Dolar (USD)
34.64
Euro (EUR)
36.34
Gram Altın
2924.80
BIST 100
9636.12
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Esad Erbili Hazretleri kimdir?

Esad Erbili Hazretleri nasıl biriydi? Esad Erbili Hazretlerinin takvası, zühdü, edebi yönü nasıldı? Esad Erbili Hazretleri neler yaptı? Esad Erbili Hazretleri nasıl vefat etti? Esad Erbili Hazretlerinin kabri nerede? İşte Esat Erbili Hazretlerinin hayatı ve tavsiyeleri...
Esad Erbili Hazretleri kimdir?
09 Ocak 2019 14:53:00
Esad Erbili Hazretleri nasıl biriydi? Esad Erbili Hazretlerinin takvası, zühdü, edebi yönü nasıldı? Esad Erbili Hazretleri neler yaptı? Esad Erbili Hazretleri nasıl vefat etti? Esad Erbili Hazretlerinin kabri nerede? İşte Esat Erbili Hazretlerinin hayatı ve tavsiyeleri...

Esad Erbili Hazretleri nasıl biriydi? Esad Erbili Hazretlerinin takvası, zühdü, edebi yönü nasıldı? Esad Erbili Hazretleri neler yaptı? Esad Erbili Hazretleri nasıl vefat etti? Esad Erbili Hazretlerinin kabri nerede? İşteı Esat Erbili Hazretlerinin hayatı ve tavsiyeleri...

Hicrî 1264 (m. 1847) senesinde Musul vilâyetinin Erbil kasabasında doğmuştur. Babası Erbil’deki Hâlidî tekkesi şeyhi Muhammed Saîd Efendi’dir. Dedesi, Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin halîfesi Hidâyetullah Efendi’dir. Hem baba, hem de anne tarafından Seyyid’dir.[1]

Es‘ad Efendi Hazretleri zâhîrî ilimleri genç yaşta ikmâl etti. Babasının irşad zamanına yetişemediği için zamanın kutb-i irşâdı Tâhâ el-Harîrî Hazretlerine intisâb etti. Bir sene sonra tarîkate girmek isteyenlere ders tâlimine mezun oldu. Beş sene sonra da üstâdının emriyle onun makâmında irşâda başladı.

Es‘ad Efendi Hazretleri icâzet aldığı 1875 senesinde, hac vazifesini îfâ etmek üzere Hicaz’a gitti. Hacda iken şeyhinin vefâtını öğrenmesi üzerine, İstanbul’a geldi. Hâlinin kemâlini gören kadirşinas insanlar, etrâfına toplanmaya başladılar. Fâtih Câmi-i Şerîfi’nde verdiği derslerde ilmî kemâli de fark edilince Bâyezid dersiâmlarından Hoca Yektâ Efendi ve benzeri önde gelen bâzı zevât kendisine intisâb etti. Yüksek ilim, irfan ve fazîleti kısa zamanda bütün İstanbul’da duyulan Es‘ad Es‘ad Efendi Nakşibendiyye’den icâzetli iken, ayrıca Abdülhamid Birifkānî’den Kâdirî icâzeti aldı. Daha sonra Kelâmî Dergâhı’na tâyin edilerek orada irşad faaliyetlerine devam etti. Fâtih ulemâsından ve diğer kesimlerden çok sayıda kişi kendisine intisâb ederek sohbet ve zikir halkalarına katıldı. Bunlar arasında, daha önceleri tarîkate intisâbı sapıklık sayanlar da bulunmaktaydı. Bunlar, Es‘ad Efendi’nin derslerine devam ettikçe, bu tür taassuplardan vazgeçerek samimî birer mürîd oldular.[2]

Dergâha gelip gidenler arasında âlimler, reîsü’l-kurrâlar, dersiâmlar, paşalar, yüksek idâreciler, zâbitler ve münevverlerden tutun da, halkın her sınıfından insan vardı. Yüksek rütbeli subaylar, memurlar ve zenginler, eski ve solmuş elbiseler giyen yoksullarla gerçek bir din kardeşliği içinde diz dize otururlardı.

Esad Erbili Hazretleri nasıl biryidi?

Es‘ad Efendi Hazretleri güler yüzlü, tatlı sözlü, vakar sahibi, kadri yüce bir Hak dostu idi. Onun en dikkat çeken yönü, eserlerinde de kendini gösteren tevâzû, mahviyet, şefkat ve nezâketidir. O, kendisinde kesinlikle bir varlık görmezdi. Hiçliğe bürünmüş, zarif gönlü vuslat arzusuyla yanıp kavrulan bir Hak âşığı idi. Muhâtaplarına hep şefkatle hitâb eder, dâimâ nâzik ifâdeler kullanırdı.

Esad Erbili Hazretlerini edebi yönü

Es‘ad Efendi Hazretleri maddî ve mânevî yönden engin bir kültüre sahipti. Bütün İslâmî ilimlere vâkıftı. Rûhunu büyük ahlâkî meziyetlerle tezyîn etmişti. Edebî yönü de kuvvetliydi. Bilhassa şiirlerindeki ilâhî aşk terennümleri, zirve teşkil edecek derinlikteydi. Onun dört dilde pek çok şiir ihtivâ eden Dîvân’ından bir şiiri teberrüken burada zikretmek istiyoruz:

Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş! Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, hâk ü hâr âteş!

“Habîbim, Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından dolayı, Sana âşık olan ilkbahar dahî ateş kesilmiş! Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, toprak ve diken bile aşk ateşi içinde!..”

Şuâ-ı âfitâbındır yakan bilcümle uşşâkı; Dil âteş, sîne âteş, hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş!

“Bütün âşıkları yakan, o mübârek yüzünün Güneş gibi parlak nûrudur… Bu sebeple gönül ateş, kalp ateş, aşkınla ağlayan şu iki göz dahî ateş!..”

Hayâl-i şem‘-i rûyinle acep mi yansa cân u dil? Nigârım gel de gör kalbimde âteş, âh u zâr âteş!

“Güzel yüzünün hayal ve hasretiyle can ve gönül yanıp kavrulsa, bunda şaşılacak ne var?! Habîbim gel de kalbimdeki, feryâdımdaki ateşi gör!”

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek?! Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş!

“Bu kadar ateş içinde aşk şehîdini gasletmek ne mümkün?! Zira ceset ateş, kefen ateş, tatlı su bile ateş kesilmiş!”

Ben el çektim safâ-yı hâtır u ârâm-ı cânımdan, Safâ âteş, cefâ âteş, firâr âteş, karâr âteş!

“Ben gönlümün safâ bulup rahata kavuşması arzusundan vazgeçtim. Zira safâ ateş, cefâ ateş, kaçmak ateş, kalmak ateş!”

Ne yapsam bu dil-i mahzûnu mesrûr eylemem şâhım, Gam âteş, gam-güsâr âteş, temennâ-yı mesâr âteş!

“Sultânım! Ne yapsam bu mahzun gönlümü sevindiremem! Zira dert ateş, dert ortağı ateş, hattâ sevinme arzusu bile ateş!”

Ümîd-i âfiyet besler mi Es‘ad yârdan hâşâ! Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-izâr âteş.

“O gül yüzlü güzel Sevgili, gözlerinden aşk ateşi saçıp dururken -hâşâ- Es‘ad hiç Yâr’inden kendisine rahatlık ve huzur vermesini ümid edebilir mi?!”

Bu misalden de anlaşılacağı üzere Es‘ad Efendi Hazretlerinin şiirleri ve mektupları, hep bir gönül yangınını ifâde eder. Onun dertli gönlünden yükselen yanık feryatlar, sanki Mevlânâ Hazretlerinin “Hamdım, piştim, yandım!” sözünün müşahhas bir misâli ve bir aks-i sadâsıdır.

Esad Erbili Hazretlerinin inzivaya çekilmesi

Osmanlı Cihan Devleti’nin sona erip Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda tekkelerin kapatılması üzerine sokağa çıkmamaya karar veren Es‘ad Efendi Hazretleri Erenköy’deki hânesinde inzivâya çekildi.

Esad Erbili Hazretleri nasıl vefat etti?

Ömrünü Allah yolunda hizmet ve irşadla geçiren Es‘ad Efendi Hazretleri, maalesef mâruz bırakıldığı ağır bir zulmün neticesinde zehirlenerek 84 yaşında şehîden vefât etti. (3-4 Mart 1931 gecesi)

Esad Erbili hazretlerinin kabri nerede?

Es‘ad Erbili Hazretlerinin kabri İzmir Menemen’de bulunan Sefa Camiî’nin hemen bitişiğinde bulunmaktadır.

Es‘ad Efendi Hazretleri sanki kendi istikbâlini, yani şehîden vefât edeceğini şu beytinde kerâmeten haber vermekteydi:

Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek?! Cesed âteş, kefen âteş, hem âb-ı hoş-güvâr âteş!

Ancak Hak dostları, fânî hayatlarından sonra da irşadlarına devam ederler. Onlar eserleriyle, mektuplarıyla, şiirleriyle ve en mühimi de yetiştirdikleri kâmil insanlarla mânevî hayatlarını mü’minlerin gönüllerinde sürdürürler.

Es‘ad Efendi Hazretleri’nden bize kalan en mühim mîraslardan biri, onun mektuplarındaki kıymetli îkazlar, irşadlar ve hikmet dolu ifâdelerdir. Onun, gönülleri ihyâ eden nasihatleriyle dolu mektuplarının yer aldığı Mektûbât’ından seçtiğimiz bâzı kısımları, istifâdenize sunmak istiyoruz:

Esad Erbili Hazretlerinin ihlası

“Bütün gaybları en iyi şekilde bilen Cenâb-ı Hak, ibadetlerin sûretleri ile birlikte kulluk vazifesinin îfâsını da rûh ve rûhâniyetin en derin ve en hassas noktasından bekler.”[5]

“Tarîkatte feyz alma ve terakkî, yalnız zikir ve evrâdın çokluğuna bağlı değildir. Bu hususta kalbî ihlâs ve samimî muhabbetin de büyük bir tesiri olduğu, ehline âşikârdır… Cenâb-ı Hakk’a itaat etmeyen ve şer’î emirleri nazar-ı îtibâra almayan günahkârlar, hiçbir zaman ve mekânda evliyâullâh’ın inâyet nazarıyla baktığı ve teveccühlerine nâil olan kişilerden olamazlar.”[6]

“Mâlûm olduğu üzere feyz alıp terakkîye medâr olabilecek hasletlerin başında ihlâs ve muhabbet gelir. Ebedî saâdet ve selâmet, ihlâs ve muhabbet ağacının meyvesidir.”[7]

“Bu âciz kardeşiniz hâlâ îmânın aslını ikmâle çalışıyorum. Kelime-i tevhîdi dil ve hâl ile zikretmeye gayret ediyorum. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın dışında bir matlûb, -sûfî lisânıyla- bir put, kalpte mevcut oldukça «لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ» demek zordur. Söylense bile mânen kabûle şâyan ve vuslata vesîle olacağı şüphelidir.”[8]

“«لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ» diyen Cennet’e girer.» buyrulmuş ise de diğer bir hadîs-i şerîfte; “muhlisan: ihlâsla” kelimesi de zikredilmiştir.[9] Riyâ, kibir, haset, tamah, cimrilik gibi kalbî hastalık ve kötülüklerden nefsi temizleyerek niyeti hâlis kılmak çok mühimdir. İnsan vücudunda mide ve safrayla alâkalı hastalıklar varken en lezzetli yiyeceklerin bile tadının kalmayacağı, onlardan bir fayda hâsıl olmayacağı mâlûmdur. Aynı şekilde yukarıda zikredilen (kalbî) hastalıklardan biri, bilhassa da birkaçı varken Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak ve rıdvân bahçelerinin nîmetlerine kavuşmak için yalnız zâhirî ibadetler kâfî gelmez. Allah Teâlâ; “Dikkat edin, hâlis din yalnız Allah içindir…” buyurmuştur. (ez-Zümer, 3) Mevlâm o ihlâslı kulluk ve ibadeti bizlere ihsan buyursun! Âmîn!”[10]

Tâbiînin büyük âlimlerinden İmâm Zührî’ye, Rasûlullah r Efendimiz’in; “Kim «لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ» derse Cennet’e girer.” hadîs-i şerîfi sorulmuştu. İmâm Zührî g:

“–Bu hüküm, İslâm’ın ilk günlerinde, farzların, emir ve nehiylerin nüzûlünden önce idi.” buyurdu. (Tirmizî, Îmân, 17/2638)

Yani dîn kemâle erdikten sonra, Kitap ve Sünnet’in bütün hükümlerinin hayata geçirilmesi ve yaşanması zarurîdir.

Esad Erbili Hazretlerinin tavsiyeleri

Hakîkî istikbâlin ebedî hayat, yani âhiret olduğuna dikkat çeken Es‘ad Efendi g şöyle buyurur:

“Akıl ve irfânıyla diğer mahlûkattan ayrılan insanlar arasında bir fert var mıdır ki, ikbâl sahibi olmayı arzu etmesin, istikbâlini temine gayret etmesin? Elbette yoktur. Fakat gerçek istikbâli idrâk edemeyenler, yani ilk adımı kabre olan âhiret yolculuğunu göz önüne almayanlar da şüphesiz çoktur. Bu gibi din kardeşlerimden istirhâmım şudur:

1- En fazla yaş hudûdu yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan âhiret hayatını karşılaştırarak ehemmiyet derecelerini mukayese buyursunlar!

2- Dünya huzurunun ve cismânî ihtiyaçların, ancak can ve malı cömertçe bezlederek temin edildiği nasıl herkes tarafından kabûl edilmiş bir hakîkat ise, aynı şekilde:

«Allah Teâlâ, mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet mukâbilinde satın almıştır…» (et-Tevbe, 111) âyet-i kerîmesi gibi kat’î delillerle sâbit olduğu üzere, uhrevî saâdet ve ebedî selâmete de yüce şerîat ve tarîkat ölçülerine îtinâ ile uyup, can ve mallara âit bütün emir ve tekliflerine kulak vermekle erilebileceğini düşünsünler!

3- Yalnız ehl-i îmâna hitâben şeref-sâdır olan:

«Ey mü’min kullarım! Siz (Yüce Yaratıcı’nızın emir ve nehiylerine itaat ederek) kendinizi ve (güzel bir terbiye vermek sûretiyle) âilenizi cehennem azâbından kurtarınız!..» (et-Tahrîm, 6) âyet-i kerîmesinin ehemmiyetini tasvir ve o sûrette hareket tarzlarını takdir eylesinler!

Şüphesiz Alîm ve Hakîm olan Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’inde aslâ fazla bir ifâde yoktur. O, kat’iyyen lüzûmu olmayan bir emri vermez. Herkes bilir ki, edebiyat ile meşhur ve ilim-irfan sahibi kişilerden bile lüzumsuz bir konuşmanın sâdır olacağına ihtimâl verilmez.

Cenâb-ı Hak, şiddetli kış gelmeden önce kömürün lüzûmunu hisseden dünya aklını vermiş olduğu gibi, kabrin karanlığını görmeden evvel onu nurlandırmanın lüzûmunu anlayıp idrâk edecek bir âhiret aklını da cümlemize ihsan buyursun! Ölümden sonraki faydasız pişmanlıklardan muhâfaza eylesin! Âmîn!”[11]

“Kemâl sahipleri arasında kullanılan «te’min-i istikbâl: geleceği garantiye almak» sözü, fânî dünyada sınırlı olan hayatımızın ikmâline yarayan şeylere âit olmasa gerektir. İleri görüşlü ve hakîkate nazar eden akıllı kişilerin, «istikbâl» kelimesinden en büyük maksadın, ebedî olan ve herkesin kendi başına hesap vereceği âhiret hayatı olduğunu basit bir mütâlâa ile kabûl edeceği açıktır.

Binâenaleyh hayat sermâyemizden kaybettiğimiz zamanlar içinde teessüf edilecek bir saniye varsa, o da istikbâl te’minine medâr olan zikir ve tefekkürden uzak geçen demlerdir. Cenâb-ı Hak, zât-ı âlînizi -şu fakir bendenizle beraber- vakitlerini gafletle zâyî edip bilâhare pişmanlık duyan kullarından eylemesin! “Kulum Ben’i zikrettiğinde Ben onunla beraberim” (Buhârî, Tevhîd, 15) hadîs-i kudsîsine mazhar olan sâdık kullarının arasına dâhil buyursun! Âmîn!”[12]

“Bütün mülk ve melekûtun sahibi olan Allah Teâlâ, kıyâmet günü kullarını hesâba çekerken:

«–Ey kulum! Senin hayatın ve ölümün, yükselmen ve düşmen, genişlik ve sıkıntın, sıhhat ve âfiyetin, elhâsıl her nefesin Ben’im kudret elimde olduğu hâlde yasaklamış olduğum bir fiili ne cesaretle işledin? Saâdetinin düşmanı olan mel’un şeytana hangi akılla itaat edebildin?! Ey kulum! Beni, görmez, bilmez mi zannettin? Yahut kendin gibi âciz bir kula karşı lüzumlu gördüğün hayâ ve hürmeti, Bana karşı lüzumsuz mu sandın?» buyurursa acaba ne cevap vereceğiz? Hangi feylesofun aşırı zekâsından, hangi avukatın engin bilgisinden istifâde edeceğiz? Eyvâh, yazık!”[13]

Es‘ad Efendi g bir mektubunda şu mânâya gelen bir şiiri nakleder:

“Senin bu âlemdeki sermâyen sadece bir kefendir! Onu da ya götürürsün ya götüremezsin, endişeliyim!”[14]

Zikir

Es‘ad Efendi g mânevî evlâtlarına devamlı zikir hâlinde bulunmayı tavsiye ederek şöyle buyururdu:

“Cenâb-ı Hak kalp gözünüzü nurlandırsın! Nasıl ki gül yaprağının her noktasında gülsuyu mevcut ise, aynen onun gibi sizin kıymetli vücudunuzun her zerresini de muhabbet ve dâimî zikrin hoş kokusuyla güzelleştirsin! Âmîn…

Cenâb-ı Hak bir an bile kullarından gâfil olmadığı gibi, şerîatin şerefli çizgisinde hareket ederek Rabbini hatırından hiç çıkarmayan kullarını da çok sever. İşte bu sebeple fakirâne ricam şudur ki, bu yüce şereften mahrum kalmayalım. Nefsânî muhabbetlere meftun olmuş bir kalp ile Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna çıkmayalım…”[15]

“Letâiflerin hepsi tasfiyeye muhtaç olduğundan, bir Hak yolcusunun, sırasıyla bütün latîfelerini zikre alıştırması zarurîdir. Bir insana gusül gerektiğinde nasıl vücudunun her yerini, hattâ her noktasını yıkaması lâzım ise gönül âlemini tasfiye etmek isteyen bir kişinin de bütün letâifleriyle, hattâ vücudunun her zerresiyle zikretmesi zarurîdir.”[16]

“Bir kimse hizmet etmeyi ve bu hizmetinin karşılığında dereceler kazanmayı arzu ederse yalnız Cenab-ı Hakk’a hizmet etsin! O’nun dışındakileri ölü gibi faydasız ve zararsız kabûl etsin. İşte o zaman «لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ» kelimesini hakkıyla ifâde etmiş ve fiilen yaşamış olur. Mâlûm-i âlîniz «اَللّٰهُ» ism-i şerîfi esmâ-i hüsnâ’nın hepsini kendinde toplayan ve Cenâb-ı Hak için alem olan, yüce zâtına has bir isimdir. O hâlde «لَا إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ» demek; «Allah’tan başka lûtfeden, O’ndan başka himâye eden, O’ndan başka rızık veren… bir ilâh yoktur.» demektir. Buna göre insan, kâmil bir mü’min olmak için bu zikr-i şerîf ile kalbini ihyâ etmeli ve bu yüce kelimeyi kalp âlemine nakşetmeye îtinâ göstermelidir.”[17]

“Cenâb-ı Hakk’ın zikir ve fikriyle ihyâ olunan vakitler; sulh, sükûn, huzur, feyz ve rûhâniyet ikliminin husûlüne vesîle olacağından, bu vazifeyi îfâ eden tasavvuf erbâbının sıhhat, âfiyet ve tam muvaffakıyeti için duâ etmek lâzımdır. Bu sebeple Rabbim ömür verdikçe bu temiz ve nezih vazifeyi yerine getirmeye O’nun lûtfuyla gayret edeceğim tabiîdir.”[18]

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin