Bir kişi daha eksildik
Yıl 1990’ların
başıydı.
Muharrirlerin
çay simit eşliğinde Facit marka daktilolarla fikirlerini serdettiği...
Yazı
işlerinin arı kovanı gibi kaynadığı...
Gazetelerin Bâb-ı
Âli’yi terk edilip plazalara yerleştiği...
Basının
döndüncü kuvvet olduğu...
İnternet
denen dipsiz kuyunun daha keşfedilmediği yıllardı.
***
İşte bu
olayların vukû bulduğu günlerin birinde Topkapı Çayhane Sokak, No:1’de ufak bir
hareketlilik yaşanıyordu. Üstad (Abdülkadir Türker) yanında üç kişi olduğu
halde servisleri geziyor, onları bizlerle tanış ediyordu. Bu kişiler Fatih
Saraç, Ahmet Kekeç ve Abdullah Özkan’dan başkası değildi. Fatih Saraç yönettiği
Vahdet gazetesinin yayın hayatına son vermiş, ekibinde kendine her daim destek
veren Ahmet Kekeç ve Abdullah Özkan’la deneyimlerini Millî Gazete okuruyla
paylaşmaya gelmişlerdi.
Ahmet Kekeç
yazdığı yazılarla bir taraftan okuyucuyla ünsiyet kurarken, diğer taraftan “Millî Gazete 2” eki için
yoğunlaşıyordu.
Gerçekten de
o günlerde kıt imkânlarla rahmetli Erbakan hocanın deyimiyle “tekeden süt çıkarılarak” dolu dolu bir
mevkute yayınlanıyordu. Fatih Saraç bu strese uzun süre dayanamayınca, ekin
yönetimini Ahmet Kekeç’e bırakıp gitti.
***
Ahmet abinin
çay bardağının şıngırtısına yaktığı sigara dumanı eşlik ediyor; tefekkür kokan
sayfalarıyla okuruna her gün yeni bir pencere açıyordu. Bir taraftan devraldığı
ağır yükü taşırken, diğer taraftan bir çok kalem erbabına fırsat imkânı
veriyordu. Bunlardan birisi de “Bir gün
önemli bir şair olacaksın” dediği şair İbrahim Tenekeci’ydi.
O zamanlar
gazeteci milleti nefes almak için bilgisayarla değil, insanlarla konuşurdu.
Yazı işlerinde söz Sadık Albayrak’tan Ekrem Kızıltaş’a, Ahmet Kekeç ağabeyden
Abdullah Altay’a, Necdet Kutsal’dan Bayram Öz’e, Kâzım Naci Doğan’dan Bilal
Yüksel’e, İsmail Fatih Ceylan’dan Bedir Acar’a dolaşır dururdu. Bu muhabbet
sofrasında hem özümüz, hem de sözümüz pişerdi. O günler bizim için “Asr-ı Saadet” günleriydi.
***
Gün geldi,
Ahmet ağabey de yoruldu. Topkapı Çayhane Sokak, No: 1’deki dostlarıyla
vedalaşıp, Mustafa Karahasanoğlu’nun basına yeni bir soluk getirme iddiasıyla
çıkardığı Beklenen Vakit’e omuz
vermeye gitti. 28 Şubat sürecinde bir çok insan sinerken o kalemiyle tek
kişilik ordu gibi cenk etti.
Üst üste
açılan davalarla sesi, kalemi susturulmak istendi. Yalnız bırakıldığı günlerde
bile o hak bildiği davasından asla vazgeçmedi. Gözünü budaktan esirgemedi.
Polemikleriyle kalemşorlukta kural tanımayan cazgırları fikri donanımıyla perişan
etti.
Yürüdüğü
çileli yolculuk boyunca incindi, incitmedi.
Hep dost
biriktirdi.
Kansere
yakalandı, yendi.
Fakat
çağımızın vebası koronavirüs Ferhat Koç
ağabeyin ardından onu ciğerlerinden vurarak 59’unda aramızdan aldı.
“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.”
Ahmet ağabey
iyi insandı.
İyiler
ölmez.
***
Bugün Eyüp
Sultan Camii’nde öğle namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından sonsuzluğa
uğurlanacak.
Ruhu şâd,
mekanı Cennet olsun.
***
Gırgır’da
mizah öyküleriyle kalem oynatmaya başlayan Aylık Dergi, Mavera, Yönelişler,
Kayıtlar, Kırkayak, Kitap Dergisi, Girişim, İmza dergilerinde hikâye, deneme ve
eleştiri yazılarıyla kendine has bir üslup oluşturan Ahmet ağabey, 1985’te ilk
hikâye kitabı olan “Son İyi Şeyler”i
okuruyla buluşturdu. Birbiri ardınca verdiği eserlere son olarak “Kanamalı Hayat”ı ekledi.
Yeni
Haber’de başlayan Zaman’da Vahdet’te, Millî Gazete’de, Beklenen Vakit’te, Yeni
Şafak’ta Star’da devam eden gazetecilik ve yazarlık serüveni Akşam’da son
buldu.
(3 Ocak 1961 Malatya / 14 Kasım 2020 İstanbul)