İnsanlığını kaybetmiş zavallılar
Söyleşi: Özlem DOĞAN
Türkiye Soma'da büyük bir facia yaşadı. 301 insanımızı maden de şehit verdik. Ülke bu olayla yasa boğulurken hükümet sorumlulara hak ettiği cezayı vermek için harekete geçti. Facianın yaşandığı günlerde bazı köşe yazarlarından Soma'da seçimleri Ak Parti'nin kazanmasına ilişkin çirkin açıklamalar geldi. Biz de yaşanan felaketin ve ardından yapılan açıklamaların sosyolojik boyutunu Sakarya Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sami Şener'le konuştuk.
SORUMLULAR BEDELİNİ ÖDEYECEK
Türkiye geçtiğimiz hafta büyük bir faciayla sarsıldı. Soma felaketi ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Soma maden felaketi, öncelikle bir insan olarak gerçekten zor dayanılacak bir olay olarak beni ve ailemi fazlasıyla müteessir etti. İnsan hayatının Türkiye'de bu kadar değersiz olduğunu, maalesef bir defa daha görme imkanını bulduk. Üstelik, bu kayıplar; insana verilen değerin azlığı ve iş güvenliği uygulamasının ne denli gevşek ve tartışmalı bir konu olduğunu kafamıza dank edercesine hatırlattı. Tek kelime ile, milletçe büyük bir ızdırab ve huzursuzluğa sebep olduğunu söyleyebilirim. Sorumlular hem bu dünyada, hem de ahirette büyük bir bedel ödeyeceklerdir. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
Soma faciasından sonra Türk halkı askerinden milli takımına kadar tek yürek oldu. Sizce bu facia Marmara Depreminde de olduğu gibi Türk insanının üzerinde ne gibi etkiler bıraktı ve neleri değiştirdi?
Soma faciası, Marmara depremi olarak yaşadığımız afete benzemekle birlikte, ondan daha farklı. Çünkü, burada maden ocağı ile ilgili tedbirler bütünü konusunda bizim 'Bildik Aldırmazlık' tavrımızın önemli bir eksiklik olduğunu belirtmek istiyorum. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemem. Fakat insandan önce başka değerleri ön plana aldığımız konusunda, uzun zamandır ibretli olaylarla karşılaşıyoruz. Maalesef, iş hayatında fazlasıyla geçerli olan bu mantık, çok daha rahatsız edici bir şekilde ortaya çıkıyor.
Bazı yazarlar 'Somadakilere bu ölüm müstehaktır' şeklinde açıklamalarda bulundular. Bu nefret söyleminin ardında yatan ne olabilir?
Türkiye'de batılılaşma ile birlikte, hiçbir değer ölçüsüne sahip olmayan, duygularını ve kutsallarını kaybeden bir güruh ortaya çıktı. Bu insan tipi, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dile getirdiği, 'arasatta kalan' bir kesim. Üstad, batılılaşma ile birlikte kendi değerlerinden ve toplumundan uzaklaşıp, batılı da olamayan bir kesimden bahseder ve kendisini de bu grup içerisinde görür. Fakat o, kendi eksikliğinin farkına vardığı için, başkalarını ne kendisinden küçük görmüş ve ne de hakaret etmiştir. Üstelik , kendi eksikliğini dile getirmiştir.
İNSANLIĞINI KAYBETMİŞ ZAVALLILAR
Ne Müslüman kalabilmiş ve ne de batılı olabilmiş; ne dini ne de insani değerlere sahip olan bu tür insanlar, büyük ölçüde ya ideolojik ve kapitalizmin pragmatist ekolüne mensup kişilerdir. Kendi taraflarında veya ideolojilerine yakın olmayanları, insan bile kabul etmiyorlar. Ben, bu tür kesimleri; insanlığını kaybetmiş zavallılar olarak görüyor ve nerede neyi yapacağı belli olmayan yaratıklara benzetiyorum. Çünkü bir kişiyi insan olarak kabul edebilmemiz için, onda insaf ve adalet duygusunun bulunması gerekir. Bir kişi Müslüman olmayabilir; ama hiç olmazsa insani özelliklerin kırıntısına sahip olması lazım. Aslında bu tür kişiler, kendi ifadeleri ile, ne kadar bağnaz ve ne kadar akıl ölçüleri dışında hareket ettiklerini de belirtmişlerdir. Hiçbir kutsalı olmayan insanlardan, gerçekten sakınmak gerekiyor.
Bir yanda küçücük çocukları vahşice öldüren katiller, diğer yanda çizmelerimi çıkarayım sedye kirlenmesin diyen temiz insanlar. Bu iki tezat durumu bir sosyolog olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün Türkiye'de iki kültür yaşamaktadır. Bu kültürün biri, dini temele dayalı olup, geleneksel bir yapı göstermektedir. Diğeri ise, dine karşı olmamakla birlikte, batılı bir hayat anlayışına yakın durmaktadır. Fakat bu iki kültürde yaşayan insanların büyük bölümü, birbirleriyle kavgalı olmayıp, ciddi bir çatışma içinde de değildir. Türkiye'de Tanzimat'tan beri ne Müslüman kalmış ve ne de batılı olabilmiş bu kitlenin, önemli ölçüde batı dünyasındaki menfaat gruplarıyla veya devletleriyle bağları ve ilişkileri bulunmaktadır. Bu kesimler; ülkemizde ve halkımızın içinde yaşamalarına rağmen, onlara tepeden bakmakta ve bu halk kesimlerinin ilkel bir anlayış ve yaşayış içinde olduklarını söylemektedirler. Dolayısıyla, bedenleri bu toplum içinde olmakla birlikte, düşünce ve idealleri, bağlı bulundukları yabancı güç ve merkezlerin kontrolündedir. Tarih boyunca, en fazla zarar gördüğümüz kesim, bu kesimdir. Çünkü hiçbir toplumsal veya ruhi ideal ve misyona sahip değildirler. Yakın tarihte, yabancılara jurnalcilik yapan ve Cemil Meriç'in 'Entelijansya' dediği grup bunlardır. Bu insanların temsilcilerini dini, siyasi ve akademik gibi alanlarda görebiliyoruz. Bu insanları ruhi sefaletlerine bakarak, Arif Nihat Asya'nın 'Bunlar.. Bizim Sefiller' değerlendirmesiyle adlandırabiliriz.
BÜYÜK BİR ACI
Soma'da 301 insanımızın ölümü toplum olarak bize ne kazandırdı ne kaybettirdi?
Bu vefakar işçilerimiz ve teknik elemanlarımız, çocuklarının nafakalarını temin etmek için, hayati tehlikeye sahip bir işte çalışıyorlardı. Fakat, aldıkları ücret bu hayati risklerinin karşılığı olmuyordu. Bu insanlar, hayatlarını birilerinin karlarını arttırırken; kendi hayatlarını çürük bir ipe bağladıklarının farkında değillerdi. İnsanın değerli ve onurlu olduğu bir kültür ve yaşama geleneğini unutan ve insanları statü ve markaları ile değerlendiren bir toplum haline geldiğimizi maalesef bir kere daha fark ederek, kendimizi sorgulamaya başlamalıyız. Bu vesile ile, yeniden düşünce ve hayat anlayışımızı gözden geçirme fırsatımız oldu. Kendimiz rahat ve imkanlar içinde yaşarken, bu garip ve çaresiz böyle bir işi yapmak zorunda olan insanlarımızın acılarını hisseder olduk. Yani; birileri, bize hayatları karşılığında kendimize gelmemiz gerektiğini ihtar etti. Fakat, bu ikaz ve ihtar, o işçi kardeşlerimizin ailelerini ve çocuklarını büyük acıya boğdu. Sonuç olarak, kazandığımız tecrübelerin maliyeti çok büyük oldu.
Madenin sahibi olan patronların ve sendikaların ölümler üzerindeki payı nedir?
Bu konu, uzaktan değerlendirilecek bir durumda değil. Fakat, bazı bilgi ve açıklamalara bakarak, gerekli derecede kontrol sisteminin olmadığını anlıyor ve bunun sorumlusu olarak da, madenin sahip ve yöneticilerinin olabileceğini düşünüyorum.
Bir de bu tür felaketleri bahane edip sokağa dökülen gruplar var ki gezi parkı olaylarında yaşananları biliyoruz. Bunlar her yeri yakıp yıkarak özgürlük istediklerini dile getiriyorlar. Bir sosyolog gözünden bu tür marjinal eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, gezi parkı ve 17 Aralık teşebbüsleriyle yabancı güçlerin planlı taarruzlarına şahid oldu. Bu grupların liderleri, her iki harekette de , art niyetli ve kasıtlı çabaların aktörleri oldular. Dolayısıyla, sosyolojik bir olay olmanın dışında, ideoloji bir hareketin taşeronları haline geldiler. Bu grupların, hiçbir fikir, din veya siyaset ile bağlantılı olabileceklerini düşünmüyorum. Büyük ölçüde, belli görevleri (!) yerine getirmiş olmanın 'Karşılığını' bir şekilde alıyorlar. Bu karşılığın, bu toplum, bu medeniyet veya bu coğrafyadan alındığını da düşünmüyorum. Çünkü, ne fikir, ne idrak ve ne de herhangi bir ahlaki değere sahip olmadan 'Dogma'ya inanmış' gruplardan oluşmuş bir hareketle karşı karşıyayız. Bu grupların temsilcilerine ve yaptıkları akıl almaz işlere, yakın geçmişte Türkiye, Ürdün, Cezayir, Fas, Irak, Suriye, Mısır'da da şahid olduk. Dogmacıların, duracağı hiçbir fikri, ahlaki veya hukuki engel mevcut olmadığını bilerek, ona göre tedbir almak gerekiyor.
* Türkiye, siyasi yönetim olarak; geçmiş hükümetlerden çok daha halka yakın ve iş bilen bir hükümete sahip durumda. Elbette ki her şey, istenilen biçimde değil. Ama, mevcut siyasi partiler; hayallerini bile görmedikleri bir uygulama ile yüz yüze kalmanın çaresizliği ve hıncı içinde ne yaptıklarını bilmeden tehlikeli gruplar ile kışkırtıcı tutum ve söylemleri paylaşıyor. Uluslararası güçler ve batılı bazı devletler, dünya ekonomisinde payı yükselen ve bölge siyasetinde güçlü bir aktör olan Türkiye'den rahatsız oluyorlar.
* Kapitalist zihniyet, iş dünyasında insan, ahlak , hak, emek gibi mefhumları adeta dünyamızdan uzaklaştırdı. Dolayısıyla, yeniden yaşama felsefemizi, inanç ve ahlak değerlerimizi göz önüne alıp; hayatımızı temel doğrularımıza göre düzenlememiz gerekiyor.
* Batılı özellikteki kültürün mensupları, dini yaşamasa da ona bilinçli bir karşı duruş içinde olmamaktadır. Fakat, batılı hayatı yaşayan bir grup var ki, bunların bütün gayretleri, İslam'ın gözlerden uzak tutulması ve her türlü tarihi ve geleneksel bağların koparılmasıdır. Bu kitle sayıca az olmasına karşılık; ordu, bürokrasi ve medya ve sanat dünyasında varlığını sürdürmektedir. Aslında, sosyolojik olarak böyle bir grup örneğine bir başka ülkede rastlamak mümkün değildir. Bunlara sadece halkı Müslüman olan ülkelerde rastlayabiliyoruz.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.