Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Ekrem'in beceriksizliği sınır tanımıyor! Baraj doluluk oranında İBB oyunu!

İstanbul'daki barajlardaki doluluk oranının geçen yıla göre yüzde 64.8'den yüzde 36'ya düştüğünü söyleyen Bakan Yumaklı, "Devlet Su İşleri, suyu belediyelerin vatandaşlarına ulaştıracağı lokasyona kadar getirir, ondan sonrası belediyelerin kendi işletmelerini nasıl iyi yaptığıyla ilgili çıkan bir performanstır." dedi.
Ekrem'in beceriksizliği sınır tanımıyor!  Baraj doluluk oranında İBB oyunu!
11 Ağustos 2023 13:49:18
İstanbul'daki barajlardaki doluluk oranının geçen yıla göre yüzde 64.8'den yüzde 36'ya düştüğünü söyleyen Bakan Yumaklı, "Devlet Su İşleri, suyu belediyelerin vatandaşlarına ulaştıracağı lokasyona kadar getirir, ondan sonrası belediyelerin kendi işletmelerini nasıl iyi yaptığıyla ilgili çıkan bir performanstır." dedi.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı Milat Gazetesi Ankara temsilcisi Özlem Doğan'ında aralarında bulunduğu gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu.

Bakan Yumaklı, "Burada bizim tahminimiz, enerjiyle alakalı giderleri kısma adına zaman zaman bu regülatörlerden aktarılan suyunu durdurulduğu yönünde." dedi.

2e3d4176-459f-484d-b166-fc6991a74f76_95227a787c9549897c230a377d0e5dd7.jpg

Barajlardaki doluluk oranları ve İstanbul'un su sorunu

Aktif doluluk oranları Ankara için yüzde 37.8, İstanbul için yüzde 36, İzmir için yüzde 19.9. Bursa için geçen sene bugün yüzde 58 bu yıl bugün yüzde 80. Özellikle Ankara-İstanbul çok konuşuluyor. Bunların geçen yılki rakamlarını da vereyim; Ankara için yüzde 33.4, 2022 doluluk oranı bu, İstanbul için yüzde 64.8, İzmir için de yüzde 24.5. Geçen yıl ile karşılaştırıldığında Ankara’nın hemen hemen aynı olduğunu, ama İstanbul’un yüzde 64,8’ten yüzde 36’ya düştüğünü görebiliyoruz. Bu konu da çok speküle ediliyor, açıkçası biz burada işletmeyle alakalı bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Zamanında eğer İstanbul’daki barajlara gerekli aktarımlar yapılmış olsaydı, şu anda bu doluluk oranları sezona çok daha yüksek oranlarda geçmiş olacaktı.

Çok sık yine gündeme gelen konulardan bir tanesi de Melen konusu oluyordu, onu da ifade edeyim: İstanbul’un barajlarına bütün kaynaklardan gelen suları bir kenara bırakalım, İstanbul kullanmış olduğu suyun yüzde 77’sini Melen kaynaklarından elde ediyor, geri kalanını da diğer barajlardan. Dolayısıyla geçtiğimiz dönemde İstanbul’un ihtiyacı olan suya farklı kaynaklardan katkı yapma konusunun olmadığını görüyoruz biz burada. Bir de tahminimiz odur ki bazı maliyetlerden kurtarmak için diyelim işletme düzeninde olması gereken zamanda olması gereken suyun barajlara aktarılmaması sebebiyle İstanbul’daki barajlarda geçen yıla göre 64,8’den yüzde 36’ya düştüğünü görüyoruz. Tamamen işletme konusu, burada ilgili belediyenin bu konuya özen göstermesi gerektiğini söyleyebilirim.

1_9a15c6def5883f38f8aec906283c7f04.jpg

Hazırlık yapsalardı bu görüntüler ortaya çıkmazdı

Suyun en çok kullanıldığı döneme hazırlık yapmanız gereken zamanda siz eğer barajlarınızı doldurmuş olsaydınız, bugün bu oranları daha yüksek görmüş olacaktık. O barajların içerisinden işte o kuraklık görüntülerine de gerek olmamış olacaktı.

İstanbul'un suyu Melen'den geliyor

Devlet Su İşleri, suyu belediyelerin vatandaşlarına ulaştıracağı lokasyona kadar getirir, ondan sonrası belediyelerin kendi işletmelerini nasıl iyi yaptığıyla ilgili çıkan bir performanstır. Biraz önce söyledim, İstanbul’un kullanmış olduğu suyun yüzde 77’si Melen’den geliyor.

2_a970a0b26b79a7779f360d2aa3fb09d7.jpg

Regülatörlerden aktarılan su durduruluyor

2023 yılı başı itibariyle şehre verilen su miktarı 650 milyon metreküp, yuvarlıyorum rakamları. Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden yaklaşık 490 milyon metreküplük su çekilmiş. En kurak periyodun olduğu Temmuz-Ağustos döneminde Melen ve Yeşilçay’daki regülatörlerinden günlük çekilen ortalama su miktarı 1 milyon 929 bin olmuş ama kullanım 3 milyon 379 bin metreküp. Yani İstanbul’un su kullanım miktarı belli, bu regülatörlerden çekilen su miktarı belli, aradaki farkı ben bir daha tekrar edeyim. Temmuz-Ağustos döneminde son bir aylık günlük ortalama kullanılan su miktarı 3 milyon 379 bin metreküp iken, Melen ve Yeşilçay regülatörlerinden günlük çekilen ortalama su miktarı 1 milyon 929 bin olmuş. dolayısıyla siz oraya aktarmanız gereken rakamı aktarmayıp sürekli havuzunuzdan harcadığınızda işte şu anda ekranlarımıza yansıyan görüntüler meydana geliyor.

Bu tamamen işletme olayıdır, onu söyleyeyim. Burada bizim tahminimiz, enerjiyle alakalı giderleri kısma adına zaman zaman bu regülatörlerden aktarılan suyunu durdurulduğu yönünde. Hem su tüketimi arttı, hem geçmiş yıllardan daha az yağış geldi, hem de çekilebilecek maksimum bu regülatörlerden su çekilmediğinde ortaya bu görüntü çıkıyor maalesef.

3_5f0bd8ce00329acdf3563b74220ec367.jpg

Küresel iklim değişikliğinin tarıma etkileri

Her gittiğim yerde de söylüyorum, artık iklim değişikliği işte teoriden, kitaplardan ya da sohbetlerden hayatımızın içerisine girmiş bir unsur. Bunu bilmeniz gerekiyor. Şöyle düşünelim: Ankara’ya 1 yıl içerisinde 100 birim yağmur yağması gerektiğini düşünelim ama bu 100 birim birden bire Ankara’nın işte ne bileyim Mamak’ına yağabilir. Bu Ankara’nın tamamının ihtiyacı olan yağmuru aldığı anlamına gelmez. Peki, ne olur? Mamak’ta sel olur, taşkın olur, insanlar zarar görür, diğer tarafta kuraklık devam eder yine insanlar zarar görür. Bunu bizim engelleme şansımız yok. Bu globalde bütün ülkelerin kendilerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleriyle ilgili bir husus, ancak önlem almamız gerekir.

Bu konuda iki tane temel başlık söyleyeyim. Bunlardan bir tanesi su ile alakalı planlamalarımızı biz yeniden gözden geçiriyoruz. Yani artık biraz önce bir şey söyledim daha önce bu kavram muhtemelen hiç gündeme gelmemişti. Biz barajdan tarlaya kadar diye bir kavram getiriyoruz sulama açısından. Barajdan işte isale hattına, şehirlerin içme sularıyla alakalı süreci gündeme getiriyoruz. Ondan sonrası için de daha ince çalışmaların gerektiğini düşünüyoruz.

Bunlardan iki tane şey söyledim. bir tanesi suyla alakalı özellikle sulama sistemlerinin vahşi sulamanın hızlıca değişmesi gerekir çünkü sürdürülebilir değil. Elbette imkanlar ölçüsünde bu hızlı değişebilir, ama gerekliliği mutlaka masamızda olmalı. Bu tarım kesimiyle alakalı çünkü suyun yaklaşık yüzde 77’si tarım kesimi tarafından kullanılmakta, geri kalanı ise bizim şehirlerde kullandığımız ya da insani ihtiyaçlar için kullandığımız su.

Bu konuyla alakalı da yine özellikle şehirlerin su kayıp kaçaklarıyla ilgili ciddi bir çalışmamız var, Su Yönetimi Genel Müdürlüğümüz var, onlar politikalarını belirliyorlar. Artık masa başı çalışmaları bitti şimdi sahaya indiler. Bu konuda en önemli bölümün su olduğunu söyleyebilirim.

Diğeri de iklim değişikliğine uyum sağlayan bitkisel üretimde özellikle tohum geliştirmek. Bu konuda da bizim tarımsal araştırma-geliştirme merkezimiz var malumunuz. Onlara verdiğimiz bir hedef var; ben onu söyleyeyim sanırım yeterli olacaktır. Tarımın TÜBİTAK’ı olmalarını istiyoruz. Yani iklim değişikliklerine uyum sağlayacak, ülkemizin bütün şartlarına uyum sağlayacak tohum için özellikle çalışmalarına devam ediyorlar. Bu zamana kadar yapılmış olanlar var, testleri devam edenler var, ama hızlanmamız gerekiyor, çünkü iklim değişikliği bizim çalışmalarımızın önüne geçmemeli.

4_3f48c3a26f0fd335f5224f8eee117aec.jpg

Daha ucuza üretim ve kent tarımı

Bizim kent tarımı diye formulüze ettiğimiz bir husus, eğer mümkünse hani şehirlerin durumuna göre o da şehirlerin ne kadar yakınında olabilirse elbette o kadar iyi, ama büyükşehirlerin çeperlerinde olabilir ancak bu. Onun için de özellikle bu söylediğim tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgesi bu açıdan çok önemli. Bir tanesini Balıkesir Gönen de söyledim dünyanın en büyüğü olacak, yani lokasyon olarak baktığınızda bütün büyük şehirlere çok hızlı bir biçimde orada üretilen ürünlerin sevki söz konusu olabilecek. Tarımdaki en büyük girdi maliyetlerinden bir tanesinin enerji olduğunu düşünürsek özellikle bizim sadece turizm amaçlı kullandığımız jeotermal enerjinin tarımda enerji oluşturmakta kullanılması bize çok ciddi bir maliyet avantajı da sağlayacak. Dediğim gibi yani çok hızlı hareket ediyoruz, uzun zaman almayacaktır. Buralarda üretime başlandığında hakikaten fark edecek.

TMO Silo patlaması

Şimdi TMO’nun Türkiye’nin 8 yerinde limanlarda siloları var. Bakımları da düzenli bir şekilde yapılır, ama bu boyutta açıkçası bizim de tahmin etmediğimiz bir şeydi.Ama ondan önce şunu söyleyeyim: Bu çok önemli bir olay dolayısıyla biz her yönünü araştırıyoruz teknik olarak. Aynı zamanda savcılıklar da araştırıyor. Biz de hem teknik açıdan hem de iç denetim açısından Bakanlık iç denetimi de görevlendirdim. Tüm yönleriyle araştırıyor. Ama ilk etapta gördüğümüz bunun teknik bir olay olduğu. 60 silonun 13’nde gerçekleşti. Elbette bunun teknik inceleme sonucu çıktığında daha detaylı, daha sağlıklı, doyurucu bilgi vermek mümkün.

Şu anda söyleyeceğim her şey tamamen tahminden ibaret olacak, bunun dışında da bir bilgi yok açıkçası. Arkadaşlar bir incelemelerini tamamlasınlar. Söyleneni ifade edeyim; bu tür şeylerin özellikle hani ne tozunun olduğu önemli değil, ‘oluşturduğu basınç bu tarz olaylara yol açabilir’ diye bir cevap geldi ama teknik incelemeler bir tamamlansın arkadaşlar bununla alakalı incelemelerini bitirsinler biz bu yönüyle mutlaka bilgi vereceğiz.

Olay ilk meydana geldikten sonra doğal olarak bütün unsurlar harekete geçti ve diğer yerlerdeki hazırlıklara ya da en azından herhangi bir eksiklik var mı diye kontrol ettiler.

13 yaralı vardı, dün Ekrem Kalkan hayatını kaybetti. Hakikaten çok üzüldük, Allah’tan rahmet diliyoruz kendisine. Diğer yaralılardan bir tanesi o da yine maalesef ağır. Ona da acil şifalar diliyoruz. Geri kalan arkadaşlarımızın herhangi bir hayati tehlikesi yok. Çok kısa sürede onlar da işlerinin başına döndüler.

Zarar gören stokla alakalı ben bir not vereyim. Toplamda buradaki depoların kapasitesi 90 bin ton. Mevcutta içinde olan ürün 75 bin ton. Olayın gerçekleşmesi de silodan bir kamyona ürün sevk edilirken yani o konveyörler kullanılırken meydana gelmiş. Etkilenen ürün miktarı 15 bin ton, toplamda 22 milyon tonluk bir hububat veya buğday üretiminin olduğunu düşünürsek, buradaki rakamın olaydan bağımsız söylüyorum, çok büyük bir önemi yok. Arz güvenliğini tehdit edici bir durum yok, bunu söyleyebilirim.

Zeytinyağı rekoltesi

Zeytinyağıyla ilgili özellikle İspanya’da ve İtalya’da rekolte düşüklükleri bizim aldığımız bilgiye göre onlarda meydana gelen bir hastalıktan kaynaklı. Doğal olarak rekolte düşüklüklerini kapatmak adına Türkiye’deki ürünlere çok yoğun bir talepleri oldu. Tabi bunu Ticaret Bakanlığıyla eşgüdüm içerisinde çalışıyoruz. İlk başta belli oranda biliyorsunuz bir fon getirildi, ama o da talebi herhangi bir şekilde engellemediği gibi içerideki üretimin tamamen neredeyse yurt dışına kaymasına sebep olacak bir tehlike görüldüğü için Ticaret Bakanlığımız tarafından bir dış ticaret tedbiri alındı.

Aslında bakarsanız buradaki husus şu: Elbette ki biz ürettiğimiz ürünleri ihraç edeceğiz, ama bunları katma değerli bir şekilde ihraç etmek önemli. Yani siz ürününüzü alıp bidonlara koyup ya da büyük box’lara koyup ihraç edip bunu 3 dolara sattık diye sevinirken, sizin ürününüzü kendi markasının içerisine koyup 7-8 dolara satan bir durum varsa bunu hepimizin durup düşünmesi gerekir. Bu da ayrıca Ticaret Bakanlığıyla bizim konuştuğumuz bir konu.

Türkiye’de rekolte düşüklüğü yok aksine bu yıl beklentinin de üzerinde, ancak elbette ki iklim değişikliklerinin etkisini an be an takip ediyoruz. Önümüzdeki yıl içinde rekoltede biz herhangi bir değişiklik beklemiyoruz açıkçası.

Tarladan sofraya oluşan fiyat farkı

Biz sadece üretim odaklıyız, ürünü ürettikten sonra tarladan hasat edilen ürün kasaya konulduğundan itibaren bizi ilgilendirmez diye bir düşüncemiz yok, onu söyleyeyim. Çünkü bizim için, bütün diğer bakan arkadaşlarım için de öyle, bu konuyla ilgili arkadaşlar için, biz sürecin tamamına bakıyoruz ve birlikteyiz. Dolayısıyla bizim en baştaki hedefimiz, biraz önce örneklerini verdim, özellikle her üründe bunu yapamayabilirsiniz, ama gündelik tüketimde yeri olan işte domates gibi veya diğer ürünler gibi, sebze-meyve ürünleri gibi bunların tüketilen yerlere yakınlığını sağlamamız gerekir, bu kadar net. Çünkü Antalya’dan İstanbul’a işte 900 kilometre, zaman, ısı vesaire, harcanan emek, diğer maliyetler bunu kaçınılmaz hale getiriyor; bu birincisi.

İkincisi, elbette ki girdi maliyetleriyle alakalı unsurlardan en önemlisi, işte nedir? Bitkisel üretim için konuşacak olursak, gübredir, mazottur ve diğer sulamayla ilgili konulardır. Bunların hepsiyle tek tek ilgileniyoruz.

Bir örnek vereyim: Maliyeti düşürmek adına da, şimdi geçen yıl uygulamayı başlattık devam ettireceğiz, gübre ve mazot desteği diye bir desteğimiz var bizim. Gübre ve mazot desteğini biz önceki dönemlerde nasıl yapıyorduk? Çiftçi eylül ayında diyelim üretime başladı, üretimini yaptı, bütün girdilerini alıyordu, tam hasada yakın bir dönemde geçmişe ait destekleri kendisine Şubat-Mart ayında ödeniyordu. Geçen sene biz bunu üretim döneminin önüne çektik. Girdi maliyetlerinin içerisinde önemli bir bölümü de finansman. Burada 10 liraya alacağı bir şeyi, eğer siz peşin parayla 10 liraya alacağı bir ürünü destekleri daha sonra alacağı için işte 12 liraya alacaksa, o aradaki 2 lira ilave bir maliyet olarak geliyor, dolayısıyla biz bunu engellemeye çalıştık ve büyük oranda da başarılı oldu.

Burada verdiğimiz para değil, bunu da söyleyeyim, ayni olarak verdik, dedik ki, ‘biz size hak ettiğiniz gübre ve mazotu kartlarınıza yükleyeceğiz, siz bu kartınızla ne kadar ihtiyacınız varsa bu desteklerden gideceksiniz sadece mazot ve gübre alacaksınız.’ Amaç neydi? Girdi maliyetlerinin düşürülmesiydi, dolayısıyla yaptığımız hususlardan bir tanesi bu.

İkincisi, yine enerjiyle alakalı, enerji giderleriyle alakalı devletin, özellikle bizim Bakanlığımızın verdiği birtakım destekleri var yüzde 50 onların o giderlerine katılmak gibi. Onun dışında da aslında bunlar, ne diyelim, toplam içerisinde belki büyük bir yekun tutmaz ama asıl önemli olanı biraz önce söylediğim özellikle şu 100 adet tarıma dayalı organize sanayi bölgesi. Eğer biz bunu yaparsak, sadece büyük şehirlerin uygun fiyatla ürün elde etmesini, hızlı, taze ve kaliteli ürün elde etmesinin yanı sıra, buralardan elde edilen ürünlerin de 30 milyar dolara yaklaşmış olan tarım ihracatını çok daha ileri ötelere taşıyabilecek bir potansiyeli olduğunu söylüyoruz.

Diğer konular, hani bir ürünün artık ticari bir emtia haline gelmesinden sonraki konularda da Ticaret Bakanlığı’yla birlikte çalışıyoruz. Bizde bir Arz Güvenliği Dairesi var, piyasayı monitör ediyor, başka işi yok. Ticaret Bakanlığı’yla veri alışverişini yapıyoruz. Arkadaşlarımız var, düzenli olarak sadece üretimle alakalı bilgileri vermekle kalmıyor, aynı zamanda piyasadan alınan bütün haberleri birbirimizle paylaşıyoruz. Bunun çok önemini gördük. Bunlardan bir tanesi de zeytinyağıdır açıkçası. Biz normal dinamiklerle hareket etmiş olsaydık belki de ülkemizin kazanabileceğinden çok daha az bir bedeli elde edip çok daha yüksek miktarda ürünü de göndermiş olacaktık, ama şu anda Ticaret Bakanlığımızın koymuş olduğu o dış ticaret tedbiriyle daha katma değerli bir şekilde satmak, markalı bir şekilde satmak cesaretlendiriliyor ve ona doğru yönlendiriliyor.

Çiftçilere yapılan desteklerin yasadaki yüzde 1'e ulaşamaması

Desteği sadece geçen yıl yaklaşık 50 milyara yaklaştı, 54 milyar civarındaydı. Onunla ölçerseniz, bu söylediğiniz oranın altında kalır. Ama tarımsal destek sadece birebirde verilen destek değil.

2022 yılında Ziraat Bankası’nın sübvansiyonlu kredisi 232 milyardı, Tarım Kredi Kooperatiflerinin sübvansiyonlu kredi toplamı 29 milyardı, 54 milyara yaklaşık da bizim vermiş olduğumuz direkt destek var, bunların hepsini topladığımızda 300 milyarın üzerinde bir rakama ulaşıyoruz. Bütün bunları topladığımızda, bu oranın çok daha üzerinde bir orana geldiğimizi görebilirsiniz. Dolayısıyla bu konu sadece bu bağlamda ele alındığında matematiksel bir hesapta öyle görünüyor, ama o şekilde değil. Yani devletin direkt ve dolaylı destekleri her halükarda bu oranın üzerinde.

TMO'dan şikayetler

85 yıllık tarihinde ilk kez bu dönem aldığı kadar ürünü almadı Toprak Mahsulleri Ofisi. Sadece bir ayda 5,7 milyon ton ürün aldı, geçen yıl toplamında 6 milyon ton almıştı. Sebebi ne? Sebebi, fiyat açılandıktan sonra özellikle bu işin ticaretini yapanlar tarafından bir bekle-gör politikası uygulandı. Alım yapmadığı için bu kesimler, ürünlerin tamamı Toprak Mahsulleri Ofisi’ne geldi birdenbire. Takdir ederseniz ki, bu kadar büyük hacimde bir ürünün aynı anda alınması söz konusu değil, dolayısıyla bunlar bir randevu sistemine bağlandı.

Randevu sistemine ilk başlarda çok yoğun başvurudan dolayı kaldıramadı, onu revize etmek gerekti. Hatta lisanslı depoların boş alanlarını, atıl kapasitelerini Toprak Mahsulleri Ofisi’nin sistemine bağladık, bunlar da yetmedi, eski usul toprak altına depolama sistemi başladı, büyük alanlarda. Onlardan bir tanesini merak edeniniz varsa ben seve seve Toprak Mahsulleri Ofisi’ndeki arkadaşların eşliğinde o depolamanın nasıl yapıldığını size göstermek isterim. İlk başta ben de yadırgamıştım ama, bazen atadan, dededen gelen şeyleri de o kadar da kenara koymamak lazım, hayat kurtarıcı olabiliyor.

Bugün itibarıyla yaklaşık 6,5 milyon tonun üzerinde alımı var ve 4 milyon ton da randevu var. Yani toplamda 10 milyon tonu geçecek Toprak Mahsulleri Ofisi. Dolayısıyla ilk baştaki şikayetler, bu arada Türkiye’de yaklaşık yüzde 80’e yakın hasat tamamlandı, bu şikayetlerin tamamı o ilk baştaki olaylardan kaynaklı. Ve büyük oranda çözüldü, spesifik olanlar varsa o şikayetleri alıp arkadaşlar müdahil oluyorlar.

Son dönemde bütün ticaretin devletle yapılması gibi bir atmosfer oluşmaya başladı. Önce üreticiler devlet buna ne fiyat verecek gözüyle bakıyor.

Ama şunu unutmamak lazım: Devletin regülasyon kurumları vardır, fazla ürünü piyasadan alır, eksik olduğunda da bunları tamamlar. Eğer onu ticaretin içerisinde bir unsur haline getirirseniz o bambaşka bir şeye dönüşür. Kırmızı mercimek ya da diğer ürünlerle ilgili, hububatla ilgili herhangi bir şu anda sorun olan bir husus yok, aksine maliyetlere baktığımızda satış fiyatıyla maliyetlerin arasında üretici aleyhine durumu herhangi bir ürün görmüyoruz. Eğer bu şekilde bir şey varsa zaten nasıl bir müdahale tarzımız olmalı diye hemen onun üzerinde çalışılıyor, ama şu anda o ürünle alakalı herhangi bir problem yok.

Buğday ihracatı serbest mi?

Bu sene çok çükür, bereketli bir sezon bütün ürünlerde geçiriyoruz, bunlardan bir tanesi de buğday. Arkadaşlar kesin tahminleri çalışıyorlar ama 22 milyon ton civarında bir ürün hasat edileceğini bekliyoruz. Burada da biraz önce söyledim, sizin ülke olarak bir kullanım havuzunuz var, bu ne demek? Size 100 birim ürün ihtiyaç varsa, gerekiyorsa 100 birim, siz o ihtiyaç havuzuna onu koyuyorsunuz. Eğer 110 birim üretmişseniz 10 birimini de ihraç ediyorsunuz doğal olarak. Buğdayda da özellikle makarnalık buğday, ekmeklik buğday değil. Makarnalık buğdayla alakalı da biz bir fazlalık tespit ettik ve bunun kontrollü bir biçimde ihracıyla alakalı Toprak Mahsulleri Ofisi ve Ticaret Bakanlığı’nın ortaklaşa takip ettiği bir sistemle ihracına izin verildi. Sonsuz bir rakam değil elbette bu, sektörün tamamı bilir.

Burada şöyle beklentiler oluyor: Herhangi bir şekilde ihracat olmasın, çünkü içerideki fiyatları üretici, ihracata gittiği için 10 liraya verecekse 11 lira istiyor. İçerideki bizim alımlarımızın fiyatları yükseliyor. Ama ona öyle bakmamak lazım, eğer ihracat fırsatı varsa bunu değerlendirmek gerekir fazlamız varsa, bu da tam bu bağlamda bir konu, bütün şartları yayınlanmış vaziyette.

Göreve başladığım andan itibaren sektörlerin tamamıyla birebir bir şeffaf iletişim taraftarıyım. Bakanlığa sanayicileri, un sanayiyi olmak üzere sektörlerin tamamını davet ederek biz bu konuları açıklıyoruz zaten kendilerine.

Siz makarna sektörü olarak dahilde işleme rejimi veya un sektörü olarak dahilde işleme rejimi kapsamında yurt dışından ürünü getirip burada da işleyip ihraç da edebilirsiniz. Sanayici doğal olarak iş dünyasının gereği hangisi daha uygun ise kendi business perspektifinden ona doğru yönleniyor. Burada hiç kimsenin endişe etmesini gerektirecek bir şey yok. Biz depolardaki hem özel sektörün, hem de kamunun depolarındaki ürünlerin miktarını biliyoruz, hasattan gelecek olanları da biliyoruz, fazlalığınızı da tespit etmiş vaziyetteyiz, bu fazlalığı sadece ihraç ederek olayı kapatacağız. Makarnalık buğday fazlalığımız 1 milyon tonun altında.

Küresel iklim değişikliğine ilişkin spekülasyonlar

Şimdi şunu söyleyebilirim: İklim değişikliği sadece kuraklıktan ibaret değil. Yağış rejiminin değişikliğinden tutun da ekilebilir alanların vasıf değişikliğine kadar bir sürü unsuru içerisinde barındırır. Doğal olarak da insanların en temel ihtiyacıdır gıda, bu gıdayı şöyle bir düşünelim: Temin etme ihtimali olmayan, suyla ilgili problemi olan, toprakla ilgili problemi olan, hava şartlarıyla ilgili problemi olan her ülke vatandaşının bunları bulabileceği yere hareket etmesi gayet normal. Yani bunları doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti gibi bütün kurumları son derece işlevini yerine getiren, gelecekteki simülasyonları da yapan bir ülke olarak bunun dile getirilmesi gayet normal. Bunu yakın zaman ya da uzak zaman diye ayırmamak gerekir, bu gerçekten büyük bir problem. Bizim yeni normal tanımımızın içerisinde göç de var, jeopolitik riskler de var. Kapımıza geldiği zaman değil şimdiden bununla ilgili tedbirlerimizi almamız gerekir ki o gün geldiğinde biz buna hazır olabilelim. Ben Tarım ve Orman perspektifinden buna hazır olmak durumundayım, diğer sorumlu olan bakanlıklar da o şekilde. Tamamen ona vurgudur, geleceğe hazır olmakla alakalı bir husustur. Bu endişe normal, ama bunun zamanını söylemek mümkün değil.

Dediğim gibi Şubat ayındaki o kuraklık haritasıyla Nisan ve Mayıs’taki birbirinden taban tabana zıt bir resim verdi, bunun yeniden olmayacağını ve devam etmeyeceğini hiç kimse bilemez, bunlara hazır olmak lazım diye bir hatırlatma, bir uyarı, bütün kurumların görevlerini yeniden gözden geçirmeleri için bir talimat olarak nitelendiriyorum.

Gıda enflasyonu

‘Kent tarımı’ dediğimiz husus bizim geçen yıl en önemli projelerimizden bir tanesiydi ve o dönemler bizim araştırma dönemlerimizdi. Kentlerin çeperlerinde nereler bunlarla ilgili üretim alanları olabilir hususunda çalışmıştık. Elbette ki var, ama o ölçek İstanbul’un bütün ihtiyacını giderecek, İstanbul özelinde konuşursak İstanbul’un tüm ihtiyacını giderecek bir ölçüde değil, ama olmalı mı? Evet, olmalı. Buralarda da yerler var, sadece Çatalca veya Avrupa tarafı diye düşünmeyelim, aynı zamanda Sakarya-Düzce, o havzayı da düşünelim. Oralarda da çok ciddi bir şekilde tarıma dayalı organize sanayi bölgeleri de oluşuyor, seralar oluşuyor. Bunların üretime geçmesi tabii bir altyapı yatırımı yapmaları gerekir, daha sonra üretimle ilgili alanları oluşturmaları gerekir, ama birebirde geçecek.

Bizi sevindiren en önemli şeylerden bir tanesi de şu oldu: Sadece girişimciler değil aynı zamanda belediyelerin de bunlara sahip çıkması oldu. Ben birçoğunu biliyorum, kendim gittim, gördüklerim de var. İşte diyelim ki Sakarya Belediyesi çok büyük alanlarda üretime başlamış, Sakarya’nın ihtiyacını karşılayacak ölçüde. Yani o ihtiyaçtan sonrası diyelim ki artık diğer illere geçecek, dolayısıyla bu bilincin oluşması, girişimcilerin ilgisinin bu yöne evrilmesi bizim için çok kıymetli.

Şehir çeperi derken sadece dediğim gibi hemen kapısında olarak düşünmemek gerekir, yakın lokasyonlarda şu anda Çanakkale Köprüsü öbür taraftan, bu taraftan İzmir-İstanbul Otoyolu, Osmangazi geçişi çok hızlı bir biçimde bu lojistiğin sağlanmasına sebep oldu.

Bizde de algıda seçicilik olması açısından geçen yıl örnek vermiştik, Kağıthane’de bir otoparkın eksi sekizinci katında hiçbir toprak kullanılmaksızın bir üretimden bahsetmiştik. Bunlar özellikle devam ediyor, bırakılmış değil, ama bunların hani toplamda gereken ihtiyaca cevap vermesi elbette mümkün değil, ama olabilirliğini göstermek, girişimcilerin ilgisini bu tarafa çekmek açısından son derece önemliydi, o yüzden altını çizmiştik bu hususun.

Üretim planması

Ben özellikle tarımsal planlamanın her türlü konuda başat bir unsur olduğunu söyleyerek devam etmek isterim.

Eğer biz tarımsal planlamamızı, toprak şartlarımız, su varlığımız ve iklime göre, bundan sonraki simülasyonu yapılan iklime göre yapmazsak, her ürünü her yerde üretmeye devam edersek bir sorunla karşılaşmamız kaçınılmaz. Tarımın da planlamanın önemi konusunda yıllardır devam eden bir beklenti var zaten, bunu gerçekleştirmek bize nasip olacak diye düşünüyorum.

Suya çok vurgu yapmamın sebebi de hani toprakla ilgili çok fazla ilgi çekici bir şey söyleyemeyeceğim. Netice itibariyle eğer siz kaynaklarınızı, toprak analizlerinizi doğru bir şekilde belirlemişseniz, su varlığınızla alakalı da ihtiyaçlarınızı ve bunu nasıl yöneteceğinizi belirlemişseniz size kalan artık bunun planlamasını yapmak. Çok basit bir arazide küçücük bir kulübe bile yapmak isteseniz 10 yerden izin alıyorsunuz, ama istediğiniz ürünü, istediğiniz yerde, istediğiniz kadar ekiyorsunuz ya da ekmiyorsunuz diye bir durum vardı. İşte bizim ortaya koymamız gereken, her modern ülkede olduğu gibi tarımı planlı bir şekilde yapmak ve kaynaklara göre yapmak.

Eğer sizin su probleminiz varsa ve siz çok su tüketen mısırı orada üretmeye devam ederseniz, bir süre sonra orada başka problemleri de getirmiş olursunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız, su ile alakalı problemi olan o yöreye veya o ile çok büyük yatırımlarla barajlar koyup o suyu oraya getirmek gibi bir gündeminiz olur. Bunun gerekli olduğunu düşünmüyoruz açıkçası, dolayısıyla biz kaynaklara göre planlama –yine altını çizeyim- bizim için önemli, bunların en önemli unsurları da su, toprak ve hava şartları.

Depremin tarıma etkisi

Depremin ürün rekoltesine öyle majör bir etkisi olmadı. Bu bizim saha çalışmalarımızdan sonraki sonuçlarımız. Sadece telef olan hayvanlarla alakalı bir husus vardı ama o da toplamda o bölgenin tamamını etkileyecek düzeyde değildi. Hatta onların kayıplarıyla alakalı birebirde hangi hayvanını kaybettiyse ya da kovanını kaybettiyse ya da benzeri hususlar, onların birebir de verilmesi söz konusuydu. Örneğin küçükbaş hayvanlarla alakalı yaklaşık 66 bin adetlik bir şey söz konusuydu. Hani toplamın içerisinde yaklaşık 60 milyona yakın varlığın içerisinde 60 binin çok büyük bir önemi yok. Dolayısıyla bizim ürün veya gıda arzımıza etki edecek bir durumu olmadı depremin. Yalnız şöyle bir husus var: Bundan sonrası için yeniden deprem bölgelerinden farklı illere gidenlerin tekrar geri dönmesi ve üretime bu yıldan itibaren devam etmesiyle alakalı durumu tespit ediyoruz, etmeye çalışıyoruz. Şu an için geri dönüşler tarım kesimi için çok yüksek oranlarda, dolayısıyla bu bizi sevindiriyor açıkçası.

Bundan sonrası için de sadece orada tarımsal üretimin olmasıyla ilgili ortaya çıkabilecek herhangi bir komplikasyon olacak mı tarımsal üretim iştahı açısından ona bakıyoruz, ama şu anda bize ulaşan bizim tespitimiz, sorun olmayacağı yönünde.

Köye geri dönüş

Tarımsal üretimi sadece köy başlığının altına indirgemek aslıda şu anda yaşadığımız problemlerin bence temel kaynağı. Üretici bazlı gitmek gerekir. Tarımın içerisinde üretim yapan ve bütün optimumlara bakan, teknolojiyi yakından takip eden gençlerin ve hanımefendilerin sayısının arttırılması gerekir, böyle bakalım. Çünkü köye geri dönüş dediğinizde, onun içerisinde sosyal olay da giriyor, yani üretimden bağımsız bir şey olmuş gibi oluyor.

Bir de köyde üretim yapmak işte sadece 500 metrekare, bin metrekare bir alanda bir şeyler üretmeye indirgeniyor, halbuki Türkiye’de bizim yaklaşık 130 milyon ton tarımsal üretimimiz var, yani bu onlarla tanımlanamayacak kadar önemli ve hayati bir unsur.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin