Bir gece İstanbul
Antony Standen’ın "Bilim kutsal bir
inektir!" ‘ini hatırlatan bir rüyaydı gördüğüm. Yüzyıllardır ne zaman
deniz görsem ilime yorarım. Bu defa hayatta görmediğim kadar büyük inekler beni
denize doğru ittiriyorlardı. Korkuyordum.
Halbuki hayatımızı, ilimi bilmeye, -hakikatte hiç küs olmadıkları halde insanlar onları küstürüp kutuplaştırdığı için- eğri veya doğru üretilen bilimsel birikimi ilimle barıştırmaya, eleştirel bakarak ondan yararlanmaya da adamış olabilirdim.
İnekler evet, boyutları yapay, bu kadarı fazla denilecek bir büyüklükteydi. İri kulakları ve başları ile denize doğru sürülüyordum. Kutsallaştırılmış bilim ineklerince ilme doğru mu sürülüyordum? Gibi ve benzeri yorumlarla gülümsüyorum. Doğrusu her şeyi yorumlamaya alışkın bir zihin kendisinin “Nablusi”si olmuştur.
En çok ta benim için abartılan ve hakiki yerinden edilen her değeri, özellikle de maddi değerleri ve menfaatleri temsil eden, Kadim Kitap’ta bahsedilen "altın buzağı" figürü geldi aklıma. Tabi uyandığımda... Uyandırıldığımda daha doğrusu.
Hem yakınlarımızın hem ilmin "dürtmesi" ve bizi gerçek şartlarımıza veya şartsız kayıt olduğumuz hakikate uyandırması ise harika...
Fakat yakınlarım değildi uyandıran. Caddeye yakın bu sokağın gürültüsüydü. Gece 02.00 ve sonrası… Korkunç yüksek sesli ve kalitesiz müzikli araba sesine uyandım. Sonra bir müddet uyuyamadım. Zorla duyduğum parça ve benzerlerini araştırmaya koyuldum. Bu kulaklar nelerle tıkanmış, merak etmiştim. İlk gençliğimden bu yana müzikle kaliteli bir ilişki kuran ve dostarası şarkı da söyleyen biri olarak, pop on, pop yirmi-otuz şarkıyı dinlemeye çalıştım. Kimi insanlar ne dinliyor iyice merak etmiştim. Daha doğrusu dinlemek bir yana ne dinletiyor ne dayatıyor başkasının ruhuna, gecesine merak etmiştim. Çevremi saran gençler içinde kendi kültürleri de dahil dünya müziğinin en seçkin parçalarını tutup getirirler ve beni de kaliteden haberdar ederler. Dolayısıyla farklı zevk ve yaşamlara sahibiz. Müziğin evrenselliği ve birleştiriciliği yanında aşırı yerel veya bireyselliği ve ayrıştırıcılığı da var. Bugün dinlemek zorunda olduğum hiçbir pop parçada, olmadık yere zorla tutturulmuş kafiyeler dışında en ufak bir bakış açısı, aşk ruhu, felsefesi, şiirsel bir tutarlılık yok. Edebi açıdan utanç verici. Cem Karaca, Barış Manço, Nilüfer, Kayahan, Sezen, İlhan İrem, Neşet Ertaş, Musa Eroğlu, Orhan Gencebay ve benzer kalitelerle büyüyen biz için bizden sonrasının böyle olması ne üzücü demeye kalmadan, yeniden uyumayı özlediğimi fark ettim.
Fakat ne mümkün.
Uyku ertesi geceye kadar geri dönmemek üzere gitmiş durumda. Bu saatte yabancı dil çalışmak istemediğim ve alt yazı okuyacağım derken filmin sahnekarlığına yetişemeyeceğim için yerli bir film açtım. Yenilerden.
Yeni bir yerli filmi isteksizce ve gittikçe suratım asılarak izleyebildim. Önyargılı davranmak istemiyorum ancak bitirmek ne zor. Kimi yerli filmler başka pek çok işinizi yaparak seyre izin vermesi açısından bir bakıma iyi. Sizi kilitlemiyor yani. Yaşamı durdurmuyor, ona izin veriyor. Pek çok yerli filmi izlerken ev hayatınızla ilgili pek çok farklı işi farkında olmadan, hatta farkında olarak pekâlâ bitirebilirsiniz. Arada göz atsanız yeterli…Hatta işler biter film hala bitmemiştir. Halbuki kısa bir film olabilecek kıymettedir çoğu. Film olmayacak kıymette de olabilir. Fakat o konuya dalarsanız film için yapılan emeklere ve masraflara, ah yazık endüstriye, sektöre yazıklanmaya başlarsınız. İyisi mi boş verin. Ülkenin kaynakları filan demeye de başlamayın lütfen, gecenin bir yarısı…
E o zaman son zamanlarda kimi platformlarda meşhur olan bir iki diziye ordan-burdan bir bakalım. Belki neşeleniriz. Gerçi son yerli dizilerde senaryo diyaloglarının ne yarı yarıya, yarıdan fazla küfür içerikli olmasından olacak daimi bir iç bulantısı ile geziyoruz. Sadece izlesek mi sorusuna cevap olacak kadar izlediğimiz halde öyle oluyor. Gece gece kusmayalım.
İlginçtir. Sanatçılarımızın kimi dinlerini paraya (change) çeynçledi. Tahvîl eyledi mi deseydim. Kimileri de ideolojilerini yaptıkları gibi, sanatlarını da mala ve küfürbazlığa indirgediler.
Yok. Devam edemeyeceğim. Diyaloglar küfürden ibaret. Bir şiir okuyayım da öyle uyuyayım. Allah Allah… Bu adam ne ara politik yazmaya başlamış? Mümkündür. Her şey mümkün… İstanbul başka türlü meşhur olamayacağını anlayınca kalemini sapana çevirip günlük politik taşlarla ava çıkan eli titrek şairlerin de kenti...