İstanbul'un garîb türbeleri
Fahri Sarrafoğlu/ İstanbul Seyyahı
İşte seçtiğimiz bazı türbelerden ve bu türbelerin içinde yatan kişileri sizlere tanıtmak, tanıtırken de ziyaret edilmesini, sahip çıkılmasını istiyoruz.
Vatan Caddesi başındaki Murad Paşa Camii haziresinde bulunan Şirmerd Çavuş türbesini, vakit bulduğunuz en yakın
tarihte ziyaret etmelisiniz.
İstanbul Fethinde
ön safta olan asker!
Aksaray’da Vatan ve Millet caddelerinin kavşağındaki
Murad Paşa Camii’nin bahçesine taşınan türbesinde kızı Kamerşah hatun
ile birlikte yatan Şirmerd Çavuş Fatih Sultan Mehmet Han’ın sürekli yanında
bulunan askerlerinden biridir.
Şirmerd Çavuş’un
asıl adı Abdullah olup Fatih tarafından cesur ve bahadırlığından ötürü
kendisine bu isim verilmiştir. Farsça Şîr ve Merd kelimelerinin birleşmesiyle
oluşan Şîrmerd; Cesur, gözü kara, kahraman ve yiğit anlamlarına gelir.
Şirmerd Çavuş
Türbesi, Osmanlı mimarlığında 14. yy’dan beri varlıklarına tanık olunan, eski İran
mimarisinin tasarımlarını andırmaktadır. Türbe “baldaken” olarak tanımlanan açık
türbelerdendir.
Türbe 4×4 m
boyutlarında, kare bir tabanın üzerine Kubbeli bir şekilde oturtulmuştur.
Türbenin içinde, biri Şirmerd Çavuş’a diğeri ise kızı Kamerşah Hatuna’a ait iki
adet mermer mezar bulunmaktadır.
İstanbul’un en süslü ve en
gösterişli türbesi
Mimar Sinan’ın eseri olan Hüsrev Paşa’nın türbesi, o zamana kadar sadrazamlık makamına yükselmemiş vezir türbeleri arasında en süslüsü ve gösterişlisidir. Hüsrev Paşa, Boşnak asıllı bir devşirme olup II. Selim dönemi vezirlerinden Lala Mustafa Paşa’nın büyük kardeşidir. Ailenin Sokullu ailesiyle akrabalığı olduğu tahmin edilmektedir. Hüsrev Paşa, üç padişaha hizmet etmiştir. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve oğlu 2.Selim döneminde devlete hizmet etmiştir.
Kaynaklarda korkusuz, pervasız oluşu yüzünden “Deli”, “Divane”
diye anılan Hüsrev Paşa’nın türbesi civarında mektebi, çarşısı ve çeşmesi de
vardır (Evliya Çelebi, I, 319). Ayrıca Mısır beylerbeyiliği zamanında Kahire’de
geçit, sarnıç, çeşme ve mektep gibi tesisler, Diyarbekir beylerbeyiliği sırasında
burada bir cami, medrese ve hanlar yaptırdığı bilinmektedir. Hüsrev Paşa’nın
Halep’teki Hüsreviyye Camii ve Külliyesi de Mimar Sinan’ın eseridir. Oğlu Kurt
Bey, şehzadeliğinde II. Selim’in nedimi olmuş ve bazı yerlerde sancak beyliği
yapmıştır.
Nuruosmaniye Camii haziresindeki padişah türbesi...
İki padişah türbesi var içinde
padişah yok !
Nuruosmaniye Camii, İstanbul’un Fatih İlçe’sinde,
Çemberlitaş anıtının kuzeybatısında, Bizans döneminde Constantinus forumu
olarak adlandırılan alanda Kapalı Çarşı girişindedir. Bu camiye klasik
mimariden Barok mimariye geçiş eseri diyebiliriz. Bununla beraber Camii birçok
konuda ilk olma özelliğini (hatta tek) barındırır. Cami, barok üslupta yapılmış
olup, klasik üsluptan tamamen ayrı bir karakter taşımaktadır. Bilhassa yarım
daire şeklindeki avlusu, bunu iyice belirlemektedir. Cami, bu özelliğiyle
Osmanlı mimarisinin yeni üslubunun, ilk büyük ve mühim eseridir.
Caminin inşaatını ilk başlatan I. Mahmut
aslında kendisi için bir türbe yaptırmıştı. Ama ömrü vefa
etmedi. Yerine geçen III. Osman Camiyi tamamladı. I. Mahmut’un na’şını da bu
türbeye değil Eminönü’ndeki Hatice Tarhan Sultan Türbesi’ne gömülmesine izin
verdi. III. Osman Camiyi tamamladı ama türbenin içine defnedilmek III.
Osman’a da nasip olmadı. Zira bu sefer onun yerine geçen Sultan III.
Mustafa, III. Osman’ın buraya defnedilmesine izin vermedi. Onu da yine
Hatice Tarhan Sultan Türbesi’ne defnettirdi. Yani halef-selef iki Sultan yan
yana yatıyor. Caminin arka tarafında bulunan türbenin en büyük özeliği, dış
mimarisinde kubbe kaidesinde dolaşan büyük barok kornişin ve kornişi çatı
üzerinde yükselen kemerin karakteristik geç dönem İtalyan barok motifleri olmasıdır.
Defter Emin Server Efendi'nin Sultanahmet Meydanı köşesindeki türbesi.
İstanbul
Tapu-Kadastro Müdürlüğünde ki “sırlı mezar”
Sultan Ahmet meydanında bulunan İstanbul Tapu
ve Kadastro Bölge Müdürlüğü’nün o büyük ihtişamlı binasını gezerken, binanın
içerisinde sizden Fatiha bekleyen bir mezar vardır…Evet, o alışık olduğumuz
ihtişamlı büyük Osmanlı türbelerinden değildir. Burada yatan bir Osmanlı devlet
adamıdır. Devlet memurudur. Ama başından geçen hikaye o kadar ilginçtir ki
günümüze de halen ışık tutmaktadır. Hakkın hatırı mı Padişahın hatırı mı diye
sorsalar ne cevap verirdik bunun cevabını bu hikayede bulacaksınız.
Server Efendi, sonradan Server Dede olarak
bilinen bu devlet memuru, Sultan I.
Mahmut Devri’nde “Defter-i Hâkânî” yani “Tapu ve Kadastro Dairesi” nde “Defter
Emîni” olarak çalışan bir görevliydi. Görevine o kadar sadıktı ki bir gün
ihtilaflı arazi anlaşmazlığından dolayı konu Padişah’a kadar ulaşıyor. Padişah
devreye girerek bazı tapu defterlerinin kendisine verilmesini istiyor. Dönemin
Padişahı 1.Mahmut’dur. Fakat Server Efendi, Fatih Kanunnamesini gerekçe
göstererek defterlerin hem dışarı çıkarılamayacağını hem de akşam vakti
verilemeyeceğini beyan ederek ,“Sultanımız af buyursunlar, defterleri çıkartamam”
diyerek Padişahın istediğini geri çevirmiştir. Bu cevaba çok kızan Sultan,
Server Dede’nin idamını ferman buyurmuştu. Nasıl olurdu da padişaha karşı
gelinirdi.
Sabah olduğunda huzura kabul edilen sadrazam,
Server Dede’nin haklılığından bahsedince Sultan I. Mahmut pişman olmuş ve yeni
bir fermanla idam kararının uygulanmamasını emretmişti. Ancak iş işten geçmiş ve Server
Dede çoktan idam edilmişti. Görevi uğruna canını veren bu sadık memura yaptığına
çok üzülen Sultan I. Mahmut, defter emininin defterhanenin bahçesine
gömülmesini emretti. Bugün üzerinde metal bir şebeke ve üzerinde çitlembik ağacı
bulunan mezarın hazin hikâyesi böyledir. Mezar kitabesi dışında mermer üzerine
iki satır hâlinde celî ta’lîk yazıyla yazılan ibare mezara ait duvarın ortasına
asılmıştır. Yeşil renge boyanmış kitabede, “Ser verüb sır vermeyen Server Dede
rûhuna ihlâs ile el-Fatiha” yazılıdır.
Lohusa Hatun Türbesi, Şişhane Metro istasyonu yakınlarında bulunuyor.
İstanbul’un ilginç bir “hanım
türbesi”
Şişhane Metro İstasyonundan çıkınca Kasımpaşa’ya doğru aşağı inerken sağda hemen
sizi tek başına duran bir türbe karşılar işte bu türbe Lohusa Hatun türbesidir.
İstanbul’da nasıl ki her türbenin, her tarihi mirasın bir hikayesi varsa işte
Lohusa Hatun’nun da bir hikayesi var. Rahime Hatun veya Saliha Hatun Türbesi
olarak da bilinen ama halk arasındaki yaygın adı Lohusa Sultan Türbesi olan
Osmanlı döneminde çocuğu olmayan kadınların en çok uğradığı türbelerden bir
tanesidir.
vliya Çelebi’nin seyahatnamesine yansıyan
rivayete göre 1596’da Sultan 3. Mehmet, sefere çıktığında eşi hamile olan bir
asker de savaşa çağrılır. Lohusa Hatun’un eşi,
Sultan 3. Mehmed’in 1596 yılında yaptığı Eğri Seferi’ne çağırılmıştı.
Fakat o esnâda hanımı hâmileydi ve doğumu da bir hayli yaklaşmıştı. Bununla
beraber Allah yolunda cihâdı her şeyin üstünde tutan cengâver baba, sefer hazırlıklarını
tedârik etti ve hâmile hanımıyla şefkat ve muhabbet hisleri içerisinde
helâlleşti.
Asker, savaştan döndüğünde eşinin
birkaç gün önce öldüğünü öğrenir ve üzüntüyle mezarın başına gider. İçinde bir
umut vardır. Zira o giderken Allah’a şöyle
dua etmiştir. ““İlâhî! Senin yolunda gazâya gidiyorum. Mâlûmundur ki Sen’den
başka kimsem yok! İlâhî! Şu vefâkâr ve çilekeş hanımımdan doğacak olan evlâdımı
Sana emânet ediyorum. Lûtuf ve kereminle onu muhâfaza eyle!” Ziyareti esnasında
mezardan bebek sesi duyar. Çocuğun yaşadığı anlaşılır ve mezar açılır. Rivayete
göre küçük bebek ölü annesini emerken bulunur. Padişah Sultan 3. Mehmet bu
hikâyeyi duyunca çocuğun bakımını üstlenir, saraya aldırır ve Osmanlı’ya çok
hizmet eden bir devlet adamı olur. Lakabı ise Meyyitzade’dir, yani ölüden doğan”
anlamına gelir.
Bu türbede Battal
Gazi'nin arkadaşı Hammer Usta yani Ahmet Turani medfun bulunuyor.
Battal Gazi’nin
arkadaşı İstanbul’da
İstanbul’da o kadar çok tarihi
eserler, türbeler ve emanetler var ki, her taşın ayrı bir hikâyesi var. İşte
Vişne Zade Mahallesi’de bulunan meşhur (ismini bilerek vermiyorum) otelin
köşesinde bir mücahit, bir misafir yatıyor. Ahmet Turani Hazretleri ya da
bilinen lakabı ile “Hammer Usta” . İşte bu sabah Battal Gazi’nin en yakın
arkadaşı ve bizde misafir olarak bulunan Şehit Ahmet Turani Hazretlerini
ziyaret ettik. Pek çok kimsenin bilmediği
bu türbe siz İstanbul severlerin ziyaretini bekliyor.
Bizans’ın yiğit kılıcı olarak bilinir. Giriştiği
müsabakalarda kendisi lehine “Hammer” (çekiç) diye tempo tutulduğu için,
“Hammer” diye anılan Bizanslı kılıç ustasıdır. Rivayet o dur ki; Battal Gazi
ile giriştiği müsabaka 2 gün boyunca sürmüş ve müsabakanın galibi olmamıştır.
Bu müsabakanın rövanşı olarak giriştikleri bir güreşte Battal Gazi’ye
yenilince, oracıkta diz çöküp kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur.
Ahmet Turani ismini kendisine Battal Gazi vermiştir. O güne kadar
Cafer Gazi diye anılan Battal Gazi’nin ismini de, Ahmet Turani yani Hammer Usta
Battal koymuştur.
Mezarı Dolmabahçe’den Beşiktaş
istikametine doğru giderken, Swiss Otel’in bahçe duvarının hemen bitiminden
Maçka Ahmet Turani Türbesi istikametine
çıkan sokakta, Swiss Otel personel girişinin yanındadır.
Hayatı sürgünlerde geçmiş
Rus yanlısı Nedim Paşa
Mahmut Nedim Paşa Türbesi; İstanbul Suriçi Cağaloğlu Molla Fenari
Mahallesi Cağaloğlu Meydanı’na cepheli olarak 1883 tarihinde inşa edilmiştir.
Türbenin kendisi değil ama içindeki şahsın çok ilginç bir özelliği var.
Türbenin kendisi klasik batı tarzı türbelerinden.
Hayati git-gel sürgünlerde geçmiş bir Osmanlı
Paşası. Rusya ile yakınlaşmayı o kadar abartmıştı ki kendisine bir dönem “Rusya dış
siyasetini takip eder bir devlet şekline soktu. Bu Rusya sevgisi yüzünden İstanbul
siyasi çevrelerinde lakabı “Nedimoff”‘a çıktı. Bu da Osmanlı devletinin batı
Avrupa devletleri yanında itibarının kırılmasına ve devletin yalnız kalmasına
sebep oldu. İçişlerinde takip ettiği hiç sorumsuz merkeziyetçi yanlış siyaset
Abdülaziz’in halkın sevgisini kaybetmesine ve özellikle Balkanlarda
milliyetçiliğinin önem kazanmasına neden oldu.
1818 yılında doğan Mahmut Nedim Paşa Şam ve Bağdat
valilikleri yapmış olan vezir rütbeli Gürcü Mehmet Necip Paşa’nın küçük oğludur.
Eğitimini bitirince devlet memuriyetine girdi. Osmanlı devlet yönetiminde farklı
yerlerde valilikler yaptı. Hayatı sürgünlerde geçti fakat her defasında yine en
yüksek makam olan Sadrazamlığa kadar yeniden yükseldi. 1878’den itibaren II.
Abdülhamit idaresinin başlamasından sonra 1879 başlarında Mahmut Nedim Paşa
Musul valisi olarak tayin edildi. Ama hemen ardından İstanbul’a dönmesi emri
gönderildi. Sadrazam olan Ahmet Arifi Paşa’nın muhalefetine rağmen 1879 sonlarında
Mahmut Nedim Paşa Dahiliye Nazırı olarak göreve getirildi. Bu görevde iken 1882
sonlarında hastalandı ve hastalığı uzun sürdüğü için görevinden alındı. 14 Mayıs
1883’de vefat etti.
Keçecizade Mehmet Emin
Fuat Paşa Türbesi.
Bu mimaride bir
türbeyi başka yerde göremezsiniz!
İstanbul’da alışık olmadığımız bir türbe mimarisi
görmek isterseniz eğer Keçeçizade Mehmet Emin Fuat Paşa Türbesi’ni mutlaka
görmenizi isterim. Çünkü bu diğer türbelerden çok farklıdır. Nedeni ise Endüsül
Mimarisi dediğimiz tarzda yapılmış olmasıdır. Türbe, İstanbul Suriçi Çemberlitaş Binbirdirek
Mahallesi, Peykhane Caddesi üzerinde 1870 yılında inşa edilmiştir. Fuat Paşa
1869 yılında Fransa’da Nice şehrinde vefat etmiştir. Keçecizade Fuat Paşa’nın
ölmeden önce bu türbenin tasarımını yaptırdığı, ölümünden sonra da inşa edildiği
bilinmektedir.
Keçecizade Fuat Paşa tanzimat dönemi sadrazamlarındandır.
Aslen doktor olan paşa genç yaşta diplomat olmaya karar vermiş ve Londra,
Bükreş, Petersburg, Yanya ve Şam’da çeşitli görevlerde bulunmuş. Son olarak
Sultan Abdülaziz döneminde sadrazamlığa getirilmiş. Zamanının ileri görüşlü
devlet adamlarından olan paşanın devlet kademesinde görevlerinin yanında
günümüzde bile etkisi olan birçok güzel hizmeti olmuş. Galatasaray Lisesi’nin
kurucusu olması, Şirket-i Hayriye yani şehir hatları vapurlarının hizmete alınması,
Divan Yolu’nun (tramvay yolu) Gülhane kısmının genişletilmesi gibi.
Fuat Paşa Tanzimat sonrası birçok defa Dış
işleri bakanlığı ve Sadrazamlık yapmıştır. Keçecizade Fuat Paşa Tanzimat dönemi
Osmanlı sadrazamlarından olup, Şair Keçecizade Mehmet İzzet Efendi’nin oğludur.
Keçecizade Fuat Paşa’ya ait olan cami İstanbul’da ve dahi Türkiye’de az sayıda
ki Endülüs tarzı mimari yapılardan bir tanesidir. Ve bu özelliği kalbimizde
taht kurmuştur. Sade bir camiye karşılık
süslemeleri ve kapı formu ile El-Hamra’dan izler taşıyan şahane bir türbesi
vardır. At nalı kapı ve pencereleri Kurtuba Ulu Camii hatırlatmakta.
En çok madalya ve
nişan alan Hasan Fehmi Paşa türbesi
Fatih –Kemalpaşa Mahallesi Şirvanizeda sokağının
hemen başında (Laleli’ye giderken, Laleli Camii’ne yakın) bir türbe var. Bu
türbeye dışardan bakarsanız önü, sağı-solu adeta kapanmıştır. Ön tarafında da
taksi durağı olduğu için dışardan kimse bilmez burada türbe olduğunu. Üstelik
yanında Kemal Paşa Camisi olmasına rağmen, taksiler yüzünden adeta türbenin
hüzünlü bakış atar size, “beni de ziyaret edin” diye.
İşte Hasan Fehmi Paşa, ki Osmanlı’ya çok büyük hizmet
etmiş, hayırsever hem alim hem de devlet adamıdır. Adeta almadığı nişan ve
madalya yoktur. Aldığı nişan ve madalyalarının hepsi yaptığı yardımlarla
ilgilidir. Nafıa Nazırı iken kendisine
vezirlik payesinin verilerek, vezirlik rütbesinin tevcih edilmesine teşekkür
ederek Padişah’a olan bağlılığını yineledi. Bir taraftan da Hukuk Mektebinde
Ticaret Kanunu, Ticaret Hukuku ve Devletler Hukuku derslerini de okutuyordu Bu
derslerden devletler hukukuna ait olanı için 1883 yılında “Telhis-i Hukuk-u
Düvel” adlı kitabının yazımını 25 Haziran 1883’de tamamladı. Hasan Fehmi Paşa ve ailesi, yardımseverlikleriyle
de tanılıyorlardı. Telif ettiği adı geçen kitabından elde edilecek geliri Hukuk
Mektebine bağışlamıştı. 1885’te Sapanca’ya bağlı Mahmudiye Köyünde adı ile anılan
bir cami yaptırmıştı.1896 da “Tesisat-ı Askeriye Sandığı”na verdiği ianeden
dolayı “Hamiyet-i Vataniye Madalyası”, asker malullerine yaptığı yardımdan
dolayı da 1899’da Gümüş Madalya almıştı. Teke Sancağının hükümet merkezi olan
Antalya yakınlarındaki 40 bin dönümden fazla arazisini eşi, Müslüman göçmenleri
yerleştirmek şartıyla 1900 yılında devlete bırakmıştı.
Mezar taşları
arasında yatan tarih
Bir ülkenin en büyük hazinelerinden biri de
arşividir. Özellikle mezar taşları bizim en büyük arşivimizdir. Osmanlıyı anlamak
için mezar taşlarındaki ayrıntıya iyi dikkat etmemiz gerekiyor. Yeniçeri deyince sadece Osmanlı ordusu olarak
anlamamak onun içinde birçok gönül insanını da unutmamak gerekiyor. Bunlardan
biri de vatan için canından vazgeçen “Serdengeçtiler”. Fatih ilçesi Draman
Camii haziresindeki Serdengeçti Hüseyin Ağa’ya ait mezardaki baş taşı bize
önemli bilgiler söylüyor aslında. Nerden anladık derseniz serdengeçti olduğunu
mezar taşındaki kavuğunun farklılığından. Aslında her mezar taşı bize ayrı bir
bilgi de veriyor. İstanbul’da fazla göremeyeceğiniz “serdengeçti” mezar taşının
hikâyesini size anlatmak istiyoruz.
Serdengeçti (başını veren, canını öne koyan) kavramı önceleri akıncılar, daha sonra
yeniçeriler arasından düşman içine dalan veya kuşatma altındaki kaleye giren
fedailer için kullanılırdı. XVI. yüzyıldan itibaren genellikle gönüllü
yeniçerilerden oluşan serdengeçtiler “bayrak” adı altında 120’şer kişilik
birlikler halinde teşkilatlanmıştır. Bunlar 10-20 akçe arasında değişen yevmiye
alırlardı. En ön safta çarpıştıklarından “ölüm eri” sıfatıyla da anılıyorlardı.
Sürgüne razı oldu
ama kararından dönmedi
Fatih’de her sokak bir canlı tarih müzesi adeta.
Darüşşafaka Caddesi üzerinde bulunan Bahai Efendi Haziresini gördüğüm zaman
dedim yine bir saklı hikâye var burada. Önce teşekkür edelim, burayı düzenleyip
bu yazıyı asan emeği geçen herkese teşekkürler. Daha önceleri böyle düzenli değildi
buraları. Evet, gelelim Şeyhülislam
Bahai Efendi’nin hikâyesine, Padişah 4.Murat başta olmak üzere 4. Mehmet ve
valide sultanların isteklerine boyun eğmeyince birçok kere sürgün yemesine rağmen
verdiği kararından dönmeyen bir şeyhülislam.
Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre keskin bir
zekâya ve kuvvetli bir hâfızaya sahip bulunan Bahâî Efendi, iyi bir tahsil
görmemesine ve ilmî konularda derinleşmemiş olmasına rağmen anlayış ve kavrayış
gücü sayesinde hemen her meselenin üstesinden kolaylıkla gelebilmiştir. Ayrıca
rahatına düşkün olduğundan ilmî konularla uğraşmak gibi yorucu ve sıkıntılı çalışmalar
yerine vaktini sohbet ve edebiyat meclislerinde geçirmeyi tercih etmiştir.
Fatih’in
türbesine komşu bu mezar kimin?
Fatih Sultan Mehmet Hanın türbesinin hemen
yanında bir mezar var. Uzun yıllar Kastamonu Valiliği yapmış olan Abdurrahman
Nurettin Paşanın mezarı bulunuyor. Sadrazamlıktan sonra dokuz yıl boyunca yaptığı
Kastamonu valiliği sırasında bu şehirde önemli eserler bırakmış; 1895’ten sonra
12 yıl Adliye Nazırı olarak görev yapmış ve dürüstlüğü ile tanınmış bir
kişidir. Birçoğumuz Fatih Sultan Mehmet’in türbesini belki de defalarca ziyaret
ettik ama girerken ya da çıkarken burada duran Abdurrahman Nurettin Paşa kim
acaba diye merak ettik mi? İşte merak ettik ve detaylar şöyle:
Abdurrahman Nureddin Paşa (d. 28 Mart 1836, Kütahya – ö. 7 Ağustos
1912, İstanbul), II. Abdülhamit saltanatında 2 Mayıs 1882 – 12 Temmuz 1882
tarihleri arasında iki ay on bir gün sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Tanınmış Türk müzikoloğu Hüseyin Sadeddin Arel’in kayınpederi; Türk Sanat Müziği
üstadı Münir Nurettin Selçuk’un dayısıdır .
1882-1891 yılları arasında dokuz yıl boyunca
Kastamonu valiliği yaptı; görev süresi boyunca günümüze kadar gelen eserler
bıraktı. Bunlar arasında bir liman şehri ve ticaret merkezi olarak İnebolu ve
Kastamonu Lisesi başta gelir. II. Abdülhamid, Abdurrahman Paşa’nın saffet,
iffet ve iyi ahlâkından iyice emin olduktan sonra onu 1895’ten II.
Meşrutiyet’in ilanına kadar 12 yıl Adliye Nazırlığı’ndan ayırmadı.
Türbe nasıl ilim
yuvası oldu ?
Sultan Birinci Ahmed döneminde defterdarlık
yapmış olan Abdülbaki Paşa tarafından yaptırılan bu bina, klasik Osmanlı üslubunu yansıtmaktadır.
Kare planlı, kubbelidir, kesme küfeki taşıyla yapılmıştır. Abdülbaki Paşa, bu
yapıyı Sultanahmed Camii’nin de mimarı olan Sedefkar Mehmed Ağa’ya kendisine
türbe olarak yaptırmış, ancak Merkez Efendi’nin türbesinden daha büyük ve
heybetli olduğunu görünce hâyâ edip Darülkurra (Kur’an-ı Kerim eğitimi yapılan
yer) olarak düzenlettirmiş ve kabrini bahçesine hazırlatmıştır. Bir dönem sıbyan
mektebi, ardından depo, 1970’li yıllarda çocuk kütüphanesi olarak kullanılan
yapı, günümüzde Zeytinburnu Belediyesi tarafından Nağmedâr adıyla, küçük müzik
gruplarının konser verdiği bir kültür mekânı olarak kullanılmaktadır. Cümle kapısından
çıkıp sağa dönüldüğünde darülkurra (Kur’an-ı Kerim eğitimi verilen yer) ile
karşılaşılır. İçeri girdiğimizde biri büyük ikisi küçük toplamda üç mezarla
karşılaşıyoruz. Büyük mezarın sahibi darülkurranın banisi de olan, bir dönem
Maraş valiliği ve üç padişah döneminde üç ayrı kere de defterdarlık yapmış
Defterdar Abbulbaki Paşa’dır. Diğer iki küçük mezardan birisiyse Sultan Ahmet
Cami Kürsü Şeyhi Mehmet Eşref Efendi’ye aittir.
Her sokakta bir
şeyhülislam mezarı var
Yahya Kemal’in Paris’te bulunduğu yıllarda,
bir tarihçi İstanbul’un nüfusunu sormuş ona;
Elli milyon cevabını vermiş Yahya Kemal.Adam,
şaşırmış:
Bu nasıl olabilir. Şeklinde ikinci bir soru yöneltmiş:
Yahya Kemal’de şu açıklamada
bulunmuş: Biz ölülerimizle beraber yaşarız. Demiş
İşte İstanbul’un sokakları adeta bir canlı müze gibi. Fatih
Beycegiz Fırın Sokağından ilerlerken bir kabristanlık gördük. Burada kabristan
içinde Şeyhülislam İbrahim Efendi ve ailesine ait kabirler bulunmaktadır. İki
ayrı dönemde şeyhülislamlık yapmış olan İbrahim Efendi I. Abdülhamid devrinde
1782-83’te şeyhülislam idi. Vefatı 1783’tür. Görevinde iken vefat etmiş ve
buraya defnedilmiştir. ” Kabristana eşi ve kızının yanı sıra, oğlu Kadı Osman
Ataullah Efendi, torunu Şerife Azize Hanım, gelinleri Siyeh Saf Kadın ve Hatice
Kadın gibi aile mensupları defnedilmiştir.
“İki
bina arasında kalmış bir garip türbe “
“Yıkılmaktan son anda kurtulan bu garip türbemizin bir
zamanlar ziyaretçiler tarafından dolup taştığını biliyor muydunuz? Şu an Basın
Müzesi olan binanın en altına sıkışmış adeta görülmesin diye her tarafı kapatılmış
bu türbenin farklı bir hikayesi var. Bu
binada bir zamanlar Türkiye’nin ilk özel televizyonu “Star TV “ bu binada
başlamıştı. İşte iki bina arasına sıkışmış olan “ Tez Veren Dede’nin” hikayesi.
Tez Veren Dede ile ilgili bir takım rivayetler
var ama en doğrusu ise İstanbul’un Fethine katılan “Nimel Çeyş” olduğu
yani “ Müjdelenmiş Asker” olduğu yönünde. Türbe, Divanyolu Caddesi
üzerindeki Sultan II. Mahmud Türbesi’nin yanındaki Basın Müzesi binasının
bitişiğinde yer almaktadır.
Bir dostumun anlattığına göre “Tez Veren
Dedenin” hikayesi öyle bildiğiniz, ne istiyorsa alıp-veren biri değil. Onun en
büyük özelliği kendisine gelenleri can kulağı ile dinlemesi imiş. Evet, iyi bir
dinleyici olduğu için o dönemde Gayri Müslüm teba da dahil olmak üzere gelip
ona dertlerini anlatırlarmış. O’da bir psikolog gibi dinler “Allah hayır
versin” dermiş. O’nun bu duasını alan kişi ya da kişiler de rahatlayarak çıkar
dualarının hayırla gerçekleşmesini beklermiş. ..Evet, hikayesi böyle…. Tezveren
Dede Türbesini yıkılmaktan Şevket Rado’nun girişimi ile önlendiği belirtiliyor.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.