İstanbul''un manevi fatihinin Tac-ı Şerifi bulundu
Tacı Şerif'in bulunma hikayesini Gerçek Hayat Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer yazdı. İşte o yazı:
Her haberin bir hikâyesi vardır, ancak bazılarının hikâye ve mânâsı çok farklıdır. Bugün size İstanbul’un fethine kadar uzanan, üzerinde çalışmaktan şeref duyduğumuz bir meseleyi arz edeceğiz.
İstanbul ile ilgili muhteşem bir çalışma yapan, dünün tarih, kültür, sanat ve yaşanmışlıklarını çok edebi bir üslupla bugünün çokbilmiş bîhaberlerine sunmaya çalışan dostumuz Mustafa Koç, sıra dışı bir şey bulduğunu söylüyordu.
Sonrasını bize devretse de, meseleye uzak kalamıyordu.
İlk iş Fâtih Camii eski Başimamı şimdilerde Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanı olan Osman Şahin ile buluşmak oldu. Meseleye müşahhas bir noktadan ilerlememizi sağlayacak ilk belgeyi kendilerinden aldık.
Çok şeye vâkıf olsalar da izini sürdüğümüz meselenin detaylarını herkes gibi o da duymamıştı.
Cuma namazı sonrasında Mustafa hoca ile Türbe kapısı çıkışında biraz hüzün, biraz sevinç çayı içmeye oturuyoruz.
Çayhane işletmesine soruyoruz, ‘Fâtih Camii Şerîfi’nden emekli imam, müezzin tanıdığın var mı’ diye.
“Evet” diyor. “Emekli müezzin Mehmet hocayı tanıyorum”.
Telefonu alıp arıyoruz. Hoca 2002’de emekli olmuş, aradığımız iki nesneye yıllarca eliyle dokunmuş, temizlemiş, hatta çalınmasın diye Fâtih Camii Şerîfi’nin sadece Kadir Gecesi’nde kullanılan müezzin mahfiline kaldırmış.
Bizi aradığımız emanetlere bir adım daha yaklaştıran, çok iyi ve hızlı bir gelişme…
TUTANAĞA ULAŞIYORUZ
İkindiye doğru, 3 Aralık 2007’de Fâtih Cami Şerifi’nin restorasyonu başlamadan oradan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne intikal eden değerli eşyaların teslimine ait tutanak ulaşıyor elimize…
Yazma Kur’an-ı Kerim nüshaları, Kâbe örtüsü, hat levhalar ve aradığımız emanetin birinin de olduğu bir liste…
Emanet emin ellerde…
Emanete erişmenin yolunu ararken Ramazan Bey gelişmeyi öğreniyor ve o da katılıyor bize.
Derken görmek ve resim çekmek için izin almamız gerektiği bilgisine ulaşıyoruz. Muhafaza edildiği Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait mekân restorasyon altında ve bu nedenle ziyarete kapalı.
Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem Bey’e ulaşıyoruz. Büyük bir nezaket ve hoşgörü gösterip ‘memnuniyetle’ diyor.
Şu ana kadar her şey muhteşem gidiyor. Buna himmet mi dersiniz, başka bir şey mi bilemeyiz ama kapılar açılıyor, güler yüz gösteriliyor ve haklı olarak ‘deliliniz ne diye’ soruluyor.
İzah ediyoruz, üstelik birden çok delil var elimizde…
Yazılı olarak müracaatımız sonrasında Vakıflar Müzeleri Bölge Müdiresi Dr. Cihan Özsayıner’le tanışıyoruz. Kendisi aradığımız emanetin birini 2007’de bizzat teslim alan kişi. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Bey gibi o da konusuna vâkıf, ilgili bir yönetici…
HEYECAN DORUKTA…
Sonunda emanetleri görme ve resim çekme izni çıkıyor… Bu fakir, Mustafa Koç, Ramazan Minder ve foto muhabirimiz Sedat Özkömeç ile Sultan Ahmet Camii’nin altındaki mekâna gidiyoruz. Saray gibi muhteşem bir mekân. Şu anda Vakıfların tamir ve bakım atölyesi… ‘Burası caminin ahır kısmı’ dediklerinde hep şaşkına dönüyor ve ecdadın ahır olarak yaptığı yerin muhteşemliği karşısında lâl oluyoruz.
Heyecan dorukta… Çünkü bizi beş buçuk hatta altı asır evveline götürecek bir manzara ile karşılaşacağız. Elbette onlarca asır evveline ait çok şey gördük. Her şey bir yana, Hz Peygamber (s.a.v.), şerefli ailesi ve aziz sahabelerinin eşyalarını görmüş bu gözler için göreceğimiz şey daha kıymetli değil.
Ancak bu eşyanın sahibi İstanbul’un Fethine nail olan Sultan hazretlerini yetiştirmiş, fetih müjdesinin vaktinin geldiğinin haberini vermiş, tıptan tasavvufa pek çok sahada keşifleri ile şöhret bulmuş âlim, âbid, zahid büyük bir zat. Ona ait bir mirası görmek ve kamuoyuna duyurmak bizim için hem şeref, hem de ümit vesilesi.
Derken aradığımız emanetle karşı karşıyayız. Heyecan, gözyaşı ve iç burukluğu birbirine karışıyor.
Sonra resimleri çekiyoruz. Mevzuya dair sohbetler ediyoruz.
Neden bahsettiğimizi aslında kapağımızdan biliyorsunuz. Fâtih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin hocası ve şeyhi; devrinin en büyük âlim ve velisi Akşemseddin Hazretlerinin ‘kayıp’ olan tacından…
Aradığımız iki şey, Akşemseddin Hazretlerinin kayıp olan Tac-ı Şerifi ve Asâyı Şerifiydi.
Şimdilik sadece taca ulaşabildik. İnşallah bundan haberdar olanlar bizi ve milletimizi asâya da kavuşturur.
Mustafa Koç hoca ilk bilgiye merhum Cemalettin Server Revnakoğlu’nun Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan arşivindeki el yazmasından ulaşıyor.
Ardından da 15 Mayıs 1340’da (1924) tarihli Milli Mecmua’daki yazı…
Henüz Latin alfabesine geçilmemiş, Hilafet ise yeni ilga edilmiş… Alfabemiz hâlâ Osmanlı alfabesi yani henüz millet olarak cehaleti tatmamışız.
Yazının devamını Gerçek Hayat'tan okuyabilirsiniz.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.