Sen kimsin!
Çokbilmiş bazı nadanlar
bilim soslu zırvalarını kelimelere dökerken, ülkenin biricik felsefecisi olduğu vehminden olsa gerek avurdunu şişirip gerdan kırmaktan geri kalmazlar...
Üstelik kırk yıllık uğraşısını
ziyan etmenin hiç azabını duymadan.
Neymiş, insanlar nereden
geldiklerini ve nereye gittiklerini pekâlâ bilirlermiş de kabullenemezlermiş; kâinatın
temelinde yatan rastlantısallıkmış, bu nedenle varlığın temelinde gaye ve amaç
olmadığı gibi idare eden bilinçli bir öznenin aranması da modern dünyayı ve
insanlığın gittiği yeri yani ilerlemeyi anlamaya engelmiş.
Üstelik “ruh” inancı da
bilimsel değilmiş. Şayet kabul edilecek olsa bile ruh ancak zihin olabilirmiş...
Delil: Biyoloji,
psikoloji, nöropsikoloji...
Karşısına almış evrimci
olmakla övünen bir kafa sallayıcıyı, bağlamış otomatik pilota, alçak irtifada
uçmanın zevkine varıyor.
Ben diyorum ki: dur
kardeşim! Sen kimsin? Evvela bunu söyle! Takiyye yapmanın lüzumu yok! Oldun da ne oldun? Deist mi, ateist
mi? Samimi ol. Karanlıkta göz kırpma; itiraf ediyorum, yanılmışım, tanrı yokmuş
de. De ki seni dinleyenler ne olduğunu bilerek dinlesinler.
Filozof edasıyla söylediklerini felsefe
sanmasınlar.
Söz felsefeden açılmışken
Nikolay Aleksandroviç Berdyaev’i hatırlamadan geçmek mümkün değil.
Neden mi? Düşünür öyle bir cümle kurmuş ki sanki bizim çokbilmişin entel
hayatını özetleyivermiş:
“Felsefe geçmişte dine
bağımlı iken, günümüzde bilime bağımlıdır”
Neye işaret ediyor
Berdyaev? Felsefenin gark olduğu trajik duruma;
kendisini korumaktan aciz olduğu
gerçeğine; dün dine
köle iken bugün bilime meftun olup onun ahu gözleri ile kendisinden geçtiğine.
Kısacası tarzsızlığına...
Yukarıda sormuştum “sen nesin” diye. Ben kanaatimi söyleyeyim. Sen ne
deistsin ne de ateist. Tanrı olma tutkusuyla yanan hatta bunu fâş etmekten dahi
imtina etmeyen bir bahtsızsın. Kibrini kendin bile inkâr edemeyip düşünürmüş
gibi yapmayı kılıf olarak kullanarak hadsizliğini rasyonelleştirensin
Yoksa ussallaştıran mı
demeliydim.
Fark etmez ister akıl
diyelim, ister us ikisi de bir; lakin “us” üzerine söylediklerine şahit olarak andığın o Kant
var ya, inan senden çok daha izanlı ve vicdanlı. O hiç olmazsa aklın sınırlarına
ve imkânına vakıf olma gayretini ve edebini terk etmemişti.
Bu nedenle de “ısıtır”, “ışıtır”
gibi saçmalamaları da
zikretmez.
Büyük bir esriklik
içerisinde ağzından her “us” sözcüğü dökülürken tarihin üstünde, işte orada değişmeden duran, bütün
sorunları şakkadak çözüveren bir cevherden bahsettiğin çok belli oluyor.
Hele birde “bilim” yok
mu? Us artı bilim al sana apaydınlık bir dünya(!)
Unutma ki modern dünya da
tarihin helezonik bir evresi.
İslam bizi varlık ile
burun buruna getirir. Diğer bir ifade ile varlıktan yola çıkmamızı salık verir. Ve gayb âlemini işaret
eder. Bilginin peşine düşenler, hele hele hakikatin peşinde olmayı sadece bilgi
kovalamak şeklinde algılayanlar bu
inceliğin asla farkında olamazlar.
Zira onlar hakikatin iki
katmanından haberdardırlar. Fizik ve metafizik. Taha Abdurrahman’ın dediği
gibi din alanı üçüncü bir unsur daha ekler ki o da gayb alanıdır. Abdurrahman’ın
ifadesi ile “gaybiyatsız din olmadığı gibi, gaybiyatsız ahlak da olmaz.”
Onun için Lgbt’yi bize
hiç modernlik adı altında yutturmaya kalkma.
Akıl gayb âlemini ihata edemez.
Fizik ve metafizik bu bakımdan gayb âleminden ayrılır. Gayb âlemi Elmalılı’nın
ifadesi ile aklı aciz bırakır. Bu nedenle insanlar gayb karşısında üç sınıfa
ayrılırlar: İnanan, inkâr eden, şüphe eden.
Sayın çokbilmiş, şayet gayb aklı
taciz eder olsa idi o zaman insanların gayb karşısındaki tavrı üç değil
tek olurdu: İnkâr.
Demek ki üç tavırda akıl
kapsamında kalıyorsa, aklın bütün sorunları çözeceği şeklindeki bir yaklaşım olsa olsa bir inanç
olur.
Nedir bu inanç? Aklın
varlığın künhünü ihata edeceği zannı.
Ya bilim! O sadece bilgi
üretmekle izah edilemez. Bilen öznenin gayb hakkındaki kanaatinin bir
neticesidir bilmek. Başka bir ifade ile bilme eylemi varoluşsal bir eylem
olarak ortaya çıkar.
Rasyonalizm yahut senin
deyiminle usçuluk bu gerçeğin sadece kâfiridir, yani örteni o kadar.
Gelelim tekrar rastlantısallık
konusuna. Sen hem “inanç” düşünmenin sınamasına gelemez diyorsun yani nedenselliği düşünmenin
temeli olarak alıyorsun hem de rastlantısallık inancını benimsiyorsun.
Ne yaman çelişki:
Nedensellik ve rastlantısallık.
Hakikat avcısı şunu unutma ki felsefe de bilimde zar atar belki ama Tanrı asla!