Dolar (USD)
34.58
Euro (EUR)
36.26
Gram Altın
2920.99
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hz Harun''un hayatı...

Hz. Harun nasıl bir hayat sürmüştür? Hz. Harun''un hayatını öğrenebilmek ve bu kıymetli hayattan istifade edebilmek için Hz. Harun''un hayatını araştırdık. Hz. Musa''nın kardeşi olan Harun Peygamber''in adı Kuran''ı Kerim''de 20 kere geçmektedir. Hitabeti kuvvetli olan Harun Peygambere dair ayrıntılar için yazımıza bakabilirsiniz.
Hz Harun''un hayatı...
23 Kasım 2018 15:52:00
Hz. Harun nasıl bir hayat sürmüştür? Hz. Harun''un hayatını öğrenebilmek ve bu kıymetli hayattan istifade edebilmek için Hz. Harun''un hayatını araştırdık. Hz. Musa''nın kardeşi olan Harun Peygamber''in adı Kuran''ı Kerim''de 20 kere geçmektedir. Hitabeti kuvvetli olan Harun Peygambere dair ayrıntılar için yazımıza bakabilirsiniz.

Hz. Harun nasıl bir hayat sürmüştür? Hz. Harun'un hayatını öğrenebilmek ve bu kıymetli hayattan istifade edebilmek için Hz. Harun'un hayatını araştırdık. Hz. Musa'nın kardeşi olan Harun Peygamber'in adı Kuran'ı Kerim'de 20 kere geçmektedir. Hitabeti kuvvetli olan Harun Peygambere dair ayrıntılar için yazımıza bakabilirsiniz.

Hz Harun hayatı kaçımız okuduk. Harun ismi parlayan anlamlarına gelen İbranice kökene sahip bir isimdir. Bu gün sizler için Hz Harun Peygamber hayatını derleyeceğiz. Hz Harun hakkında bilgi vermek gerekirse Hz Musa peygamberin kardeşi israilogullarının erkek çocuklarının öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir. Kur’an’ı Kerim’deki peygamber kıssaları incelendiğinde ilk dikkati çeken resullerden birisi de Hz Harun’dur. Hz Harun kıssası olduğu gibi, o dönemin Firavunu da zulmü temsil ediyor ve insanları eziyet altında inletiyordu. Hz Harun aleyhisselam peygamberin hayatına geçmeden önce Hz Harun aleyhisselam Kur’an’da adı 20 defa geçer. Hz. Musa, Mısır’a dönünce Harun’a Allah’ın emirlerini anlatmıştır. Harun bunları kabul ederek Musa’ya yardımcı olmuştur. Allah tarafından kendisine güçlü bir hitabet yeteneği verildi. Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa (a.s.) ile be­raber zikredilmiştir.

Hz. Yakûb’un neslinden gelen kavme İsrailoğullan denilir. Bu kavim yaklaşık 10 asırdır Mısırda yaşamaktaydı. Nil sayesinde bolluk ve bereketler ülkesi olan Mısır’ı Firavunlar idare ediyordu. İsrailoğullarının sayısı her geçen gün dahada artıyordu. Bu durum Mısın idare eden Firavunlan çok korkutuyordu.

Çünkü birgün Mısın Israiloğullarına kaptıracaklarından korkuyorlardı. Bu korku zalim Mısır Firavununu daha da acımasız hale getirmişti. Bu yüzden İsrailoğullarını rahat bırakmıyor onlara her türlü ızdırabı çektiyordu. Onlara türlü türlü eziyetler ediyor, ellerindeki malları mülkleri alıyordu. Firavun birgün gördüğü rüyanın etkisiyle oldukça korkmuş ve kahinlerini falcılarını çağırtmışti. Kahinler Firavunun rüyasını şöyle tabir etmişlerdi. – Ey Firavun! Senin sonun yeni doğacak bir erkek İsrailoğlunun eli ile olacak. Bunun üzerine, İsraillilerin çoğalmasından zaten endişe duyan Firavun şu emri verdi. – Yeni doğan İsrailoğullarını öldürün! Böylece Firavunun askerleri yeni doğan erkek çocuklannı öldürmeye başladılar.

Israiloğulları soyundan gelen İmran’ın bir oğlu oldu. Oğluna Musa adını koydu. İmran hanım oğlu olduğu için çok üzülüyordu. Oğlunu üç ay herkesden gizledi. Fakat çok korkuyordu. Sonunda Yüce Allah anneye şöyle buyurdu: – “Bir sandık yap. Musa’yı içine koy ve Nil nehrine bırak.” Anne Allah’ın buyurduğu gibi yapmıştı. Nil nehri Musa’nın sandığını Firavun’un sarayına kadar götürdü.

Saraydakiler sandığı görünce çok şaşırdılar. Firavun sandığı getirmeleri için emir verdi. Sandığı açtıklarında Musa’yı gördüler. Firavun çocuğun öldürülmesini söyledi. Ancak Firavun’un hanımı Asiye Musa’yı yanına almak istedi. Firavun kabul etmişti. Ne varki Asiye Musa’yı emziremiyordu. Birçok süt anne gelmesine karşın Hz. Musa hiçbirini emmiyordu. Musa’nın ablası sarayda çalışıyordu. Izin alarak annesini saraya getirdi.

Üç gün sonra nihayet Musa emmeye başladı. Hiç kimse Asiye’nin Hz. Musa’nın annesi olduğunu bilmiyordu. Yıllar böyle geçti. Artık Hz. Musa sarayda bir prens gibi büyüyordu. Günlerden birgün Hz. Musa çarşıya çıkmıştı. Bir İsrailli ile bir Mısır’lının kavga ettiklerini gördü. Mısırlı sürekli vuruyordu. Musa onlan ayırmak istedi. O sırada Mısır’lıya vurmak zorunda kaldı.

Ancak vuruşu biraz sert olmuştu. Mısır’lı oracıkta ölmüştü. Bunun üzerine hızla oradan uzaklaştı. Saraya dönmüştü. Allah’a yalvardı ve tövbe etti. Üstelik öldürmek için vurmamıştı. Musa’yı gören olmamıştı. Ertesi gün Musa şehirde gezerken aynı israillinin yine kavga ettiğini gördü. İsrailoğulunu azarladı ve kavgayı ayırmak için araya girdi. Fakat İsrailoğlu korktu. Musa’nın kendini vuracağını zannetti ve şöyle dedi;

– Musa.. Musa.. Dün bir Mısırlı’yı öldürdün. Bugün de beni mi öldüreceksin? Kimse birgün önce ölen adamı kimin öldürdüğünü bilmiyordu. Ama şimdi herkes haberdar olmuştu. Musa hemen oradan ayrıldı. Artık Musa’nın adam öldürdügünü herkes biliyordu. Bunun üzerine Mısır’ı terkedip yollara düştü. Mısırdan çok çok uzaklaşmış, Medyen’de bir kuyunun yanıbaşında oturuyordu.

Öte yandan orada bulunan diğer insanlarda hayvanlannı sulatıyorlardı. Birden birşey Musa’nın dikkatini çekti. Koyunlannı sulatmak isteyen iki kız, kuyu başına inmiyor, dolayısıyla koyunlarınıda sulatamıyorlardı. Bunun üzerine Musa şefkatle sordu. – Neden koyunlannızı sulamıyorsunuz? Kızlar cevap verdi

– Once halk sulayacak sonra da biz. Biz kadınız ve zayıfız. Babamız yaşı ilerlemiş bir ihtiyar olduğu için biz buradayız. Bunun üzerine Hz. Musa hemen harekete geçti. Ve kadınların koyunlannı suladı. Kızlar teşekkür edip oradan ayrıldılar. Şimdi Musa nereye gidecekti? Kuyunun başında biraz dinlenmek için oturdu. Kızlar da eve gitmişler ve Hz. Musa’nın yardımını babalanna anlatmışlardı.

İhtiyar baba, Hz. Musa’yı misafir etmesi için kızlardan birini Hz. Musa’nın yanına gönderdi. Az sonra Hz. Musa kız ile beraber eve geldi. İhtiyara başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine ihtiyar şöyle dedi; – “Korkma, artık bundan sonra güvendesin. Ben de Allah’ın peygamberlerinden Şuayb’ım. Eğer benim yanımda sekiz yıl çalışırsan kızlarımdan birini sana nikahlarım.

Musa kabul etti ve çalışmaya başladı ve bu sekiz seneyi doldurdu. Daha sonra zevcesi ile beraber yola koyuldu. Gece olmuş ve çöl bayağı soğumuştu. Isınmak için ateşe ihtiyaçlan vardı. İleride bir ateş gördüler. Musa hanımını orada tuttu ve ateşe doğru tek başına ilerledi. Oraya vardığında şöyle bir ses duydu; – “Ey Musa, Ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılannı çıkar, çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın”

Sonra Yüce Allah vahyetti; – “Ben seni peygamberliğe seçtim. Şu sağ elindeki nedir ey Musa?” – “O asamdır.” Yüce Allah buyurdu; – “Onu yere bırak” Musa’da öyle yaptı ve gördü ki asa yılan olmuştu. Allahü Teäla şaşkınlıktan donakalan Musa’ya yeniden buyurdu. – “Onu tut! Korkma, biz onu yine eski haline çevireceğiz.” Sonra Yüce Allah şöyle buyurdu; – “Ikinci bir mucize olarak elini koynuna koy, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.”

Daha sonra Allahü Tealä Musa’yı Firavun’a gonderdi. Firavun ile konuşmasını istedi Bunun üzerine Hz. Musa; – “Ey Rabbim, lisanımın açılmamasından korkuyorum; Onun için kardeşim Harun’a da peygamberlik ver.” Onunla sırtımı kuvvetlendir.”.

Harun Peygamber, Hz. Musa’nın büyüğüdür. israiloğullarının erkek çocuklarının öldürülmeye başlanıldığı dönemden önce dünyaya gelmiştir.

Hz. Hârun (a.s.); Musa (a.s.)’dan daha uzun boylu, daha etli, daha beyaz tenli, daha geniş sırtlı olup açık ve düzgün dilli, yumuşak huylu idi. Alnında da bir ben vardı (Hâkim, el-Müstedrek, II, 577).

Harun peygamberle ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de pek fazla bilgi yoktur. Bir âyette Hz. Musa ile birlikte zikredilmektedir. Hz. Hârun’un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüz yirmi veya yedi yüz yirmi üç yaşında olduğu söylenir.

Hz. Hârûn, İsrâiloğulları üzerine Firavun’un ve kıbtîlerin zulüm ve baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu ve gençliği, Mısır’da geçti. Hz. Mûsâ’ya peygamberlik emri bildirildikten sonra,

Hz. Hârûn’a da peygamberlik emri bildirildi. Hz. Mûsâ ile birlikte Firavun’a gitmeleri, onu ve avânesini Allah-ü teâlâya îmâna dâvet etmeleri emredildi. Hz. Hârûn, Hz. Mûsâ ile birlikte Firavun’u ve adamlarını hak dîne inanmaya dâvet ettiler. Kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’un dâvetini ve îzâhlarını kabul etmedi. İlk önce alay edip hakâret dolu sözler sarf etti. Hz. Mûsâ’ya inananlara ve İsrâiloğulları’na korkunç zulümler yaptırdı. İsrâiloğulları, durumlarını Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’a bildirip, duâ istediler. Allah-u teâlâ, Firavun ve kavmine îkâz olarak musîbetler gönderdi. Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn, Allah-u teâlânın emriyle İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarıp, Kızıldeniz’den yürüyerek Sina Yarımadasına geçtiler.

Firavun ve ordusu da geçmek için denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezâsı olarak, boğulup helâk oldular.Hz. Mûsâ, kavmiyle berâber Tih Sahrasındayken Allah-u teâlâdan gelen vahiyle Tevrât-ı şerîf’i almak üzere Tûr Dağına gittiği sırada Hz. Hârûn’u yerine vekil bıraktı. Hz. Mûsâ, Tûr Dağındayken, İsrâiloğulları, Hz. Hârûn’u dinlemeyip Sâmirî adında bir münâfığın hîlelerine kapılarak, yaptıkları altın buzağı heykeline taptılar. Hz. Hârûn, kavminin bu câhilce ve azgınca hareketi karşısında onlara nasîhatlerde bulundu.Onları bu inanış ve hareketlerinden uzaklaştırmaya çalıştı.Onun nasîhat ve uyarılarını bir kısmı kabul ettiyse de bir kısmı kabul etmedi. Hz. Hârûn’u tehdit ettiler. Hz. Hârûn, kendisine tâbi olan 12.000 kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde mücâdele etmek istedi. Fakat Hz. Mûsâ’nın, “İsrâiloğullarını parçaladın, birbirinden ayırdın!” diyeceğini düşünerek, bu işten vazgeçti. Hz. Mûsâ’nın Tûr’dan dönmesini bekledi.

Hz. Mûsâ, Tûr Dağından dönüşünde kavminin altın buzağı heykeline taptığını görünce çok üzüldü. Bu hâlin sebebini Hz. Hârûn’a sordu. Hz. Hârûn da İsrâiloğulları’nın kendisini dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdit ettiklerini, Sâmirî adında bir münâfığa uyarak bu yola saptıklarını bildirdi. Hz. Mûsâ, Sâmirî’ye bedduâ etti ve İsrâiloğulları’nın tövbe etmelerini bildirdi. İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ’nın dediklerini kabul ettiler ve tövbe ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Hz. Hârûn da Hz. Mûsâ’yla birlikte gayret etti. Allah-u teâlâ, Hz. Mûsâ’ya kavmini toplayıp, Arz-ı Mev’ût denilen bölgeye (Filistin ve Şam bölgesi) götürmesini ve puta tapan Amâlika kavmiyle savaşmasını emretti. İsrâiloğulları, o beldelerde zâlim ve kuvvetli hükümdârların bulunduğunu ileri sürerek harbe gitmediler.

Allah-u teâlâ, bu isyânları sebebiyle İsrâiloğulları’na kırk yıl müddetle Arz-ı Mev’ûd’a girmeyi haram kıldı. İsrâiloğulları, bu kırk sene içinde Tih Sahrâsında şaşkın ve perişan şekilde dolaştılar. Bu sırada Hz. Hârûn da Hz. Mûsâ ile birlikte İsrâiloğulları’nın sıkıntılarına sabretti. Hz. Hârûn, İsrâiloğulları’nın nankörlükleri üzerine, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerini Tih Çölünde kalmaya mahkûm ettiği 40 senenin sonlarına doğru, Hz. Mûsâ’dan birkaç sene veya bir rivâyete göre üç sene evvel vefât etti. Kabrinin nerede olduğu husûsunda çeşitli rivâyetler vardır. Bir rivayete göre, Allah-u Teâla, Hz. Musa’ya Hz. Hârun’u vefat ettireceğini, onu dağa getirmesini bildirdi. Hz. Musa, Hz. Hârun’un elinden tutarak dağa çıktılar.

Hz. Hârun’un Sibr ve Sibbîr adındaki oğulları da yanlarındaydılar. Dağın üzerinde görülmemiş güzellikte bir ağaç, yapılmış bir ev, evin içinde bir sedir ve sedirin üstündeki yataktan misk gibi bir koku geliyordu. Hz. Musa ile birlikte Hz. Hârun, yatağın üstüne yattılar. Allahu Teâla, Hz. Hârun’un ruhunu bu halde iken aldı, sonra ağaç kayboldu, ev ve sedir semâya yükseldi. Hz. Musa, Hârun (a.s)’un cenaze namazını orada kılarak onu dağa defnetti. Yahudiler, bu dağa “Tûr-u Hârun” adını vermişlerdir.Hz. Hârun’un Tih çölündeki bu dağda vefat ettiğinde yüz on yedi, yüz yirmi veya yedi yüz yirmi üç yaşında olduğu söylenir. Diğer bir rivayete göre Hz. Harun, Hz. Musa’dan yedi ay önce veya üç sene önce, yüz yirmi üç yaşında olduğu halde Tiyh sahrasında ölmüştür. Tûr-i Sîna civarında “Mürran” dağındaki bir mağaraya gömülmüştür.

HZ. MUSA (A.S.) VE KARDEŞİ HZ. HARUN (A.S.) Ahmak Firavun’u Kızıldeniz’in girdaplarında yok eden mûcizeli, asâlı Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ve O’na yardımcı kılınan sâlih kardeşi Hârûn -aleyhisselâm- kimdir?

Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-, “ülü’l-azm” Peygamberlerin üçüncüsüdür. Ya’kûb’un -aleyhisselâm- neslindendir. Benî İsrâîl Peygamberidir. Kur’ân-ı Kerîm’de ismi en çok zikredilen Peygamberdir. Muhtelif âyetlerde çeşitli vesîlelerle 136 defa ismi zikredilmektedir.

Mûsâ -aleyhisselâm- ile Hârûn -aleyhisselâm- kardeştir.

MISIR’IN FİRAVUNLARI

Hazret-i Yûsuf’u -aleyhisselâm- ülkesinin mâliye nâzırı (hazîne bakanı) yapan Mısır firavunlarından Reyyân bin Melik mü’min idi. Kendisinden sonra Kâbus firavun oldu. Bu şahıs, Yûsuf’a -aleyhisselâm- îmân etmedi, ancak O’nu vazîfesinden de almadı. Daha sonra gelen firavunlar ise, Benî İsrâîl’e kıymet vermediler.

Yûsuf -aleyhisselâm-’dan sonra İsrâîloğulları Mısır’da kaldı. Bunlar, Yûsuf, Ya’kûb, İshâk ve İbrâhîm -aleyhimüsselâm-’ın dînine bağlı idiler. Mısır’ın eski yerlileri olan Kıptîler ise, putperestti. Yıldızlara ve putlara taparlardı. Benî İsrâîl kavmini de hor ve hakîr görürlerdi. Firavunları gaddar ve zâlim insanlardı. Benî İsrâîl’in çoğalmalarından endişe duymaktaydılar. Çünkü Sıptî denilen Benî İsrâîl kavmi çoğalırsa, iktidar onların eline geçebilirdi.

Bu duruma daha fazla tahammül gösteremeyen Kıptîler, başta firavunları olmak üzere Sıptîlere zulüm ve eziyet etmeye başladılar. Onların gittikçe şiddetlenen zulümlerine dayanamayan Sıptîler ise, içinde bulundukları hâlden iyice usandılar. Artık burada içtimâî ve siyâsî haklarını tamamen kaybetmişlerdi. Ya’kûb’un -aleyhisselâm- yurdu olan Kenan diyârına gitmek istediler. Ancak bir türlü muvaffak olamadılar. Çünkü Firavun, onları piramitlerin yapımı gibi ağır işlerde çalıştırıyor ve bu yüzden bırakmak istemiyordu.

FİRAVUN’UN ZULÜMLERİ

On iki kabîle olan İsrâîloğullarının her biri, Ya’kûb’un -aleyhisselâm- oğullarından birine bağlı idi. Firavun, onları zor şartlarda çalıştırıyor, zulmediyor ve devamlı baskı altında tutuyordu. Çalışamayacak olanlara dahî ağır vergiler koyuyor, güneş batmadan vergisini getirmeyenlerin kollarını bağlatıyor ve bir ay o şekilde bırakıyordu. Firavun’un bu zulümleri âyet-i kerîmelerde şöyle bildirilmektedir:

“Firavun Mısır toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan idi.” (el-Kasas, 4)

“…Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.” (el-Kasas, 8)

Bu zulüm ve buhran devrinde Hak Teâlâ, Mûsâ -aleyhisselâm-’ı gönderdi:

“Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lutufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk. Ve o yerde onları hâkim kılmak; Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, onlardan (İsrâîloğulları’ndan gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).” (el-Kasas, 5-6)

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin