Bir kabustan rüyaya uyanmak
Suriye’de 2011 yılında başlayan halk ayaklanmaları, 8 Aralık 2024 tarihinde 61 yıllık Baas diktatörlüğünün yıkılmasıyla sona erdi. Suriye artık, “hürriyet” kavramının sloganlardan gerçeğe dönüşüyor olmasının heyecanını yaşayan bir ülke…
Bu tarihi ana şahitlik etmek, halkın duygularını hissedip kendi gözlemlerimizi yapabilmek için özgür Suriye’nin özgür şehirlerinde bulunmak bizim için çok önemliydi. Yola çıktığım andan itibaren, sadece 24 gün önce azılı diktatörlükten kurtulmuş bir halkın yanlarında bulunup sevinçlerine iştirak edecek olmanın mutluluğu beni kuşattı.
Yol boyunca, Esad rejim askerlerinin, İran destekli toplama milislerin ve onların yanında yer alan Rus uçaklarının bombaladığı yerleşim yerlerini görmenin rahatsızlığını yaşadım. Özellikle medeniyetin sembol şehirlerinden olan Haleb’in yıkıntılarını görmek yüreğimde tarifsiz bir acıya sebep oldu. Ama tüm bunlara rağmen daha önceleri tedirginliğin hâkim olduğu yollardan özgürce geçebilmek çok kıymetliydi.
Özgür Haleb’in sembolü olan kaleye gidip önünde toplanan halkla buluşmak için sabırsızlanıyordum. Halep kalesi önünde yöresel şarkılar söyleniyor, yöresel oyunlar oynanıyordu. İnsanlar, halen ne olduğunu tam olarak anlayamamış gözlerle bizlere bakıyor, sevinç ve hüzün arası yüz ifadeleriyle meydanlardan da ayrılmıyordu. Kahvelerini ve çaylarını yudumluyor, gelen gidenleri gözlemliyor, coşkusunu daha fazla bastıramayanlar ise meydanda bir halayın içinde kendisini buluyordu.
Hürriyete sahip olmak nedir bilir misiniz? Bilsek de anlayabilir, hissedebilir miyiz? Yıllar sonra ilk defa özgür bir güne uyanmanın, derin bir nefes almanın ne kadar kıymetli olduğunun gerçekten farkında mıydık? Kapınızın yumruklanması ve evinizden alınıp işkencehanelere götürülme tehdidi olmadan bir bardak çayın yudumlanmasının ne demek olduğunu anlayabilir miydik?
Onlar bir kâbustan uyanmış gibiydiler. Ama şimdi de, hiç bitmesini istemedikleri bir rüyanın içinde hissediyorlardı kendilerini… Halen akılları almıyordu yaşananları. Aslında hedefleri İdlib sıkışmışlığını aşmak ve saldırganlığı caydırmaktı. Olursa eğer, Haleb’e yaklaşmak çok karlı bir durumdu… Şimdi ise, hemen hemen tüm Suriye onlara kucağını açmış hasretini gidermekteydi.
1982 yılında baba Hafız Esad’ın 40bin insanı katlettiği Hama’yı oğlu Beşar da boş geçmemişti… Hama’yı görünce de ilk aklıma bu acı duygular geldi. 42 yıl öncesine ait yıkımın izlerini daha halen taşıyorken, acıların şehri Hama’yı, üzerine yeni acılar ve yeni derin izler eklenmiş şekilde gördük.
Hamalı olmak, yutkunmak, susmak, sessiz kalmak demekti. Korku ve çaresizlikle ama anlam yüklü gözlerle bakabilmekti… Ama anlaşılan Hama da sevinç ve umutla tanışmıştı. Asi nehri üzerindeki değirmenlere ve önündeki meydana akın eden gençler ve aileler bol bol fotoğraf çektiriyor, bugünün tadını çıkarıyorlardı. Bizleri gören ve Türkiye’den geldiğimizi anlayan Hamalı kardeşlerimiz hemen yanımıza geliyor, boynumuza sarılıyor ve evlerine davet etmek için ısrar ediyordu. Seyyar satıcıların sattıkları yemeklerden bizlere uzatmaları sık sık durmamıza sebep olmuştu. Kimyonla pişirilen baklalarla yapılan yöresel bir yemek Ful olsun, haşlanmış mısır olsun, Suriye tatlıları olsun, önünden geçtiğimiz tezgâhların sahiplerince bizlere uzatılıyor ikram ediliyordu. Hava soğuktu ama yüreklerin sıcaklığı bizlere üşümeyi de unutturmuştu.
Devrimin sembol ismi olan, kadife sesiyle söylediği ezgilerle halka moral veren Abdülbasit Sarut’un memleketi Humus’a geldiğimizde de onun resimleri bizleri karşılamıştı. Humus çarşısında, 27 yaşında şehid düşen bu gencin fotoğraflarının basılı olduğu tişörtler tezgâhlarda göze çarpıyordu.
Humus bizim için büyük İslam kumandanı Halid bin Velid demekti. Onun kabrinin bulunduğu ve isminin de verildiği cami bizlere istirahat ve namaz için bir mekân oldu. Caminin önündeki meydana bakan uzunca bir yolun sağındaki ve solundaki binalar, bu şehirdeki mücadelenin bastırabilmesi adına yerle bir edilmişti. Humus’un da, devrime giden yolda ağır hasar alan bir Suriye şehri olduğu açıkça anlaşılıyordu.
Sırada Şam vardı. 2008 yılından beridir göremediğim ve bir daha görebilmeyi beklemediğim Şam’ın kapısını ardına kadar açmış bir şekilde bizleri bekliyor olduğunu düşünmek benim için de gerçekten bir rüya gibiydi. 17 sene önce ilk gördüğümde, ruhumun oralı olduğunu anladığım bu tarihi şehirle bir kez daha buluşacaktım…