldi. Bu durumumuzu müşahede eden Rasûlullah (s.a) kızarak şöyle dedi:

Ey ashabım! Tartışmayı bırakın. Çünkü onun faydası azdır. Çünkü o, arkadaşlar arasında düşmanlığı körükler.75

Seleften birisi şöyle demiştir: 'Kim arkadaşıyla münakaşa ederse, onun mürüvveti azalır, şerefi, gider.

Abdullah b. Hasan (r.a) şöyle demiştir: 'Erkeklerin mücadelesin den sakın! Çünkü sen mücadele ettiğin takdirde hâlim bir kimsenin hilesinden veya alçak bir kimsenin ani çıkışlarından emin ola mazsın!...'

Seleften biri şöyle demiştir: İnsanların en âcizi arkadaş edinmek hususunda kusur gösterendir. Bundan daha aciz olan o kimselerdir ki, elde ettiği arkadaşlarını elinden kaçırır. Fazla mücadele etmek arkadaşları kaybedip aradaki bağın kopmasına vesile olur. Düşmanlığın yerleşmesine zemin hazırlar!'

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Bin kişinin sevgisiyle bir kişinin düşmanlığını satın alma!' İnsanın dostuyla mücadele etmesine, ancak akıl ve fazilet bakımından ondan daha üstün olduğunu belirtmek, onun cehaletini açığa vurmak suretiyle ona hakaret etmek gibi korkunç bir hastalık vesile olabilir. Bu hastalık aynı zamanda kibir, başkasını hakir gör mek, başkasına eziyet vermek, ahmaklık ve cehaletle ona küfretmeyi de içine alır. Zaten düşmanlık da bu demektir. Böyle bir durumla kardeşlik ve dostluk nasıl bağdaşabilir?

İbn Abbas Hz. Peygamber'den şöyle rivayet eder: Sakın kardeşinle mücadele etme! Onunla alay etme! Ona yerine getiremeyeceğin bir sözü verme.76

Muhakkak ki, malınızı vermek suretiyle herkesi memnun edemezsiniz. Fakat güler yüzle ve güzel ahlâk ile memnun edin.77

Arkadaşla mücadele etmek ise, güzel ahlâka ters düşer. Selef-i Sâlihîn arkadaşlarla mücadele etmekten o kadar kaçınmış ve sakındırmışlar ki, ondan daha iyisini yapmak mümkün değildir. Arkadaşlara yardım etmek hususunda o kadar teşvikte bu lunmuşlardır ki, artık bu teşviki dinleyip tatbik eden arkadaşlarının isteğine meydan bırakmaz. Demişler ki: Sen arkadaşına 'kalk!' dediğin zaman, o da 'nereye' derse, böyle bir kimseyle arkadaşlık yapma! Aksine arkadaşlık 'Nereye?' diye sormak değil, derhal kalkıp sormaksızın arkadaşına tâbi olmaktır.

Ebu Süleyman ed-Daranî şöyle demiştir: Irak'ta bir arkadaşım vardı. Musibetler ânında ona gidiyordum. Ona, malından bana birşey ver diyordum. O da kesesini bana atar istediğimi kesesinden alırdım. Birgün kendisine geldim ve 'Birşeye muhtacım' dedim. O bana dedi ki: 'Ne kadar istiyorsun?' Bunun üzerine onun arkadaşlığı benim gözümden düşmüş oldu.

Başka biri şöyle demiştir: "Arkadaşından bir mal istediğin zaman, o da sana 'Ne yapacaksın?' diye sorarsa o, arkadaşlık hakkını terketmiş olur". Arkadaşlığının devamı ve payidar olması, ancak sözde, fiilde ve şefkatte uygun hareket etmeye bağlıdır. Nitekim Ebu Osman Hıyfî78 şöyle demiştir: 'Arkadaşlara uymak onlara şefkat göstermekten daha hayırlıdır'. Ebu Osman'ın bu sözü doğrudur.

Dördüncü Hak Dilin hakkıdır. Çünkü arkadaşlık kötü şeyleri söylememeyi gerektirdiği gibi, güzel şeylerin söylenmesini de gerektirir. Güzel şeyler söylemek arkadaşlığın daha da güzel olmasını sağlar. Çünkü susmak kabir ehline arkadaş olmaktır. Arkadaşlar kendilerinden istifade edilsin diye edinilir. Yoksa onların eziyetlerinden kurtulmak için değil. Bu bakımdan kişiye düşen vazife diliyle arkadaşına kendi sini sevdirmek, sorması gerektiği ve arkadaşının kendisince sevi len ahvalini araştırıp sormaktır. Meselâ; arkadaşında olan bir sıkıntı ile ve sağlığıyla ilgilenmek gibi. Arkadaşının hoşlanmadığı bütün durumlarını lisan ve fiilleriyle arkadaşına belirtmesi gerekir. Arkadaşının hoşuna giden bütün hâllerini diliyle belirtip onlardan hoşnut olduğunu bildirmesi lâzımdır. Bu bakımdan arkadaşlığın mânâsı kolaylıkta ve zorlukta, sıkıntıda ve genişlikte bütün durum ları paylaşmak demektir.

Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle bu yurmuştur: Sizden herhangi biriniz arkadaşını sevdiği zaman ona 'Seni Allah rızası için seviyorum diye' haber versin.79

Sevginin açıklanması, sevgiyi artırdığı için Hz. Peygamber böyle bir sevgiyi haber vermeyi emretmiştir. Çünkü arkadaşın senin ken disini sevdiğini bilirse, şüphesiz onunda sana karşı sevgisi artar. Böylece sevgi iki taraftan da gelişir, kökleşir ve artar. Müslümanlar arasındaki sevgi ise şer'an istenen güzel birşeydir ve dinen makbul dür.

Bunun için Hz. Peygamber sevgi hususunda yol göstererek şöyle demiştir: birbirinize hediye veriniz ve (dolayısıyla) birbirinizi seviniz.80

Arkadaşını gerek hazır olduğu ve gerekse olmadığı zamanlarda en güzel isimleriyle çağırmak da, arkadaşlığın gereklerindendir. Nitekim Hz. Ömer şöyle demiştir: Üç haslet vardır. Bu üç haslet arkadaşının sevgisini sana karşı kesinlikle ortaya çıkarır: 1. Karşılaştığında önce ona selâm vermek. 2. Oturduğun yere geldiğinde ona yer açmak. 3. Sevdiği isimlerle onu çağırmak.

Arkadaşlığın gereği, övülmeyi seven ve yanında övülmek istediği kimselerin yanında, bildiğin en güzel durumlarıyla onu övmendir. Çünkü böyle yapmak, sevginin kazanılmasında en büyük sebeptir. Onun çocuklarını aile efradını, sanatını, fiilini, hatta aklını, ahlâkını, şeklini, yazısını, şiirini, telifini ve sevineceği her şeyini övmek de böy ledir. Fakat bütün bunlar, ifrata kaçmaksızın ve yalan olmaksızın yapılmalıdır. Ancak süslendirmeyi kabul edeni süslendirmek de ge rekir. Bundan başka onu övenlerin yapmış olduğu medh ü senayı ona ulaştırıp, bundan memnun olduğunu göstermen gerekir. Çünkü böyle bir durumu gizlemek hasedden başka bir mânâ taşımaz.

Senin için yaptığı iyiliğe karşı ona teşekkür etmek de ar kadaşlığın gereklerindendir. Hatta bilfiil sana iyilik yapmamışsa bile iyilik yapmak niyetinden dolayı da ona teşekkür etmen gerekir. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Arkadaşına iyi niyetinden ötürü teşekkür etmeyen bir kimse, onun iyiliğine karşı da teşekkür etmez'. Sevginin kazanılmasında bütün bunlardan daha tesirli olan şey, arkadaşını, gıyabında kendisine bir kötülük yapılmak istendiği, açık, yahut da do laylı yollardan şerefine dil uzatılmak istenildiği zaman müdafaa et mektir. Kardeşliğin hakkı onu himaye etmek veya yardımına koşmak hususunda kollarını sıvamak, ona saldıranı susturmak, saldırgana karşı şiddetli ve göz açtırmayacak derecede hücuma geçmektir. Bu durumda susmak, arkadaşın kalbini öfkeyle doldurur ve nefretini açığa çıkarır. Bir de arkadaşlık hakkında kusurlu davranılmış olur. Hz. Peygamber (s.a) 'Arkadaşların biri diğerine yardım eder ve birbi rinin vekâletini yapar' diyerek iki arkadaşı iki ele benzetmiştir.

Müslüman müslümanın kardeşidir. Kardeşine zulmetmez, ondan yardımını esirgemez ve onu mahrum edip ihmal et mez.81

Kişinin müslüman kardeşine yardımcı olmaması, onu düşmana teslim ve mahrum etmesi demektir. Zaten arkadaşının haysiyeti ayaklar altına alınsın diye ihmal etmek, vücudunun delik deşik ol masını ihmal etmek gibidir. Köpeklerin sana saldırdığını, etlerini parçaladığını gördüğü halde sükût edip İslâmî şefkatin ve kardeşlik hamiyetinin seni müdafaa etmek için hareket etmediğini müşahede ettiğin bir arkadaş ne kötü arkadaştır! Oysa namus ve şerefe yönelti len saldırganlık, şerefli nefislere etin parçalanmasından daha fazla tesir eder. Bu sır ve hikmete binaendir ki, Allah Teâlâ gıybeti 'ölü eti yemeye benzeterek şöyle demiştir:

Acaba sizden herhangi biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? (Hucurat/12)

Ruhun levh-i mahfuzdan mütalaa ettiğini müşahhas misallerle uyku âleminde temsil edip gösteren melek, gıybeti 'ölü etlerinin yenilmesiyle' temsil eder. Hatta rüyasında ölü etini yediğini gören bir kimse, halkın gıybetinde bulunuyor demektir. Çünkü o melek gös terdiği misalde 'şey ile 'misali' nin arasındaki münasebet ve ben zerliği gözetir. Tabiidir ki, suretin zahirine değil, aksine ruhun ye rine o misalde gösterilen mânâyı temsil eder. Bu bakımdan durum bu iken arkadaşından düşmanların saldırısını defetmek, saldırganların saldırılarını önlemek, arkadaşlık akdinde farzdır.

Mücahid şöyle der: Sen nasıl hatırlanmak istiyorsan, kardeşini de öylece hatırla.O halde, bu hususta senin elinde iki ölçü vardır:

Birincisi, şayet senin hakkında birşey söylenir ve arkadaşın da orada hazır bulunursa o arkadaşının senin için neyi söylemesini is tiyorsan, arkadaşının şerefine saldıran bir kimseye senin kendin için arkadaşından beklediğin davranışı göstermen gerektir. İkincisi, ar kadaşının duvar arkasında olduğunu, senin onun hakkında söyledik lerini dinlediğini, fakat senin, onun duvarın arkasında olduğunu bilmediğini düşünmelisin. İşte böyle bir durumda nasıl davranırsan, o olmadığı zamanda da böyle yapman gerekir.

Nitekim seleften biri şöyle demiştir: 'Ben arkadaşımın bulunmadığı bir sırada sanki yanımdaymış gibi düşünürüm. Eğer orada olup da neyi dinlemeyi se viyorsa, onun için onu söylerim'.

Başkası da şöyle dedi: 'Benim herhangi bir arkadaşım konuşulduğu zaman, kendi nefsimi onun yerine koyarım. Kendim için söylenilmesini sevdiğimin benzerini onun için söylerim'. Bütün bunlar İslâm'ın doğruluğundan kaynaklanır. Kişi kendi nefsi için is tediğini arkadaşı için de istemelidir.

Ebu Derdâ (r.a) aynı boyunduruğa bağlı çift süren iki öküze baktı. Onların biri bedenini yalamak ve kaşımak için durduğunda öbürü nün de durduğunu görünce ağlayıp şunları söyledi: İşte Allah için arkadaş olan bir kişinin durumu da aynen böyledir. Onlar Allah için &a

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin