Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2963.87
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

EDREMİT KÖRFEZİ TEHLİKEDE

EDREMİT KÖRFEZİ TEHLİKEDE
19 Eylül 2014 16:36:00

SABRİ GÜLTEKİN

[email protected]

Kazdağları'nın birinci yüzü olan kuzey bölümünü dün bütün güzellikleriyle anlatmaya gayret etmiştik. Sırada ikinci yüzü olan güney bölümü var. Bakalım ikinci yüzünde bizleri neler karşılayacak? Umduğumuzla değil, bulduğumuzla yetineceğiz.

Külcüler Koç Termal Tesisleri'nden ayrılıp kaplıcanın halkla ilişkiler sorumlusu Ayşe hanımın rehberliğinde Bayramiç'e doğru ilerliyoruz. Dağları, yamaçları, çağlayanları bir bir arkada bırakıyoruz. 22 kilometrelik yolculuktan sonra Bayramiç'e ulaşıyoruz.

Bayramiç ana-baba günü, sıcağa rağmen kıpır kıpır kaynıyor. Sebebini Pazar yerini görünce anlıyoruz. Çarşamba günleri Bayramiç'e büyük pazar kuruluyormuş. Kimileri alışveriş telaşında, kimileri ise pazarın etrafındaki kahvehanelerde çaylarını yudumluyor. Parklarda gördüğümüz yüzlerce motorsikletten anlıyoruz ki, burada ulaşımın yükünü motorsikletler çekiyor.

Vakit tamam, artık Ezine üzerinden Edremit'e hareket etme zamanı. Kısa bir yolculuktan sonra Ezine terminaline ulaşıp, Çanakkale'den Konya yönüne seyahat eden otobüsle Küçükkuyu, Altınoluk, Güre ve Akçay üzerinden Edremit'e ulaşıyoruz.

Dünyanın en güzel gökyüzü ve akarsuları burada

Edremit Körfezi'ni "Dünyanın en güzel gökyüzüne, en iyi iklimine ve en güzel akarsularına sahip belde" diye tarif eden Heredot'un haklılığını bir bir hissetmeye başlıyoruz. Uçsuz bucaksız zeytin ağaçlarından, buraya "Zeytinliklerin Rivierası" denilmesinin nedenini daha iyi anlıyoruz.

Yörükler diyarı Edremit ilçesi, Ege Bölgesi'nin kuzeyinde Çanakkale-İzmir karayolunun üstünde, Körfez'in 8 kilometre içerisinde kurulmuş. Zeytin ve zeytinyağı ile ünlü olan ilçe; M.Ö. 548'de Perslerin, 422'de Delosluların, 334'de İskender'in, M.S. 132'de Romalıların eline geçmiş. Selçuklu Sultanı Süleyman Şah, Edremit'i 1076 yılında Türk topraklarına katmış. Daha sonra 1099 yılında, Edremit ve civarı Bizans İmparatoru Aleksi Kommen'in hükümranlığı altına girmiş. Edremit'i tekrar 1231 yılında Türk yurdu yapan, Selçuklu Komutanı Yusuf Sinan, fethettiği şehrin anahtarlarını alır almaz, bir hamam ve cami yaptırmakla başlamış hizmetlerine. Bu camiye "Kurşunlu Camii" denilmesinin sebebi, kubbesinin kurşunla örtülü olmasından ileri geliyormuş. Kabri cami avlusunda bulunan, Yusuf Sinan'ın başucundaki yazı ise Balıkesir sınırları içindeki en eski kitabe olma özelliğini taşıyormuş.

Fırsatçılık zirve yapmış!..

Edremit'teki bu kısa tarihu00ee gezintiden sonra yavaş yavaş Akçay'a yöneliyoruz. Minibüse bindikten 20 dakika sonra Akçay'a iniyoruz. Burada hayat İstanbul'dan daha pahalı. Turizmi fırsatçılığa dönüştürenlerin sayısı bir hayli fazla. Körfez'i gören bir mekanda konaklamak bize göre değil!.. En uygunu Fatma İleri!.. Tarif ve tarifeyi alıp bavulumuzu Fatih Caddesi'nden sürükleye sürükleye motele varıyoruz. Bahçesi büyük, iki katlı mekanlardan oluşan ferah bir konaklama tesisi. El sıkışıp, iki günde Akçay'ı devr-i alemde karar kılıyoruz.

Müdüriyetin önünde oturan bir beyefendi ilgimizi çekiyor, merhabalaşıyoruz. Sonra mevzu "siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?"a geliyor. Meğer müşerref olduğumuz beyefendi motelin sahibi Dr. Hasan İleri beyefendiymiş.

Önce o, sonra ben kartımı çekiyorum. Bütün iplikler pazara dökülüyor.

Hasan beyin kartviziti çok kalabalık; infeksiyon hastalıkları ve halkla ilişkiler uzmanı, araştırmacı-yazar, siyasetçi vs. uzayıp gidiyor.

Hasan bey, aynı zamanda Adnan Medres'le siyaset yapıp ceberrut CHP zulmüne maruz kalmış Ali İleri'nin yeğeniymiş.

Uzun süredir Türkiye Sosyal Demokrasi Hareketi, Atatürk ve Kemalizm üzerine kafa yorduğu ifadelerinden gayet iyi anlaşılıyor.

Bazı noktalarda ayrışsak da bir noktada buluşuyoruz; nihayetinde o hancı ben yolcuyum!..

Motelde biraz dinlendikten sonra, ucube beton yığınlarının arasındaki sokaklara bir dalıyoruz ki, çıkmak mesele. Her yirmi adımda hayır sahiplerinin kurduğu soğuk sulu sokak tulumbaların yerlerinden yeller esiyor. Artık Akçay sahilinde kalabalık ve pejmürde yapılardan dolayı nefes alınamıyor. Körfez'in neredeyse tamamı adeta İstanbul'un eski "Pis Haliç"ini andırıyor.

Sahildeki banklara oturmaya fırsat bulabilirseniz eğer, Edremit Körfezi hala alabildiğine önünüzde. Solunuzdaki sahil şeridi Zeytinli'den başlayıp, Yolören, Kadıköy, Ören, Pelitköy, Karaağaç, Gömeç ve Ayvalık'a uzayıp giderken, sağınızda Güre'den başlayıp Avcılar, Altınoluk, Küçükkuyu ve Behramkale (Asos) bir çırpıda film karesi önünüzden akıp gidiyor. İskelenin sol tarafında, sahilden yaklaşık 9-10 metre ilerdeki adacıkta fışkıran artezyen tatlı suları ise, buraları görmeye gelenlerin ilgi odağı olmaya devam ediyor.

Kartpostallık manzara tehlikede

Edremit'e 8 kilometre uzaklıkta olan Akçay, "Edremit Körfezi"nin tam ucunda kurulmuş. Kazdağları'ndan süzülerek sahile inen Kızılkeçili Çayı'nın zirvelerden sürükleyerek getirdiği beyaz mermer kütlelerinden dolayı bu belde Akçay ismini almış. 1800'lü yıllarda Akçay'da Rumlardan kalma sabunhane, üç-beş ev ve balıkçı barınaklarından başka herhangi bir yapı yokmuş. 1935 yılında 30 hanelik bir yerleşim yeri olan Akçay'ın günümüzdeki yerleşik nüfusu 30.000 civarındaymış. Yaz aylarında ise bu rakam 300.000'leri buluyormuş.

Düş, gerçeğe dönüşüyor

Sahil yolunda İstiklal Caddesi'nden daha yoğun kalabalıklar arasında ilerlerken, birisinin elime gezi turlarına ait broşürlerden tutuşturduğunu farkediyoruz. Broşürü inceleyip, "Şelale Turları"nda karar kılıyoruz. Kişi başı 75 Türk Lirası'na kıyıp, telefonla rezervasyon yaptırıyoruz. Sabahın erken saatlerinde arabaya bindiğimiz gibi Kazdağları'ndaki efsanelerin gizemini keşfetmek için yola koyuluyoruz. Rehber, ziyaretçilerle Zeytinli köyüne doğru ilerlerken, bölgeyle ilgili mitolojik bilgiler vererek başlıyor sözlerine:

"Körfez'i boydan boya çevreleyen ve Antik çağlardaki adı "İda" olan Kazdağları, mitolojide önemli sayılabilecek olaylara tanıklık etmiş. Paris (kısa ömürlü), Troia Kralı Priamos'un en küçük oğludur. Annesi Hakabe, Paris'i doğurmadan önce bir düş görür. Düşünde karnından çıkan bir alev Troia surlarını sarmakta ve alevler tüm kente yayılmaktadır. Gördüğü düşü çevresindekilere anlatınca; yeni doğacak çocuğun kenti yıkıma sürükleyeceği yorumunda bulunurlar. Bunun üzerine doğan bebek babası Kral Priamos tarafından İda Dağı'na bırakılır. Paris, artık bu dağda ölüme terkedilmiştir. Ancak dişi bir ayı bebeği emzirir. Bir süre sonra da, bir çoban Paris'i bulur ve büyütür. Paris, büyüyüp yakışıklı bir delikanlı olunca şehre iner. Bir vesile ile Zeus, Paris'i hakan tayin eder. Daha sonra Paris, Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helene'yi kaçırınca on yıl sürecek olan kanlı Troia Savaşı'nın çıkmasına sebep olur. Paris'in annesinin gördüğü düş gerçekleşmiş ve Troia, bu savaşlar sonunda yıkılmıştır."

Efsanelerin sır perdesi aralanıyor

Bölgeyle ilgili mitolojik bilgilendirmeden sonra rehberimiz tırmanmaya başladığımız Kazdağları'nın coğrafi yapısını ise şöyle özetliyor:

"Biga Yarımadası üzerinde Edremit Körfezi'nin kuzey kıyısını takiben doğubatı yönünde 60-70 kilometre uzanan Kazdağları, batıda Ege Denizi boyunca ve kuzeyde Marmara Denizi'ne doğru, araya nehirleri ve vadileri alarak devam eder. Karataş Tepesi 1774 metre ile Kazdağları'nın zirvesini oluşturur. Onu 1767 metre ile Babadağı tepesi ve 1726 metre ile Sarıkız tepesi izliyor. Üçü de yörük Türkmenlerin "Cılbak" olarak isimlendirdiği ağaçsız bir kütlenin üzerindedir..."

Bizler, bir taraftan rehberi dinlerken, diğer taraftan da zeytin, çınar, köknar, karaçam ve kızılçam ağaçlarının arasındaki vadilerden geçerek zirveye doğru ilerliyorduk. Kızılkeçili Çayı üzerindeki Hasan Boğuldu mevkiine yaklaştıkça, aşağıda yaşadığımız bunaltıcı sıcaklık, yerini yavaş yavaş serin bir havaya bırakıyordu. Arabamız durduğunda, rehberimiz 100 metre kadar daha yürüyeceğimizi söyleyerek taktı bizleri peşine. Gürül gürül akan suların ve asırlık çınarların arasından geçtikten sonra bir şelalenin karşısında toplandık. Rehber biraz nefeslendikten sonra çevresinde toplaşan meraklılara "Hasan Boğuldu" efsanesini aktarıyor:

Umutsuz çığlıklar Gökbüvet'i inletiyor

"Bugün olduğu gibi 1800'lü yılların sonunda da Edremit Pazarı, Çarşamba günleri kurulurdu. Kazdağları'nın 1500 metre yüksekliğinde Sarıkız zirvesinin eteğinde kurulu obanın güzel kızı Emine, bir Çarşamba günü Edremit Pazarı'na iner ve Zeytinli köyünün yakışıklı delikanlısı Hasan'la gözgöze gelir. Sevdalanan iki genç her Çarşamba günü buluşurlar. Emine 5 saatlik yoldan getirdiği sütü, peyniri ve balı Hasan'a verir, bahçıvan olan Hasan'dan ihtiyacı olan sebzeyi alırdı.

Bir müddet sonra Hasan ile Emine evlenmeye karar verirler. Emine'nin ailesi bu evliliğe karşı çıkar. Oba yörük obasıdır. Aile, Hasan'ın zor doğa şartlarına dayanıp dayanamayacağını sınamaya karar verir. Hasan, anlaşma gereği kırk okka (yaklaşık 60 kg) tuz dolu çuvalı sırtlanır ve Emine ile obaya doğru yola çıkarlar. Gökbüvet'e geldiklerinde Hasan'ın gücü biter ve yere düşer. Emine çaresizlik içinde Hasan'ı yüreklendirmeye çalışır, ancak Hasan ayağa kalkamaz. Emine'ye yalvarır ve başka yerlere kaçmayı teklif eder. Emine, bu yalvarışlara cevap vermeden çuvalı sırtlayarak obasının yolunu tutar. Hasan ise ardından; "Beni bırakma, senin köyüne gelemiyorum, köyüme de asla dönemem!" diye yalvarır. Hasan'ın umutsuz çığlıkları kulaklarında çınlayan Emine, obaya vardığında pişman olur ve geri dönmek ister. Ancak ailesi buna müsaade etmez.

Emine sabahın ilk ışıkları ile Gökbüvet'e koşar, ama Hasan'ı bulamaz. Edremit'te soruşturur, ancak kimse Hasan'ı görmemiştir. Bir daha obasına dönmeyen Emine, kulaklarında Hasan'ın onu çağıran sesiyle dere boyunca mecnun gibi dolaşır durur. Günler sonra Hasan'a hediye ettiği çevreyi Gökbüvet'in çılgın suları içeresinde fark eder. "Yanına geliyorum Hasan" diyerek, bulduğu çevre ile kendini ulu çınara asar. O gün bugün Gökbüvet'in adı Hasan Boğuldu, dallarını büvetin suları içinde sallandıran çınarın adı Emine Çınarı olur."

Kazdağları'ndaki saklı güzelliklerin keşfi

Batı kültürünün hipnoza tabi tuttuğu hoppa gençliği Edremit Körfezi'nin sahillerinde bırakarak, yeni efsaneleri yerinde keşfetmek için Kazdağları'nın zirvelerine seyahate devam ediyoruz. Bakalım vadiler, kanyonlar, şelaleler, asırlık çınarlar mazi ve atiye dair kulağımıza neler fısıldayacak?..

Hareket saati gelmiş, herkes koltuklarındaki yerini almıştı. İnsanlar kendilerini keşfedecekleri güzelliklerin sırlarını çözmek için hayal girdabına çoktan bırakmıştı. Bizler yörük yaylalarından bir bir geçerek Edremit Körfezi'ne doğru ilerlerken, Kazdağları uçsuz bucaksız yeşil ormanlarıyla, Ege Denizi masmavi sularıyla farkedebilenlere mutluluk seremonisi sunuyordu. Bu esnada aramızdakilerden birinin gözüne zirvedeki çıplak kaya parçası ilişmişti. Rehbere, eliyle işaret ederek, orasının bir özelliğinin olup olmadığını sordu.

Sarıkız'ın yürek burkan hikayesi

Rehber devreye girdi ve başladı merak edilen çıplak kaya parçasının hikayesini anlatmaya:

"O gösterdiğiniz tepe Sarıkız Tepesi'dir. Rivayete göre, Çanakkale'nin Ayvacık beldesinde "Cılbak Baba" adında bir çoban, karısı öldükten sonra kızını alarak Edremit'in Güre köyüne yerleşir. Baba sürülerini otlatırken, kızının canı sıkılmasın diye ona da birkaç tane "kaz" alır. Dağlara birlikte çıkıp dönerler. Cılbak Baba'daki bazı olağanüstü halleri farkeden yöre halkı, onun "ermiş" olduğuna kanaat getirir.

Bir müddet sonra Cılbak Baba, Hacca gitmeye karar verir ve biricik kızını Güre köyünde bir aileye emanet eder. Zaman geçmiş, Sarıkız genç ve güzel bir kız olmuştur. Köyün delikanlıları onunla evlenmek için bir yarış içine girmiştir. Ama Sarıkız hiçbirine yüz vermemektedir. Buna katlanamayan delikanlılar Sarıkız'ın namusu hakkında olmadık dedikodular yaparak, Hac'dan dönen babasına bu safsataları anlatırlar. Bunlara inanan baba, kızının ölüm fermanını imzalar. Ama kendi elleriyle biricik kızını öldürmeye kıyamaz. Ertesi günün sabahı Sarıkız'ı ve kazları da yanına alarak Kazdağları'na doğru hareket eder. Sarıkız, köyün çıkışında kendisine bozuk yumurta atarak hakaret eden kızlara çok içerler. Biraz yürüdükten sonra yönünü köye dönüp, ellerini semaya kaldırarak, "Sularınız soğuk, kızlarınız kavruk olsun" diye beddua eder. Cılbak Baba, kızını dağda yalnız bırakarak köye geri döner. O güne kadar kimse Kazdağı'nda yalnız başına sabahlayıp geri dönmemiştir.

Yıllar sonra Sarıkız'ın erişmişlik mertebesine yükselip, kazlarıyla birlikte dağlarda dolaştığına dair söylentileri duyan baba, kızının hasretine dayanamayarak, onu ilk bıraktığı yer olan Sarıkız Tepesi'ne çıkar. Kızını karşısında görünce, pişmanlığını anlatır. Namaz vakti yaklaşınca abdest olmak için kızından acele su ister. Sarıkız, babasına su dolu bir testi getirir. Ancak su, tatlı değil tuzludur. Baba, suyun tuzlu su olduğunu söylediğinde Sarıkız; "Acele ettin denizden alıverdim" der. Ve su aniden tatlı suya dönüşür. Gözleri yaşla dolan baba, artık kızının ermiş olduğuna inanmıştır. Cılbak Baba kızından özür diler. Sarıkız da; "Benim masumiyetini git köylüye haber ver. Çünkü ben artık oralara gidemem" der. Bu sözler Sarıkız'ın son sözleri olur. Baba, utancından karşı tepeye koşar. Çok geçmeden Kazdağı'nın üzerine siyah bir bulut çöker. Bulutlar dağıldıktan sonra Sarıkız ve babasını arayan çobanlar, onları iki ayrı tepede ölü olarak bulurlar. Babayı "Cılbak Baba Tepesi"ne, kızı ise "Sarıkız Tepesi"ne gömerek taştan birer türbe yaparlar."

Güre sağlık turizmine soyunmuş

Rehberimiz, Sarıkız efsanesini anlatırken çoktan Güre Kaplıcası'nın bulunduğu tesislere gelmiştik bile. Orjinal bölümlerinin İlkçağ Roma Hamamı özellikleri taşıyan kaplıca; mimarisi, kabartmalı mermerleri, sütunlarıyla ilgi çekiyor.

64 derece sıcaklıktaki su; potasyum, sodyum, kalsiyum, magnezyum, demir ve alüminyum gibi mineralleri içinde barındırıyor. Güre Kaplıcası cilt hastalıkları, müzmin romatizma, guatr, kireçlenme, sedef, böbrek taşı ve karaciğer rahatsızlıkları gibi hastalıklardan muzdarip olanların uğrak yeri.

Kazdağları'nın eteğinde bulunan Güre Afrodit, Saruhan, Hattuşa ve Adrina gibi kaplıca tesesislerinin artmasıyla birlikte bölge sağlık turizmindeki yerini çoktan almış bile.

Kısa bir çay molasından sonra, Güre köyünün otantik yapılarla bezeli sokaklarından geçerek, Millu00ee Park rekreasyon alanında bulunan Pınarbaşı'na doğru yöneliyoruz. Kazdağları'nın eteğindeki Pınarbaşı mevkii bölgede kendini saklamayı becermiş doğa harikası bir yer. Buz gibi akan suların kenarlarında, ziyaretçilerin piknik yapması için her şey düşünülmüş.

Burada çınar, zeytin ve değişik türdeki ağaçların rengarenk köklerini seyre doyamıyorsunuz. Hiç tahmin edemediğiniz uzunluktaki ağaç köklerinden şırıl şırıl sular akıyor. Bizler de kıvrım kırım kıvrılan yollardan süzülerek Mıhlı Çayı, Başdeğirmen ve Kara Büvet'i görmek üzere Altınoluk tarafına doğru yöneliyoruz.

Bölgeye can veren kanyon

Körfez'in en önemli yerleşim beldelerinden olan Altınoluk da Edremit gibi değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Antandros Pelesgoiler tarafından kurulan kent; Midillilerin, İranlıların, Romalıların istilasına uğramış. Bizans döneminde ise piskoposluk merkezi olmuş. Şimdilerde ise kıyı şeridi adeta beton yığınlarına teslim bayrağı çekmiş durumda.

Altınoluk'un hemen girişinde gözümüze devasa bir kanyon çarpıyor. Adı "Şahinderesi Kanyonu". Bu kanyon, dünyada Alpler'den sonra yüzde 55 oranında oksijen üreten ikinci yer olma özelliğine sahipmiş. Denizden aldığı havayı dağa, dağdan aldığı havayı da denize dağıtarak baca vazifesi görüyormuş. 27 kilometre uzunluğundaki kanyonun yüksekliği yer yer 600 metreyi buluyormuş. Çevresi 1000'den fazla şifalı ot ve bitkilerle bezeliymiş.

Zeytinlikler "tahtakuşlar"ın eseri

Altınoluk'tan Küçükkuyu istikametine ilerlerken, rehberimiz Körfez'in zeytinleriyle ilgili bilgileri aktarmaya çalışıyor bir taraftan. Bölgedeki zeytinliklerin oluşmasında "Tahtakuş"ların çok büyük katkısı olmuş. Tahtakuşlar kursaklarına doldurdukları 5 ila 10 kadar zeytini sindirdikten sonra dışkı yoluyla atarlarmış, değişik bölgelere. Bu sayede başka bitki örtüleriyle kaplı olan arazi zamanla zeytinliklere dönüşmüş. Yani normal şartlarda yetiştirilmesi güç olan zeytin ağacının yetişmesi için illa kursaktan geçmesi şartmış. Bir zeytin ağacının ortalama ömrü, bin ila iki bin yıl arasında değişiyormuş. Zeytincilikte önemli bir yere sahip olan İspanya ve İtalya; Edremit Körfezi'nde yetişen zeytin yağlarını, kendi ürünlerine "esans" olarak katıyorlarmış.

Karabüvet'in suları buz gibi

Vadilerden, çaylardan, şelalerden, yörük köylerinden, zeytinliklerden geçerek Balıkesir-Çanakkale il sınırında bulunan Mıhlı Çayı'na ulaşıyoruz. Altınoluk'un 5 kilometre ilerisinde olan Körfez manzaralı, deli rüzgarlı ve çam kokulu tepelerin arasından süzülerek akan Mıhlı Çayı; Kara Büvet'te yükseklerden gürül gürül çağlarken, Başdeğirmen'de tarihu00ee köprünün altında geçmişin resmini nakşediyor hüzünlü hüzünlü. Kazdağları'nın gözyaşlarından hayat bulan bu suların; yemyeşil vadilerde oluşturdukları kanyonları, çağlayanları ve yabancılara mahrem kıldığı güzellikleriyle birer doğal şaheser. Hülasa; hepsi birer efsanenin şahidi. Anlatmaya cümleler kifayet etmiyor. Ama bir gün buralara yolunuz düşerse, Kara Büvet'in buz gibi sularına kendinizi bırakmayı ihmal etmeyin.

Adatepe'de yorgunluk çayı

Küçükkuyu'dan zirveye doğru 4 km'lik bir yol katettiğinizde, karşınıza karakteristik Rum mimarisinin özelliklerini taşıyan bir köy çıkıyor. Burası meşhur Adatepe.Küçükkuyu'nun merkezinden Kazdağları yönüne doğru kıvrıla kıvrıla zirveye ilerlediğinizde önce kuş sesleri, sonra Adatepe köyü karşılar yaşlı çınarın gölgesinde, misafir etmek üzere sizi. Onca yorgunluktan sonra, rüzgardan yaprakları hışır hışır eden asırlık çınarın gölgesinde bir bardak çay içmek kaçınılmaz olmuştur. Adatepe köyünde tamamen Rum yapı tarzı hakim. Bir dönem Müslümanlarla Rumlar beraberce yaşıyorlarmış bu köyde. 1923'ten sonra Rumların tamamı Sakız Adası'na göç etmiş. Yıllarca kaderine terkedilen köy, sit alanı ilan edilmesiyle birlikte cazibe merkezi olmuş. Çoğu virane olan evler yeni sahiplerinin, aslına uygun restoresiyle birlikte tekrar hayata döndürülmüş.

Edremit Körfezi ayaklarımızın altında!

Adatepe köyü girişinden sağa yöneldiğinizde, şok eden bir manzara çıkıyor karşınıza. Körfez, adeta ayaklarınızın altında. Bu panaromayı yakaladığınız yer Erdem Baba Türbesi. Adatepe köyünün hemen yanıbaşında bulunan dev kaya kütlesi, Truva'yı gün yüzüne çıkartan Alman maceraperest Heinrich Sehlineman ve arkeoloj Judeich tarafından İda Zeus Altarı (sunağı) olarak tanımlanmış. Oysa buraların kimliğini kanıtlayacak hiçbir bulgu mevcut değildir halen. Yöredekilerin iddiasına göre ise burasının, Erdem Baba isimli ulu bir kişinin mezarı olduğu yönündedir. Mekan doğal yönüyle herkesi cezbedecek "Körfez'in Terası" konumunda.

Biz sadece efsaneler diyarı "Kazdağları'nın iki yüzü"nü gezip görebildik. Bir başka mekanda ve güzelliklerde buluşmak üzere, kalın sağlıcakla...

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin