İnfitar suresinin tefsiri nasıldır?
İnfitar suresinin konusu nedir? İnfitar suresi ne anlatıyor? İnfitar suresinin tefsiri nasıldır? İşte İnfitar suresinin tesfiri....
İnfitâr Sûresi Tefsiri
1. Gök yarılıp parçalandığı zaman,
2. Yıldızlar dökülüp etrafa saçıldığı zaman,
3. Denizler fışkırtılıp birbirine katıldığı zaman,
4. Kabirler deşilip içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,
5. İşte o gün her insan ebedî hayatı için neler yapıp gönderdiğini ve neleri yapmayıp geride bıraktığını bilecektir!
Sûre kıyâmetin dehşetli hâdiselerine dikkat çeker. Buna göre:
❂ O gün gök yarılıp parçalanır. Nitekim bir başka âyet-i kerîmelerde:
“O gün gökyüzü beyaz bulutlar hâlinde yarılacak ve her taraftan melekler birbiri ardınca yeryüzüne indirilecektir.” (Furkân 25/25)
“Gök yarılıp parçalanır; artık o gün pek zayıf ve çürük hale gelir.” (Hâkka 69/16)
“Gökyüzü açılır, kapı kapı olur.” (Nebe’ 78/19) buyrulur.
❂ اَلإنْتِثَارُ (intisâr), bir şeyin dağılıp etrafa saçılması demektir. Anlaşılan o gün, gök cisimleri arasındaki çekim kanunu bozulacak, bu ilâhî kanun ile birbirine bağlı olan yıldızlar yörüngelerinden çıkıp uzaya dağılacak, birbirlerine çarpıp parçalanacaktır.
❂ اَلتَّفْج۪يرُ (tefcîr), fışkırtmak, püskürtmek demektir. O gün, Tekvîr sûresi 6. âyetten anlaşıldığına göre denizler ateşlenip kaynatılacak, kuvvetli sıcaktan kaynayan sular fışkırıp taşacaktır. Yahut denizler arasındaki engeller, dağlar kaldırılarak denizlerin suları birbirine karışacak, bir tek deniz halini alacaktır.
❂ Kabirler deşilip, içlerindekiler dışarı çıkarılacak. Bu ifade, ölülerin diriltilip kabirlerinden kalkmasını bildirir.
İşte bu korkunç hâdiselerin cereyan ettiği o günde insan, dünyada ne yapıp âhirete gönderdiğini, neyi ihmal edip geride bıraktığını, hâsılı hata ve sevaplarını, iyilik ve kötülüklerini kesinlikle bilir, anlar. Fakat fayda verecek olan gerçeği orada anlamak değil, Kur’an’ın ikazlarına kulak vererek bunu dünyada iken anlamaktır. Bu vesileyle insanı uyandırmak için buyruluyor ki:
6. Ey insan! Nedir o kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan?
7. O Rabbin ki seni yarattı, bütün azalarınla birlikte vücud sistemini düzenledi, sana ölçülü ve dengeli bir biçim verdi.
8. Seni her bakımdan dilediği en güzel ve en mükemel sûrette terkip etti.
İnsanın yaratılışında Yüce Allah’ın Rabliğinin ve kerem sahibi oluşunun tezahürleri, sonsuz kudret eserleri bulunmaktadır. O Rab öncelikle insanı yaratmıştır. Burada “yaratma”; insan bedenini ve uzuvlarını düzgünleştirme, ölçülü yapma, şekil verme ve parçalarını birleştirip bir araya getirmeden önceki “var kılmak” mânasındadır. Her türlü nimetin ancak kendisiyle bir mâna kazandığı “var olma” nimeti, ilâhî lutuf ve keremin birincisidir. Sonra “tesviye” gelmektedir. İnsanın “tesviye edilmesi”; onun beden ve uzuvlarının düzgün bir şekilde yerli yerine yerleştirilmesi demektir. Dolayısıyla Allah Teâlâ, “Seni aslen topraktan, sonra bir nutfeden yaratan, sonra da seni eli yüzü düzgün bir adam hâline getiren Allah’ı inkâr mı ediyorsun?” (Kehf 18/37) âyetinde buyrulduğu ve daha bir çok âyette geçtiği gibi insanın yaratılışını safhadan safhaya geçirerek ruh üflenecek şekilde insanlık seviyesine getirmiş; bedeni, uzuvlarını, kuvvetlerini düzenine koymuş, düzgünleştirmiş, bir uyum ve itidal vermiştir. Bu açıdan bakıldığında ayette geçen فَعَدَلَكَ (fe‘adelek) ifadesi şu mânalara gelebilir:
› Göz, kulak, el, ayak gibi çift uzuvlarını ahenkli ve dengeli kıldı. Ayrıntıları anatomide bilindiği üzere vücudunu her yönden orantılı ve düzgün yaptı.
› Belini doğrultu, dik ve dengeli kıldı, eğri belli hayvanlar gibi yapmadı. Bu, beden ve uzuvların düzene konması ve insanın insan denilecek şekle getirilmesinden sonra gerçekleşecek bir safhadır. Zira çocukların yetişmesinde kolaylıkla görüleceği üzere insanın belini doğrultup da ayakta dik ve doğru olarak yürüyebilmesi, ancak uzuvların tam olarak düzene konmasından sonra gerçekleşecek bir durumdur.
› Seni eksiklikten olgunluğa, uygun olmayan şekilden uygun olan şekle çevire çevire en güzel suret ve biçime getirdi.
› Sana itidal verdi.
İhtimal dahilinde olan bu mânaların hepsini şöylece değerlendirmek mümkündür: “Allah seni en güzel şekle koyup en güzel biçimde dünyaya getirdi. Vücuduna ihsan ettiği bu eşsiz ahenk ve dengeyle birlikte sana düşünme ve aklını kullanma yeteneğini verdi. Bu üstün vasıflarla seni canlı cansız bütün varlıklara hakim kıldı. Hasılı seni bu âlemdeki diğer varlıkların ulaşamadığı bir olgunluk ve kemal derecesine yükseltti.”
Bu açıklamalardan sonra 8. âyet-i kerîmede yer alan رَكَّبَكَ (rakkebek) ifadesi ise şu mânaları ihtiva edebilir:
› Allah seni sayısız şekil be biçimlerden dilediği her hangi bir biçimde yaratıp şekil verdi. Bu mânaya göre “terkib”, “ahsen-i takvim”i, yani insanın en güzel biçimde yaratmasını beyân etmektedir.
› Gelecek zaman mânasında olarak, Allah seni hangi biçimde dilerse öyle oluşturup şekil verir. Dilerse seni o güzel insan kılığından çıkarır da en çirkin suretlere tebdil eder, hatta aşağıların aşağısına yuvarlayabilir. Bu mânada ilâhî bir ikaz ve tehdit bulunmakta, dolayısıyla verilen nimetlere şükretmenin zaruretine dikkat çekmektedir.
› Üçüncü mânaya göre, seni her hangi bir biçimde denkleştirdi. Yahut evirip çevirdi, dilediği gibi seni oluşturdu. Yahut dilerse seni başka bir biçimde de oluşturabilir. Bu şık, önceki iki mânanın ikisini de kapsar. “Sûret” kelimesi, farklı güzellik mertebelerinden herhangi birini; bazısında da güzellik ve çirkinlikte farklı ve değişik şekillerden herhangi birini ifade edebilir. Dolayısıyla bu kelime; ana, baba ve diğer akrabaya benzeyip benzememek, renk, uzunluk, kısalık, erkeklik, dişilik, sağlamlık, çürüklük, iyi veya kötü kişi olmak, zekilik ve ahmaklık gibi maddî ve manevî bütün suret ve vasıfları ihtiva etmektedir.
Bütün bunlara rağmen:
9. Fakat siz dini, hesap ve ceza gününü yalanlıyorsunuz.
10. Oysa yanıbaşınızda sizi sürekli gözetleyenler var:
11. Her söz ve davranışınızı kayda geçiren tertemiz, şerefli melekler.
12. Onlar, yaptığınız her şeyi bilirler.
Allah Teâlâ’nın lutuf ve iyiliklerine şükretmek, O’nu tanıyıp emirlerine itaat etmek gerekirken, insan nefis ve şeytanın aldatmalarına kanarak, Rabbine karşı aldanabilmekte, mükemmel bir varlık olarak niçin yaratıldığını unutabilmekte, bunun sonucu olarak da dini, özellikle de dinin hassasiyetle üzerinde durduğu kıyameti, hesap ve cezayı yalanlayabilmektedir. Bunu ya tamamen inkâr etmekte veya sanki bir hesap ve ceza olmayacakmış gibi gaflet içinde günahlara dalabilmektedir. Halbuki onun unutması veya gafleti gerçekleri değiştirmez. Yüce Allah’ın koyduğu nizam kıl payı aksamadan devam etmekte, kul bildiğini işlerken, üzerinde bulunan yazıcı melekler, kirâmen kâtibîn de, onun bütün yaptıklarını yazıp kayıt altına almaktadırlar. Çünkü onlar, insanın ne yapıp ettiğini çok iyi bilmektedirler. Yazıcı meleklerin كِرَامًا (kirâmen) yani çok şerefli, değerli olarak tavsif edilmeleri onların; kin ve nefret gütmeme, tam bir tarafsızlıkla hareket etme, rüşvet gibi ahlâkî zaaflardan uzak olma, gözlerinden kaçan hiçbir iş bulunmama gibi özelliklerine işaret eder.
Bahsedilen meleklerin tuttuğu kayıtlar dikkate alınarak:
13. Buna göre iyilik, itaat ve fazilet sahibi kimseler, hiç şüphesiz içinde nimetlerin kaynadığı cennettedir.
14. Yoldan sapan inkârcı suçlular ise kızgın alevli cehennemdedir.
15. Hesap ve ceza günü, yanıp kavrulmak üzere oraya girerler.
16. Oradan bir daha ayrılamaz, kaçıp kurtulamazlar.
13. âyette geçen اَلْاَبْرَارُ (ebrâr), Allah’a ve âhirete iman eden, bir gün dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği amel defterinin getirilip önüne konulacağına ve bunların hesabını vereceğine inanan, bu sebeple amel defterini iyiliklerle doldurmaya çalışan mümin kişidir. İşte bunlar, cennette, türlü türlü nimetler içinde olacaklardır. اَلْفُجَّارُ (füccâr) ise kıyamete, hesap ve cezaya inanmadığı için amel defterini kötülüklerle kirleten kimselerdir. Rabbine karşı terbiyesizlik edip, aşırı isyan ve muhalefete sapanlardır. Bunlar da elbette alevli ateşe atılacaklar, bir daha oradan çıkamayacaklardır. Burada mü’minlerin “ebrar”, kâfirlerin “füccâr” diye vasfedilerek, imanın insanı iyi işlere yönlendirip onu iyiler arasına katacağına; küfrün de insanı kötülüklere itip onu kötüler arasına katacağına vurgu yapılır.
İyilerle kötülerin âkıbetine ışık tutan şu kıssa ne kadar ibretlidir:
Süleyman b. Abdülmelik Mekke’ye giderken Medine’ye uğradığında ileri gelen zatlardan biri olan Ebu Hazm’i getirtmiş ve onunla karşılıklı bir sohbette bulunmuştu. Ebu Hazim ona çok acı öğütler verdi. Neticede aralarında sorulu cevaplı şöyle bir konuşma geçti. Süleyman:
“- Ey Ebu Hazim! Yarın Allah’a varmak nasıl olacak?” diye sordu. Ebu Hazim:
“- İhsan sahibine gelince o, yolculuğundan evine ve çoluk çocuğuna dönen bir yolcu gibi; isyankâr ise efendisine geri dönen kaçak köle gibi Allah’a varacak” diye cevap verdi. Bunun üzerine Süleyman ağladı da:
“Keşke Allah yanında bize ne var bilseydim” dedi. Ebu Hazim:
“- Amelini Allah’ın kitabına arzet” deyince Süleyman:
“- Allah’ın kitabının neresine arz edeyim?” dedi. Ebu Hazim de ona bu sûrenin 13-14. âyetlerini yani:
“Buna göre iyilik, itaat ve fazilet sahibi kimseler, hiç şüphesiz içinde nimetlerin kaynadığı cennettedir. Yoldan sapan inkârcı suçlular ise kızgın alevli cehennemdedir” (İnfitâr 82/13-14) âyetlerini okudu. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXXI, 78)
Netice olarak:
17. Rasûlüm! Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen bilir misin?
18. Sonra bilir misin sen, nedir o hesap ve ceza günü?
19. O, kimsenin kimseye faydası olmayacağı bir gündür. O gün bütün emir, hüküm ve yetki yalnız Allah’ındır!
Kıyâmet günü, hiç kimsenin verilen bir cezadan, bir başkasını kurtarmaya gücü yetmez. O gün Allah’ın adâletini icra ettiği bir sırada, kimsenin böyle bir cesareti olmaz. Çünkü o gün emretme ve hükmetme yetkisi yalnız Allah’a aittir. O ne derse o olur. Fakat, başka âyetlerden anlaşıldığına göre Allah’ın izin verdiği kimseler, yine O’nun müsaade buyurduğu nispette şefaat edebileceklerdir. Ancak şefaat işi de yine yalnız Allah’ın muradına bağlıdır. Bu sebeple insan, yalnız Allah’a kulluk etmeli, O’na güvenmeli ve yalnız O’ndan yardım istemelidir.
Kimsenin kimseye fayda sağlayamayacağı böyle dehşetli bir günde zarara uğrayanlardan olmamak için, gerek başkalarıyla gerek şahsî hesabımızla ilgili meselelerde, en başta ölçü ve tartıya dikkat edilmesinin önemini belirtmek için şimdi Mutaffifîn sûresi geliyor:
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.