İnsan nasıl yaratıldı?
Kainatta mevcut her şey, Allah’ın varlığının, birliğinin, yüceliğinin, kudretinin göstergesidir. Bunlar içinde Allah'ın varlığını en açık delili, insandır. Peki, İslam’a göre insan nasıl yaratıldı? İnsan niçin yaratıldı? İnsanın yaradılışı ile ilgili ayetler nelerdir? İşte Kur’an’da insanın yaratılışı… Kur’ân’ı incelediğimiz zaman bunu daha iyi anlarız. Meselâ Câsiye Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Sizin yaratılışınızda ve yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan topluluklar için nice ibret verici işâretler vardır.” (Câsiye, 45/4) Bu âyet, insanın, menîden başlayarak kan pıhtısına, bir çiğnem ete ve nihâyet insan şekline dönüşmesine kadar, yaratılışının her safhasında, Allah’ın kudretine ve birliğine delâlet eden nice ibret verici incelikler, deliller olduğunu bildirir. Yüce Allah:
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (Tîn, 95/4) buyurarak insanı en güzel bir biçimde yarattığını haber veriyor. Yüce Allah insanı en güzel bir biçimde yaratmakla kalmamış, insana her türlü imkân ve fırsatları vermiştir. İyiyi kötüyü, hayrı şerri, yararlıyı zararlıyı ayırt etmesi; düşünmesi, Allah’a inanması ve ibâdet etmesi için insanı akıllı yaratmıştır. İnsana görmesi için göz, işitmesi için kulak, yürümesi için ayak, tutması için el, konuşması için dil ve ağız, düşünmesi için akıl, inanması için kalp ve gönül vermiştir.
1- İNSANIN TOPRAKTAN YARATILMASI
Bazı âyetlerde Yüce Allah, varlığının belgelerini bildirir. Bu âyetlerde insanın dikkati bazı mühim noktalara çekilmek suretiyle düşünmesi ve aklıyla Allah’ı bulması istenir. Rûm sûresinde şöyle buyrulur:
“Sizi topraktan yaratması, O’nun varlığının belgelerindendir. Sonra hemen birer insan olup yeryüzüne yayılırsınız.” (Rûm, 30/20)
Demek ki insanın topraktan yaratılması, Allah’ın varlığına delildir ve en kuvvetli bir delildir. Çünkü insan aklına göre, bir şeyden başka bir şey çıkarmak, bir şeyi değiştirmek çok zor olmayabilir. Fakat hiç bir şey yokken onu var etmek veya toprak gibi kendisinde hiç bir canlılık eseri olmayan bir varlıktan; akla, göze, kulağa, dile, ağza, ele, ayağa vb. sahip, düşünen, konuşan bir canlının yaratılması elbette insan aklının kavrayamayacağı, olağanüstü bir şeydir.
Modern ilim, insan vücûdunun, toprağın ihtiva ettiği elementleri kendisinde topladığını isbât etmiştir. Toprağı meydana getiren elementler, insanda değişik oranlarda bulunmaktadır. Bu da insanın topraktan yaratıldığının isbâtı demektir.
İnsanın aslı topraktır. Bunu iki şekilde anlamak mümkündür. Birincisi; Allah Teâlâ, ilk insan Hz. Âdem’i topraktan yaratmıştır. İkincisi; insanın ana rahmindeki ilk şekli olan cenînin oluştuğu kadın ve erkek nutfesi, insanın yediği çeşitli gıdalardan oluşur. Bu gıdaların aslı ise, topraktan yetişen çeşitli ürünlerden meydana gelir. Demek ki insanın aslı, hangi açıdan bakılırsa bakılsın topraktır.
Kur’ân’da, Allah, insanı ilk defa yarattığını, sonra öldüreceğini, sonra tekrar dirilteceğini bildirir:
“De ki: Ortak koştuklarınızdan ilk defa yaratacak (öldükten) sonra da onu (eski durumuna) iâde edecek olan var mı? De ki: Allah, ilk defa yaratıp sonra (diriltecek) iâde edecektir. O hâlde (doğru yoldan) nasıl döndürülüyorsunuz?.” (Yûnus, 10/34)
Daha önce bir örneği, benzeri olmadan; bir ilk maddesi olmadan yaratmak, ancak Allah’a mahsustur.
Yüce Allah, ilk defa, insan olarak topraktan, Hz. Âdem’i yarattığını haber veriyor:
“Allah katında İsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol!” dedi ve o oluverdi.” (Âl-i İmrân, 3/59)
Bu âyet, Hz. Âdem’i topraktan, anasız babasız yaratan Allah’ın, Hz. İsâ’yı da babasız olarak yarattığını, Hz. İsâ’nın annesi Hz. Meryem’in iffetli olduğunu bildiriyor. Artık bu âyetin açıklamasından sonra kalkıp da; “Allah Teâlâ, şüphesiz ki Hz. Âdem’den önce yüz bin Âdem yaratmıştır” demek Kur’ân’ın, Yüce Allah’ın bildirdiğini hiçe saymak demektir.
“Hatırla ki: Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dedi. Onlar, “Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halîfe kılıyorsun?” dediler. Allah da onlara, “Sizin bilemeyeceğinizi herhâlde ben bilirim!” dedi” (Bakara, 2/30) âyetiyle delil getirip de, “Melekler, daha önce yeryüzünde fesat çıkaran ve kan döken insanları gördükleri, bildikleri için böyle dediler” tarzında düşünmek, doğru değildir.
Çünkü bizzât Yüce Allah, ilk defa, “insan”, yaratacağını haber veriyor. Melekler ise, ya insanın topraktan yaratılacağını, toprağın husûsiyetlerini, topraktan yaratılan insana akıl ve irâde yanında nefis de verileceğini ve insanın mükellef tutulacağını bildikleri için, böyle olan insanlardan bazılarının nefislerine mağlup olarak günah işleyebileceklerini, yeryüzünde fesat çıkarabileceklerini, kan dökebileceklerini tahmin etmişlerdir. Ya da insandan önce yaratılan ve insan gibi akıl ve irâdenin yanında nefis de taşıdıkları ve mükellef oldukları için nefislerine uyup zaman zaman günahlara dalan, fesat çıkaran, kan döken cinlerden hareketle böyle bir tahminde bulunmuşlardır. Kısacası, Kur’ân’ın açık beyânı varken, bir takım zannî delillere başvurulmaz.
2- İNSANIN SUDAN YARATILMASI
Yüce Allah, insanı önce sudan yarattığını bildirir:
“İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren O’dur. Rabbin her şeye kâdirdir.” (Furkân, 25/54) Sonra çok değersiz bir sudan yarattığını bildirir:
“Biz sizi bayağı bir sudan yaratıp belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirmedik mi? Buna gücümüz yeter; Biz ne güzel güç yetireniz.” (Mürselât, 77/20-23)
İnsanın yaratıldığı bayağı su; “nutfe (meni)”dir; insanın yerleştirildiği sağlam yer; rahimdir.[4] Ana rahmi, çocuğun sağlıklı ve en güzel bir şekilde yetişmesi için en uygun bir yerdir. Ana rahminde oluşan bu cenîn, gelişiyor, mükemmel organlara sahip oluyor ve belli bir süre (dokuz ay on gün) sonunda, başı; başında gözleri, ağzı, burnu, kulakları, dili olan; vücudu, elleri, ayakları olan düzgün bir insan olarak doğuyor. Bir müddet sonra konuşmaya başlıyor. Aklı sayesinde düşünüyor; kendisi için faydalı ve zararlı şeyleri ayırt edebiliyor. Sonra çevreyi tanıyor. Büyüyor, gelişiyor, okuyor, öğreniyor. Güçlü, kuvvetli, iş bilen, beceren, düşünen, konuşan bir mükemmel varlık oluyor.
Bütün bunlar elbette kendiliğinden olmuyor. Bütün bu organları ve imkânları ona veren, Yüce Allah’tır. Kendisinde bir varlık görüp de Allah’ın kendisini yarattığını, bütün sahip olduğu bu organları, yetenekleri kendisine Allah’ın verdiğini unutup da Allah’ı inkâr etmemesi için Allah Teâlâ, kulunu uyarıyor.
İnsan, neden yaratıldığına bakmalı ve düşünmelidir.
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Dışa atılan koyu bir sudan (menîden) yaratıldı. O su, omurga kemikleri ile göğüs arasından çıkar.” (Târık, 86/5-7)
Bu âyet de insanın bayağı bir sudan yaratıldığını hatırlatarak, onun ilk zayıflık durumlarını unutmaması gereğine işaret etmektedir. Şu âyette de aynı husus ifâde edilir:
“Sizi güçsüzlükten yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. Çünkü O, dilediğini yaratır. Hakkıyla bilen ve üstün kudret sahibi olan ancak O’dur.” (Rûm, 30/54)
Bu âyette, insanın ilk önce menîden yaratılışına, sonra delikanlılık çağına erişip güçlenmesine, daha sonra ise ihtiyarlayıp yine güçsüz hale gelişine işaret olunmaktadır.
Kur’ân’da zaman zaman insanın Allah Teâlâ tarafından bayağı bir sudan yaratıldığının ve kendisine mükemmel organlar verildiğinin hatırlatılması, insanın kendisini tanrı sanmaması, büyüklenmemesi, gururlanmaması, kibirlenmemesi içindir. Çünkü bu sıfatlar şeytanın, Allah’ın huzurundan kovulmasına, Cehenneme girmesine ve orada devamlı kalmasına sebep olan kötü sıfatlardır. Akıllı kişi Yüce Yaratıcı’ya kulak verir, O’nun istediği bir kul olmaya gayret gösterir.
Hatırlatmalardan biri Yâsîn Sûresi’ndeki şu âyetlerdir:
“İnsan kendisini bir nutfeden (sudan) yarattığımızı görmez mi ki hemen apaçık bir düşman kesilir ve kendi yaratılışını unutur da: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diyerek, bize misal vermeye kalkar.” (Yâsîn, 36/77-78)
Bu âyetlerde Yüce Allah, aynı şekilde insana bayağı bir sudan yaratıldığını hatırlatıyor. Allah’a, O’nun kudretine, insanları ilk defa O’nun yarattığına, O’nun yaşattığına, O’nun öldüreceğine ve öldükten sonra tekrar dirilteceğine ve insanların dünya hayatlarındaki îmânlarından, ibâdetlerinden, amellerinden, sözlerinden, işlerinden sorguya çekileceklerine inanmalarını istiyor.
Yüce Allah Hacc Sûresi’nde şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki, ne olduğunuzu size açıklamak için, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız; sonra sizi çocuk olarak çıkartırız, böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür, kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez olur. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır, her güzel bitkiden çift çift yetiştirir. Bunlar, yalnız Allah’ın gerçek olduğunu, ölüleri dirilttiğini, gücünün her şeye yettiğini gösterir.” (Hacc, 22/5-6)
Bu âyetlerde Yüce Allah, öldükten sonra dirilmekde şüphede olanlara, -ki bunlar, inkârcılardır- insanları ilk defa topraktan yarattığını, sonra nutfeden, sonra pıhtılaşmış kandan, sonra yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yarattığını hatırlatıyor. Bütün bunlar insanın ana rahmindeki ilk oluşumudur. Sonra dilediklerini bir süre rahimlerde tuttuğunu bildiriyor. Çünkü bazı cenînler henüz doğmadan ölüyorlar. Sonra çocuk olarak çıkarttığını, sonra da erginlik çağına ulaştırdığını bildiriyor. Bazı insanların çeşitli yaşlarda öldüklerini, bazılarının ise ömrünün en fena zamanına ulaştığını, bilirken bir şey bilmez olduğunu haber veriyor.
Bu âyette Yüce Allah, insanlara çok mühim hususları hatırlatıyor. Yaşayan insanların hayatın kıymetini bilmelerini ve bunun, Allah’ın bir lütfu olduğunu unutmamalarını hatırlatıyor. Allah’ın yaşattığı, uzun ömür verdiği insanların hiç bir zaman hayatlarının başlangıcını unutmamaları gerektiğine işaret ediyor. İn
sana her şeyi verenin Allah olduğunu hatırlatıyor. İlim öğrenme imkân ve fırsatını veren de yine Allah’tır. Ama bazı insanlar, bütün bunları unutur, sahip ve mâlik olduğu her şeyi sadece kendisinin kazandığını, elde ettiğini zanneder de Allah’ı hatırına getirmez. Öğrendiği ilimle başkalarına karşı gururlanır.
Fakat Allah onu öyle bir çağa ulaştırır ki bu çağ “bunaklık” dediğimiz çağdır. O çok bilen, çok bildiğini zanneden insan, hiç bir şey bilmez olur. Çok küçük bir çocuğun bilebileceği çok basit şeyleri bile bilemez. Bildiklerini, öğrendiklerini hemen unutur. Böylece herkese karşı gülünç bir duruma düşer. İşte Yüce Allah, bunları hatırlatıyor. İnsanın büyüklenmesinin doğru olmadığını, büyüklüğün Allah’a mahsus olduğunu bildiriyor.
Vazifesini yapmak için hareket kabiliyeti verilmiş olan ufacık bir spermin (erkek tohumu) ana rahminde kadının yumurtası ile buluşup birleşerek canlı bir varlık olması, yavaş yavaş büyüyüp insan şekline gelmesi, karanlık, havasız bir yerde ve sular içinde, olmaktadır. Havasız beş-on dakika bile yaşayamadığımız hâlde, dar, havasız ana rahminde dokuz ay nasıl kalabiliyoruz? İnsan, su içinde üç-beş dakikadan fazla kalamazken, ana rahminde boğulmadan nasıl kalabiliyor?
Dokuz ay ana rahminde sular içinde yaşadıktan sonra, dünyaya gelir gelmez serbest hava ile teneffüse başlamamız fevkalâde bir olaydır. Eğer doğumdan biraz önce nefes almış olsaydık derhal boğulurduk. Demek ki Yüce Yaratıcı cenîni önce ana karnında, dünyadaki hayat şartlarına uyacak duruma hazırlıyor.
Yüce Allah, Kur’ân’da;
“Yaratan Rabbinin adıyla (besmele ile) oku. O, insanı bir alekadan (kan pıhtısından, döllenmiş yumurtadan) yarattı” (Alak, 96/1-2) buyurur. Tıp ilmi, insan menîsinde gözle görülmeyen, fakat mikroskopla incelendiğinde görülen çok küçük canlıların varlığını tesbit etmiştir. Her canlı şekil itibariyle kan pıhtısındaki akyuvarlara benzer. Kendilerine göre, baş, boyun ve kuyrukları vardır. Allah, “O, insanı bir aleka (kan pıhtısın)dan yarattı” derken insanı, şeklen kan pıhtısına benzeyen bu canlılardan yarattığını belirtiyor. İnsan aklının anlayabilmesi için böyle bir benzetme yapılmıştır. Mikroskop icad edilip insanın bu canlılardan oluştuğu öğrenilince, Kur’ân’ın bir mûcizesi daha ortaya çıkmış oluyor.
3- İNSANIN ANA RAHMİNDEKİ DURUMU
Yüce Allah Kur’ân’da Âdemoğullarının zürriyetlerini (döllerini) sırtlarından çıkardığını bildirir:
“Kıyâmet gününde, “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şâhit tuttu ve dedi ki: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Onlar da), “Evet (Rabbimiz olduğuna) şâhit olduk” dediler.” (A’râf, 7/172)
Husyeler (erkeklik bezleri), sırtta değil, bedenin alt kısmındadır. Fakat Yüce Allah, insanın zürriyetinin yaratılmasından ve ortaya çıkışından söz ederken cenînin cisminde, nutfeye tahsis edilen bölgeden bahsetmektedir. Bu bölge, sırtta, tam böbreklerin altındadır. Husyeleri oluşturan uzuvlar burada gelişirler. Cenînin anne karnındaki son aylarına kadar sırtta kalır, daha sonra aşağıya inerler. Doğumda da normal yerinde olur. Bu âyet, cenînin cisminde nutfenin asıl kaynağı olan sırta işaret ediyor. Cenîn anatomisi gelişmiş, “Embriyoloji İlmi”yle bu bilgilere son asırda ulaşılabilmiştir ki bu da Kur’ân’ın ayrı bir mûcizesidir.
Yüce Allah, insanın ilk yaratılış devrelerini şöyle anlatıyor:
“And olsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu bir sperm (nutfe) halinde sağlam bir yere (rahime) yerleştirdik. Sonra spermi bir aleka yaptık; alekayı mudğaya[8] çevirdik; mudğayı da kemiklere döndürdük; kemikleri de etle kapladık; sonunda onu başka bir yaratık olarak meydana getirdik.[9] Yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” (Mü’minûn, 23/12
Bu âyetler, insanın yaratılış safhalarını özet bir şekilde anlatmaktadır. Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem’i topraktan, çamurdan yarattığını bildiriyor. Sonra o insan cinsini veya neslini sağlam bir yer olan rahimde bir nutfe (sperm) olarak yerleştirdiğini bildiriyor. Sonra spermi rahime iliştirip aşılattırarak pıhtı kan gibi bir tutuk haline çevirdiğini haber veriyor.[10] Kur’ân’ın, insanın ana rahmindeki bu oluşumuyla ilgili verdiği bilgilere modern ilim yüzyıllar sonra ulaşabilmiştir.
Rahimlerde insana dilediği şekli veren Allah’dır.
“Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmrân, 3/6)
Bu âyet, bir taraftan Allah’ın insanı yarattığını, rahimlerde istediği şekli verdiğini; beyaz veya siyah, erkek veya dişi olarak yarattığını, uzun veya kısa boylu, güzel veya çirkin yarattığını bildirir. Diğer taraftan da “İsâ Allah’dır veya Allah’ın oğludur” diyenlere cevaptır. Zira rahimlerde şekillendirilen, ne ilâh olabilir ve ne de Allah’ın oğlu olabilir. Böyle bir varlık fânîdir, sonludur. Her doğan, ölür. Doğan ve ölen ise, tanrı ve tanrı oğlu, olamaz.
Çocuğu yetiştiren bir Yaratıcı’nın varlığını kabul etmek zorunludur. Nice kadınlar çocuk diye çırpındığı hâlde gebe kalamazken, diğer bazı kadınlar da çocuğun doğmasını önlemek için bir çok çarelere başvurmaktadırlar. Eğer işin seyri ve tanzimi kadının elinde olsaydı, bunlar olmazdı. Kadınlar çok zaman gebe olup olmadıklarını ancak doktorlara başvurarak öğrenebiliyorlar.
Ana rahmi Yüce Yaratıcı tarafından o kadar mükemmel düzenlenmiştir ki yavrunun yaşaması ve gelişmesi için gerekli olan hiç bir şey orada eksik edilmemiştir. Cenîn incecik ip gibi bir bağ ile anneye bağlanıyor. Bu ip sayesinde annenin bütün organları ile temas kurabiliyor ve bütün gıdasını bu ip sayesinde
temin ediyor. Anne tarafından alınan gıdanın asid haline dönüşüp de yavruya zarar vermemesi için Yüce Yaratıcı cenîni anneye bağlayan incecik bağı son derece intizamlı yaratmıştır. Anne karnındaki yavruya zarar verecek veya onu rahatsız edecek gıdaların yavruya ulaşması engellenmiştir.
Ana rahmi, bebeğin yaşamasına çok elverişli, sağlam bir yerdir. Üstelik zarlarla kılıflanmıştır. Yüce Yaratıcı, Zümer sûresinde anne karnındaki cenînin sağlıklı büyümesi ve dış etkilerden zarar görmemesi için onu kat kat zarlarla, kılıflarla örttüğünü haber veriyor:
“ … Sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır…” (Zümer, 39/6) Cenînin dışında “üç karanlık” diye adlandırılan üç zar vardır. Bu zarlar; “amniyon”, “koriyon” ve “rahim duvarı” zarlarıdır. Bu zarlardan “amniyon”, ışık geçirmeyen; “koriyon”, ısı geçirmeyen ve “rahim duvarı” da su geçirmeyen bir yapıya sahiptir. Bu zarlar, çıplak gözle fark edilemeyecek kadar incedir, bakılınca tek bir zarmış gibi görülür. Bu üç tabakadan meydana gelen sağlam ve güvenli bir muhâfaza içindeki cenîn, rahat ve emin bir şekilde gelişmesini sürdürür.[15]
Kur’ân, insanın ana karnında ilk oluşumunu bildirir. Bu, yumurtanın aşılandıktan sonra bölündüğü canlı hücrelerin toplamıdır. Daha sonra bunun üzerinde bazı çıkıntılar ortaya çıkar ki bunlar, aşılanmış hücreleri rahim duvarına ulaştırır. Bu hâlde iken rahim duvarına bağlandığı için “aleka” adını alır.
Cenîn bundan sonra dâire ve küre şekline geçer. Bir kaç hafta bu durumda kalır. Bu hâlde iken, Allah Teâlâ, kitabında onu, “mudğa (embriyo)” olarak adlandırmıştır. Bu, çiğnenmiş ete benzer. Bu hâldeki cenîn ile çiğnenmiş et parçası arasında çok büyük benzerlik vardır. Bu tıbbî bir terim olarak, kan pıhtısının büyümesi, hücrelerinin çeşitlenmesi, bir kısmının diğer kısımdan ayrılmasından ibarettir. Burada oluşma ve ette kemik eserleri belirmeğe başlar. Kemikler oluştuktan sonra, et adale belirtileriyle teşekkül etmeye başlar. Bu, kemikleri saran hücrelerin çeşitliliği ile olur. Kemik ve adaleler ortaya çıkarken bedenin diğer organları da oluşur.
“Sonunda onu başka bir yaratık olarak meydana getirdik…” (Mü’minûn, 23/14) buyurması, Kur’ân’ın ne kadar ilgi çekici bir mûcizesidir. Zira cenînin ilk oluşumu, insanda da hayvanda da aynıdır. Daha sonra insan şekline çevrilmesi, bir başka yaratılışta ortaya konulmasıdır.
Cenînin geçirdiği bu merhaleler, bugün tıp ilminin keşfettiği gerçeklerdir ki Kur’ân bunu on beş asır önce bildirmiştir. On beş asır önce Arap Yarımadasında yaşayan ve okuma yazma bilmeyen birinin bunları kendiliğinden ortaya koyması insan gücü ile mümkün değildir. Bu da, Kur’ân’ın, Allah’ın vahyi olduğunun delilidir.
Kanada’lı Prof. Dr. Keith L. Moore, embriyoloji sahasında yazdığı eserinde, insanın rahimdeki safhalarını açıkladıktan sonra bu bilgileri âyet-i kerîmelerle karşılaştırarak, ilmin Kur’ân-ı Kerîm’le mutâbakat halinde olduğu, hatta Kur’ân’ın, verdiği misâl ve tariflerle tıp ilminin önünde gittiği itirafında bulunmuştur.
4- BEBEĞİN DOĞUMU
Yüce Allah, Nahl Sûresi’nde şöyle buyurur:
“Siz, hiç bir şey bilmezken Allah, sizi, analarınızın karnından çıkardı, şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78) Kur’ân’ın on beş asır önce bildirdikleri, bugünün tıp ilmiyle tamamen uyum halindedir. Gebelik müddeti son anlarına yaklaştığı zaman kadının guddeleri (bezeleri) bir takım salgılarda bulunur ki bu salgıların pek çok husûsiyetleri vardır. Bir kısmı ana rahminin büzülüp kasılmasını sağlar. Bir kısmı cenînin bulunduğu yerden sıyrılmasını sağlar. Bir kısmı da çocuğun normal şekli üzerine doğmasına yardımcı olur.
Meme de bir gudde olduğuna göre, o da gebeliğin son anları ile doğumun başlangıcında bir takım beyaz, sarımsı akıntılar salgılar ki, ilâhî tecellînin eseri olarak bu salgılar çocuğu çeşitli hastalıkların mikroplarından koruyacak kimyevî maddeler ihtiva etmektedir.
İnsan bünyesinde, değişen durumlara göre uyumu sağlayabilme kabiliyeti vardır. Bir kadın gebeliğinin son anlarına geldiği vakit çeşitli organlar tarafından mihbil(rahim)in ağzına doğru salgılar akıtılmaya başlar. Böylece mihbilin ağzındaki dokular yumuşar ve bu akıntılar sayesinde esnek bir hal alır. Çocuğun doğması ve rahimden çıkması kolaylaşır Halbuki doğumun yaklaştığı zamanların dışında böyle salgılara rastlanmaz. Bu da İlâhî Kudretin bir eseridir.
Doğumdan sonra annenin memelerinden süt gelmeye başlar. İlâhî hikmet eseri, annenin memelerinden gelen süt miktarı günden güne artmaya başlar. Bir yıl sonra bu miktar günde iki buçuk litreye ulaşır. Halbuki ilk günlerde bu miktar bir kaç yüz gramı geçmez. Sütün sadece miktarında artış olmakla kalmaz, aynı zamanda çocuğun gelişme ve büyümesine paralel olarak sütün ihtiva ettiği kimyevî maddelerin birleşim oranı da değişir. Başlangıçta süt içerisinde az miktarda şeker ve besin maddeleri bulunurken yavaş yavaş sütteki şekerli ve yağlı besin maddelerinin oranı da artar. Sütteki bu değişim çocuğun devamlı olarak gelişmesine, organlarının oluşmasına, dokularının kuvvetlenmesine uygun şekilde olur.
İnsanın organları düzgün olarak doğması, Allah’ın bir lütfu ve ihsânıdır ve dolayısıyla şükrü gerektirir. Her doğan, organları yerli yerinde ve sağlam olarak doğmuyor. Sakat olarak doğmak da söz konusudur. Bütün bunlar, Rahmân’ın takdiridir. İnsanın elinde hiç bir şey yoktur.
Bu mükemmel sistem içerisinde meydana gelen bebek hayata başladığı zaman ilk büyük mûcize, anne ile arasındaki haberleşmedir. Anne bebeği için hazırladığı sütte kendi geçirmediği hastalığın antikorunu bulundurmaktadır. Annesi kızamık geçirmemiş bir bebek, annesinden süt aldığı müddetçe kızamık olmamaktadır.
Daha da ilginç olanı anne sütünün bileşimidir. Anne sütünün bileşimi, bebeğin kendisine gereken proteinleri o derecede ustalıkla seçmektedir ki, bir anne, vücut itibariyle zayıf olsun veya kuvvetli olsun, bebeğinin istediği bütün proteinleri aynen vermek zorundadır. Çünkü meme salgı bezine yerleştirilen kompüter sistemi, bebeğin ihtiyacı olan bütün maddeleri çok iyi bilen bir kimya fabrikası hüviyetindedir. İlâhî Kompüter Sistemi anne vücuduna öyle bir tabldot vermiştir ki bu tabldotta proteinden yağına, metalinden vitaminine kadar bebeğe gerekli olan her şey vardır.
Anne ile bebek arasındaki haberleşme, büyük araştırmalarla ortaya çıkmış garip bir telepatik olaydır. Ne zaman çocuğun midesinde süt biter ve asit artarsa, anne sütü refleks olarak salınır. Bu, telepatik bir biyoloji mûcizesidir. Genel olarak sistem bu olmakla beraber, anne veya çocukta bir hastalık veya başka bir ârıza olursa, durum değişebilir. Bebekler acıktıkları zaman ağlarlar, anne de bunu çok iyi hisseder. Bebek anne karnında Yüce Yaratıcı’nın koruması altındadır.
İnsan ne için yaratıldı?
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.