Fussilet suresi kaç ayettir?
Fussilet suresinde inkarcı kavimlerin başlarına gelen musibetler anlatılmaktadır. Peki Fussilet suresi kaç ayettir? Fussilet suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Fussilet suresinin tefsiri nasıldır? Fussilet suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 41. suresi olan Fussilet suresine dair detaylı bilgiler haberimizde...
Fussillet suresi Kuran'ın 41. suresidir. Fussillet suresi Mekke'de nazil olmuştur. Fussillet suresi 54 ayettir. Üçüncü ayette, açıklandı manasına olan Fussilet kelimesi sureye isim olmuştur. Surede; Kur’ân-ı kerîme inanmayan müşriklerin layık oldukları cezalar, geçmişteki inkarcı kavimlerin başlarına gelen musibetler, Allah'ın varlığı ve birliği, Kur’ân-ı kerîmin indirilişindeki hikmetler, müslümanların ahlakı, dünya ve ahiret mertebeleri anlatılmaktadır. Peki Fussilet suresinin okunuşu, anlamı, tefsiri nasıldır? İşte Fusullet suresi hakkında bilgiler...
Kısaca Konusu : Kur’an’ın, rahmân ve rahîm olan Allah’ın katından indirilmiş bir kitap olduğunu belirten açıklamayla başlayan sûrede, Mü’min sûresinde olduğu gibi büyük ölçüde iman konuları işlenmiş ve bu bakımdan Mekke putperestlerinin durumu; Peygamber, Kur’an ve İslâm karşısındaki inkârcı, inatçı ve baskıcı tutumları, özellikle Kur’an karşısındaki peşin hükümleri ve onun sesini boğma gayretleri, nihayet bütün bu davranışlarıyla nasıl bir âkıbeti hak ettikleri üzerinde durulmuş; yer yer geçmişteki bazı kavimlerin, kendi dinleri ve peygamberleri karşısındaki haksız tavırlarıyla bu yüzden başlarına gelen felâketlere dair uyarıcı mahiyette kısa bilgiler verilmiştir. Sûrenin özellikle 30-36. âyetlerinde Kur’an’ın, Allah’a iman temeline dayanan, daima dürüst olunmasını, insanlar arasında sıcak dostluğa, barış ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler kurulmasını amaçlayan ahlâk öğretisi özetlenmiştir.
Fazileti
İbn Âşûr’un Beyhak^’den naklettiğine göre (XXIV, 227) Hz. Peygamber’in Tebâreke (Mülk) ve Hâ-mîm es-secde (Fussılet) sûrelerini okumadan uykuya yatmadığı rivayet edilmiştir.
Kim Fussilet sûresini okursa, Allahü teâlâ her harfine on sevâb verir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
FUSSİLET SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ha mim
2. Tenzilüm miner rahmanir rahim
3. Kitabün fussılet ayatühu kur’anen arabiyyel li kavmiy ya’lemun
4. Beşırav ve nezıra fe a’rada ekseruhüm fe hüm la yesmeun
5. Ve kalu kulubüna fı ekinnetim mimma ted’una ileyhi ve fı azanina vakruv ve mim beynina ve beynike hıcabün fa’mel innena amilun
6. Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıdün festekıymu ileyhi vestağfiruh ve veylül lil müşrikın
7. Ellezıne la yü’tunez zekate ve hüm bil ahırati hüm kafirun
8. İnnellezıne amenu ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun
9. Kul e inneküm le tekfürune billezı halekal erda fı yevmeyni ve tec’alune lehu endada zalike rabbül alemın
10. Ve ceale fıha ravasiye min fevkıha ve barake fıha ve kaddera fıha akvateha fı erbeati eyyam sevael lis sailın
11. Sümmesteva iles semai ve hiye dühanün fe kale leha ve lil erdı’tiya tav’an ev kerha kaleta eteyna taiıyn
12. Fe kadahünne seb’a semavatin fı yevmeyni ve evha fı külli semain emraha ve zeyyennes semaed dünya bi mesabıha ve hıfza zalike takdırul azızil alım
13. Fe in a’radu fe kul enzertüküm saıkatem misle saıkati adiv ve semud
14. İz caethümür rusülü mim beyni iydıhim ve min halfihim ella ta’büdu illellah kalu lev şae rabbüna le enzele melaiketen fe inna bima ürsiltüm bihı kafirun
15. Fe emma adün festekberu fil erdı bi ğayril hakkı ve kalu men eşeddü minna kuvveh e ve lem yerav ennellahellezı halekahüm hüve eşeddü minhüm kuvveh kanu bi ayatina yechadun
16. Fe erselna aleyhim rıhan sarsaran fı eyyamin nehısatil li nüzıkahüm azabel hızyi fil hayatid dünya ve leazabül ahırati ahza ve hüm la yünsarun
17. Ve emma semudü fe hedeynahüm saıkatül azabil huni bima kanu yeksibun
18. Ve necceynellezıne amenu ve kanu yettekun
19. Ve yevme yuhşeru a’daüllahi ilen nari fe hüm yuzeun
20. Hatta iza ma cauha şehide aleyhim sem’uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm bima kanu ya’melun
21. Ve kalu li cühudihim lime şehidtüm aleyna kalu entaknellahüllezı entaka külle şey’iv ve hüve halekaküm evvele merrativ ve ileyhi türceun
22. Ve ma küntüm testetirune ey yeşhede aleyküm sem’uküm ve la ebsaruküm ve la cüludüküm ve lakin zanentüm ennellahe la ya’lemü kesıram mimma ta’melun
23. Ve zaliküm zannükümüllezı zanentüm bi rabbiküm erdaküm fe asbahtüm minel hasirın
24. Fe iy yasbiru fen naru mesvel lehüm ve iy yesta’tibu femahüm minel mu’tebın
25. Ve kayyadna lehüm kuranae fezeyyenu lehüm ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins innehüm kanu hasirın
26. Ve kalellezıne keferu la tesmeu li hazel kur’ani velğav fıhi lealleküm tağlibun
27. Fe lenüzıkannellezıne keferu azaben şedıdev ve lenecziyennehüm esveellezı kanu ya’melun
28. Zalike ceazü a’daillahin nar lehüm fıha darul huld cezaem bima kanu bi ayatina yechadun
29. Ve kalellezıne keferu rabbena erinellezeyni edallana minel cinni vel insi nec’alhüma tahte akdamina li yekuna minel esfelın
30. İnnellezıne kalu rabbünellahü sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül melaiketü ella tehafu ve la tehzenu ve ebşiru bil cennetilletı küntüm tuadun
31. Nahnü evliyaüküm fil hayatid dünya ve fil ahırah ve leküm fıha ma teştehı enfüsüküm ve leküm fıha ma teddeun
32. Nüzülem min ğafurir rahıym
33. Ve men ahsenü kavlem mimmen dea ilellahi ve amile salihav ve kale innenı minel müslimın
34. Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh idfa’ billetı hiye ahsenü fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım
35. Ve ma yülekkaha illellezıne saberu ve ma yülekkaha illa zu hazzın azıym
36. Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun festeız billah innehu hüves semıul alım
37. Ve min ayatihil leylü ven neharu veş şemsü vel kamer la tescüdu liş şemsi ve la lil kameri vescüdu lillahillezı halekahünne in küntüm iyyahü ta’büdun
38. Fe inistekberu fellezıne ınde rabbike yüsebbihune lehu bil leyli ven nehari ve hüm la yes’emun (37. Ayet secde ayetidir.)
39. Ve min ayatihı enneke teral erda haşiaten fe iza enzelna aleyhel maehtezzet ve rabet innellezı ahyaha le muhyil mevta innehu ala külli şey’in kadır
40. İnnellezıne yülhıdune fı ayatina la yahfevne aleyna e fe mey yülka fin nari hayrun em mey ye’ti aminey yevmel kıyameh ı’melu ma şi’tüm innehu bima ta’melune basıyr
41. İnnellezıne keferu biz zikri lemma caehüm ve innehu le kitabün azız
42. La ye’tıhil batılü mim beyni yedeyhi ve la min halfih tenzılüm min hakımin hamıd
43. Ma yükalü leke illa ma kad kıyle lir rusüli min kablik inne rabbeke lezu mağfirativ ve zu ıkabin elim
44. Ve lev cealnahü kur’anen a’cemiyyüv ve arabiyy kul hüve lillezıne amenu hüdev ve şifa’ vellezıne la yü’minune fı azanihim vakruv ve hüve aleyhim ama ülaike yünadevne mim mekanim beıyd
45. Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fıh ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudıye beynehüm ve innehüm lefı şekkim minhü mürıb
46. Men amile salihan fe li nefsihı ve men esae fe aleyha ve ma rabbüke bi zallamil lil abıd
47. İleyhi yüraddü ılmüs saah ve ma tahrucü min semeratüm min ekmamiha ve ma tahmilü min ünsa ve la tedau illa biılmih ve yevme yünadıhim eyne şürakaı kalu azennake ma minna min şehıd
48. Ve dalle anhüm ma kanu yed’une min kablü ve zannu ma lehüm mim mehıys
49. La yes’emül insanü min düail hayri ve im messehüş şerru fe yeusün kanut
50. Ve lein ezaknahü rahmetem minna mim ba’di darrae messethü le yekulenne haza lı ve ma ezunnüs saate kaimetev ve heir rucı’tü ila rabbi inne lı ındehu lel husna fe le münebbiennellezıne keferu bima amilu ve le nüzıkannehüm min azibn ğalıyz
51. Ve iza en’amna alel insani a’rada ve nea bicanibih ve iza messehüş şerru fe zu düain arıyd
52. Kul eraeytüm in kane min ındillahi sümme kefertüm bihı men edallü mimmen hüve fı şikakım beıyd
53. Senürıhim ayatina fil afakı ve fı enfüsihüm hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakk e ve lem yekfi bi rabbike ennehu ala külli şey’in şehıd
54. E la innehüm fı miryetim mil likai rabbihim e la innehu bi külli şey’im mühıyt
FUSSİLET SÛRESİ ANLAMI
Bismillâhirrahmânirrahîm
1.Hâ Mîm.
2.Bu Kur’an, Rahmân ve Rahîm olan Allah’tan indirilmedir.
3.Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur’an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.
4.Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.
5.Dediler ki: “(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O hâlde sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi) yapacağız.”
6.De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!”
7. Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler.
8.Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfat vardır.
9.De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.”
10.O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
11.Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler.
12.Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
13.Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım.”
14.Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişler, onlar da, “Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz” demişlerdi.
15.Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, “Bizden daha güçlü kim var?” demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.
16.Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.
17.Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.
18.İnananları ve Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.
19.Allah’ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!
20.Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.
21.Onlar derilerine, “Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?” derler. Derileri de der ki; “Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.”
22.“Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.”
23.“İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz.”
24. Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah’ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.
25.Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı.
26.İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”
27.İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.
28.İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak orada onlar için ebedîlik yurdu vardır.
29.(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
30.Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”
31,32.“Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.”
33.Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?
34.İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.
35.Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.
36.Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
37.Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.
38.Eğer onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar (melekler), gece gündüz hiç usanmadan O’nu tespih ederler.
39.Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.
40.Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.
41.Kur’an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.
42.Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.
43.Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.
44.Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”
45.Andolsun! Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.
46.Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.
47.Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”
48.Daha önce yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.
49.nsan, hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır.
50.Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka “Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O’nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır” der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız.
51.İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.
52.De ki: “Ne dersiniz? Eğer o (Kur’an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?”
53.Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?
54.İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.
FUSSİLET SURESİ TEFSİRİ
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Hâ, Mîm.
2 (Bu Kur'an,) Rahman ve Rahim'den indirilmiştir.
3 Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça Kur'an (veya okunan) kitaptır;
4 Bir müjde verici ve bir uyarıcı-1korkutucu olarak. Ama onların çoğu yüz çevirdiler. Artık onlar dinlemezler.
5 Ve dediler ki: "Bizi kendisine çağırmakta olduğun şeye karşı kalblerimiz bir örtü içindedir,2 kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır.3 Artık sen. (yapabileceğini) yap, biz de gerçekten yapıyoruz."4
AÇIKLAMA
1. Bu sure kısa bir girişle başlamış ve ardından da bir hitapta bulunulmuştur. Bu hitabı dikkatle okuduğunuz takdirde, daha önce yapılan kısa girişle arasındaki bağlantının niteliğini anlamanız mümkün olur.
a) Bu Kur'an, Allah'ın indirdiği bir kelamdır: Yani sizler, bu sözleri Muhammed uydurmuş diyorsanız da onun, kainatı yaratan Allah tarafından indirilmiş olduğu gerçeği değişmez. Bu kelamı işittiğinizde Hz. Peygamber'e (s.a) öfkeleniyor, kızıyorsunuz. Fakat aslında sizler ona değil, bana (Allah'a) kızmış oluyorsunuz. Yine Hz. Muhammed'i (s.a) reddetmekle aslında beni reddediyorsunuz. Sizler yüz çevirmekle de bir insandan değil, Allah'tan yüz çevirmiş oluyorsunuz.
b) Bu Kur'an'ı indiren, Halik olan Allah, yarattıklarına karşı çok merhametlidir: Bu husus zikredilmekle, hidayeti gönderen Allah'ın "Rahman" sıfatına işaret edilmiş oluyor. Ayrıca Kur'an'ı inkar eden ve yüzçeviren kimselerin, aslında kendi kendilerine düşmanlık ettiklerine, çünkü bu hidayetin rahmet ve saadete vesile olan büyük bir nimet olduğuna değinilmektedir. Allah, insanlardan yüzçevirseydi şayet, onları hidayetsiz ve karanlıklar içinde bırakır, ne durumda olduklarına aldırmazdı bile. Fakat Allah'ın insanları yaratmış olması, rızık vermesi ve onlara bu hayat içinde yol göstermesi, O'nun bir fazlıdır. İşte bu yüzden de bir kuluna vahiyde bulunmuştur. Şimdi bu hidayetten yararlanmayan ve hatta ona karşı çıkan bir kimseden daha nankör ve kendi kendisine düşmanlık eden biri olur mu?
c) Bu kitabın ayetleri Arapça'dır ve ona itiraz edebileceğiniz eğri bir nokta ve anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur: Böylece Hak ve Batılın ne olduğu apaçık ortaya konmuştur. Doğru ve sahih akide ile yanlış akide hangisidir? İyi ve kötü ahlâk, salih ve salih olmayan ameller, saadete ve felakete götüren yollar nelerdir, hep açıklanmıştır. Dolayısıyla böylesine açık bir hidayeti reddedenler için artık bir mazeret sözkonusu değildir. Olsa olsa bu onların sapık yolda olduklarının bir ispatıdır.
d) Bu, Arapça bir Kur'an'dır: Yani, Araplar'ın kendi lisanında nazil olmuştur. Arapça olmadığı için anlaşılamaz şeklinde bir mazeret öne sürülemez. (Bu konu 44. ayette farklı bir uslubla ifade edilmiştir. Arap olmayan kimselerin bu konudaki tereddütleri makul karşılanabilir bir niteliktedir. Nitekim biz bu konuda daha önce açıklamalar yapmıştık. Bkz. Yusuf an: 5 ve "Resail ve Mesail" adlı eserim c. I, sh: 19-23)
e) Bu kitab, müjdeci ve uyarıcıdır: Yani, bu kitab, bir hayal ürünü, felsefe eseri veya bir edebiyat kitabı olmadığı için, inkar edip etmemek arasında bir fark yoktur denilemez. Bu kitab kendisine tabi olanları güzel bir son, karşı koyanları ise korkunç bir akibet beklediğini açık açık anlatmaktadır. Dolayısıyla böyle bir kitabı hafife almak için ancak bir ahmak olmak gerekir.
f) Bu kitab akıl sahiplerine hitap eder: Yani, ondan sadece akıl sahibi olanlar yararlanabilirler. Pırlanta ile taş arasındaki farkı ayırdedemeyen birisi için pırlanta nasıl bir yarar sağlamazsa, cahiller için bu kitab da bir yarar sağlamaz.
2. Yani, o çağrının, kalblerimize ulaşmasına imkan yoktur.
3. Yani, senin getirdiğin mesaj, aramızda tefrika çıkarmış ve bölünmelere yol açmıştır. Artık seninle birleşmemize imkan yoktur.
4. Bu cümle iki anlama da gelir. Birincisi, "Senin bizimle, bizim seninle herhangi bir ilgimiz bulunmamaktadır." İkincisi, "Sen, nasıl kendi davetinden vazgeçmiyorsan, bizler de sana muhalefet etmekten vazgeçmeyecek ve muhalefetimizi sürdürebilmek için elimizden geleni yapacağız."
6 De ki: "Ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim.5 Bana yalnızca, sizin ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor.6 Öyleyse O'na yönelin 7ve O'ndan mağfiret dileyin.8 Vay haline o müşriklerin."
7 Ki onlar, zekâtı vermeyenler9 ve onlar ahireti inkâr edenlerdir.
8 Gerçek şu ki, iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için kesintisi olmayan bir ecir vardır.10
9 De ki: "Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir."
10 Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı11 ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları12 dört günde13 takdir etti.
11 Sonra, kendisi duman14 halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (itaat ederek) geldik" dediler.15
AÇIKLAMA
5. Yani, ben kalblerinize nüfuz edemem ve size zorlamada bulunarak tebliğ yapamam. Ben, ancak bir insanım ve sadece dinlemek isteyen kimselere anlatabilirim.
6. Sizler, kendi kendinize kalblerinizi kilitlemek, kulaklarınızı kapamak istiyorsunuz. Fakat hepinizi yaratanın Allah olduğu ve sizlerin de O'nun kulları olduğunuz gerçeği asla değişmez. Bu Kur'an bir felsefe eseri değil ki, doğru ya da yanlış olma ihtimali bulunsun. O, Allah tarafından vahyolunan kesin bir gerçektir.
7. Yani, Allah'dan başka hiç kimseyi ilah yerine koymayın, ibadet etmeyin, birşeyler ümid ederek yalvarmayın, boyun eğmeyin ve yine Allah'tan başkasının koyduğu kurallara, kanunlara, örf ve adetlere itaat etmeyin.
8. Yani, şimdiye kadar işlediğiniz günahlar dolayısıyla af dileyin ve daha önce işlediğiniz şirk, küfür, isyan için tevbe edin.
9. Burada geçen "zekat" kelimesi hakkında müfessirler ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas, İkrime ve Mücahid'in görüşüne göre, buradaki "zekat" ifadesi, tevhid inancı ve Allah'a itaat ile hasıl olan nefsin temizlenmesine işaret etmektedir. Katade, Süddi, Hasan Basri, Dahhak, Mukatil ve İbn Sahib gibi müfessirlere göreyse, burada, "zekat" ile malın zekatı kastolunmaktadır. Bu görüşe göre ayetin anlamı şu şekilde olur: "Yazıklar olsun onlara ki, Allah'a ortak koşarlar ve mallarının zekatını vermeyerek, kulların haklarına mani olurlar."
10. Bu ifade iki anlama gelir: 1) Kendisinde hiçbir eksiklik olmayan ecir, mükafat vardır. 2) Bu, verdiklerini lütuf sananlarınki gibi bir mükafat olmayacaktır.
11. "Arzın bereketleri" ile, milyonlarca yıldan beri en küçük canlıdan insana değin her mahlukun faydalandığı bitmez tükenmez kaynaklar kastolunuyor. Bu bereketlerin en önemlisi bitkilerin, hayvanların ve insanların hayatlarının sürmesini mümkün kılan "su" ve "hava"dır.
12. Bu ayetin anlamı konusunda müfessirler birçok görüş ileri sürmüşlerdir.
Bazı müfessirler, "Arayıp soranlar için gıdalarını dört günde takdir etti" ayetini, "Ne az, ne de çok, tam dört günde takdir etti" şeklinde anlamışlardır.
İbn Abbas, Katade ve Süddi, bu ayeti, "Arayıp, soranlara, 'dört gün' diye cevap verilmiştir." şeklinde anlamışlardır. Yani bir kimse, bu işin kaç günde tamamlandığını sorarsa, en iyi cevap, "dört günde" diye karşılık vermektir.
İbn Zeyd ise, bu ayeti şöyle yorumlamıştır. "Yeryüzünde rızık arayanların ihtiyaçları, dört gün içinde takdir edilmiştir."
Dil açısından bu üç görüş de kabul edilebilir niteliktedir. Ancak ilk iki görüş, bize göre kabul edilebilir bir özellik ihtiva etmektedir. Çünkü bu iş dört günden bir saat eksik veya fazla ya da tam dört günde olmuş olabilir. O halde Allah'ın kudret ve kuvvetinde, hikmet ve beyanında, bizim tamamlayacağımız bir noksanlık mı sözkonusudur? Ayrıca "Soranlara 'dört gün' şeklinde cevap verilmiştir." görüşü de müphemdir. Çünkü ayetin siyak ve sibakından anlaşıldığına göre bir kimsenin bu işin kaç günde tamamlandığını sorduğu da sözkonusu değildir. O halde bu ayette, niçin böyle bir cevap verilmiş olsun? İşte bu nedenlerden ötürü biz üçüncü görüşü tercih ettik. Ben bu ayeti şöyle anlıyorum: "Allah Teâlâ, bu kainatın başlangıcından sonuna, yani kıyamete kadar tüm ihtiyaçlarını yaratmış, onlar için her türlü imkanı sağlamıştır. Çeşitli bitkiler için toprak, su vs. yaratırken, her cins ve çeşit mahluk için de diğer gıdaları varetmiştir. Tüm bunların dışında da apayrı bir varlık olarak insanı yaratmış ve onun sadece bedensel niteliklerini değiştirmekle kalmayan, ayrıca lezzet almasını da sağlayan gıdalar halk etmiştir. Allah'tan başka kim, kainat içerisinde ne kadar ve ne çeşit mahluk bulunduğunu, nerede ve kaç zamandır yaşamakta olduğunu, hayatlarını sürdürebilmek için ne kadar gıdaya ihtiyaç duyduklarını bilebilir? Allah bu kainatı nasıl yaratmış ve bir plana göre düzenlemişse, onun varlığını idame ettirebilmesi için de her canlının gerekli olan ihityaçlarını (yemek, içmek vs.) yaratmıştır."
Bazı kimseler, yeni bir Marksist İslâm (Kur'an'ın Rububiyyet Nizamı) anlayışı öne sürmektedirler. Bunlar "Sevâen li's-Sâilin" ifadesini "Dileyenlere eşit olarak" şeklinde anlamakta ve şöyle deliller getirmektedirler: "Allah herkes için eşit miktarda gıda yaratmıştır. Dolayısıyla herkese karne ile eşit miktarda gıda vermenin mümkün olduğu bir devlet nizamı kurulmalıdır. Çünkü özel mülkiyetin sözkonusu olduğu toplumda Kur'an'ın öngördüğü hayat tarzı gerçekleştirilemez" Bu gafiller, Kur'an'ı kendi hevaları doğrultusunda suistimal etmeye çalışırlarken "sailin" kelimesinin sadece insanların değil, tüm canlıların gıda ihtiyaçları için kullanıldığını unutmuşlardır. Gerçekten de, Allah, mahlukatın her kesimi için eşit miktarda gıda tayin etmiştir diyebilir miyiz? Sizler, bu kainat içerisinde gıdaların eşit bir şekilde taksim olunduğunu görüyor musunuz? Nitekim kâinat içerisinde bu anlamda bir eşitlik sözkonusu değildir. Haşa Allah Teâlâ, kendi kitabına aykırı mı hareket etmiştir? Ayrıca eşitlik davasını öne süren bu kimseler, insanların beslemekle mükellef oldukları hayvanlara (koyun, keçi, inek, at katır, deve vs.) Rabbani düzen kurulduğu takdirde eşit miktarda mı yiyecek verecekler?
13. Bu bölümde müfessirler bir güçlük ile karşı karşıya kalmışlardır. Yani, Allah yeryüzünü iki günde yaratmış, dağları yerleştirmiş ve bereketli gıdaları dört günde meydana getirmiştir. İleride gökyüzünün de iki günde yaratılmış olduğunun belirtilmesiyle birlikte, hepsi toplam olarak 8 gün eder. Oysa Allah, Kur'an'ın çeşitli yerlerinde, kainatı 6 günde yarattığını bildirmiştir. Bu nedenden ötürü müfessirler yeryüzünün yaratıldığı müddet olarak zikredilen 2 günü, 4 günün içinde kabul ederler ve böylece, gıdaların takdiri ile birlikte hepsi toplam 4 gün olur. Fakat bu işlem Kur'an'ın açık beyanına uymayacağı için, böyle bir tevil anlamsız olacaktır. Çünkü yeryüzünün 2 günde yaratılış hadisesi, kainatın yaratılışından ayrı değildir. Sonra gelen ayeti dikkatle okursak eğer, yeryüzü ve gökyüzünün birlikte zikredildiğini görürüz: "Sonra Allah göğe yöneldi." Nitekim kainattaki 7 gök içinde, bizim dünyamız da vardır. Bu kainatın, yeryüzünün, gökyüzünün, yıldızların, gezegenlerin vs.'nin yaratılışı tamamlandıktan sonra Allah, canlıların ihtiyaçlarını yaratmış ve bu iş 4 günde tamamlanmıştır. Diğer yıldız ve gezegenlerin ne şekilde yaratıldıkları zikredilmemiştir. Çünkü insanoğlunun ilmi, değil o zaman, bugün dahi onları anlayacak yeterlilik arzetmemektedir.
14. Burada üç hususun izah edilmesi gerekmektedir.
a) "Gök" ifadesi ile tüm kainat kastolunmaktadır.
b) "Duman" ifadesi, bugünkü ilim adamlarının da kabul ettikleri gibi, kainatın şekillenmesinden önceki maddeye tekabül eder.
c) "Göğe yöneldi" ifadesini, yeryüzünün gökyüzünden önce yaratıldığı, daha sonra dağların yerleştirildiği ve bereketli gıdaların takdir edildiği şeklinde kabul etmek doğru değildir. Şu ayet sözkonusu anlayışı düzeltir: "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve arza, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. "İsteyerek geldik" dediler." Bu emir verilmeden önce, yeryüzü ve gökyüzü teşekkül etmemiştir. Yani kainatın yaratılışı daha yeni başlamaktadır. Sadece "Sümme" (sonra) kelimesi, yeryüzünden sonra gökyüzünün yaratıldığına delil teşkil edemez. Nitekim Kur'an'da bu kelimenin "tertibi zaman" için olmayıp, "tertibi beyan" için kullanıldığına dair birçok örnek vardır. (Bkz. Zümer an: 12)
Yeryüzü ve gökyüzünden hepsinin, daha önce yaratılmış olduğu tartışması, kadim müfessirlerden bu yana sürüp gitmektedir. Bir grup, Bakara Suresi'nin 29. ayetine dayanarak, yeryüzünün önce yaratıldığını öne sürerken, diğer bir grup, Naziat Suresi'nin 27-33. ayetlerini delil kabul edip, gökyüzünün yeryüzünden önce yaratıldığını savunurlar.
Çünkü bu ayetlerde gökyüzü yeryüzünden önce zikredilmiştir. Fakat Kur'an'ın, bir tabiat ilimleri kitabı olmadığı ve bundan dolayı inzal edilmediği de bir gerçektir. Bu kitab insanları tevhid ve ahiret akidesine davet ederken, tabiatın sayısız gizliliklerine dikkat çeker ve kainatın, yeryüzü ve gökyüzünün yaratılışını düşünmeye çağırır. Dolayısıyla burada tertibi zamanın hiçbir önemi yoktur. Allah Teâlâ bunu, sadece birliğine bir delil olmak üzere öne sürmüştür. Hangisinin önce veya sonra yaratıldığı ise hiç önemli değildir. Ancak bunların eğlence olsun diye değil, ciddi bir maksat için yaratıldıkları vurgulanmıştır. İşte bu yüzden de Kur'an'da, bazı yerlerde yeryüzü, bazı yerlerde ise gökyüzü önce zikredilir. Allah Teâlâ, insanların dikkatini, yeryüzünün nimetlerine çekmek istediği zaman yeryüzünü önce zikretmektedir, çünkü insan yeryüzüne daha yakındır. Allah'ın yücelik ve kudretine dikkat çekilecek ise, bu sefer genellikle gökyüzü önce zikredilir. Çünkü gökyüzünün manzarası, insanoğlunu her zaman hayretler içinde bırakmıştır.
15. Burada kainatın yaratılışı anlatılırken, böyle bir üslup kullanmak suretiyle Allah'ın yaratışı ile insanın bir şeyi meydana getirişi arasındaki fark vurgulanmıştır. İnsan bir şeyi meydana getirmek istediğinde, zihninde bir plan kurar ve gereken malzemeyi hazırladıktan sonra da o malzemeyi zihninde kurduğu plan çerçevesinde şekillendirmeye çalışır. İnsan bazen elindeki malzemeyi istediği şekle sokar ve madde üzerinde hakimiyet kurmuş olur. Bazen de sözkonusu malzeme, insanın istediği şekle girmeyip, bu sefer madde galip gelmiş olur. Bir örnek vererek meseleyi anlamaya çalışalım: Bir terzinin, zihninde bir elbise dikmeyi tasarladığını ve elindeki kumaşa bir şekil vermeyi istediğini varsayalım. Bazen terzi, kumaşı kendi istediğine göre keser ve dikmeye başlar, bazen de kumaş onun tasarladığı şekle uymaz. Şimdi de Allah'ın bildirdiğine göre kainatı nasıl yaratmış olduğunu bir düşünelim: Kainatın maddesi önce duman şeklindedir. Allah ona şekil vererek, kainatı yaratmayı istediğinde insanlar gibi oturup yeryüzünü nereye koyacağını, Ay'ın nerede duracağını ve yıldızların nasıl asılacağını düşünerek bir plan yapmadı. O sadece "Bu şekle girin" diye emretti. Kainatın malzemesi olan duman da, böylece kendi kendine şekil almış oldu. Bu malzemelerin, Allah'a karşı direnme gücü olmadığı gibi Allah'ın da onlara şekil vermek için yorulmaya ihtiyacı yoktur. O "ol" der ve hemen "oluverir". Dolayısıyla içinde yaşadığımız yeryüzü iki günde meydana gelmiştir.
Allah'ın, bir şeyi, olmasını irade ettiğinde "ol" demesi, ve onunda hemen "oluvermesi" ile ilgili halketmedeki hususiyletleri Kur'an'ın birçok yerinde zikredilmiştir. Bkz. Bakara an: 115, Al-i İmran an: 44-55, Nahl an: 35-36, Meryem an: 24, ve Yasin: 82, Mümin: 68
12 Böylelikle onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık).16 İşte bu üstün ve güçlü olan, bilen (Allah')in takdiridir.
13 Bu durumda eğer onlar yüz çevirirlerse,17 artık de ki: "Ben sizi, Ad ve Semûd (kavimlerinin) yıldırımına benzer bir yıldırımla uyarıp-korkuttum."
14 Onlara "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye önlerinden ve arkalarından18 peygamberler gelince, dediler ki: "Eğer dileseydi Rabbimiz melekler indirirdi. Bundan dolayı biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeye (karşı) küfredenleriz."19
15 Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstün kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, bizim ayetlerimizi (bilerek) inkâr ediyorlardı.
16 Böylece biz de onlara dünya hayatında aşağılanma azabını taddırmak için, o uğursuz (felâketler yüklü) günlerde üzerlerine 'kulakları patlatan bir kasırga' gönderdik.20 Ahiret azabı ise daha da bir aşağılanmadır.21 Ve onlara yardım edilmeyecektir.
17 Semûd'a da gelince; biz onlara doğru yolu gösterdik, fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Böylece kazanmakta oldukları şeyler yüzünden onları alçaltıcı azabın yıldırımı yakalayıverdi.
18 İman edenleri ve korkup-sakınmakta olanları22 ise kurtardık.
AÇIKLAMA
16. Bu ayeti daha iyi anlamak için Bkz. Bakara an: 34, Rad an: 2, Hud an: 8-12, Enbiya an: 34-35, Müminun an: 15, Yasin an: 37, Saffat an: 5-6.
17. Yani, onlar Allah'ın kainatın yaratıcısı ve ma'budu olduğuna inanmazlar. Cehaletleri dolayısıyla Allah'ın yaratmış olduklarını "O'nun ortakları" olarak kabul etmektedirler.
18. Bu cümle birçok anlama gelebilir: 1) "Onlara ardı ardına peygamberler geldi." 2) "Peygamberler onlara, dini her yönüyle anlatmaya çalıştılar ve hidayeti kabul etmeleri için her yöntemi denediler." 3) "Onlara kendi kavimlerinden olsun, diğer kavimlerden olsun pekçok peygamberler geldi."
19. Yani, "Şayet Allah bizim bu dinimizi beğenmemiş olsaydı bize melekler gönderirdi. Sen de bizim gibi bir insan olduğuna göre, sırf söylediklerinden ötürü dinimizden vazgeçmeyiz." Kafirlerin "Biz sizin gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" şeklindeki ifadeleri, onların Rasulüllah'ın (s.a) Allah tarafından gönderildiğine inandıkları anlamına gelmez. Bu, Firavun'un Hz. Musa (a.s) hakkında kendi adamlarına "Size gönderilen bu elçiniz bir delidir" demesi gibi alayvari bir üsluptur. İzah için bkz. Yasin an: 11.
20. "Uğursuz günler" ifadesi, o günlerde bir uğursuzluk olduğu ve bu yüzden de onlara azab geldiği anlamına gelmez. Şayet bu günler gerçekten uğursuz olsaydı, Ad kavmi dışındaki kavimlere de azabın gelmesi gerekirdi. Doğru anlamı, "Ad kavmine azab indiği günler, onlar için uğursuzdu" şeklindedir. Bazı kimseler bu ayete dayanarak, günlerin uğurlu veya uğursuz olması ile ilgili birtakım sonuçlar çıkarmaya çalışıyorlar ki bu da doğru olmayan bir yaklaşımdır.
Bu ayette, "Rîhan Sarsaran" ifadesi geçmektedir. Bu deyim hakkında dilbilimciler arasında ihtilaf vuku bulmuştur. Kimileri "yakıcı sıcak", kimileri "dondurucu bir soğuk", kimileri de "estiğinde büyük bir gürültü çıkaran rüzgar" anlamına geldiğini söylemişleridr. Fakat hepsi de söz konusu rüzgarın çok şiddetli olduğu konusunda birleşmişlerdir.
Kur'an'ın çeşitli yerlerinde bu hususun ayrıntıları şu şekilde beyan edilmiştir.
"Allah onu yedi gece, sekiz gün ardı ardına onların üstüne musallat etti. O kavmi orada, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş görürsün." (Hakka: 7)
"Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu çürütüp kül gibi ediyordu" (Zariat: 42)
"Nihayet onun geniş bir bulut halinde vadilere doğru geldiğini görünce: "Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur" dediler. Hayır, o, sizin gelmesini istediğiniz şey, içinde acı azab bulunan bir rüzgardır. Rabbinin emriyle herşeyi yıkar mahveder. Derken onlar o hale geldiler ki evlerinden bir şey görünmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız." (Ahkaf: 45-25)
21. Bu azab onların büyüklenmeleri sonucunda gelmişti. Çünkü onlar kendilerinin çok kuvvetli oldukları zannıyla hakdan yüz çeviriyorlardı. Böylece Allah'ın azabı onların büyük bir kısmını helak ederek, kurdukları medeniyeti ortadan kaldırmış ve geride kalanlarını da rezilliğe sürükleyerek, daha önce zulmettikleri kavimler önünde zelil etmişti. Ad kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A'raf an: 51-53, Hud an: 54-66, Müminun: 34-37, Şuara an: 88-94, Ankebut an: 65
22. Semud kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A'raf an: 57-59, Hud an: 69-74, Hicr an: 42-46, İsra an: 68, Şuara an: 95-106, Neml an: 58-66.
19 Allah'ın düşmanlarının bir araya getirilip-toplanacakları gün işte onlar, ateşe bölükler halinde dağıtılırlar."23-24
20 Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir.25
21 Kendi derilerine dediler ki: "Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?" Dediler ki: "Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu.26 Sizi ilk defa O yarattı ve O'na döndürülmektesiniz."
22 "Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz."
23 "İşte bu sizin zannınız; Rabbiniz hakkında beslediğiniz-zannınız, sizi bir yıkıma uğrattı,27 böylelikle hüsrana uğrayanlar olarak sabahladınız."
AÇIKLAMA
23. Burada, gerçekten ateşe sürülecekleri değil, Allah'ın huzuruna hesap vermek için götürülecekleri kastolunmaktadır. Ancak, zaten sonunda cehenneme gideceklerinden, böyle bir ifade kullanılmıştır.
24. Yani, önce bir nesil daha sonra başka bir nesil hesaba çekilmeyecek, bilakis bütün nesillerin hesabı birarada görülecektir. Çünkü bir şahsın veya bir neslin bıraktığı etkiler onların ölümüyle sona ermez. Aksine ölümden sonra da devam ederek nesiller boyu iz bırakır. Bu yüzden karar vermek için, birbirlerine şahitlik etsinler diye, tüm nesiller bir araya getirileceklerdir. İzah için bkz. A'raf an: 30
25. Bir hadiste bu husus şöyle izah edilmiştir: "Bir suçlu kıyamet gününde yaptıklarını inkar ettiğinde, Allah onun uzuvlarına emir verecek ve onlar onun yaptıklarına karşı şahitlik edecekler." Bu hadisi Enes, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Said el-Hudri ve İbn Abbas rivayet etmişlerdir. (Müslim, Nesei, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Bezzar.) Ayrıca izah için bkz. Yasin an: 55.
Bu ayet ile birlikte daha birçok ayet ahiretin yalnız ruhani bir âlem olmadığını ispatlamaktadır. Yani insanlar aynı ruh ve beden ile diriltilecekler ve dünyada iken nasıl bir bedene sahip iseler, en küçük ayrıntısına kadar orada da aynı bedene sahip olacaklardır. Çünkü, işledikleri suçları aynen aktarabilmeleri için aynı uzuvların olması gerektiği aşikardır. Bu konuda kesin deliller için bkz. İsra: 49-51 ve 98, Müminun: 35-38 ve 82-83, Nur: 24, Secde: 10, Yasin: 65, 78, 79, Saffat: 16-18, Vakıa: 47-50, Naziat: 10-14.
26. Bundan, insanın sadece azalarının değil, herşeyin onun yaptıklarına şahitlik edeceği anlaşılmaktadır. Aynı husus Zilzal Suresi'nde şöyle açıklanmıştır. "Yer içindekileri çıkardığı ve insan, "Ona ne oluyor" dediği zaman, işte o gün yer haberlerini söyler. Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir" Yani insanoğlu onun üstünde ne yapmışsa anlatır. Çünkü Allah ona böyle emretmiştir.
27. Hz. Hasan Basri bu hususu çok güzel bir biçimde izah etmiştir. "İnsan Allah'ı nasıl tasavvur ederse, amellerini de o tasavvura göre ayarlar. Bir mü'min, Rabbi hakkında doğru bir tasavvura sahipse amelleri de doğru olur. Kafir, münafık, fasık ve zalim kimselerin amelleri yanlıştır. Çünkü onların Rableri hakkındaki tasavvurları da yanlıştır." Aynı hususu Hz. Peygamber (s.a) gayet öz ve veciz bir biçimde şöyle anlatmıştır: "Rabbin, kulum beni nasıl tasavvur ederse, ben öyleyim" der". (Buhari, Müslim)
24 Şimdi eğer sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer onlar hoşnut olma (dünya)ya dönmek isterlerse, artık onlar hoşnut olacaklardan değildirler.28
25 Biz onlara birtakım yakın-kimseleri 'kabuk gibi üzerlerine kaplattık', onlar da, önlerinde ve arkalarında olanları kendilerine süslü gösterdiler.29 Cinlerden ve insanlardan kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde (yürürlükte tutulan azab) sözü onların üzerine hak oldu. Çünkü onlar, hüsrana uğrayanlardı.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.