Dolar (USD)
34.69
Euro (EUR)
36.69
Gram Altın
2966.67
BIST 100
9614.93
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Dili gıybetten korumanın çareleri - Gazali - İhyau Ulumiddin

Bütün huylar, ancak ilim ve amel macunuyla tedavi edilir. Her illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledir. Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Dili Gıybetten Korumanın Çareleri
Dili gıybetten korumanın çareleri - Gazali - İhyau Ulumiddin
08 Mart 2019 08:56:00
Bütün huylar, ancak ilim ve amel macunuyla tedavi edilir. Her illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledir. Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Dili Gıybetten Korumanın Çareleri

Dili Gıybetten Korumanın Çareleri

Bütün huylar, ancak ilim ve amel macunuyla tedavi edilir. Her illetin ilâcı, sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan biz illetlerin sebeplerini araştıralım. Dili gıybetten uzak tutmanın ilâcı iki şekilde olur:

Birincisi: İcmâlî

İkincisi: Tafsilî

İcmâlî

Kişinin gıybet etmesinden ötürü -rivayet ettiğimiz hadîslerden anlaşıldığı gibi- kendisini Allah'ın gazabına mâruz bırakmış olduğunu bilmesidir ve yine gıybetin kıyamet gününde iyiliklerini yok edeceğini bilmesidir. Çünkü kıyamet günündeki iyilikleri, gıybetinin ve mürüvvetinin bedelidir. Eğer iyilikleri yoksa, gıybeti yapılanın kötülüklerinden onun defterine nakledilir. O, bununla Allah'ın gazabına mâruz kalır ve Allah nezdinde murdar et yiyene benzer. Kulun kötülük kefesi, iyilik kefesine ağır basarsa cehenneme girer. Bazen de gıybetini yapmış olduğu adamdan kendisine bir günah nakledilir ve o günah ile terazisinin günah kefesi ağır basar ve dolayısıyla cehenneme girer. Gıybetçinin başına gelen azabın en azı, onun amellerinin sevabını azaltmasıdır. Bu azaltma, hakkın istenilmesi, sual, cevap ve hesap icra edildikten sonra olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Gıybetin, kulun hasenâtında yapmış olduğu tahribat, ateşin kuru (odun)da yapmış olduğu tahribattan daha süratli ve şiddetlidir.233

Rivayet ediliyor ki bir kişi Hasan Basrî'ye 'Kulağıma geldiğine göre, sen benim gıybetimi yapıyormuşsun?' dedi. Hasan Basrî cevap olarak 'Seni hasenat ve hayratımda hâkim kılacak kadar senin kıymetin yanımda büyümemiştir' dedi.

Bu bakımdan kul, gıybetin kötülüğü hakkında vârid olan hadîslere iman ettiğinde o hadîslerdeki tehditlerden korktuğu için dilini başıboş bırakmaz. Nefsi hakkında düşünmek ona fayda verir. Eğer nefsinde bir ayıp görürse, onunla meşgul olur ve Hz. Peygamberin şu hadîsini hatırlar:

Kendisinin ayıbı, kendisini halkın ayıbıyla meşgul olmaktan alıkoyan kimseye cennet vardır.234

Bir ayıbı gördüğü zaman, nefsini kötülemeyi bırakıp başkasını kötülemekle meşgul olmaktan utanması en uygun davranıştır. Başkasını ıslah edip o ayıptan uzaklaştırmaktan âciz olması, kendisinin günahtan uzaklaşmak hususunda âciz olması gibidir. Bu da eğer o ayıp, kişinin fiili ve iradesiyle ilgili ise sözkonusudur. Eğer yaratılıştan gelen birşey ise kişiyi ondan dolayı kötülemek, yaradanı kötülemek demektir! Zira bir sanatı kötüleyen, sanatçıyı kötülemiş olur.

Adamın biri bir hakîme şöyle haykırdı: 'Ey çirkin yüzlü!' Hakîm cevap olarak şunları söyledi: 'Yüzümün yaratılışı elimde değildi ki onu güzel yapayım!'

Kul, nefsinde bir ayıp görmediği zaman Allah Teâlâ'ya teşekkür etmelidir. Nefsini ayıpların en büyüğü olan gıybetle kirletmemelidir; zira halkın ayıplarını söyleyip ölünün etinden yemek, ayıpların en büyüklerindendir. Eğer kişi insaflı olsaydı nef-sini her ayıptan uzak sanmasının, nefsini tanımaması anlamına geldiğini bilirdi. Bu ise ayıpların en büyüklerindendir. Kendisinin gıybeti yapıldığı takdirde rahatsız olduğu gibi, başkasının da gıybeti yapıldığı takdirde rahatsız olacağını bilmesi, kendisine fayda verir. Madem ki kendi gıybetinin yapılmasına razı değildir, o halde kendi nefsi için razı olmadığı birşeye başkası için de razı olmamalıdır. İşte bunlar tedavi usûllerinin en güzelleridir.

Tafsilî

Kişiyi gıybete sürükleyen ve teşvik eden sebebe bakmasıdır; zira hastalığın tedavisi, sebebinin önlenmesiyle mümkündür. Biz ise daha önce sebepleri beyan etmiştik. Öfkeye gelince, bunu Öfkenin Afetleri bölümünde zikre-deceğimiz tedavi formülleriyle tedavi etmelidir. Şöyle ki: 'Ben filan adama öfkelendiğim takdirde,Allah da o gıybetten dolayı bana öf-kelenir; zira Allah beni gıybet etmekten menetmiştir. Ben ise onun yasakladığı şeyi, cüret ve cesaretle yapıyorum. Onun yasağını ha-fife alıyorum' demesidir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki cehennemin bir kapısı vardır. O kapıdan dünyada kinini Allah'a isyan etmek sûretiyle yerine getiren girer!235

Kim rabbinden korkarsa, onun dili ağırlaşır ve o kinini icra etmez.236

Kim kinini icra etmeye gücü yettiği halde öfkesini yutarsa, kıyamet gününde Allah onu mahşer ehlinin gözü önünde çağırır, istediği hûriyi alması için kendisini serbest bırakır.237

Peygamberlere inen semâvî kitapların bazılarında şu hakîkatler yer almaktadır: 'Ey Âdemoğlu! Öfkelendiğin zaman beni hatırla ki ben de öfkelendiğim zaman seni hatırlayayım, helâk ettiklerimin arasında seni helâk etmeyeyim'.

Arkadaşlara muvafakat etmeye gelince, bu senin insanları razı etmeyi istediğin zaman Allah'ı kızdırmış olacağını bilinendir. Yaradanım tahkir, başkasını tazim etmeyi nefsine nasıl yediriyor-sun? Nasıl mevlânı razı etmeyi, başkalarının razı olması için terkediyorsun? Fakat öfkelendiğin adamı kötülükle anman gerekmez. Aksine o adamı kötülükle andıkları zaman arkadaşlarına da Allah rızası için öfkelenmelisin. Çünkü onlar, günahların en fâhişi olan gıybet ile senin rabbiııe isyan etmiş olurlar! Başkasını hâinliğe nisbet etmek sûretiyle kendini temize çıkarmaya gelince -oysa onu zikretmeye ihtiyaç da yoktu- bu illeti, yaratıcının öfkesine mâruz kalmanın, yaratılmışların öfkesine mâruz kalmaktan daha şiddetli olduğunu bilmekle tedavi edebilirsin! Oysa sen, gıybet yapmakla kendini Allah'ın kahrına mâruz bırakıyorsun ve buna rağmen halkın öfkesinden kurtulup kurtulamayacağını da bilmi-yorsun. Bu bakımdan dünyada nefsinin kurtuluşunu vehmederek, ahirette helâk edersin, hakîkat yönünden sevaplarını yok eder, zarar edersin, hâli hâzırda Allah'ın kötülemesi senin için gerçekleşmiş olur. Oysa sen halkın seni gelecekte kötülemelerini önlemeyi düşünüyorsun. Bu ise cehalet ve mahrumluğun ta kendisidir.

Senin özür olarak 'Eğer ben haram yiyorsam, salâh ve takvâ ile bilinen filan adam da yiyor. Eğer sultanın malını kabul ediyorsam, filan adam da kabul ediyor' demen, cehaletin ta kendisidir. Çünkü sen, kendisine uyulmanın caiz olmadığı bir kimseye uymayı, mazeret olarak ileri sürüyorsun; kim olursa olsun, Allah'ın emrine muhalefet eden bir kimseye uyulmaz! Eğer başkası ateşe girerse, sen de ateşe girmeye muktedir isen ona uymazsın. Eğer ona uyar-san akılsızsın. Bu bakımdan senin söylediğinde gıybet vardır. Üstelik günah da vardır. O günahı, kendisiyle özür dilediğin şeye eklemiş bulunuyorsun. Ayrıca cehalet ve hamakatını iki günahı bir araya getirerek tescil etmiş olursun. Tıpkı keçiye bakıp kendini dağın tepesinden aşağı atan bir koyun gibi olursun. Koyun da se-nin gibi nefsini helâk etmiştir. Eğer o konuşabilseydi muhakkak kendisini mazur göstermeye çalışarak, 'Keçi benden daha akıllıdır. Oysa o kendini helâk etti. İşte ben de onun gibi yaptım' derdi. O böyle dediği zaman, sen onun cehaletine gülerdin. Oysa senin halin de onun haline benziyor. Buna rağmen sen yaptığına hayret etmiyor ve kendine gülmüyorsun! Başkasını tenkid ederek kendi faziletini isbatlamak sûretiyle böbürlenip nefsini temize çıkarmana gelince, bilmelisin ki onun hakkında söylediğinle Allah nezdindeki faziletini iptal etmiş olursun. Sen, halkın senin faziletli olduğuna inandığından dolayı tehlike ile karşı karşıyasın. Bir de senin, halkın gıybetini yaptığını bildikleri zaman senin hakkındaki inançları eksilir. Bu bakımdan sen yaradanırı yanında kesinlikle mevcut olan fazileti, insanların yanında vehmettiğinle değiştirmiş olursun! Farzedelim ki insanlar senin faziletli olduğuna inanıyorlar, acaba onlar Allah'ın nezdinde sana zerre kadar bir fayda verebilirlermi? Seni Allah'ın azabının bir zerresinden kurtarabilirler mi?

Hasedden ötürü gıybet yapmaya gelince bu gıybet, iki azabı bir arada toplamak demektir. Çünkü sen o adama dünya nimetinden dolayı hased ettin ve dünyada bu hasedinle azap çekmektesin. Bununla da kanaat getirmedin. Sonunda âhiret azabını da buna ekledin! Bu bakımdan sen dünyada nefsini zarara soktun, böylece ahirette de nefsine zarar vermiş oldun. Dolayısıyla iki azabı bir araya getirmiş oldun. O adama hased etmekle kendi nefsini zarara sokup hayırlarını ona hediye ettin! Bu bakımdan sen onun dostu, kendi nefsinin düşmanısın; zira senin gıybetin ona değil sana zarar verir. Ona ise fayda verir. Çünkü sen hayırlarını kendisine naklediyor veya onun günahlarını kendine aktarıyorsun. Bu ise sana fayda vermez. Sen hasedin çirkinliğine, ahmaklığın cehaletini eklemiş oldun! Bazen de senin hased etmen ve çekeme-mezliğin, hased ettiğin adamın faziletinin yayılmasına vesile olur. Nitekim şöyle denilmiştir: 'Allah Teâlâ, durulmuş bir faziletin yayılmasını irade ettiği zaman, o fazilette hasedçi bir kimsenin dilini çalıştırır'.

İstihzâya gelince, senin istihzâdan gayen, halkın yanında başkasını rezil etmektir. Oysa Allah, melekler ve peygamberlerin (a.s) nezdinde kendi nefsini rezil etmek sûretiyle onu halk yanında rezil etmeye çalışırsın. Bu bakımdan eğer sen çekeceğin hasreti, utangaçlığı ve kendisiyle istihzâ ettiğin kimsenin günahlarını yüklendiğin ve dolayısıyla cehenneme sevkolunduğun kıyamet gününün mahrumiyetini düşünmüş olsaydın, mutlaka bu düşüncen seni, arkadaşını rezil etmekten alıkoyardı. Eğer halini bilseydin, kendi kendine gülmek başkasına gülmekten senin için daha evlâ olurdu. Çünkü sen birkaç kişinin yanında onunla istihzâ ederek kendini kıyamet gününde mahşer ehlinin gözü önünde elinden tutulup merkebin ateşe sevkedildiği gibi o adamın günahları altında inlediğin halde sevkedilmeye mâruz bırakıyorsun! Hem de o adamın seninle alay ettiği, senin mahrum oluşuna sevindiği, Allah'ın onu sana karşı desteklemesinden ötürü mesrur olduğu ve senden intikamını alma imkânını kendisine verdiği bir durumda (ateşe sevkolunacaksın!)

Günahından dolayı kişiye merhamet ve şefkat etmeye gelince, bu esasında güzeldir. Fakat İblis, bu güzeli yapmandan dolayı sana hased etti, dolayısıyla seni dalâlete sürükledi. O şefkat ve merhametinden daha fazla sevaplarından o adamın defterine nakledilmesine sebep olacak bir sözü ağzından çıkarttı ve seni konuşturdu. Bu bakımdan senin o adamın defterine naklolunacak sevapların, o adamdan sâdır olan günahın yerine geçecek ve o adam şefkat ve merhamete ihtiyaç duymaktan çıkacaktır. Bu sefer sen şefkat ve merhamete muhtaç olacaksın. Çünkü senin ecrin yanıp kül oldu ve hasenâtından eksildi. Böylece anlaşıldı ki Allah için öfkelenmek de gıybet yapmayı gerektirmez. Ancak şeytan Allah için öfkelendiğinden ötürü elde etmiş olduğun ecri yok etmek ve seni Allah'ın gazabına maruz bırakmak için sana gıybeti sevdirmiştir. Seni gıybete sürüklediği zaman kendi nefsine şaşmalısın. Nefsini ve dinini başkasının dini ve dünyasıyla nasıl helâk ettiğine hayret etmelisin! Oysa sen dünyanın cezasından da emin değilsin. O ceza da senin şaşkınlık göstermek sûretiyle müslüman kardeşinin örtüsünü yırttığın gibi örtünü yırtmaktır. Bu bakımdan bütün bunların ilacı sadece marifet ve imanın giriş kapılarından olan bu şeyleri tesbit edip elde etmektir. Bu bakımdan bütün bunlar hakkında imanı kuvvetli olan bir kimse, hiç şüphesiz dilini gıybetten tutar.

233)Irâkî'ye göre aslına rastlanılmamıştır. 234)Bezzar 235)Bezzar, İbn Ebî Dünya, İbn Adîy, Beyhakî, Nesâî 236)Ebu Mansur Deylemî 237)Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mâce

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin