BAE kara propagandasının yeni hedefi Arap Baharının sembol ismi Gannuşi
Yaklaşık on yıl önce Tunus’ta başlayan ve dünya kamuoyu tarafından “Arap Baharı” olarak bilinen olaylar Ortadoğu’da aktörlerin yeniden kendisini konumlandırmasına sebep olmuştu. Yeni çatışma alanlarının ortaya çıkmasıyla gündemin bir anda değiştiği bölgede, iç savaş dolayısıyla bir türlü istikrara kavuşamayan ülkeler olduğu gibi, geçmişte olmadığı kadar ön plana çıkan yeni aktörler de var. Bu aktörlerin başında ise özellikle attığı her adımla bölgedeki dengeleri alt üst eden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geliyor. BAE Arap Baharından sonra, özellikle bölgede yükselişe geçen İslami hareketleri hedefine aldı ve onlara karşı bölge ülkelerinde ortaya çıkan yapılara ciddi maddi destek sağladı. Hatta Libya’da olduğu gibi silah sağladığı da oldu/olmakta.
Son dönemde bölgede yaşanan gelişmeler değerlendirildiğinde, BAE’nin birçok meseleye doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olduğu görülüyor. BAE’nin bölge ülkelerinin iç işlerine bu kadar müdahil olması ise aslında kendi kırılgan sosyo-politik yapısı ve tehdit algısıyla alakalı.
Bölgedeki otoriter sistemlerin birbiri ardına yıkılma ve değişme sürecine girmesiyle birlikte, bölge halkların hemen hepsinde benzer taleplerin doğması, BAE ve Suudi Arabistan gibi otoriter monarşileri endişeye sevk etmişti. Bu rahatsızlık Mısır özelinde kendisini göstermiş ve darbeciler desteklenerek milyarlarca dolar bu ülkeye akıtılmıştı. Mısır’da yaşanacak herhangi bir köklü değişiklik tarih boyunca körfez ülkelerini doğrudan etkilemiştir. Bu yüzden Mısır bölge ülkelerinin doğrudan hedefe aldığı bir ülke olmuştur. Bunun yanında Dubai ve Ebu-Dabi’nin öne çıkması sebebiyle kırılgan bir hal almaya başlayan BAE, kendi rejiminin devamı için bölge ülkelerinin demokratikleşmesini engellemeyi önemli bir hedef olarak belirlemiştir. Bölge ülkelerinin demokratikleşmesinin motor gücü ise Türkiye’nin örnekliği ve Müslüman Kardeşler’in örgütlülüğüdür. BAE’nin demokratikleştirmeme amacıyla dış politikasında hedefe oturttuğu önemli bir bölge ise mağrip Arap devletleri olmuştur.
Mağrip Arap devletleri açısından durum değerlendirildiğinde, Arap baharından doğrudan etkilenmiş ve her biri farklı reaksiyon göstermiş ülkeler karşımıza çıkmaktadır. Libya’da lider devrilmiş ve akabinde bir iç savaş başlamıştır. Tunus Arap devletleri arasında en yumuşak geçişi gerçekleştirmiş ve bugüne kadar süreci en iyi yöneten Arap ülkesi olmuştur. Cezayir Arap Baharı sürecinden doğrudan etkilenmemekle birlikte, son bir yılda önemli siyasi olaylara ev sahipliği yapmıştır. Bununla beraber Fas’ta ise Arap Baharı sürecinde önemli reformlar yapılmıştır. Görüldüğü üzere Arap Baharı ve onun ortaya çıkardığı dalgalanmalar dört mağrip Arap devletinde genel anlamda farklı dalgalanmalar yaratmıştır.
BAE’nin dış politikasında Arap Baharı öncesinde çatışmacılıktan bahsetmek pek mümkün değil. Dış politikasında sürekli olarak diyaloğu ve uluslararası hukuku önceleyen bir yapıya sahip olan BAE’nin tek çatışmalı bölgesi İran işgalindeki üç adasıdır.
40 yılı aşkın bir süredir işgal altındaki bu adalar için BAE sürekli olarak diyalogu ve Uluslararası Adalet Divanı’nı çözümün adresi olarak göstermiştir. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde, BAE’nin dış politikasında gerek Arap devletlerinde gerekse Körfez ülkelerinde istikrarın ve statükonun korunması yönünde dengeli bir tavır takındığını söyleyebiliriz. Fakat Arap Baharı sonrasında bu durum kökten bir değişime uğradı. Bu hususta dile getirilen başka bir görüş ise BAE’nin bu kadar agresifleşmesinin kendini koruma refleksini aştığı ve arkasında başka birtakım güçlerin olduğu şüphesidir.
BAE’nin Arap baharı sonrasında izlediği dış politika, neredeyse bölgedeki tüm meselelerde bir grubu diğerine karşı destekleyerek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bütün krizlerde taraf olmak şeklinde tezahür etmiştir. Libya, Yemen ve Suriye gibi iç savaşın yoğun yaşandığı yerlerde BAE’nin müdahalesi artık çok nettir. Mısır, Sudan ve Tunus gibi ülkelerde ise BAE ya darbe yapmıştır veya darbeye teşebbüs etmişti. Hatta Tunus’ta 2011-2014 yıllarında Tunus Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Munsif Merzuki BAE’nin bölgedeki yıkıcı ve agresif dış politika tutumunu eleştiren ve ilk defa dile getiren liderlerden olmuştu. Merzuki açıkça BAE’nin Arap halklarının iradesinin karşısına dikilerek demokratikleşmelerine engel olduğunu ve Arap Baharı sürecinde başarılı olmuş her ülkedeki karşı devrimlere maddi olarak hamilik yaptığını ifade etmişti.
Ortadoğu’da ikinci dünya savaşından önce ifsad edilen halkın iradesi, yaklaşık yarım asır sonra ilk defa Arap Baharı ile birlikte zuhur etmiştir. Arap Baharı olarak adlandırılan bu toplumsal hareketlilikler, Arap toplumlarında halkın iradesini yukarıya taşıyacak en örgütlü yapıların Müslüman Kardeşler teşkilatlarında bulunduğunu göstermiştir. Müslüman Kardeşler’in demokratik değerleri benimseyip benimsemediğine dair tartışmalar yapılırken akılda tutulması gereken husus, bu hareketin, Osmanlı sonrası dönemde önce sömürgeciler, sonra kendi diktatörlerinin yönetimleri altında inşa edilen otoriter anlayışlara karşı en büyük alternatif olduklarıdır. Bu durum genelde Körfez, özelde ise BAE gibi monarşiler için önemli bir tehdit olarak algılanmıştır.
Geçtiğimiz on yıl boyunca BAE, demokratikleşme yönünde adımlar atan bütün ülkelerde kontrolü sağlamak adına, ön plana çıkan Müslüman Kardeşler hareketine karşı, o ülkelerdeki darbeci eski rejim destekçilerine para ve silah sağlamıştır.
Bunu özellikle Mısır ve Sudan’da başarmıştır. Fakat özellikle son bir yıllık süreç BAE’nin yeni bir araçsallaştırmaya gittiği görülmektedir. Müslüman Kardeşler gibi mutedil İslami yapıları yıkamadıkları Arap mağrip devletleri gibi ülkelerde, BAE siyaset ve medyadaki bazı isimleri desteklemek ve bu hareket içinde sivrilen isimleri itibarsızlaştırmak gibi hamlelere başvurmaya başlamıştır. Bu durumun en son örneğini Tunus’ta Gannuşi’ye karşı yürütülen itibarsızlaştırma çabalarında görmek mümkün.
Bölgede son yıllarda yaşanan toplumsal ve siyasal dönüşümler içinde en başarılı örnek Tunus’tur. Zeynel Abidin’in iktidardan uzaklaştırıldığı Yasemin Devrimi’nden sonra, Tunus bölgenin demokratik sistemi için bir model ülke olarak ön plana çıkmaya başladı. Bölgenin demokratikleşmesinin motor gücü ise İslami hassasiyetleri olan Nahda hareketi oldu. Nahda hareketiyle beraber Tunus’ta yaşanan pozitif yöndeki değişim ve dönüşüm, BAE’nin başta Libya ve Yemen’de olmak üzere tüm coğrafyada yürüttüğü istikrarsızlaştırıcı ve yıkıcı politikalarına ters düşüyor.
Nahda son olarak geçtiğimiz yıl düzenlenen mahalli seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, ülkenin demokratik geleceği adına umut verici adımlar atmış ya da atılmasına vesile olmuştu. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci turda BAE’nin desteklediği medya patronu Nebil el-Karvi’ye karşı bağımsız aday Kays Said’i destekleyerek BAE’ye büyük bir tokat atmıştı. BAE bölgede demokrasinin beşiği haline gelen Tunus’ta yediği bu tokadın acısıyla, hedeflerine ulaşabilmek için yeni bozgunculuklara girişti.
Tunus’ta özellikle bazı birtakım eski rejim partileri desteklenerek ülke içi siyasi arena karıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu minvalde Tunus’ta ön plana çıkan grup Özgür Anayasa Partisi ve lideri Abir Musa’dır. Bilindiği gibi, eski rejimin en büyük destekçisi olan bu parti, geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de etkin bir medya propagandası yürütmüştü. Bugün Gannuşi’ye karşı yürütülen kara propagandanın başlangıcı, Mayıs ayının başında Abir Musa’nın sosyal medya üzerinden kendisine tehditlerin geldiğini açıklamasıyla başlamıştı. Abir Musa açık açık hedef göstererek, kendisine yönelik tehditlerin arkasında Nahda hareketinin olduğunu iddia etmişti. Eski rejimin uzantısı olan bu parti, devletin derinliklerinde bulunan birtakım araçlara ulaşabilmekte, koronavirüs kriziyle uğraşan mevcut hükümetten daha etkindir. Ekonomik ve sosyal güçlüklerin yaşandığı bir dönemde, Abir Musa gibi siyasi figürlerin etkileri daha fazla olabilmektedir. BAE de bunun farkında olduğu için bu tür grupları desteklemektedir.
BAE’nin kara propaganda araçları arasında özellikle küresel ölçekli faaliyet gösteren düşünce kuruluşları ve gazeteler önemli bir yer işgal etmektedir. Bu minvalde, BAE’nin özellikle Batı ülkelerinde yayın yapan ve faaliyet gösteren kurumları ya doğrudan tesis ettiği ya da finanse ederek kendi çıkarları doğrultuşunda araçsallaştırdığı bilinmektedir. Mesela Türkiye karşıtı faaliyetleri için ABD’de senatörlere para akıttığı ve belli birtakım kuruluşları harekete geçirdiği, geçen yılın sonunda ifşa edilmişti. Tunus için ise özellikle Fransa merkezli düşünce ve medya kuruluşlarına finansal destek sağladığı bilinmektedir.
Gannuşi’ye karşı yürütülen karalama kampanyasının işaret fişeğini ise Tunusluların “dijital sinekler” olarak isimlendirdikleri sosyal medya trolleri çakmış görünüyor. Bu durum BAE’nin bölgede izlediği genel politikanın yeni bir sahnesinden başka bir şey değildir.
Pandemi sürecinde ortaya çıkan olağanüstü koşullar içinde, Tunuslu siyasi aktörler BAE’nin karşı-devrim girişimlerine dikkat etmelidir. Zira Tunus’ta bugüne kadar geliştirilen demokratik deneyimlerin çöpe atılması ve Sisi benzeri bir rejimin dayatılması, Tunus halkını her anlamda baskı, yoksulluk ve istikrarsızlığın içine sürükleyecektir.
Tunus içinde tüm bu kazanımların sembol ismi ise Raşit Gannuşi’dir. Hakkında ortaya atılan asılsız iddiaların içeriği bir yana, Gannuşi’nin Tunus ve bölge halkları için taşıdığı sembolik anlam, onun neden bu iddialara maruz kaldığının da en önemli göstergesidir. Diğer taraftan, Gannuşi son dönemlerde Libya’da meşru hükümeti ve onlar sayesinde gelişecek demokratikleşmeyi desteklediğini belirtmektedir. Gannuşi yine bölgede ilk defa on yıl boyunca seçimlere katılarak İslam ve demokrasinin uyumuna işaret etmektedir. Belki de en önemlisi, Gannuşi, diktatörlüklerin Ortadoğu toplumlarının kaderi olmadığını, gerektiğinde makamları da elinin tersiyle iterek ispatlayan bir figürdür.
Sonuç olarak, yıllardır bölgede kendi aşiretlerinin kazanımlarını kaybetmemek için bölge halklarının kazanımlarını tehdit eden bir yapı, bugüne kadar başaramadıklarını başarabilmek adına, yeni bir dijital saldırı kampanyasına girişmiştir. Bu kara propagandanın hedefine ise (geçtiğimiz aralık ayında Türkiye’nin yerleştirildiği gibi) şimdide Gannuşi oturtulmuştur.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.