Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.11
Gram Altın
2960.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Denizfeneri Mütarekesi

Doç. Dr. Uğur YİĞİT (Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı)
Denizfeneri Mütarekesi
31 Ağustos 2013 00:00:00
Doç. Dr. Uğur YİĞİT (Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı)

İki yıl önce, 26 Ağustos 2011 tarihinde Yeni Yargı ve Hükümet çatışmasında iki önemli olay yaşandı. Her zaman olduğu gibi bilinçli olarak olaylardan sadece biri kamuoyu gündeminde tutulmasına karşın diğeri özenle gizlendi. Kamuoyunun doğru bilgi edinmesi ve sağlıklı değerlendirme yapabilmesi adına bu iki olayı bu yazımızda paylaşacağız.

İkinci Olay: 26 Ağustos günü mesai bitimine doğru medya "flaş flaş" anonsuyla "Denizfeneri Derneği" soruşturmasını yürüten üç savcının görevlerinden alınarak yerlerine başka savcıların atandığı duyurdu.

Birinci olay: 26 Ağustos sabahı 650 sayılı Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri HakkındaKHK Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Tepkiler ve Perdeleme: Yargıtay ve Danıştay üye ve çalışanları ile yargı çevrelerince çok iyi bilinmesine karşın zamanın CHP Grup ve Eski YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan ve YARSAV, birinci olayı görmezden gelerek kamuoyu dikkatini ikinci olayda yoğunlaştırdı. Yaptıkları açıklamalarda, savcıların alınması olayının hükümetin yargı bağımsızlığını yok etmeye, baskı altına almaya yönelik bir girişimi olduğunu ilan ettiler.

Pavlov

Savaşan tarafların kamuoyunu kendi lehine yönlendirmeye çalışması doğal olmakla birlikte, savaşın dışında olanlar pavlovcu tepkiler vermek istemiyorsa kendilerini bir tarafın akıntısına kaptırmamalıdır.

Şimdi hep birlikte olayları bütün olarak anlamak adına kapalı kapılar ardında gerçekleşen pazarlıkları, kimin ne alıp kimin ne verdiğine dışa yansıyan somut verilerden hareketle saptamaya çalışalım. Bu nedenle olayların kronolojisine uygun şekilde öncelikle 26 Ağustos sabahı yayınlanan 650 sy. KHK'nin hükümlerini inceleyelim.

Beklemek istenmediğine göre acele bir durum var!

2010 Referandumu ve ardından yapılan atamalarla, Yargıtay ve Danıştay "üye çoğunluğu"nun"Yeni Yargı" tarafından ele geçirilmesi yeterli görülmemiş olacak ki, "yönetim"i de devir alınmak istenmiş. Nitekim, KHK'nin 5 ve 12'nci maddesiyle Yargıtay ve Danıştay Başkanı ve Başsavcısı seçilebilmek için gerekli olan "sekiz yıl" "dört yıl"a, Yargıtay C.Başsavcısı, Danıştay başkanvekili ve daire başkanı için "altı yıl" "üç yıl"a indirilmiştir.

Anahtar teslimi olsun!

"Yeni yargı" ilk adım olarak Yargıtay ve Danıştay üye çoğunluğunu elde etmiş, ikinci adım olarak yönetim için gerekli bekleme sürelerini kısaltmış ve son adım olarak Yargıtay ve Danıştay'ın yazı işleri müdürü, katip, odacı vs. tüm personelini taşraya gönderme ve yerine yenilerinin alınması yetkisini almıştır. KHK'nin 6'ncı maddesi "anahtar teslimi" işini düzenlemektedir.

"Asıl olan Hizmet'tir. Gerisi füruat"

7 ve 8'nci madde ile; eski yönetimde seçilen başkanların ağırlık olduğu Danıştay "Başkanlar Kurulu"nu devre dışı bırakabilmek için yeni bir kurul ,"Başkanlık Kurulu" icat edilmiştir. Diğer bir ifade ile Başkanlar Kurulu'ndaki başkanlar eski dönemde seçildikleri için, Danıştay Yönetimi Başkanlar Kurulu'ndan alınarak Başkanlık Kuruluna verilmiştir. Bu kurulun üyelerini ise Danıştay Genel Kurulu diğer bir ifade ile Danıştay'da ağırlıklı çoğunluğu elinde bulunduranlar seçecektir. Bu kurulun görevlerinin düzenlendiği 8'nci madde incelendiğinde Danıştay'ın artık bir mahkeme olmaktan çıkarılıp, işletmeye dönüştürülmek istendiği görülmektedir. Yeni Kurula, daire başkanı ve üyelerin dairelerini değiştirilme yetkisi verilme suretiyle yargının en temel ilkelerinden olan doğal hakim ilkesi bir füruata dönüştürmüş oldu.

Başkanlık Modelinden, "Adalet Bakanlığı Bürokratlarına ve HSYK'ya Bağlı BAŞBAKAN Modeline"

Başkanlık modeli tartışmaları sürerken, 650 sy. KHK'nin 18'nci maddesiyle Yürütme-idare-bürokrasi açısından yeni bir modelle tanışmış olduk. Bu modelin dünya bürokrasi tarihine geçmesi kuvvetle muhtemel olduğun da ayrıca belirtelim.

Konunun anlaşılması için küçük bir açıklama yapalım. 3056 sayılı Başbakanlık Kanunu'nun 36'ncı maddesi uyarınca hakim ve savcılar için kendilerinin muvafakati ile Başbakanlıkta Daire Başkanı ve daha üst ünvanlı kadrolarda istihdam edilebilirler. 18'nci madde ile yapılan değişiklikle Başbakan'ın bu yetkisini kullanabilmesi için Adalet Bakan'ından muvafakat alması zorunluluğu getirilmiştir. Daha öz bir ifade ile Başbakan, kağıt üstünde Adalet Bakanının gerçekte ise Adalet Bakanlığı bürokrasisinin ve HSYK'nın vesayeti altına sokulmuştur. Eklenen fıkra metni aynen şöyledir."Bakanlıkta görev yapan hakim ve savcıların diğer kanunlar uyarınca Bakanlık dışındaki bir göreve atanabilmeleri Bakanın muvafakatine bağlıdır."

Hükümet dershaneleri kapatmaya çalışırken, Adalet Bakanlığı Bürokrasisi devletin para ve yetki musluklarını açıyor.

Hükümet yargıda örgütlü gruba eleman kazandırmada en önemli kaynak olan dershaneleri kapatmaya uğraştığı bir sırada, Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı 650 sy. KHK'nin 19 ve 20'nci madde hükümlerini ne ile izah edeceğimizi bulamadık.

İlgili maddelere göre, daha önce sadece Adalet Bakanlığı tarafından bakanlık merkezinde görevli hakimler için var olan yabancı dil için yurt dışına gönderme yetkisine, master ve doktora yapmak için 4-5 yıl süreli yurtdışına gönderme yetkisi de eklenerek, HSYK'ya verilmiştir. Tabii ki burada, HSYK'da kimin çoğunlukta olduğunu ve kimlerin gönderildiğini söylemek okuyucunun zekasına haksızlık olacaktır.

Şimdi dönelim 26 Ağustos 2011 Mesai bitimine

Savcıların davadan el çektirilmesine kadar yaşanan gelişmeler ve sonrası medyada yoğun şekilde yer aldığından biz kısaca önemli noktalara değinelim.

Deniz Feneri davası ilk olarak Almanya'da başladı. 2008 yılında Frankfurt am Main Eyalet Mahkemesi'ne açılan davanın iddianamesinde Başbakan Erdoğan'ın adına da yer verilmişti. 08.09.2008 tarihinde İşçi Partisi Gn. Bşk. Yrd. Av. Mehmet Cengiz Ankara C.Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu. Eski HSYK döneminde başlatılan soruşturma bir süre tek savcı ile yürütüldü, 2009 yılında iki savcı daha görevlendirildi. 2010 yılında Referandumu ardından oluşan Yeni HSYK'nın oluşumu ile birlikte Başkanı Emine Ülker Tarhan ve YARSAV "Hükümetin Yargıyı ele geçirdiğini" ilan ettiler. Yargının içinde olmaları ve gerçekleri yakinen bilmeleri nedeniyle bunlara inananlar Deniz Feneri soruşturmasının bir şekilde kapatılacağını düşündükleri bir sırada yanıldıklarını anladılar.

Yeni HSYK'nın 05.11.2010 tarihli kararname ile Ankara C.Başsavcılığına atadığı İbrahim Ethem Kuriş'i göreve başlamasıyla birlikte soruşturma hız kazandı. Örtbas şöyle dursun HSYK soruşturmanın derinleştirilmesi için üç savcının Alman savcılarla birlikte çalışması için izin verdi ve savcılar Ocak 2011'de Almanya'ya uçtu. Soruşturma bir yandan derinleşirken, diğer yandan sürekli bilgi akışı sayesinde medyatikleşti. 7 Temmuz 2011 tarihinde Zahit Akman ve arkadaşlarının şüpheli sıfatıyla sorgulanmalarına başlandı. 3 Savcı, 5 şüphelinin sorgusunu ancak 4 günde tamamlayabildi. Bu süre boyunca canlı bağlantılarla medya soruşturma ile Hükümet ilişkisini gündeme getirdi. Sorgu bittiğinde, şüpheliler mahkemece tutuklandı. Şüphelilerin Avukatları ise Savcıların evrakta tahrifat yaptıkları, görevlerini kötüye kullandıkları iddialarıyla suç duyurusunda bulundular. 26 Ağustos 2011 savcılar soruşturmadan alındı. 29/01/2012 tarihinde Resmi evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanmakla suçundan Yargıtay'da dava açıldı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile çok sayıda CHP milletvekilin de izleyici olarak katıldığı 17/11/2012 tarihli duruşmada haklarıda beraat kararı verildi.

Sıradışı uygulamalar

Yeni Yargının ana karargahı olan HSYK, hakim ve savcı soruşturma ve atamalarında izlediği tavırla soruşturma ve davalara istediği şekilde yön verme imkanı vardır. Bu itibarla HSYK'nın uygulamalarına bakarak yargı içindeki örgütlü camianın politikalarını anlamak mümkündür.

Evvela eski ve yeni HSYK'nın genel kural haline gelen uygulamasını belirtelim ardından bu kuralı kimin için bozduğunu gösterelim ki, okuyucu gerekli yorumu yapabilsin.

Genel Kural: 1) Yürütme ve İdare organı mensupları hakim ve savcı hakkında şikayetçi olmuşsa derhal soruşturma açılır, müştekinin konumuna göre (örneğin Vali şikayetçiyse) %99 ihtimalle görev yeri değiştirilir.

2) Eğer HSYK bir hakim ve savcı hakkında yargılama izni vermişse, mutlaka o hakim veya savcının görev yerini değiştirir.

Peki, bu kural kimler için uygulanmamıştır? Ergenekon, Balyoz, KCK, Oda TV, Şike gibi İstanbul Özel Yetkili Mahkemelerince yürütülen soruşturma ve davalarda görev yapan hakim ve savcılar hakkında uygulanmamıştır. Örneğin, MİT Müsteşarı soruşturma savcısı Başbakan'ın medya önünde yaptığı şikayete rağmen İstanbul sınırları içinde kaldı. Elbette bu istisnanın da bir istisnası vardır. O istisnanın muhatabı ise Silivri'de görülen davalarda sanıklar lehine en küçük muhalefet şerhi koyan, tahliye kararı veren hakim ve savcılar oldular ve soluklarını en yakın aldıkları yer, Düzce il sınırının ötesi oldu.

HSYK, ÖYM Hakim ve savcılarına yaptığı gibi, Denizfeneri savcılarına da bir istisna getirdi, yani kendi kuralına bozarak, resmi evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanmakla suçundan yargılama izni vermesine karşın savcıların görev yerini değiştirmedi. Meslektaşlarımız adına sevinmekle birlikte, HSYK'nın sergilediği ayrıksı tutumunun arkasında yatan gerçeğin bilinmesi de kamuoyunun hakkıdır.

Sonuç olarak; her olayda olduğu gibi bütün yönlerini bilmeden iyi niyetle de olsa olaya dahil olmak bir tarafın piyonu haline gelmekle sonuçlanabilecektir. Dün, gerçekleri bildiği halde kişisel çıkarları gereği perdeleme görevi yapanlar, bugün Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının itiraf ve ifşa ettiği savaşta bir tarafın "lejyoneri" olmuşlardır. Hükumetle iktidar paylaşma savaşında, soruşturma ve davaları bir "şantaj" aracı olarak kullanan örgütlü grup, CHP'yi de bu savaşın "piyonu" haline getirmeye çalışmaktan çekinmemiştir.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin