İsrâ ve Mirac Mucizesi
Önümüzdeki Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece, inşaallahü
teâlâ Mirac gecesini idrak edeceğiz. Mekke’de müşriklerin, müslümanlara
uyguladıkları zulüm ve şiddet tahammül sınırlarını aşmıştı. Müslümanlar, üç yıl
boyunca her türlü insanî ve ticarî ilişkiyi ortadan kaldıran çok zâlim bir
boykota maruz bırakılmışlardı. Boykotun sona erdiği günlerde ise, Efendimiz
aleyhisselam; önce kendisini daima destekleyen amcası Ebû Tâlib’i, sonra da çok
sevdiği zevcesi annemiz Hazret-i Hatice radıyallahü anhayı kaybetmişti. İşte
üzüntünün gönülleri kuşattığı bugünlerde, Yüce Rabbimiz celle celalüh, Resul-i
Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizi İsrâ ve Mirâc ile şereflendirdi.
Yüce Rabbimiz, İsrâ sure-i celilesinin ilk ayet-i
kerimesinde şöyle buyuruyor: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını
göstermek için Kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla
işitendir, görendir.” (İsra 1)
Bu surey-i celileye adını veren İsrâ, Sevgili
Peygamberimizin geceleyin, Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i
Aksâ’ya yolculuğudur. Mirac ise, Efendimiz aleyhisselamın, Allahü
Teâlânın kudret ve azametine şâhit; rahmet, mağfiret ve müjdesine nâil olduğu
kutlu bir yükseliştir.
Mescid-i haramdan başlayan Mirac hadisesinin ilk
durağı Mescid-i Aksâ’dır. Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Mescid-i
Aksâ ile alakalı şöyle buyuruyor: “Gidin ve Mescid-i Aksâ’da namaz
kılın. Şayet gidemez ve orada namaz kılamazsanız, oranın kandillerini
aydınlatacak yağ gönderin.” (Ebû Dâvûd, Salât, 14)
Bu hadis-i şerif, Mescid-i Aksâ’nın maddî ve manevî imarı için çalışmanın ne
kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hicretten 18 ay evvel vukû bulan İsra ve Mirac
hadisesi ile alakalı müstakil eserler yazılmıştır. Biz burada özetini vermeye
çalışacağız, şöyle ki: Bir gece Resûlullah aleyhisselam, Kâbe’de uyku ile
uyanıklık arası bir hâlde iken, Cebrâil aleyhisselam geldi; göğsünü açtı,
zemzemle yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup kapattı. O’nu, Burak
adlı bineğe bindirip Kudüs’teki Beytülmakdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem sallallahü
aleyhi ve sellem, Mescid-i Aksâ’da iki rekat namaz kılıp dışarı çıktığında,
Cebrâil aleyhisselam; biri süt diğeri şarap dolu iki kap getirip O’na sundu.
Resûlullah süt dolu kabı seçti. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselam, Kendisine: “Sen,
fıtratı seçtin,” dedi. Ardından O’nu alıp yedi kat semaya yükseltti. Semalarda,
sırasıyla Âdem, İsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ aleyhimüssalatü vesselamla görüştü.
Nihayet Beytülma’mûr’un bulunduğu yedinci semada İbrâhim aleyhisselam’la
görüştü. Sidretü’l-müntehâ denilen yere vardıklarında ise, yazıcı
meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allahü Teâlânın yüce huzuruna çıktı.
Burada Cenâb-ı Hak, müslümanlara elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hazret-i
Mûsâ, Kendisine; elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allahü
Teâlâdan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Bunun üzerine, namaz beş
vakte indirilinceye kadar Huzur-ı İlâhîye müracaat etmeye devam etti.
Ertesi günde müşrikler güruhu, İsra ve Mirac’ı istismar etmek istediler ve hemen Hazret-i Ebu Bekir’in yanına koştular. Aralarında ise, şu tarihî diyalog geçti:
- Bak, senin Arkadaşın bu gece Kudüs’e gidip geldiğini anlatmaktadır, yok artık her halde buna da inanacak değilsin ya, dediler. Hazret-i Ebu Bekr:
- Bunu O mu söyledi,” deyince:
- Evet, bunu Muhammed iddia ediyor, dediler. Bunun üzerine Hazret-i Ebu Bekir, hiç tereddüt etmeden:
- Eğer O söylüyorsa doğrudur, dedi ve onları bırakıp, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme gitti ve: “Ya Resûlullah, bu anlatılanlar doğru mu? Sen Kudüs’e mi gittin? Orayı bana anlat, ben orayı gördüm, her tarafını iyi bilirim,” dedi. Efendimiz aleyhisselam da durumu anlatmaya başladı. Her cümlesinden sonra Hazret-i Ebu Bekir: “Evet doğrudur, doğru söyledin; evet senin Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ederim,” diyerek Resûlullah’ı tasdik etti. Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselam da, O’na: “Sen de doğru söyledin ve Beni tasdik ettin, sen de es-Sıddîk’sın,” buyurdu.