Dolar (USD)
34.64
Euro (EUR)
36.49
Gram Altın
2927.58
BIST 100
9661.59
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

FETHULLAH GÜLENİN İKİ YÜZÜ

FETHULLAH GÜLENİN İKİ YÜZÜ
05 Nisan 2014 00:00:00

ŞAHİN DOĞAN

Önce Birinci Yüzünden Başlayalımu2026

Bir alim ve düşünür olarak Gülen'in, islami ilimlere derin bir vukufiyeti var. Kuran ve sünnet üzerine geniş çaplı bir malumata sahip. Asr-ı hazırın felsefesini, politikasını, dengelerini ve içtimaiyatını gayet iyi tanımakta. Aydın-alim tipinin yaşayan son örneklerinden biri. Asıl ihtisas sahası olan İslami ilimlerde çağdaş vaizlere nisbetle daha ileri bir seviyede.

Özellikle bu malumatı şahsileştirmesi ve içselleştirmesi takdire şayan. İrticali konuşmaları birer belağat, talakat ve fesahat örneği. Düşüncesinden ziyade eylemiyle öne çıkar ve kendisini öyle tanımlar. Çizgi olarak tamamen geleneği takip eder, kendi ifadesiyle eski çizgi üzerinde yeni bir ruh ve hamle oluşturma. Batıya olan alakası ve bazı batılı klasikleri okumuş olması muhipleri tarafından onun batıdaki bütün irfana vakıf olduğu izlenimini uyandırmış. Bu durum cemaatin bilgi seviyesi hakkında bazı ipuçları vermekte. Gerek yazılarında gerekse şifahi beyanlarında ara sıra Jean, Pascal ve Russodan bahsetmesi bu hissi daha da kuvvetlendirmiş.

Gülen, çok okumasıyla değil, okuduğu bir şeyi çok etkili bir biçimde aktarmasıyla ünlüdür. Dinden siyasete, şiirden musikiye, futboldan magazine kadar geniş bir yelpazede serd-i kelam eder. Araştırmacı bir akademisyenden çok kıssacı halk vaizlerini andırır. Gelenek ile moderniteyi bir yerde buluşmayı ve ikisi arasında uyum kurmaya çalışır. Bu sentezi yaparken tercihi gelenekten yana kullanmayı ihmal etmez. Mevlana'nın pergel benzetmesini sık sık tekrarlar.

O, islam'ın siyasal boyutundan daha ziyade şahsi ve ibadi boyutuyla ilgilenir. Bir ideolojiden ziyade sivil bir hareketi andırır. İslami maneviyatta yakalamış olduğu seviye çok az kişiye nasip olmuştur. İçten ağlamalar, engin peygamber sevgisi, Kuran aşkı, sahabe ve selef hayranlığı ve hepsine sonsuz saygısı onu ister istemez mümtaz bir cazibe merkezi haline getirmiştir.

Batı hakkındaki son kanaatı islam'ın izin verdiği kadarıyla sınırlıdır. Onun gözünde esas olan İslami ruh ve maneviyattır. Bulaç'ın dediği gibi; onun konuştuğu dil, modernist ilahiyatçıların seküler dili değil, (çünkü ilahiyatçılar genellikle dinden kopuk bir lisanla dini anlatırlar) İslamın dilidir, Kuran'ın dilidir. Serahsi'nin, Suyuti'nin ve Şevkani'nin dilidir. Atomcu değil bütüncül bir bakış açısına sahip. Bir alanda derinlemesine uzman olmaktan daha çok İslami ve gayri İslami alanlar arasında ahenkli bir mecmua kurmaya çalışır. Hiçbir zaman yargılayıcı ve keskin konuşmaz çoğu zaman ılımlı ve hoşgörülü bir usulu kullanmaya çalışır. Bu tavrıyla tarih boyunca realist hareket etmeye özen gösteren Sünni ulemayı hatırlatır.

Zaman, hadiseler ve özellikle konjöktür onun için son derece önemlidir. Osmanlılık en az İslamiyet kadar fikriyatının ayrılmaz asli bir parçası. Türk diline ve kültürüne olan hayranlığı ifrata varmış gibi. Hizmetin biricik ikinci misyonu bu "müstesna kültürü" dünyanın dört bir yanına taşımak. Türkçe olimpiyatları yaygın kanaatin aksine araç olmayıp ulaşılması hedeflenen nihai amacın bir provası gibidir.

Tarihte dört şeyi önemsediği söyler: Hz. İsa ve havarileri, Resul-i Ekrem'in İslam hareketi, Söğüt ve Domaniç'te mayalanmaya başlayan Devlet-i Aliye ve son olarak Bediüzzamanın başlatmış olduğu nur hareketi. Onu dikkatli bir nazarla mütalaa edenler gerek konuşma, gerek yazı ve gerekse eylemlerinde bu dört saikin izlerini bulmakta zorlanmazlar. Hareketin biraz karmaşık, karışık ve tanımsız bir karakter sergilemesinin biricik nedeni bu eklektik yapıdır. Özellikle dördüncü saik yani üstadın tesiri olabildiğince belirgindir. Hareket sanki Bediüzzamanın genişleyen, büyüyen çağdaş bir açılımıdır. Ama aynı zamanda bozulan, deforme olan, törpülenen ve merkezden uzaklaşan bir açılım.

İkinci Yüzüne Gelinceu2026

"Cem evlerinde yaşandığı iddia edilen kim kime, beraber olma, mum söndürme ayinleri, Türkiye'de yaşayan Alevilere yapılmış en büyük kötülüktür, bühtandır. Kardeşi kardeşe düşman etmektir. Bu iftiralar sadece Alevilere değil bütün insanlığa yapılmış bir kötülüktür."

Bu ifadeler 1999 tarihinden bu yana ABD'de gönüllü ikamet eden Fethullah Gülen'e ait. Gülen'nin herkese açık diyalogu, bitkileri bile kuşatan ve kucaklayan engin hoşgörüsü bağlamında meseleye yaklaşanlar bu sözlere itiraz etmezler aksine can-u gönülden iştirak ederler. Biraz daha teenniyle yaklaşmayı tercih edenler daha doğrusu İslami hassasiyetleri azıcık ziyade inkişaf edenler şöyle masumane bir soru dizisi ile karşılık vermeden alamazlar kendilerini:

Irak, ABD tarafından aylarca acımasızca bombalanırken, İsrail, yıllardır haksız yere bütün dünyanın gözünün önünde, ABD'den destek alarak, Filistin topraklarında caniyane katliamlarda bulunurken, Çeçenistan'da oluk oluk Müslüman kanı akarken, Afganistan'da klasik fitne ve fesadın her türlüsü denenirken, zirve toplantıları adı altında alem-i İslam'ın başına "kelek" konurken, derin devlet tarafından yıllardır güneydoğu üzerinden Kürt katliamı yapılırken, son zamanlara kadar Kürtçe konuşmak ve yazmak yasak iken, Allah'ın kendi ayeti olarak kabul ettiği bir milleti ve onun lisanı yıllarca uyduruk bilimsel tezler adı altında inkar edilmeye çalışılırken, yarım asırdır tek millet, tek vatan, tek dil, tek bayrak diye şövenist naralar ve propagandalar savrulurken ve ana dilini konuştuğu gerekçesiyle yıllardır hapislerde çürüyen yüzlerce mazlum ve mağdur insan varken bütün bu haksızlıkları en azından dil ile, bir kerecik olsun, bunlar yanlıştır, İslam dışıdır ve zulümdür diyerek kınamak gerekmiyor muydu?

Nafilenin nafilesini bile büyük bir titizlikle yerine getirmeye çalışan birinin bu en büyük farz olan "zulmü kınama" insani sorumluluğu karşısında sessiz kalmayı yeğlemesi gerçekten hayret verici. Alevi vatandaşlara karşı gösterilen bunca sınırsız müsamaha ve hoşgörüyü birazcık olsun bu cenahtaki ciddi mağdur olan Müslüman kardeşlere karşı da göstermek lazım daha doğrusu elzem değil mi? Türkiye de yaşayan Alevi kardeşlere karşı bu kadar ılımlı iken İran'daki Şii kardeşler söz konusu olunca bu ılımlılık yerini neden tarifi imkansız bir kin ve nefrete bırakır? İran'da yaşayan milyonlarca Şii Müslüman, bizdeki Alevilerden daha mı kötü?

Nevval Sevindi ile yapmış olduğu bir mülakatta İran için en ağır ithamlarda bulunurken Türkiye Alevilerine bunca müsamaha neden acaba? Dinlerarası diyalog ve semavi dinlerin aşkın birliğinden önce Müslüman milletler arasında bir diyalog ve birlik köprüsünün kurulması için çalışmak gerekmiyor mu? Papayla defalarca görüşüp Müslüman kanaat önderleriyle bir kerrecik olsun bir araya gelmeyen ve her defasında büyük bir itina ile gelmek istemeyen Gülen, alem-i İslam'ın birliği, dirliği derken neyi kastediyor acaba?

Ali Şeriati'nin kürt ve etrak tanımlamasını hazzetmeyerek ibareyi Türk diye tahrif etmek hangi hoşgörü ile hangi diyalog ile bağdaşır? ABD'de Nuriye Akman'a on gün üst üste verdiği mülakatlarda Usame Bin Ladin için her türlü aşağılık ithamını reva görürken, onu yerden yere vururken tek kelimecik dahi olsun ABD ve İsrail'i kınamaması cidden çok düşündürücü. Üstelik meşhur bir Yahudi gazetesinde "yahudisever imam" olarak tanıtılması ise daha da düşündürücü.

"Ben neyim ki Türkiye cumhuriyeti gibi ali bir devlet benim gibi adi bir insanla uğraşıyor" diye güya tevazu gösteren ve bu tevazunun altında yatan korkunç zilleti fark etmeyen Gülen, hakikaten de tanımsız bir konumda bulunur. Cemil Meriç'in aydınlarımızın en büyük eksikliği celadettir sözü sanki Gülen için söylenmiş gibidir. Bu celadet eksikliği yukarıda anlatılan birçok olumsuzluğun kaynağını teşkil etmekte.

İslami vakar, ciddiyet, celadet ve izzet Hoca'nın yoksunu bulunduğu ve bizimde yıllardır özlemini çektiğimiz yitik hasletlerdir. Tavizsiz duruş, tökezlememe, islamı, onun bizden istediği gibi temsil ve tebliğ etme. Her türlü milliyetçiklikten, korku ve kapristen arındırılmış bir temsil ve tebliğ.

Celadet dediğimiz şey; Bediüzzaman'ın, Seyyid Kutub'un, Hasan El Benna'nın, Ali Şeraiti'ninislamı müdafaa uğruna sergilemiş oldukları enaniyetsiz temsil, tavizsiz tebliğ, ilkeli duruş ve zilletsiz tevazudur. Zira biz onlara benzemedikçe, onlardan olmadıkça, onlar gibi düşünmedikçe ve onların biçtiği rolü oynamadıkça onlar bizi asla sevmezler, beğenmezler ve övmezler. Bunu unutmamak gerek.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin