İstanbul'un gizli kalmış müzeleri (2)
Fahri SARRAFOĞLU / İstanbul Seyyahı
Niye müze gezelim derseniz, hem
geçmişi tanımak hem de geleceğe yön vermek için geçmişte yaşanan hatıralara
ihtiyaç var. Gençlerimizi özellikle müzelerle tanıştırmak çok çok önemli.
YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ...
Uçurtma müzesi
İstanbul Uçurtmacılar Derneği Başkanı
ve aynı zamanda müzenin kurucusu Mehmet Naci Aköz, batı ülkelerinde bilimsel
deneylerde kullanılan uçurtmanın günlük hayatımızdaki pek çok ürünün/aracın ilk
kıvılcımını ateşlediğini belirterek, uçurtmanın uçağın atası olduğunu
vurguluyor.
Ücretsiz Uçurtma Dersleri
Uçurtma kültürünün yaşatılması,
geliştirilmesi ve tanıtılması amacıyla kurulan İstanbul Uçurtmacılar Derneği,
1986 yılından bu yana pek çok güzel çalışmanın altına imzasını attı. Bunlar
arasında yer alan Uçurtma Gönüllüleri Kulübü daha çok, derneğin okullar veya
sivil toplum kuruluşlarına yönelik faaliyetlerini yürütüyor. Bu faaliyetler;
okul veya sivil toplum kuruluşlarında uygulamalı uçurtma dersleri vermek, panel
ve konferanslar yapmak, uçurtma etkinliklerine proje desteği vermek, uçurtma
kulüpleri oluşturmak isteyen kurumları resmi olarak desteklemek şeklinde
örneklendirilebilir. Ayrıca derneğin dershanesinde haftanın 3 günü ücretsiz
uçurtma dersleri devam ediyor.
Türkiye’nin İlk ve Tek Uçurtma Müzesi
Mehmet Naci Aköz Uçurtma Müzesi,
dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanmış ve hala toplanmaya devam eden, toplamda
16 ülkeye ait 750’ye yakın ürünlük bir koleksiyona sahip. Müzenin kurucusu
Aköz, bu yapılanmanın Türkiye’nin ilk ve tek uçurtma müzesi olduğuna dikkat
çekerek “Müzemize özellikle okullar ve sivil toplum kuruluşlarından oldukça
yoğun ilgi var.” dedi. Ziyaretlerin ücretsiz olarak gerçekleştiğini belirten
Aköz, müzenin her gün çeşitliliğini ve aktivitelerini artırmak için çalışmalar
yaptığını söyledi.
Kaşıkçı Elmasının bulunduğu yer müze oldu
Tekfur Sarayı, İstanbul’da bulunan
Blaherne Sarayı kompleksinden günümüze kalan tek saray. İstanbul’da, Fatih
İlçesi sınırları içerisinde kalan Edirnekapı semtinde; kara surlarına bitişik
olarak inşa edilmiş, konum olarak Edirnekapı ve Eğrikapı arasında kalan kalın
duvarlı saray “Tekfur Sarayı” olarak isimlendirilir. Fatih Sultan Mehmet
tarafından İstanbul’un fethedilmesinden sonra “Tekfur Sarayı”, on yedinci
yüzyılın sonlarına kadar metruk şekilde kalmıştır. On yedinci asrın sonlarında
ise Tekfur Sarayı’na hayvanat bahçesi kurulmuştur. İstanbul şehrine gezgin
olarak gelen John Sanderson’un rivayetine göre ise kendinden kırk yıl evvel
gelen Ogier Ghiselin de Busbecq, buradaki hayvanat bahçesinde bulunan zürafayı
görmek istemiş fakat zürafa birkaç gün önce öldüğünden dolayı dünyada hiçbir
ülkede göremediği bu canlıyı görmek ve merakını gidermek için zürafanın
mezarını kazdırmak sureti ile merakını nihayetlendirmiştir.
EN NADİDE ÇİNİLER BURADA ÜRETİLİYORDU?
On sekizinci yüzyıl başlarında seramik
atölyesi olarak kullanılan “Tekfur Sarayı”, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından
itibaren cam ve cam ürünleri imalathanesine dönüştürülmüştür. Dünyaca ünlü
“kaşıkçı elması” ise “Tekfur Sarayı”nın çöplüğünde bulunmuştur. Edirnekapı’da
bulunan Tekfur Sarayı, Blaherna Sarayı (Blakhernai Sarayı) kompleksinin
parçalarından biridir ve klasik Roma saray yapısının İstanbul’daki tek
örneğidir. Kadim sarayın çatısının
17.yy’da bir fırtınada uçtuğu bilinmektedir. Sarayın; fil ahırı, hayvanat
bahçesi, seramik fabrikası, çini atölyesi (çiniler 3.Ahmet çeşmesi
süslemelerinde kullanılmış) ve şişhane (cam üretim yeri) olarak kullanıldığına
dair bilgiler mevcuttur.
TEKFUR SARAYI MÜZE OLARAK AÇILDI
Uzun bir tadilat sürecinden sonra
Tekfur Sarayı halkın ziyaretine açıldı. Müze hakkında bilgi veren Arkeolog Prof.
Dr. Sümer Atasoy, özgün mimarisini
bozmadan evrensel kurallara uygun olarak malzemeler kullanılıp üretildiğini
dile getirdi. Prof. Dr. Sümer Atasoy, “Sarayı farklı şekillerde değerlendirelim
hatta otel yapalım gibi pek çok tartışmalar yapıldı. Sonunda buranın bir müze
olarak kullanılması fikri ağır bastı ve yapıldı. Ki iyi oldu. Çünkü 1993
yılından 2001 yılına kadar burada yapılan kazılarda ilk defa çini atölyesinin
ve cam atölyesinin varlığı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla burada hem bina hem de
buradan çıkan eserler önemlidir” cümlelerine yer verdi.
TÜRKİYE’NİN İLK SAĞLIK MÜZESİ
Sultanahmet Tramvay Durağının
yanındaki bina, önemli ilklere ev sahipliği yaptı. 1875 yılında yanan ahşap
konak yerine, Defter-i Hakani Senedat (Tapu Kadastro) Müdürü Salih Efendi
tarafından yaptırılan kagir konağın alt katında, yedi dükkan bulunmaktaydı. Dükkânlardan
biri, ‘Büyük Kahve’ adıyla bilinen bir kahvehaneydi. Diğer dükkânlarda,
İstanbul halkına leziz içme suyu satılmaktaydı. Bu bina bir zamanlar aynı
zamanda film merkeziydi. Sonra okul oldu. Sonra da müze oldu. Ama en büyük
acıyı ise İstanbul’un işgali sırasında çekti. Zira müze de ne kadar sergilenen
eşyalar varsa apar topar bir gecede neredeyse toparlandı ve bu bina İtalyanlara
teslim edildi. İstanbul’un işgali bitene kadar da bu bina işgali sürdü. İşte bu
binanın hazin öyküsü:
Türkiye’nin ilk Sağlık Müzesi 1917
yılında, nüfusun büyük bir bölümünü etkileyen salgın hastalıklara karşı halkı
bilinçlendirmek amacıyla kurulmuştur. Bu tarihten 1989 yılına kadar 72 yıl
boyunca Sultanahmet Divanyolu’ndaki Salih Efendi Konağında varlığını
sürdürmüştür. 1917’de dönemin Sıhhiye Umum Müdürü Dr. Adnan Adıvar tarafından
kurulmasına karar verilmiş ve müze müdürlüğü için Dr.Hikmet Hamdi Bey
görevlendirilmiştir. Dr.Hikmet Hamdi doktorluğunun yanında, iyi bir ressam ve
hattattır. Teknisyen Halit Hakkı Bey de mülaj mütehassısı olarak atandı. Sıhhi
Müze, Hıfzıssıhha Müzesi adıyla 23 Temmuz 1918 tarihinde, Sultanahmet
Divanyolu’ndaki bugünkü binasında açıldı.
Fakat İstanbul’un işgali sırasında ise müze bir gecede boşaltılarak
İtalyanlara verildi. Bu esnada sergilenen birçok eşya zarar gördü.
1918 yılından 1989 yılına kadar bina
Sağlık Müzesi olarak kullanıldı; yapılan onarımdan sonra zamanla müze
fonksiyonunu kaybetti ve İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün ek hizmet binası olarak
hizmet vermeye başladı. 2011 yılında
bina yeniden müze işlevi kazandırılmak üzere restorasyona girdi ve halen devam
etmektedir. İlk kurulan Sıhhiye Müzesi daha sonra ülke genelinde kurulan 12
müzeye de öncülük etmiştir.
ARA GÜLER MÜZESİNİ GÖRMELİSİNİZ
Sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin
tanıtılmasına hem katkıda bulunmuş hem de olayların içinde yaşayarak tanıklık
etmiş olan Ara Güler’in müzesini mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Müzenin
kurulduğu bina zaten hem Osmanlı dönemine hem de genç Türkiye Cumhuriyetinin
ilk yıllarına tanıklık etmiş önemli bir tarihi bina. Tarihi binanın tarihsel
dokusuna hiç dokunulmadan Ara Gülerin tarihe tanıklık eden fotoğrafları
sergileniyor. Bugün birçoğu kaybolmuş olan tarihi eserler, camiler, çeşmeler,
köprüler ortada yok ama Ara Güler bunların hepsini fotoğraflayarak geçmişin
kayboluşuna izin vermemiş. Teşekkürler Ara Güler !
Modern üretim teknikleriyle ilk defa
bira üretimi 1892 yılında İsviçreli Bomonti biraderlerin Feriköy’de kurdukları fabrikada
yapılmıştır. Fabrika 1938 yılında Tekel yönetimine girmiş, uzun bir süre sonra
Efes Pilsen tarafından satın alınmıştır. Fabrikada 1991 yılında üretim
durdurulmuş ve boşaltılmıştır. Binayı ve arsasını alan “IC İçtaş İnşaat”, 2010
yılında bu alan üzerinde yeni bir otel projesine başlamıştır. 2015 yılından
itibaren bina eğlence merkezi olarak kullanılmaktadır.
Doğuş Grubu’nun 2016 yılında Ara
Güler’le yaptığı işbirliği sonucu kurulan Ara Güler Müzesi, usta sanatçının
arşivinden derlenen “Islık Çalan Adam” sergisi ile Ara Güler’in doğum günü olan
16 Ağustos’ta ziyarete açıldı. İstanbul bomontiada’da sanatseverlerle buluşan
müze, Türkiye’de uluslararası niteliğe sahip ilk fotoğraf müzesi olma
özelliğini taşıyor. Müzenin projesi ise PAB Mimarlık’a ait. Müze ücretsiz
gezilebilir. Müze ilgili detaylı bilgi için: www.aragulermuzesi.com
Jale Kuşhan Balmumu Heykel Müzesi
Türkiye’nin ilk ve tek Balmumu
Müzesi’nin sahibi Jale Kuşhan tarafından hayata müzede, dünyaca ünlü 60’a yakın
kişinin eserinin yer alıyor. İstanbul Balmumu Heykel Müzesi’nde, birebir
ölçülerde, protez göz, balmumu heykel protez diş ve gerçek saç kullanılarak
hazırlanan balmumu heykeller yer alıyor. Her bir heykelin, döneminin dekoru ile
sergilendiği müzede, bazı heykeller de hareket özelliği ile ziyaretçilere
dördüncü boyutu yaşatıyor. Müze bünyesinde atölyeler var ve heykel çalışmaları
burada devam ediyor. Dünyadaki diğer
balmumu heykel müzelerinden farklı olarak, kişiye özel balmumu el çalışması
yapabiliyor. Ayrıca müzede konusunda uzman rehberler eşliğinde, bire- bir
rehberlik hizmeti verilmektedir. Görsel anlatım, akılda kalıcı. Kültür-sanat
zevki, tarih bilinci ve sevgisi aşılamada son derece yararlı olmaktadır. Adres:
Taksim Çeşmesi Sk. No:3 Kocatepe, Taksim
Çeşmesi Sk. No:3, 34437 Beyoğlu/İstanbul
ALAY KÖŞKÜNDEN MÜZE KÜTÜPHANEYE
İstanbul kütüphaneleri içerisinde çok
özel bir yeri olan Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi, geçmişle
geleceği birbirine bağlıyor. Kütüphanede hem dinleniyor, hem dinlenirken kitap
okuyabiliyor hem de tarihi güzellikleri seyredebiliyorsunuz. Gülhane Parkı’nın
muhteşem güzelliği içerisinde kitap okumak hiç bu kadar güzel olmamıştı…
Alay Köşkü, Bâb-ı Âli’nin karşısında, Gülhane Parkı’nın
hemen girişinde, Topkapı Sarayı surlarının Alemdar Caddesi’ne bakan burçlarının
üstünde yer almaktadır. Geçmişte köşkün şu andaki yerinde, Fatih Sultan Mehmet
zamanında yapıldığı düşünülen aynı isimli ahşap bir köşk bulunduğu
bilinmektedir. Köşkün pencere kemerlerinde bulunan tunç harfler ile yazılmış
manzum kitabesinden mevcut köşkün, eski köşkün konumuna göre daha yüksek bir
şekilde 1819 yılında Sultan II. Mahmut döneminde yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Alay Köşkü eğer padişahlar ordu ile
birlikte sefere gitmeyecekse buraya gelir ve buradan orduyu sefere
uğurlardı. Bu nedenle köşkün bir diğer
ismi de “Selam Köşkü ”dür. Ayrıca, şehrin esnaf ve tüccarlarının lonca
alaylarını da padişah yine bu köşkten izlerdi. Lonca alaylarının sonuncusu 1769
yılında Sultan II. Mustafa zamanında yapılmıştır.
Alay Köşkü, ampir üslubu ile yapılmış
üç katlı kâgir bir yapıdır. Mimari üslubu nedeniyle köşkün mimarının devrin
gözde mimarlarını yetiştiren Balyan ailesinden Kirkor Amira Balyan tarafından
yapıldığı düşünülmektedir. Köşkün ahşap olan dış cephesi mermer ile
kaplanmıştır. Gülhane Parkı’na bakan iki kanatlı iki kapısı ile on dört adet
penceresi bulunmaktadır. Köşkün pencere kemerleri, Hattat İzzet Molla
tarafından yazılan yazılar ile pencereler ise demir parmaklıklarla süslüdür.
Yapının üstünü örten kurşun kaplı külahın altında yer alan kubbenin içinde ve
sofanın tavanında zengin kalem işi süslememeler bulunmaktadır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Güzel
Sanatlar Birliği’ne tahsis edilen köşk, 1938’de Topkapı Sarayı Müdürlüğü’ne
bağlanmış ve kapsamlı bir tadilattan geçirilmiştir. 1959-60 yıllarında tekrar
bir tadilat geçiren köşke sonradan eklenen ahşap katlar ve bölmeler
kaldırılmıştır. Alay Köşkü, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, 12 Kasım
2011 tarihinde Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi ve Kütüphanesi olarak
tekrar hizmete açılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi 12
Kasım 2011 yılında açıldı. Kütüphanede 1000’i aşkın yazar, 9000 kitap
mevcuttur. Kütüphane ’de zaman zaman çeşitli etkinlikler yapılmaktadır.
SU MÜZESİ OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?
Adell Abı-ı Hayat Su Kültür Varlıkları
koleksiyonu Topçu kardeşler tarafından 25-30 yılın birikimi olarak
oluşturulmuş. Yıllar itibariyle damlaya
damlaya koleksiyon oluşmuş. Ailenin büyüklerinden kalan eşyaları biriktirmeyle
başlanılmış.. Zaman zaman çarşıdan pazardan alınan eserlerle, hediye edilen
eserlere koleksiyon giderek zenginleşmiş. Fabrika genel müdürlüğünün ait bir
katta oluşturulan daimi sergide su kültürü meraklıları, dileyen şahıs veya
grupların ziyaretine her zaman açık. Koleksiyona kayıtlı eserler Türk İslam
Eserleri müzesine kayıtlıdır.
Güğüme yansıyan zarafet
Ab-ı Hayat Su Medeniyeti Müzemizden
Osmanlı Dönemine ait bir bakır su kapı, gügüm…günlük yaşamında zarif yaşıyordu.
Zerafet sokağa kadar inmiş, sıradan vatandaşların hareketlerine yansımıştı.
Buyrun size güğümün üzerine yansımış bir zerafet örneği. Hicri 1266 tarihinde
Fetoğlu Hüseyin Ağa’ya gönderilen Bakır Güğüm üzerinde yazanlara bakalım:
Bu güğümden su içene şifalar olsun.
Eğer dahi kafir içerse islamla müşerref olsun. Tarih 1266 dır.Cümle hakkında
hayır olsun. Fetoğlu Hüseyin Ağa Tul-i ömrüyle muammer olsun…
TURŞU VE KOMPOSTO MÜZESİ OLUR MU?
Osmanlı mutfağının değişmez tadı
olarak yüzyıllardır sofralarımızı süsleyen turşu ve hele hele Ramazan sofralarının
vazgeçilmez hoşafları -kompostoları Türk yeme-içme alışkanlığı açısından önemli
bir yere sahip… Turşu ve komposto deyince bugün ilk akla gelen yer Hacı
Abdullah Lokantası. Özellikle 1970 yılında yapılmış kompostolar halen gidilip
görülebilir. Hacı Abdullah Korun, turşu ve komposto “müzesi” benzetmesinin
kendilerine çok memnun ettiğini ve sırf komposto ve turşuları görmek için
özellikle turistlerin ve meraklı ziyaretçilerin geldiğini anlatıyor.
120 yıllık mekan
1888 yılında açılış ruhsatı bizzat
Sultan 2. Abdülhamit tarafından verilen, o günden bugüne Türk mutfağının
geleneksel lezzetlerini taşımayı başaran Hacı Abdullah, bugün 120 yaşında.
İstiklal Caddesi’nde Ağa Camii’nin sokağından bulunan Hacı Abdullah’ın
lezzetinin ve başarısının sırrı, yönetimin babadan oğula ya da satılarak değil,
ustadan çırağa geçmesi. Hacı Abdullah’ın önemli özelliklerinden birisi de kendi
imalatları olan turşular, reçeller ve kompostolar. Çeşit sayısı neredeyse üç
bin. Çeşit çeşit reçel ve komposto kavanozlarının üzerindeki kimi tarihler
50’leri ve 60’ları gösteriyor.
Hacı Abdullah’ta ilk olarak, mekânın
aldığı ödüller, ünlü gazetelerde çıkan yazıları karşılıyor müşterileri.
Ardından bir iki adım sonra mekânın en çok ilgi gören, yiyeceklerin
sergilendiği bölüm yer alıyor. Burada çok güzel kavanozlarda turşular,
kompostolar köy balları, yine köylerden gelen meyve sebzeler satılıyor. Hiç
turşu sevmeyen bir insan bile, bu iştah açıcı turşu kavanozlarından bir tane
alıp eve götürmek isteyebilir. Hacı Abdullah Lokantası’nın sahibi H.Abdullah
Korun’la kendilerinin özel yaptığı bu turşuları konuştuk. Turşu kültürünün çok
geniş olup sadece sebze değil meyvelerin de turşularının yapıldığının rivayet
edildiğini belirten H.Abdullah Korun kendi yaptıkları turşuların tamamıyla ev
yapımı turşular gibi olduğunu ve hiçbir katkı maddesi katmadıklarının altını
çizdi.
ŞEREFEYE SARNICI MÜZESİ
İstanbul ilimizde bulunan tarihi
sarnıçlardan biri de Şerefiye Sarnıcı’dır. Bizans İmparatoru 2. Theodosius
emriyle, Bozdoğan Kemeri’nden su depolayabilme amacı ile yapımına başlanan
sarnıç, 15 yıllık bir çalışma sonrasında yani 443 yılında tamamlanabilmiştir. Yaklaşık
olarak 45 m x 25 m alan ebatlarına sahip olan bu sarnıç, 9 m yüksekliğe ulaşan
tam 32 tane mermer sütun içeriden desteklenmiştir.
Bozdağan Kemerinden gelen sular burada
toplanıyordu
Sarnıç 428 ve 443 tarihleri arasında
İmparator II. Theodosius tarafından, Bozdoğan Kemeri vasıtasıyla su
depolamasını sağlamak amacıyla inşa edildi. Bozdoğan Kemeri, Theodosius
tarafından antik Yunan ve Roma’da Nemf’e adanan anıt olan “Nymphaeum”,
“Zeuksippos Banyoları” (100-200 arasında inşa edilen ve 532 tarihindeki Nika
Ayaklanması’nda tahrip olan ve daha sonra yeniden inşa edilen) ve Büyük Saray’a
yeniden dağıtıldı. Bu yeniden dağıtma işlemi Şerefiye Sarnıcı’nın yapımına
öncülük etti.
Üstünde önce konak vardı sonra belediye
Fatih ilçe sınırlarında yer alan
sarnıcın Modern girişi Piyer Loti Caddesi üzerinde, eskiden Eminönü Belediyesi
olarak kullanılan binanın altında bulunuyordu.Sarnıcın üzerine ilk inşaatın
1910 yılında gerçekleştirildiği biliniyor. Yaklaşık bin 600 yıl öncesinden
günümüze gelen bir yapı. 1910’lu yıllarda üzerine Arif Paşa Konağı konmuş,
1950’li yıllarda üzerine Eminönü Belediyesi binası yapılmış. 2010 yılında
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, Eminönü eski belediye binası yıkıldı
ve bölgede, Şerefiye Sarnıcı’nı da içine alan bir restorasyon çalışmaları
başladı. Yerebatan Sarnıcı ile Binbirdirek Sarnıcı’ndan hem sütun hem de alan
olarak daha küçük olan bu yapı yaklaşık 1.600 yaşında ve bu iki meşhur
sarnıçtan daha yaşlı. Geçmiş dönemlerde Constantinus veya Theodosius sarnıcı
olarak da biliniyormuş fakat 19 uncu yüzyıldan bu yana genellikle Şerefiye
Sarnıcı olarak anılmakta. En göze çarpan özelliği ise tıpkı Yerebatan Sarnıcı
gibi bu sarnıcın da Binbirdirek Sarnıcı’na bağlanıyor olması. Konu hakkında
şimdilik detaylı çalışmalar yapılmış değil fakat bu konu hakkında daha kapsamlı
çalışmalar yapılacağı biliniyor.
PATRONA HALİL HAMAMİ VE MÜZESİ
İstanbul’daki 16. yüzyıl Osmanlı
hamamları içinde gösterişli mimarisi, boyutu ve çifte hamam oluşu ile dikkati
çeken II. Bayezid Hamamı, 1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültürel Miras
Listesi’ne alınan “İstanbul Tarihi Alanları” içinde yer alır. İstanbul
Üniversitesi mülkiyetinde olan II. Bayezid Hamamı’nda, restorasyon sonrasında
özgün kullanımına uygun olarak Türk Hamam Kültürü Müzesi olarak
kullanılmaktadır. Giriş ücretsiz olup ziyaret edilebilir.
Beyazıt Hamamı erkekler ve kadınlar
kısımlarına sahip bir çifte hamamdır. Yan yana olan kısmen taştan inşa edilmiş
bu iki bölümün büyük kubbeli soyunma yerleri cadde kenarında olmakla beraber
erkekler kısmının yüksek sivri kemerli bir taçkapı karakterinde olan girişi
caddeye açılır. Çifte hamamlarda usulden olduğu gibi kadınlar kısmının kapısı
ise yan sokak (Derviş Paşa sokağı) ile bağlantılıdır. Her iki kısım da aynı
planda yaptırılmıştır. Yalnız kadınlar kısmının camekân bölümü diğerinden biraz
ufak ölçüdedir. Soğukluk bölümlerinde giriş eyvanlarının iki yanlarında kubbeli
hücreler vardır. Esas soğukluklar (ılıklık) ise üçer kubbelidir. Sıcaklık
bölümleri dört eyvanlı tipte olup köşelerde halvet hücreleri bulunur. Arkada
ise boydan boya külhan uzanır. Beyazıt Hamamı’nın bir diğer özelliği, suyunun
aynı yerdeki çok derin ve geniş bir kuyudan dolapla çekilmesidir. 1920’lere
kadar duran bu ağaç dolap bugün ortadan kalkmışsa da bu muazzam kuyu hamamın
külhanı ile Hasan Paşa Medresesi arasında kurumuş olarak durmaktadır. Beyazıt
Hamamı önünden geçen cadde 1955-1957 yıllarında genişletildiğinde zemin
seviyesi de çok indirildiğinden, bu husus bilhassa cadde üzerindeki cephesinde
belirlidir. Aynı zamanda şehrin en büyük ve âbidevî karakterde hamamı olan
Beyazıt Hamamı, Türkleşen İstanbul’da yeni bir şehircilik anlayışına göre
kurulan Beyazıt Külliyesi’nin bir parçası ve onu tamamlayan bir eleman olarak
da değerlidir.
BİLİM DÜNYASINA YOLCULUK YAPTIRAN MÜZE
Hafta sonu çocuklarımızı nereye
götüreyim diye düşünmeyin hemen İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nden
başlayın gezmeye derim. Bir zamanların
Avrupa’sı birbirleri ile savaşırken İslam dünyası keşiflerle meşgul oluyordu.
Birçok Müslüman bilim adamı dünyaya birçok buluş yaparak, bugün bile hayırla
yad ediliyorlar. İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi, Gülhane Parkı
içerisinde Saray Sur Duvarına bitişik Has Ahırlar Binası’nda yer almaktadır.
Has Ahır (İstabl-ı amire); Osmanlı Dönemi’nde, padişahın ve yakın hizmetinde
bulunan kimselerin atlarının bulunduğu ahırlara denilmiştir. İslam Bilim Tarihçisi Prof. Dr. Fuat
Sezgin tarafından hazırlanan ve 24 Mayıs 2008 yılında açılan müze
ziyaretçilerini bekliyor. 3500 m² ’yi
kapsayan sergi alanı ve toplam 570 adet alet, cihaz kopyaları, maket ve model
koleksiyonu ile alanında Türkiye’de ilk, Frankfurt’tan sonra dünyada ikinci
örnek teşkil eden müze olması açısından önem arz etmektedir.
Müze iki kattan oluşmaktadır. Üst
katta; müze ile ilgili çeşitli görsellerin izlenebildiği Sinevizyon Salonu,
Astronomi, Saat Teknolojisi, Denizcilik, Savaş Teknolojisi ve Tıp Bölümü
bulunmaktadır. Alt katta ise, Madenler, Fizik, Matematik-Geometri, Şehircilik
ve Mimari, Optik, Kimya ve son olarak da Coğrafya ile ilgili harita ve çeşitli
harita çizimlerinin sergilendiği bölüm bulunmaktadır. Sergi salonlarının
tamamında, İslam bilim adamlarının ortaya koydukları eserlerin model ve
maketleri sergilenmektedir.
Müzenin bahçe kısmında ise, üzerinde
Halife el-Me’mun’un 9. Yüzyılda yaptırdığı Dünya Haritasının kopyası olan
yerküre ile, tıbbi bitkilerden 26’ sının bulunduğu İbn-i Sina Botanik Bahçesini
görmeyi sakın unutmayın. Müze teşhir
salonlarında, El-İdrisi’nin, Halife el-Me’nun’un haritasını temel alarak
çizdiği Dünya Haritası’nın kopyası, Takiyeddin’in 1559 yılında yaptığı Mekanik
Saati, el-Cezeri’nin (1200 yılları) kitabından Fil Saati ve Hacamatı, Ebu Said
Es-Siczi’nin Planetaryum’u, Abdurrahman eş- Sufi’nin gök küresi, Hıdr
el-Hucendi’nin Usturlabı, 12. Yüzyılda Abdurrahman el-Hazini tarafından yapılan
su ve ağırlık prensibine göre çalışan Dakika Terazisi, İbn-i Sina’nın el-Kanun
fi’t Tıp Kitabı gibi, daha birçok önemli bilim adamlarının, İslam Medeniyetinin
9. ve 16. yüzyıllar arasındaki yaratıcılık döneminde gerçekleştirdiği bazı
icatların kopyalarının örneklerini görmek mümkündür. ASILLARI YURT DIŞINDA
Müzede yer alan eşyaların neredeyse
tamamına yakını, Frankfurt’taki Johann
Wolfgang Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü
tarafından, yazılı kaynaklardaki tarif ve resimlere göre, çok küçük bir kısmı
ise günümüze ulaşan eserlerin orijinallerine dayanılarak yaptırılmıştır. Önemli
not: MÜZE 18 YAŞ ALTI GENÇLERE ÜCRETSİZDİR
CUMHURİYET MÜZESİ VE SANAT GALERİSİ
Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi
İstanbul’da tarihi hipodrom olarak adlandırılan alanın güneyinde tarihi
Sphendone duvarlarının üstüne konumlanmıştır. Hâlihazırda kullanılmakta olan
yapı ise I. Ahmet tarafından Mimar Sedafkar Ağaya yaptırılan Sultanahmet
Külliyesi içindeki yapıların dönüşümü ile olmuştur. 20. yüzyılın başında külliyenin At Meydanı’na
bakan cephesindeki dükkanların üzerine kat eklenerek Ziraat, Orman ve Maadin
Nezareti binası yapılmıştır. 20. yüzyılda kullanımı İstanbul İktisadi ve Ticari
İlimler Akademisine verilen yapı, Marmara Üniversitesi rektörlük binası olarak
kullanılmaya başlanmıştır. 2008 yılında ise Rektörlük binasının giriş katı
“Marmara Üniversitesi Cumhuriyet Müzesi ve Sanat Galerisi” adıyla müzeye
çevrilmiştir. Marmara Üniversitesi
Cumhuriyet Müzesi Özgün Baskı Koleksiyonu, kısa süreli sergilerin yapıldığı
Sanat Galerisi ve İhap Hulusi Görey Galeri'sinden oluşmaktadır. Bu ismi hiç
duydunuz mu bilmiyorum. Fakat İhap Hulisi birçok başarılı işlere imza atmış çok
değerli bir “Grafiker Sanatçısıdır.” Türkiye’nin ilk kurulduğu yıllarda birçok
kamu kurumunun afişlerini yapmıştır. Yine birçok özel kuruluşun da afişlerini
yaparak “Genç Türkiye’nin” tanıtılmasına
büyük önem vermiştir.
İhap Hulusi Görey’in yıllarca ilkokul
birinci sınıflarında okutulan Alfabenin kapağını Atatürk’ün siparişi üzerine
1932 yılında tasarladı. Zamanla afiş çalışmalarına ağırlık veren İhap Hulusi,
afişi yaparken “Buluş”un önemine değinerek “Seyredenlerin ilgisini çekmeli ve
düşündürmeli” diye yorumladı. İlk afiş siparişini 1927’de aldı; bu, İzmir’den
İnci Diş Macunlarının reklam afişi idi.
TÜRK BASIN TARİHİNİ MERAK EDENLER İÇİN BASIN
MÜZESİ
Bugün Basın Müzesi olarak kullanılan,
Müze binası, Maarif Nazırı Safvet Paşa tarafından 1865 yılında, neo-klasik
tarzda inşa edilmiş dört katlı bir yapıdır. Maarif-i Umumiye Nezareti ve
Darülfünun (üniversite) hizmetinde kullanıldı. Türk resim sanatının ikinci
sergisi 1 Temmuz 1875’te, o sırada Darülfünun olarak hizmet vermekte olan bu
binada açıldı (birincisi 27 Nisan 1873’te Sultanahmet’teki Sanayi Mektebi’nde
açılmıştı). Şeker Ahmet Paşa’nın öncülüğünde düzenlenen karma sergide ressamın
kendi eserleri ile diğer Türk ressamların ve yabancı ressamların eserleri yer
alıyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi, müzecilik açısından
taşıdığı bu üstünlüğünün yanı sıra, kültür ve sanat etkinlikleri yönünden de
devletçe dahi gerçekleştirilmeyen işlevleri yerine getiriyor. Konferans ve
panel, gibi toplantılarla, çeşitli sanat çalışmaları ve değişik seminerler
düzenlemesi Basın Müzesi`nin faaliyetlerinden yalnızca birkaçı. 4 kattan oluşan
Basın Müzesi, yalnız Sultanahmet – Çemberlitaş - Beyazıt turistik çevresinin
bir kültür-sanat merkezi olmakla kalmıyor, İstanbul’un önde gelen bir övünç
kaynağı oluyor. Basın Müzesi`nin salonlarında basın teknolojisinin başlangıçtan
bu yana geçirdiği dönemi görebilirsiniz. Taşbaskı örnekleri, düz baskı makinesi,
rotatif tipo entertip, prova tezgahları, giyotin, eski daktilolar, teleksler,
telefotolar arasında ücretsiz olarak nostaljik bir gezi yapabilirsiniz.
BU MÜZEYİ GEZERKEN HEYKELLERİ YEMEYİN
Esenyurt’ta, Pelit Çikolataları Üretim
Tesisleri bünyesinde yer alan Pelit Çikolata Müzesi dünya sanatının
başyapıtlarını, masal kahramanlarını, ünlü efsanelerin heykellerini tamamını
çikolatadan hazırlayıp çikolata ve sanatseverlerin beğenisine sunuyor.
İstanbul’da çocuklarla gezilecek müzelerden biri olan Pelit Çikolata Müzesi’nde
çikolata şelalelerinin arasında dolaşmak, çikolata kokusunu solumak hem
büyükler hem çocuklar için çok keyifli oluyor. Bu kocaman çikolata rüyasının
içerisinde çocuklar için çikolata ve pasta yapımı atölyeleri de düzenleniyor.
İstanbul bölümünde Galata Kulesi’nden, Sultan Ahmet Camii’ne, Kız Kulesi’nden,
Boğaz Köprüsü’ne ve İstanbul’u temsil eden bir çok tarihi yapıt çikolata
formunda sizleri bekliyor. Türk büyükleri salonunda Türk tarihine damga vuran
Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Osman Gazi ve birçok önderin çikolatadan
büstleri, Sanatçılar salonunda Aralarında Pablo Picasso’nunda bulunduğu, dünya
sanatına yön veren pek çok sanatçının eseri sizleri bekliyor. Medeniyetler
bölümünde ise dünya tarihinde yer almış Hitit, Antik Yunan, Bizans, Osmanlı
devlet ve milletlerini sembolize eden tablolar ile geçmişe çikolata tadında
yolculuk yapılıyor. Pelit Çikolata Müzesi Esenyurt’ta yer alıyor. Toplu taşıma
ile ulaşmak isteyenler metrobüse binip son durak olan Avcılar durağında inip
buradan 142 nolu İETT otobüsleri ile Pelit Çikolata Müzesi’ne ulaşabiliyor.
Avcılar – Karaağaç minibüsleri de müzenin tam önünden geçiyor.
Sonuç: Değerli okuyucularımız, bu müzelerin bir kısmı pandemi nedeniyle kapalı ama ümit ediyor ve dua ediyor en kısa zamanda açılır ve ailece gezersiniz. (F.S)
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.