Dolar (USD)
34.14
Euro (EUR)
38.22
Gram Altın
2914.67
BIST 100
10045.27
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hüzünlü Esaret Yahut II. Cem Sultan Vakası

Hüzünlü Esaret Yahut II. Cem Sultan Vakası
09 Haziran 2015 09:52:00

-F. Gülen'in Esaretine Dair-

En sadık müritlerinin dahi zihinlerinin bir köşesinde, sarkaç gibi her daim sallanan azim bir sual vardır: "Hocaefendi 16 yıldır neden Amerika'da? Neden iki kardeşinin cenazesine bile, birer gün dahi olsun gel(e)medi? Neden İslam diyarı olan bu vatanı terk edip küffar ellerine sığındı?"

Yıllar geçti, bu suallere şu ana kadar mukni ve makbul bir cevap alamadık. Pensilvanya'daki malikanesinde Türkiye'nin her köşesinden getirilmiş birer kase toprakla vatan hasretini gidermeye çalıştığına göre, 'hüzünlü gurbet'ten kendisi de mahzun. Demek ki vatan hasretiyle yanıyor, fakat gelemiyor. O halde bu tercih iradu00ee değil, onu bu hazin gurbete zorlayan başka bir güç ve bir irade olmalı. "Dönersem ülkedeki iç huzur olumsuz etkilenir" beyanatı artık hiç bir anlam ifade etmiyor. Bilakis, küffar ilinde ve elinde olduğu için ne iç huzurumuz kaldı, ne de dış huzurumuz! Türkiye'nin Başbakanı 2012 yılındaki Türkçe Olimpiyatları'nda şöyle demişti: "Gurbet hasrettir. Hasretin faturası çok ağırdır!"

Türkiye son iki yıldır 'gurbet faturası' ödüyor. Bu faturanın dinu00ee, içtimai ve ekonomik boyutları var. Türkiye'nin dış dünyada uğradığı itibar kaybı, İslam aleminin hüzünlü gözlerle bizi temaşa etmesi, o meşum beddua tesiriyle(!) evlere düşen fitne ateşleri, harap gönüller, bozulan nişanlar, kardeş kavgaları, kırık mızrap yüzünden kırılan kalpleru2026 Paralel probleminin Türkiye ekonomisine verdiği zarar ise milyar dolarlarla ifade ediliyor. "Hayatın yarası iltiyam bulur; izzet-i İslamiye, namus-u millu00eenin yarası pek derindir." Diyor Üstad Bediüzzzaman. Kılıç yarası iyileşir, fakat İslamu00ee ve millu00ee namusa gelen yaralar pek derindir. Asıl musibet dine gelen musibettir. İnfak, hayır, hasenat, hizmet, cemaatu2026 gibi kavramlar tarihin hiçbir dönemde olmadığı kadar itibarsızlaştırıldı. Milli ve manevi değerlerimize hizmet maksadıyla kurulmuş birçok vakıf ve hayır müesseseleri zan altında bulunduruldu. Hakikaten bu gurbetin faturası ne kadar ağırmış! Sahi, bu 'hüzünlü gurbet' bir 'hüzünlü esaret' hikayesi olmasın?

Tarihi tekerrür diye tarif ederler. Fethullah Hoca'nın 'hüzünlü gurbeti', saltanat sevdasıyla vatanından kaçarak Hıristiyan Rodos şövalyelerine sığınan ve Osmanlı'yı tam 14 yıl meşgul edip fetihlerin durmasına sebep olan Şehzade Cem'in 'hüzünlü esaret'ini -va esafa- ne kadar da hatırlatıyor. Evet, hatırlatıyor. Zira bu gurbetin başka türlü izahı -ne yazık ki- mümkün değil. Sultan Cem'in hüzünlü esaret hikayesini -kısaca- anlatalım: Fatih Sultan Mehmet, 1481'de vefat edince tahta büyük oğlu Bayezid geçmişti. 23 yaşındaki küçük oğlu Cem de, Bursa'da kendisine büyük bir taraftar kitlesi topladı ve saltanatını ilan etti. Daha da ileri giderek Osmanlı Devleti'nin ikiye bölünmesini, Anadolu'da kendisinin, Rumeli'de ise Bayezid'in padişah olmasını teklif etti. Devleti resmen parçalamak anlamına gelen bu teklifi asla kabul etmeyen Bayezid, Osmanlı ordusunu Cem'in üzerine gönderdi. Mağlup olan Cem, önce Memluklulara, ardından da Rodos Şövalyelerine sığındı. Rodos Şövalyeleri Cem'i uzun yıllar Osmanlı'ya karşı bir tehdit olarak kullandılar. 1488 yılında Papa'ya teslim edilen Sultan Cem, artık Hıristiyan dünyasının elinde bir kozdu. Yıllarca Avrupa devletlerinin elinde Osmanlı'yı tehdit eden bir alet oldu. Cem Sultan, hatasını anlamış ve bin pişman olmuştu. Kendisini vatanına göndermeleri için -adeta- yalvarıyordu. Ama nafile, küffarın elindeydi. Artık gece gündüz Hakk'a el açıp şöyle niyaz ediyordu: "Ya Rabbu00ee! Eğer bu din düşmanları, benim varlığımla Müslümanların üstüne saldırmaya kalkışacaklarsa, beni o günlere eriştirme ve en kısa zamanda canımı al!" Nihayetinde 1495 yılında Papa tarafından zehirlenerek öldürüldü. Mumyalanmış naaşı ancak dört yıl sonra Osmanlı'ya teslim edildi.

Bahtsız Cem Sultan'ın Rodos'ta kalan oğlu Şehzade Murat 1492'de vaftiz edilip Hıristiyan yapıldı. Ne hazindir; Şehzade Murat yıllar sonra kendi oğlu ile birlikte Kanuni Süleyman'ın Rodos kuşatmasında Şövalyelerin yanında, Osmanlıların karşısında yer alacaktı. Bu şehzadenin soyu, günümüzde de 'Osmanlı-Bizans' karışımı bir aile olarak devam ediyor. Fatih'in talihsiz şehzadesi Cem Sultan'ın soyundan gelenler şimdi geniş bir Katolik ailedir... İşte, vatan ve devletine ihanet edip saltanat hülyasıyla küffara sığınmanın neticesi ve bunun yedi nesle uzanan hazin semeresi. Cem Sultan gailesi Osmanlı Devleti'ni tam 14 yıl boyunca meşgul etti, İslam fetihleri sekteye uğradı. Osmanlı, Cem vakası nedeniyle Avrupa'da bir İslam Devleti olan Endülüs Emeviye Devleti'nin yağmalanış ve yakılışını da ağlayan gözlerle seyretmek zorunda kaldı. Müslüman Endülüs'ün başşehri güzel Gırnata, kan düşkünü Ferdinand ve isterik İzabel'in eline geçmiş, o eşsiz medeniyet imha edilmiş, Hıristiyanlığı kabul etmeyen Müslümanlar ateşlerde yakılmıştır. Koca Endülüs'ten geriye bir toz-toprak bulutu içinde bir harabe ve namusları çiğnenen tertemiz kızların çığlıkları; asırlarca çınlayan feryatlar uğultusu kalmıştır. "Geçmişle gelecek iki su damlası kadar birbirine benzerler" der İbni Haldun. Bundan 527 yıl önce Sultan Cem'i Osmanlı'ya karşı kullanan Avrupa kralları ve Papa şöyle diyorlardı: "Bu kıymetli rehineyi aman iyi muhafaza edelim." Geçtiğimiz yıl da Amerika Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf şöyle buyurdu: "Pensilvanya'da yaşayan o beyefendiyi unutun." Bu iki beyanat iki su damlası kadar birbirine benzemiyor mu? Bu iki cümle arasında ilginç bir 'paralellik' yok mu?

Fethullah Hoca'nın 'Bamteli' sohbetlerini yaptığı kürsünün ardında bir kitaplık vardır. Kitaplığın sağ üst rafını bordo ciltli kitaplar süsler. Bunlar Risale-i Nur Külliyatı'dır. Fethullah Hoca, bu kitapların müellifi Bediüzzaman Said Nursi'yi, -sanki bir eski zaman evliyasından bahseder gibi- Hazret-i Pir diyerek anar; ismini asla söylemez. O Bediüzzaman; 28 sene zindan hayatına, 19 defa zehirlenmeye, her türlü zulüm ve işkenceye katlanmış, kendisini Mekke'ye kaçırmak isteyenlere "Ben ehl-i dünyanın değil, kaderin mahku00fbmuyum, Mekke'de de olsam Türkiye'ye gelirim, zira burası daha çok hizmete muhtaçtıru2026" diyerek vatanını terk etmeyi asla düşünmemişti. Bütün ömrü harp meydanlarında, memleket hapishanelerinde geçen Hz. Pu00eer, İslam'ın en küçük meselesine binler başım olsa feda ederim diyerek Kuran'ın hükümlerinden zerre kadar taviz vermemişti. Din düşmanlığının en şiddetli olduğu bir dönemde, 1934 yılında 'Tesettür Risalesi'ni yazmış, örtünmenin Kuran'ın bir emri olduğunu beyan etmekten çekinmemişti. Bu risalesi sebebiyle 11 ay Eskişehir Hapishanesi'nde eziyet gördüğü halde tesettüre asla 'füruat' dememişti.

Tarih bir ibret sahnesidir. Bir yanda, 31 Mart bahanesiyle kendisine idam sehpaları hazırlayanlara Bayezit Meydanı'nda "Zalimler için yaşasın cehennem!" diye haykıran Bediüzzaman'ın cesur sedası; diğer yanda -90 yıl sonra- yine Bayezid Meydanı'nda İslamu00ee kıyafetlerinden dolayı üniversiteye alınmayan Müslüman kızlara "Başörtüsü füruattır, başlarınızı açın!" diyen teslimiyet çağrısı.

Tarih bir tefekkür levhasıdır. Ah keşke, yıllar önce bu Müslüman yurdu terk edip Ehl-i Salip diyarına giden ve bir daha asla dönemeyen Fethullah Hoca, bir İslam alimine yakışır şekilde, mesela bir İmam-ı Rabbani, mesela bir Mevlana Halid, mesela bir Bediüzzaman gibi izzetli bir tavır sergileyebilseydi. Keşke, küffar illerinde mahzun bir esaret yaşamaktansa, Müslüman diyarında izzet ve şerefle İslam'a hizmet etseydi; kürsüleri coştursa, minberleri titretse, mihrapları inletse; lakin ah, bu ümmeti ağlatmasaydı! Hey gidi günler!