Kamer suresinin okunuşu nasıldır? Kamer suresinin meali nasıldır? Kamer suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Kamer suresi 55 ayeti kerimedir. Kamer suresinde ahiret inancının önemi anlatılmaktadır. İşte Kamer suresinin okunuşu ve anlamı...

Mushaftaki sıralamada elli dördüncü, iniş sırasına göre otuz yedinci sûredir. Tarık sûresinden sonra, Sad sûresinden önce Mekke'de nazil olmuştur. Ellibeş ayet, üçyüzkırkiki kelime, bindörtyüzonüç harften ibarettir. Sûre, adını ilk ayette geçen "el-Kamer" kelimesinden almıştır. Kamer, ay demektir. Sûrede ana fikir olarak, Kur'an'ı yalanlayanlar, çeşitli azap ve helak örnekleri de verilerek uyarılmaktadır. "İkterabet" ve "İkterabetü's-saa" sûresi olarak da adlandırılır.Mekkî sûrelerin genel karakteristiğine paralel olarak Kamer sûresinde de bazı kıyamet sahneleri etkileyici bir üslûpla tasvir edilip ahiret inancına vurgu yapılmıştır. Sûrede ayrıca müminlere güven ve huzur verici, inkarcıları ise korkutucu mesajlar yer almaktadır.

Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 55 ayettir. Sûre, adını ilk ayette geçen "el-Kamer" kelimesinden almıştır. Kamer, ay demektir. Sûre de ana fikir olarak, Kur'an'ı yalanlayanlar, çeşitli azap ve helak örnekleri de verilerek uyarılmaktadır.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada elli dördüncü, iniş sırasına göre otuz yedinci sûredir. Tarık sûresinden sonra, Sad sûresinden önce Mekke'de nazil olmuştur.

Konusu

Kıyametin yaklaştığı uyarısını takiben müşriklerin inkarcılıktaki inat ve taassupları eleştirilmekte, kıyamet koptuğunda içine düşecekleri perişan hal tasvir edilmekte, ardından hakikatleri yalan saymada ısrarcı davranan geçmiş toplumların başına gelen felaketlerden örnekler verilmekte, suçluların ve takva sahiplerinin ahirette karşılaşacakları muameleyle ilgili uyarı ve müjdelere yer verilmektedir.

KAMER SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI

Kamer 1 (Mealleri Karşılaştır): İkterebetis saatu ven şakkal kamer(kameru).
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ ٱقْتَرَبَتِ ٱلسَّاعَةُ وَٱنشَقَّ ٱلْقَمَرُ
Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.

Kamer 2 (Mealleri Karşılaştır): Ve in yerev ayeten yu'ridû ve yekûlû sihrun mustemirr(mustemirrun).
وَإِن يَرَوْا۟ ءَايَةً يُعْرِضُوا۟ وَيَقُولُوا۟ سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ
Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve "Süregelen bir sihirdir" derler.

Kamer 3 (Mealleri Karşılaştır): Ve kezzebû vettebeû ehvaehum ve kullu emrin mustekırr(mustekırrun).
وَكَذَّبُوا۟ وَٱتَّبَعُوٓا۟ أَهْوَآءَهُمْ ۚ وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ
Peygamberi yalanladılar, nefislerinin arzularına uydular. Halbuki her iş, (Allah nasıl takdir ettiyse öylece) gerçekleşecek (değişmeyecek)tir.

Kamer 4 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad caehum minel enbai ma fihî muzdecer(muzdecerun).
وَلَقَدْ جَآءَهُم مِّنَ ٱلْأَنۢبَآءِ مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ
Andolsun, onlara içinde caydırıcı tehditlerin bulunduğu haberler geldi.

Kamer 5 (Mealleri Karşılaştır): Hikmetun baligatun fe ma tugnin nuzur(nuzuru).
حِكْمَةٌۢ بَٰلِغَةٌ ۖ فَمَا تُغْنِ ٱلنُّذُرُ
Bu haberler, zirveye ulaşmış birer hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor!

Kamer 6 (Mealleri Karşılaştır): Fe tevelle anhum, yevme yed'ud dai ila şey'in nukur(nukurin).
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ ۘ يَوْمَ يَدْعُ ٱلدَّاعِ إِلَىٰ شَىْءٍ نُّكُرٍ
(6-7) O halde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

Kamer 7 (Mealleri Karşılaştır): Huşşe'an ebsaruhum yahrucûne minel ecdasi keennehum ceradun munteşir(munteşirun).
خُشَّعًا أَبْصَٰرُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ ٱلْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ
(6-7) O halde sen de onlardan yüz çevir. Onlar, o davetçinin (İsrafil'in benzeri görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir halde dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.

Kamer 8 (Mealleri Karşılaştır): Muhtıîne iled dai, yekûlul kafirûne haza yevmun asir(asirun).
مُّهْطِعِينَ إِلَى ٱلدَّاعِ ۖ يَقُولُ ٱلْكَٰفِرُونَ هَٰذَا يَوْمٌ عَسِرٌ
Davetçiye doğru koşarlarken kafirler, "Bu zor bir gün" derler.

Kamer 9 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdena ve kalû mecnûnun vezducir(vezducire).
۞ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ فَكَذَّبُوا۟ عَبْدَنَا وَقَالُوا۟ مَجْنُونٌ وَٱزْدُجِرَ
Onlardan önce Nuh'un kavmi de yalanlamıştı. Onlar kulumuzu yalanlayıp "Bu bir delidir" dediler ve kulumuz (tebliğ görevinden) alıkonuldu.

Kamer 10 (Mealleri Karşılaştır): Fe dea rabbehû ennî maglûbun fentasır.
فَدَعَا رَبَّهُۥٓ أَنِّى مَغْلُوبٌ فَٱنتَصِرْ
O da Rabbine, "Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et" diye dua etti.

Kamer 11 (Mealleri Karşılaştır): Fe fetahna ebvabes semai bi main munhemir(munhemirin).
فَفَتَحْنَآ أَبْوَٰبَ ٱلسَّمَآءِ بِمَآءٍ مُّنْهَمِرٍ
Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık.

Kamer 12 (Mealleri Karşılaştır): Ve feccernel arda uyûnen feltekalmau ala emrin kad kudir(kudire).
وَفَجَّرْنَا ٱلْأَرْضَ عُيُونًا فَٱلْتَقَى ٱلْمَآءُ عَلَىٰٓ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.

Kamer 13 (Mealleri Karşılaştır): Ve hamelnahu ala zati elvahın ve dusur(dusurin).
وَحَمَلْنَٰهُ عَلَىٰ ذَاتِ أَلْوَٰحٍ وَدُسُرٍ
Biz Nûh'u çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.

Kamer 14 (Mealleri Karşılaştır): Tecrî bi a'yunina, cezaen li men kane kufir(kufire).
تَجْرِى بِأَعْيُنِنَا جَزَآءً لِّمَن كَانَ كُفِرَ
Gemi, inkar edilen kimseye (Nuh'a) bir mükafat olarak gözetimimiz altında yüzüyordu.

Kamer 15 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad tereknaha ayeten fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَد تَّرَكْنَٰهَآ ءَايَةً فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz onu (tufan olayını) bir ibret olarak bıraktık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 16 (Mealleri Karşılaştır): Fe keyfe kane azabî ve nuzur(nuzuri).
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ
Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!

Kamer 17 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad yessernel kur'ane lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 18 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet adun fe keyfe kane azabî ve nuzur(nuzuri).
كَذَّبَتْ عَادٌ فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ
Âd kavmi de (Hûd'u) yalanladı. Azabım ve uyarılarım nasılmış!

Kamer 19 (Mealleri Karşılaştır): İnna erselna aleyhim rîhan sarsaren fî yevmi nahsin mustemirr(mustemirrin).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِى يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ
Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgar gönderdik.

Kamer 20 (Mealleri Karşılaştır): Tenziun nase ke ennehum a'cazu nahlin munkair(munkairin).
تَنزِعُ ٱلنَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ
İnsanları köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi kaldırıp atıyordu.

Kamer 21 (Mealleri Karşılaştır): Fe keyfe kane azabî ve nuzur(nuzuri).
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ
Azabım ve uyarılarım nasılmış, (gördüler)!

Kamer 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad yessernel kur'ane lîz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 23 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet semûdu bin nuzur(nuzuri).
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِٱلنُّذُرِ
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

Kamer 24 (Mealleri Karşılaştır): Fe kalû ebeşeren minna vahiden nettebiuhû inna izen lefî dalalin ve suur(suurin).
فَقَالُوٓا۟ أَبَشَرًا مِّنَّا وَٰحِدًا نَّتَّبِعُهُۥٓ إِنَّآ إِذًا لَّفِى ضَلَٰلٍ وَسُعُرٍ
(23-24) Semûd kavmi de uyarıcıları yalanlamış ve şöyle demişlerdi: "İçimizden bir insana mı uyacağız? (Asıl) o takdirde biz apaçık bir sapıklık ve delilik içine düşmüş oluruz."

Kamer 25 (Mealleri Karşılaştır): E ulkıyez zikru aleyhi min beynina bel huve kezzabun eşir(eşirun).
أَءُلْقِىَ ٱلذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنۢ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ
"Bizim aramızdan vahiy ona mı verildi? Hayır o, yalancının, şımarığın biridir."

Kamer 26 (Mealleri Karşılaştır): Se ya'lemûne gaden menil kezzabul eşir(eşiru).
سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَّنِ ٱلْكَذَّابُ ٱلْأَشِرُ
Onlar yarın bilecekler: Kimmiş yalancı, kimmiş şımarık!

Kamer 27 (Mealleri Karşılaştır): İnna mursilûn nakati fitneten lehum fertekıbhum vestabir.
إِنَّا مُرْسِلُوا۟ ٱلنَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ فَٱرْتَقِبْهُمْ وَٱصْطَبِرْ
(Salih'e şöyle demiştik:) "Şüphesiz biz, onlara bir imtihan olmak üzere, o dişi deveyi göndereceğiz. Şimdi onları gözetle ve sabret."

Kamer 28 (Mealleri Karşılaştır): Ve nebbi'hum ennel mae kısmetun beynehum, kullu şirbin muhtedar(muhtedarun).
وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ ٱلْمَآءَ قِسْمَةٌۢ بَيْنَهُمْ ۖ كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ
"Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını, bildir. Her su nöbetinde sahibi hazır bulunsun."

Kamer 29 (Mealleri Karşılaştır): Fe nadev sahıbehum fe teata fe akar(akare).
فَنَادَوْا۟ صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ
Derken, (kavmin en azgını olan) arkadaşlarını çağırdılar. O da işe koyuldu ve deveyi kesti.

Kamer 30 (Mealleri Karşılaştır): Fe keyfe kane azabî ve nuzur(nuzuri).
فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِى وَنُذُرِ
Fakat azabım ve uyarılarım nasılmış!

Kamer 31 (Mealleri Karşılaştır): İnna erselna aleyhim sayhaten vahıdeten fe kanû ke heşîmil muhtezir(muhteziri).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَٰحِدَةً فَكَانُوا۟ كَهَشِيمِ ٱلْمُحْتَظِرِ
Şüphesiz biz, onların üzerine tek bir korkunç ses gönderdik de, onlar, ağıldaki hayvanların çiğneyip ufaladıkları kuru çöpler gibi oldular.

Kamer 32 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun biz, Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 33 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebet kavmu lûtın bin nuzur(nuzuri).
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۭ بِٱلنُّذُرِ
Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.

Kamer 34 (Mealleri Karşılaştır): İnna erselna aleyhim hasiben illa ale lût(lûtin), necceynahum bi sehar(seharin).
إِنَّآ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا إِلَّآ ءَالَ لُوطٍ ۖ نَّجَّيْنَٰهُم بِسَحَرٍ
(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgar gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız.

Kamer 35 (Mealleri Karşılaştır): Ni'meten min indina, kezalike neczî men şeker(şekere).
نِّعْمَةً مِّنْ عِندِنَا ۚ كَذَٰلِكَ نَجْزِى مَن شَكَرَ
(34-35) Şüphesiz biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgar gönderdik. Yalnız Lût'un ailesi başka. Katımızdan bir nimet olarak bir seher vakti onları kurtardık. Şükredenleri işte böyle mükafatlandırırız.

Kamer 36 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad enzerehum batşetena fe temarev bin nuzur(nuzuri).
وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا فَتَمَارَوْا۟ بِٱلنُّذُرِ
Andolsun, Lût onları bizim şiddetli azabımızla uyardı. Fakat onlar bu uyarıları kuşkuyla karşıladılar.

Kamer 37 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad ravedûhu an dayfihî fe tamesna a'yunehum fe zûkû azabî ve nuzur(nuzuri).
وَلَقَدْ رَٰوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِۦ فَطَمَسْنَآ أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا۟ عَذَابِى وَنُذُرِ
Andolsun, onlar onun (meleklerden olan) misafirlerinden nefislerindeki kötü arzuları tatmin etmek istediler. Biz de onların gözlerini silme kör ettik. "Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

Kamer 38 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad sabbehahum bukreten azabun mustekırr(mustekırrun).
وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ
Andolsun, onlara sabahleyin erkenden kalıcı bir azap geldi.

Kamer 39 (Mealleri Karşılaştır): Fe zûkû azabî ve nuzur(nuzuri).
فَذُوقُوا۟ عَذَابِى وَنُذُرِ
"Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!" dedik.

Kamer 40 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad yessernel kur'ane liz zikri fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ يَسَّرْنَا ٱلْقُرْءَانَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz Kur'an'ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 41 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad cae ale fir'avnen nuzur(nuzuru).
وَلَقَدْ جَآءَ ءَالَ فِرْعَوْنَ ٱلنُّذُرُ
Andolsun, Firavun'un ailesine de uyarıcılar gelmişti.

Kamer 42 (Mealleri Karşılaştır): Kezzebû bi ayatina kulliha fe ehaznahum ahze azîzin muktedir(muktedirin).
كَذَّبُوا۟ بِـَٔايَٰتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَٰهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ
Bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.

Kamer 43 (Mealleri Karşılaştır): E kuffarukum hayrun min ulaikum em lekum beraetun fîz zubur(zuburi).
أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُو۟لَٰٓئِكُمْ أَمْ لَكُم بَرَآءَةٌ فِى ٱلزُّبُرِ
(Ey Mekkeliler!) Sizin kafirleriniz onlardan daha mı hayırlı? Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?

Kamer 44 (Mealleri Karşılaştır): Em yekûlûne nahnu cemîun muntesir(muntesirun).
أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ
Yoksa onlar, "Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz" mu diyorlar?

Kamer 45 (Mealleri Karşılaştır): Se yuhzemul cem'u ve yuvellûned dubur(dubura).
سَيُهْزَمُ ٱلْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ ٱلدُّبُرَ
O topluluk yakında (Bedir'de) bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.

Kamer 46 (Mealleri Karşılaştır): Belis saatu mev'ıduhum ves sa'atu edha ve emerr(emerru).
بَلِ ٱلسَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ وَٱلسَّاعَةُ أَدْهَىٰ وَأَمَرُّ
Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir. Kıyamet (azabı) ise daha müthiş ve daha acıdır.

Kamer 47 (Mealleri Karşılaştır): İnnel mucrimîne fî dalalin ve suur(suurin).
إِنَّ ٱلْمُجْرِمِينَ فِى ضَلَٰلٍ وَسُعُرٍ
Şüphesiz suçlular (müşrikler) sapıklık ve ateşler içindedirler.

Kamer 48 (Mealleri Karşılaştır): Yevme yushabûne fîn nari ala vucûhihim, zûkû messe sekar(sekare).
يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِى ٱلنَّارِ عَلَىٰ وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا۟ مَسَّ سَقَرَ
Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine, "Cehennemin dokunuşunu tadın!" denecek.

Kamer 49 (Mealleri Karşılaştır): İnna kulle şey'in halaknahu bi kader(kaderin).
إِنَّا كُلَّ شَىْءٍ خَلَقْنَٰهُ بِقَدَرٍ
Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.

Kamer 50 (Mealleri Karşılaştır): Ve ma emruna illa vahıdetun ke lemhın bil basar(basari).
وَمَآ أَمْرُنَآ إِلَّا وَٰحِدَةٌ كَلَمْحٍۭ بِٱلْبَصَرِ
Emrimiz ancak bir tek emirdir. Göz kırpması gibidir. (Anında gerçekleşir.)

Kamer 51 (Mealleri Karşılaştır): Ve lekad ehlekna eşyaakum fe hel min muddekir(muddekirin).
وَلَقَدْ أَهْلَكْنَآ أَشْيَاعَكُمْ فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ
Andolsun, biz sizin gibileri hep helak ettik. Fakat var mı düşünüp öğüt alan?

Kamer 52 (Mealleri Karşılaştır): Ve kullu şey'in fe alûhu fîz zubur(zuburi).
وَكُلُّ شَىْءٍ فَعَلُوهُ فِى ٱلزُّبُرِ
İşledikleri her şey ise kitaplarda kayıtlıdır.

Kamer 53 (Mealleri Karşılaştır): Ve kullu sagîrin ve kebîrin mustetar(mustetarun).
وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُّسْتَطَرٌ
Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.

Kamer 54 (Mealleri Karşılaştır): İnnel muttekîne fî cennatin ve neher(neherin).
إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَنَهَرٍ
Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlar cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.

Kamer 55 (Mealleri Karşılaştır): Fî mak'adi sıdkın inde melîkin muktedir(muktedirin).
فِى مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍۭ
Muktedir bir hükümdarın katında, doğruluk meclisindedirler.

Muhabir: Yazar Silinmiş