Dolar (USD)
34.69
Euro (EUR)
36.72
Gram Altın
2956.11
BIST 100
9652
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Aynaya bakınca okunacak dua

Dua hem nurdur hem kuvvettir hem şükürdür. Sadece istek ve dilekler için değil şükrümüzü dile getirmek için de dua etmeliyiz. Bakara suresinde Allah buyuruyor ''"Öyleyse siz beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin'' Buna binaen aynaya bakınca okunacak duayı hazırladık. İşte aynaya bakınca okunacak dua ve anlamı...
Aynaya bakınca okunacak dua
03 Ekim 2019 12:24:00
Dua hem nurdur hem kuvvettir hem şükürdür. Sadece istek ve dilekler için değil şükrümüzü dile getirmek için de dua etmeliyiz. Bakara suresinde Allah buyuruyor ''"Öyleyse siz beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin'' Buna binaen aynaya bakınca okunacak duayı hazırladık. İşte aynaya bakınca okunacak dua ve anlamı...

Dua hem nurdur hem kuvvettir hem şükürdür. Sadece istek ve dilekler için değil şükrümüzü dile getirmek için de dua etmeliyiz. Bakara suresinde Allah buyuruyor '"Öyleyse siz beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin' Buna binaen aynaya bakınca okunacak duayı hazırladık. İşte aynaya bakınca okunacak dua ve anlamı...

Peygamber Efendimizin aynaya bakınca okuduğu dua

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz aynaya bakdıkları zaman,

“Yaratılışımı ve huyumu güzel kılan, başkalarındaki çirkinliği benden uzak kılıp beni güzel yapan Allah’a hamd ederim.” (Beyhakî, Şuab, IV, 111)

"Öyleyse siz beni zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin." (Bakara, 2/152)

Bunun için size şimdi iki vazife vardır:

Birincisi: Beni zikrediniz, layıkıyle anınız ki, ben de sizi bana layık bir anışla anayım, imdad ve yardımımı devam ettireyim.

İkincisi: Bana şükrediniz, nimetlerime karşı kalble veya dille, yahut bedenle, ya da hepsiyle birden bana saygı gösterin, benim emirlerime itaat edip, nimetlerimi yerine harcamak sûretiyle onlardan yararlanın. İnkar ve isyanla bana küfür ve nimetlerime karşı nankörlük etmeyiniz, hasılı unutkan ve nankör olmayınız.

Zikir de şükür gibi ya dille, ya kalble veya bedenle olur.

Dil ile zikir, Allahuteâlâ'yı en güzel isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih ve tenzih etmek, Kitab'ını okumak ve dua etmektir.

Kalb ile zikir, gönülden anmaktır ki, başlıca üç çeşittir:

1. Allah'ın varlığını gösteren delilleri düşünmek, şüpheleri atarak Allah'ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmek (düşünmek)tir.

2. Allah'ın koyduğu hükümleri, kulluk vazifelerimizi, yani Allah'ın bildirdiği sorumlulukları, onlarla ilgili hükümleri, emir ve yasakları, Allah'ın vaadini, tehdidini ve bunların delillerini düşünmektir.

3. Maddi ve manevi varlıkları, bunlardaki yaratılış sırlarını seyredip düşünmekle zerrenin kutsal âleme bir ayna olduğunu görmektir. Bu aynaya, gereği gibi bakanların gözüne, o güzellik ve büyüklük âleminin nurları yansır. Bir anlık hisle bundan alınacak olan müşahede zevkinin bir göz kırpacak kadar süren parıltısı bile dünyalara değer. Bu zikir makamının hiç sonu yoktur. Bu noktada insan kendinden ve dünyadan geçer, bütün hisleri hakka bağlanır. Hatta zikirden ve zikr edenden bir isim ve eser kalmaz da, hissedilen yalnız zikredilenden ibaret olur. Gerçi bu makamın sözünü edenler çoktur, fakat buna erenlerin sözle alakası yoktur.

Bedenle zikir: Bedenin organlarından her birinin görevli bulundukları vazife ile meşgul ve dopdolu olması, kendilerine yasaklanan şeylerden boş ve uzak bulunmasıdır.

Şükür de bu mertebelerden her biriyle yerine getirilir. Ancak bunların şükür olması için, şükreden kimsenin, kendisine ulaşmış olan nimeti hissetmesi ve bunları o nimete karşılık bir saygı vazifesi olarak yapması şarttır. Zikir ise, nimetin ulaşmasına bağlı olmaksızın genel olarak bir muhabbetin, bir olgun aşkın eseridir.

Şu halde şükrün, zikre atıf yoluyla bağlanması, esasen "atfü'l-hâs ale'l-âm" özel bir şeyi daha genel olana atfedip bağlama demektir. Fakat her ikisi de nimet kaydından sonra söylenmiş bulunduğundan burada tefsire ait bir atıf cinsinden olur. Böyle olmaması için şükrün, örfî şükür mânâsına yorumlanması daha uygundur ki, o da ulaşan nimetlerin hepsini, yaratılış gayesine uygun olarak harcamaktır.

Buna göre her ilerleme adımında zikir başlangıç, şükür bir sonuçtur. Sonsuz yolculukta bunlar peşi peşine birbirlerine girift olarak giderler.

Allahuteâlâ, bu zikir çeşitlerinden hangisiyle zikredilirse, o da ona layık bir şekilde kendisini zikreden kimseyi, zikredip anacaktır. Bu noktayı anlatmak için, bu âyet çeşitli tabirlerle açıklanmıştır. Bu cümleden olarak:

1. Beni, bana itaatla zikrediniz, ben de sizi rahmetimle zikredeyim.

2. Beni dua ile zikrediniz, ben de sizi duanızı kabul ve ihsanla zikredeyim. Yani,

"Bana dua ediniz ki, duanızı kabul edeyim." (Ğâfir, 40/60).

3. Beni övgü ve itaatla zikrediniz, ben de sizi övgü ve nimetle zikredeyim.

4. Beni dünyada zikrediniz, ben de sizi ahirette zikredeyim.

5. Beni gizli yerlerde zikrediniz; ben de sizi sahralarda zikredeyim.

6. Beni refahınız, rahatınız zamanında zikrediniz; ben de sizi bela ve musibete uğradığınız zaman zikredeyim.

7. Beni ibadetle zikrediniz, ben de sizi yardımla zikredeyim.

8. Beni, benim yolumda cihadla zikrediniz, ben de sizi hidayetimle zikredeyim.

9. Beni doğruluk ve samimiyetle zikrediniz; ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.

10. Beni önceden ilâhlığımı kabul ile zikrediniz; ben de sizi sonunda rahmet ve kulluğa kabul ile zikredeyim.

Kısaca kulluğun başı zikir, sonu ise şükürdür.

"Onların dualarının sonu âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." (Yunus, 10/10) demektir.

İşte Cenab-ı Hak bütün kullarını özet olarak başlangıcı ve sonucu içine alan bu iki vazife ile görevlendirmiştir. Bu görevler, güzel bir şekilde yerine getirildikçe o nimet de uluşacağı yere ulaşarak tamamlanacaktır. Fakat zikir, marifet ve bilgi ile; şükür de nimet ile uyum içinde olacaktır. Halbuki Allah'ın mahiyetini hakkiyle bilmek, O'nu kendisi gibi bilmek demek olacağından bu, fani âlemde kullar için mümkün değildir. "Seni gerçek mahiyetinle bilip tanıyamadık."

Bunun gibi Allah'ın nimetleri sonsuzdur. Mesela bir nefeste içli dışlı iki nimet vardır. Demek ki, sadece her nefeste iki şükür vaciptir. Bu durumda şükrü hakkıyle eda etmek de mümkün değildir. "Sana layık olduğun şekilde kulluk yapamadık."

Demek ki bu ilâhî hitap karşısında ilk duyulan şey acizlik ve yaratıcının kudretine teslim olma arzusudur. Gerçekten iman ve İslâm'ın başı bu anlayıştır. En güzel zikir de "Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur." kelime-i tevhididir.

Bu tevhidin ve teslimiyetin gereği de, bu acizlik içinde kendini, Allah'ın emirlerinin tek yürütme vasıtası bilerek, yöneltilen vazifeyi en güzel bir şekilde ve azami derecede yerine getirmek için yalnız Allah'tan yardım dileyip en iyi şekilde gayret sarf etmektir. İşte bu, şükrün kendisidir. Yani yüklenen sorumluluk imkan ve kabiliyet şartına bağlanmıştır. Fakat o kabiliyet, Allah'ın bir yardımı olduğu için onun da işin aslında bir sınırı ve sonu yoktur.

Bundan dolayı kul, Allah'ını zikirle O'ndan yardım diler ve kendine verilen kabiliyeti sarf eder. O kabiliyet, ona yapacağı işle beraber Allah'ın dilediği kadar gelir. İşte İslâm, o acizlikten, bu sonsuz kudret ve kabiliyete intikaldir.

Şu halde her mümin: "Beni zikrediniz!" emri karşısında acizliğini hissederek önce,

"Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz." (Fâtiha, 1/4)

şeklindeki kesin sözünü hatırlayacak ve buna şükretmek için Allah'tan yardım dileyecektir.

En son gelişmelerden haberdar olmak için whatsapp kanalımızı takip edin