Fatih Camii Fethin Mührü
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinin ardından, Medaris-i Semâniyye’yi inşa etmeden önce eğitimin kesintiye uğramaması için bazı kiliseleri medrese haline getirmiş. Ayasofya’da papaz odalarında kurduğu ilk üniversiteden sonra, Pantokrator Manastırı’nı da medreseye çevirip İstanbul Üniversitesi’nin temelini attırmış. Müderrisliğini Molla Mehmed’in yaptığı Pantokrator Manastırı, Fatih Külliyesi Medreseleri yapılana kadar medrese olarak kullanılmış. (Bu süreçle birlikte önce medrese, daha sonra ise bütün semt Molla Mehmed’in lakabı olan ve Farsçada “anlayışlı, uyanık, zeki” anlamına gelen “Zeyrek” ismiyle anılır olmuş) Yapı, Fatih Külliyesi’nin inşasından sonra cami olarak faaliyet göstermeye başlamış.
***
Fatih
Camii, ulu bir mâbed olmasının yanında İstanbul’un ilk üniversitesi olan
İstanbul Üniversitesi’nin Zeyrek ve Ayasofya Medreseleri’nin arkasından
ilim ve bilime hizmet etmek için kurulan Fatih
Sahn-ı Semân Medreseleri’nde okutulacak eserler, Fatih Sultan Mehmed, Molla
Hüsrev, Ali Kuşçu ve Vezîriâzam Mahmud Paşa tarafından belirlenerek eğitim
sağlam temeller üzerine oturtulmuş.
Medresede kelâm, fıkıh ve fıkıh usulü, felsefe,
geometri, aritmetik ve astronomi gibi ilimler tahsil edilmiş. Molla Hüsrev,
Hocazâde Muslihuddin Efendi, Molla Lutfi, Şeyhülislâm Alâeddîn Arâbî Efendi,
Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi, Şeyhülislâm İbn Kemal Paşa, Şeyhülislâm
Ebussuûd Efendi gibi bir çok müderris ve devrin önemli şahsiyetleri burada
yetişmiş.
Fatih
Sultan Mehmed’in Fatih Camii’nin çevresinde kurduğu sekiz medrese, İslâm
ilimleri alanında bir asır boyunca imparatorluğun en önemli öğretim kurumu
olmuş. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde matematik, astronomi ve ilahiyat
alanında en yüksek düzeye erişmiş.
Akdeniz (Bahr-i Sefid) ve Karadeniz (Bahr-i Siyah) isimleriyle bilinen Fatih Sahn-ı Semân Medreseleri’nin unutulmaya yüz tutmuş o kadar
çok zenginliği var ki, çoğumuz farkında bile değiliz.
***
Bizans’ın
büyük değer verdiği Havariyyun
(Kutsal Havariler) Kilisesi, Büyük Konstantinus tarafından kendisi
için mezar kilisesi olarak yaptırıldığı ve Ayasofya’dan sonra en büyük kilise
olarak bilinmektedir.
İstanbul’un
fethinden sonra harap bir halde olan Havariyyun
Kilisesi’ni gören Fatih Sultan Mehmed, patriğin 1455’te başka bir yere taşınmak
istemesi üzerine ona diğer bir kiliseyi bağışlayarak buranın yerini kendi adına
yaptıracağı külliyeye tahsis etmiş. Ardından muhteşem bir medeniyet algısı
göstererek, kendini Kayser-i Rûm (Roma
İmparatoru) olarak tanımlayacak bu kilisenin üzerine bir camii ve medrese
yapılmasını emretmiş.
Bunun
üzerine 1461 yılında Konstantinus
tarafından kendisi için mezar kilisesi olarak yaptırıldığı ve Ayasofya’dan
sonra en büyük kilise olan yıkık dökük vaziyetteki Havariyyun Kilisesi’nin üzerine 1463-1470 yılları arasında Sinânüddin Yusuf bin Abdullah’a (Atik
Sinan) Fatih Camii ve Külliyesi inşa
ettirilmiş. (Semavi Eyice, Fatih Camii ve Külliyesi, TDV İslâm Ansiklopedisi,
Cilt 12)
Tarihçilerin
“feth-i mübin” diye vasıflandırdığı
İstanbul’un fethinden sonra Fatih Camii ve Külliyesi, Osmanlı Türk mimarîsinin
İstanbul’da ilk inşa ettiği ve geliştirdiği âbidevî eserlerin başında
gelmektedir. Fatih, şehrin en yüksek tepelerinden birine bu yapıyı inşa
ettirirken bir geleneğin de önderliğini yapmıştır. Yani bir anlamda Fatih
Camii, temâşâsına doyulamayan yedi tepenin üzerinde kurulu kandil gibi parlayan
bütün yapıların öykündüğü bir mekândır.
Yapı
ilk inşa edildiğinde cami ile birlikte 16 adet medrese (medreselerin bir kısmı yol çalışmaları sırasında yıkılmış, günümüze ise
8 tanesi ulaşabilmiştir), dârüşşifa(hastane), tabhâne (konukevi),
imarethâne (aşevi), kervansaray, hamam, sıbyan mektebi, kütüphâne, muvakkithâne
ve çarşıdan oluşmaktaymış. Değişik dönemlerde meydana gelen depremlerde diğer
eserler gibi büyük zararlar görmüş. 1509
yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet”
olarak adlandırılan büyük zelzelede, Fatih Camii’nin kubbeleri büyük hasar
alırken, külliyenin dârüşşifâ, imâret ve medrese gibi yapıları zarar görmüş.1557
ve 1754 depremlerinde yeniden hasar gören cami, onarılmışsa da en büyük yıkımı
ise 1766 yılında Kurban Bayramı’nın
üçüncü günü meydana gelen şiddetli depremde büyük kubbesinin çökmesi,
minarelerinin şerefeden yukarısı yıkılması sonucu yaşamış. Harabeye dönen
yapıda sadece şadırvan avlusunun üç duvarı, avlu ortasındaki şadırvan, caminin
taç kapısı, mihrabı, şerefe altına kadar minare kaide ve gövdeleri ayakta
kalmış. Bir de Fatih Sultan Mehmed tarafından Türk astronom, matematikçi ve dil
bilimci Ali Kuşçu’ya yaptırılan
İstanbul’un ilk güneş saati. (1473
yılında bizatihi Ali Kuşçu tarafından Fatih Camii’nin minare kaidesine yapılan
saat, İstanbul’daki Osmanlı dönemindeki en eski güneş saatlerinden olmasıyla
öne çıkıyor. Bu güneş saatiyle zaman ve namaz vakitleri, milin gölgesinin
düştüğü açıya göre belirleniyor. Güneş saati, o günden bugüne hâlâ gelişen
teknolojiye meydan okuyor.)
Fatih
Camii, 1767-1771 yılları arasında devrin padişahı Sultan Üçüncü Mustafa tarafından dönemin Hassa Başmimarı Mehmed Tâhir Ağa’ya âdeta yeniden inşa ettirilerek
bugünkü haline dönüştürülmüş.
Fatih
Sultan Mehmed Han’ın, “Memleket camileri
içinde bu mâbed, vücûda nisbetle bir baş gibidir” dediği büyük bir simgesel
değeri olan Fatih Camii, bu anlamda Türklüğün ve İslâmiyet’in mührü gibidir.
***
Boyacı, Börekçi,
Çorba, Türbe Kapısı gibi büyük kapıları bulunan Fatih Külliyesi’nin Fatih
Dönemi’nden aslını muhafaza ederek günümüze kadar ulaşan Çorba Kapısı’ndan girip, hazirenin yanından yürürken, Sultan Birinci Mahmud Kütüphanesi’nin (kütüphaneye ait kitaplar, Süleymaniye
Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir) yanındaki kapıdan ulu mâbede
girerken Fatih Sultan Mehmed Han’ın
Vakfiyesi göze çarpıyor.
Bu
mâbedi ulu kılanlar öyle bir vakfiye düzenlemişler ki, işte buna günü kurtarmak
değil, geleceği inşa ve ihya etmek denir. Fatih Sultan Mehmed 1453’te öyle bir
anlayış ve gelecek inşa etmiş ki, dünya durdukça bu anlayış dâim ve kâim
olacak. Ne yazıyor kapının yanına Diyanet
İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından asılmış vakfiye metninde:
“FATİH SULTAN MEHMED HAN
VAKFİYESİ / FATİH CAMİİ İLE İLGİLİ VASİYETİ
-Her Cuma günü Cuma
namazından önce Kuran-ı Kerim okumak üzere on hafız tayin olunsun.
- Her gün sabah namazından
sonra bir hatim okumak üzere yirmi sâlih kişi tayin olunsun.
- Her gün sabah namazından
sonra 70.000 (yetmiş bin) Kelime-i Tevhid okumak üzere yirmi sâlih kişi tayin
olunsun.
- Her gün sabah namazından
sonra Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e 10.000 (on bin) salavat-ı
şerife getirmek üzere on kişi tayin olunsun.”
Ne
âlâ.
Osmanlı,
Vakıf Medeniyeti’ni sadece mimarî şaheserler inşa ederek cihana miras
bırakmamış. Her taşa ruh katarak inancının ilelebed pâyidâr olması için
kullukla, şükürle, besmeleyle, hamdeleyle, selveleyle taçlandırıp ihya etmiş. Çifte
ezanlarla ruhlara dokunup, aşk ile ibadet edenleri cem eylemiş.
Tabi
hep böyle olmamış!.. Bazı dönemlerde kara bulutlar dolanmış ulu mâbedin
üzerinde. Ezandan rahatsız olanlar, (30
Ocak 1932 / 16 Haziran 1950 yılları arasında ezan Türkçe okutuldu) kutlu
çağrının şifreleriyle oynamış. İlk Türkçe ezanı Fatih Camii’nin minaresinden Hâfız Rıfat’a okutup, Fatih Sultan
Mehmed’in kemiklerini sızlatmış. Türkçe ezan saçmalığı yüzünden bu millet 18
yıl “ezan travması” yaşamış.
Türkiye,
Türkçe ezan hayalleri kuran darbeci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Umre’de “Malezyalı, İranlı, Amerikalı ezanı kendi
dillerinde okursa, din dinlikten çıkar” diyerek hidayete(!) ermesiyle, “2. Türkçe Ezan Vak’ası” son anda teğet
geçmiş.
Allah
o kara günleri bu millete bir daha göstermesin. Âmin.
***
İstanbul’un
kalbi niteliğindeki Ali Kuşçu Mahallesi kâdim bir semt. Buradaki Fatih Camii ve
külliyesi aradan geçen asırlara rağmen hâlâ fethin simgelerinden biri olarak
misafirlerine geçmişin rûhunu fısıldıyor.
Fatih’in
emanetini devralanlar, “Müjdeli Komutan”ın
huzurunda boyun büküp, Fatihalar gönderiyor... Fatih Sahn-ı Semân Medreseleri’ndeki Kur’an hâdimleri ruhlar
şenlendiriyor. “Müjdeli Sultan”ın
huzurunda gönüllerden firar eden dualar, dillerde aşka gelerek Yer ve Göklerin
Sahibine ulaşıyor. O gün bugündür mübarek mekan ihlas, huşû ve huzur içinde
Rabbine iltica etmeyi özleyen mü’minlerle dolup taşıyor.
Fatih
Sultan Mehmed, sonsuzluk uykusuna durduğu ebedi istirahatgâhında “âmin”ler arasında hâlâ huzur dağıtıyor.
“Çağ kapatıp, çağ açan” 571 yıllık
ruhun tazeliğini haykırıyor. Ulu mâbedde
ülkeleri, renkleri, dilleri, ırkları, meşrebleri, mezhebleri farklı; dinleri
birler cem oluyor...
Hünkâr
mahfiline açılan devâsa kapının karşısındaki binek taşının hemen çaprazında
bulunan kırmızı bir nokta oradan geçenlerin dikkatini çekiyor. 23 Şubat 1979’da Cum’a namazı
çıkışında, Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta şehid edilen rahmetli Metin Yüksel’in Allah-û Ekber nidaları
hâlâ tazeliğini koruyor.
***
ULULAR MECLİSİ HESAP GÜNÜNÜ
BEKLEMEKTE...
Osmanlı
protokolünün âdeta törendeymiş gibi bir arada görülmesine imkân veren Fatih
Camii hazîresi, birçok devlet adamı ve ilmiye mensubuna ev sahipliği yapıyor. Fatih Sultan Mehmed’in türbesinin
yanındaki hazîrede medfun bulunan ulular meclisinde; Fatih’in eşi ve İkinci
Bayezid’in annesi Gülbahar Hatun,
Sadrazam Mustafa Naili Paşa, Sadrazam
Abdurrahman Nureddin Paşa, Sadrazam Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Şeyhülislam Amasyevi Seyyid Halil Efendi,
Şeyhülislam Mehmed Refik Efendi, Ahmet
Cevdet Paşa, Maarif Nâzırı Emrullah Efendi, Hattat Yesârî Mehmed Esad Efendi, Hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet
Efendi, Mutasavvıf ve Fatih Türbedârı
Amiş Efendi, Selâtin Camileri Vâizi Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, Ahmed Midhat Efendi, Plevne Kahramanı
Gazi Osman Paşa, Ali Emirî Efendi,
Halil İnalcık ve daha niceleri hesap gününü beklemekte...
*
Tarihî
cami, külliye ve hazîre asırların yorgunluğunu bütün yenileme çalışmalarına
rağmen belli ediyor. Cami, türbe ve döneminin önemli isimlerine ev sahipliği
yapan hazîre her ne kadar 2008-2012 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından restore edilerek yıkılmaktan kurtarılsa da, çevresi durmaksızın
değişiyor.
Şekerci
Han, Efdalzâde Camii ve İkinci Mahmûd Han Çeşme ve Sebili gibi tarihî yapıların
bulunduğu İslambol Caddesi, Malta Çarşısı ve Fatih Camii’nin bahçesi âdeta yeni
bir fetih yaşıyor. Nereye bakılsa yurtlarından sürülen sığınmacı... Malta
Çarşısı’nın ticareti tamamen Suriyelilerin elinde... Çarşıya girenler kendini
burada Suriye’deymiş gibi hissediyor...
Ekim
ayında âdeta yazı yaşayan İstanbul, Ocak ayında kışın ayazı ve ilkbaharın
müjdecisi yağmurlarla ıslanıyor. Fatih Camii’nin kubbesinden duvarlarına sızan
rahmet damlacıkları değdiği yeri şenlendiriyor. İstanbul uzun bir süreden sonra
tekrar rahmete kavuşuyor.
Fatih
Sultan Mehmed Han’ın, “Memleket camileri
içinde bu mâbed, vücûda nisbetle bir baş gibidir” dediği ulu mâbedi ne
kadar anlatabildik, bilemedim. Evliya
Çelebi’nin “Anadolu’nun El-Hamrası”
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa’sını ziyaretinde tarihe not düştüğü, “Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf
edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır,
kalem kırıktır” ifadesi geliverdi aklıma. Bağışla ey taşın aşk ile
işlendiği ulu mâbed; seni anlatmaya dilim lâl, aciz kaldı kalemim.
Fatih
Camii bağlamında İstanbul’un şifrelerini
çözmeye devam edeceğiz. İnşallah.