Dolar (USD)
34.14
Euro (EUR)
37.95
Gram Altın
2883.02
BIST 100
9887.75
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Avustralya’da orman yangınları ve deve katliamları

Avustralya’da yaşayan insanları biz çevre dostu biliyoruz, çünkü tabiatın dengesini bozuyor diyerek sinek ilacı dahi kullandırtmıyorlar. Hepsi hikaye imiş.
Avustralya’da orman yangınları ve  deve katliamları
13 Ocak 2020 14:57:00
Avustralya’da yaşayan insanları biz çevre dostu biliyoruz, çünkü tabiatın dengesini bozuyor diyerek sinek ilacı dahi kullandırtmıyorlar. Hepsi hikaye imiş.

Osman Şahin

Avustralya’da aylardır ormanlar yanıyor. Yetkilier ise yangınları söndüreceklerine çıldırmış gibi develeri öldürme emri veriyorlar ve helikopterlerden açılan ateşlerle develer katlediliyor. Yanan ormanlarda yaşayan hayvanların yangından kaçarken üzerlerindeki alevleri başka alanlara yaymaları hükümetin bu katliam kararına hayvanların bir intikamı olarak yorumlanıyor. Buna rağmen kimse birbiriyle ilintili bu olaylardan ibret almıyor ve katliam devam ediyor. Katlettikleri develer, üç kutsal kitapta mucizelerle anlatılan Salih Aleyhisselamın devesinin öldürülmesini akıllara getiriyor. Oysa develer, ağır tabiat şartlarına, susuzluk ve açlığa karşı dayanıklı, özellikle kültür hayatımızda binlerce kelime, atasözü, deyim, şiire konu olmuş vefalı hayvanlardır. Müzikten hoşlanır. Ahenkle yürürler. Aruz vezinleriyle şiir yazan eski şairler ilhamlarını develerin ahenkli yürüyüşlerinden almışlardır. “Deve” kelimesi, Arap kültüründe 1400 farklı kelime ile anlatılır. Türkçede erkeğine “Buğra” denir. Avustralya çöllerinde kimseye zarar vermeyen develerin yok edilmesi bir akıl tutulması olarak değerlendirilmekte ve zengin kültürümüzün de yok edilmesi anlamına gelmektedir. Kültürel hayatımızda büyük bir yeri olan develerin katledilmesinin UNESCO Dünya Kültürel Mirasını Koruma Komisyonu tarafından durdurulması lazımdır. Zira develer tarihte kıtalararası medeniyet taşıyıcıları “sefinetü sahra”dırlar. Çöl gemileridirler. Arap ve Afrika ülke delegasyonları istişare edip katliamı durdurmak için tedbirler geliştirmelidirler. Zira, devenin yok edilmesi bu zengin müşterek dünya kültürünün de yok edilmesi demektir.



2007 sonbaharında Mont Bullar Tabiat Parkında ormanların renk cünbüşünü görmeye gittimizde bu manzara ile karşılaştık.

2007 Senesindeki Orman Yangını:

2007 senesinde Avustralya’da Melburn ile Sidney arasında büyük bir yangın olmuştu. Ufuktaki simsiyah manzara insan kimyasını bozuyor ve duygularınızı olumsuz etkiliyordu. Öyle ki yanan ormanlardan yükselen yanıkların isi bardaktaki çay dahil her şeye sirayet ediyordu. Yangının şehre yaklaşması durumunda nasıl tedbirler alınacağı herkesi düşündürüyordu. Ciddi hiç bir tedbir ortada yoktu. Yer yer insanlar maskelerle gezmeye başlamışlardı. Orman yangınları 400 km uzakta idi, ancak büyüktü ve rüzgarla Viktorya Eyaletinin başkenti Melburn’u dahi etkiliyordu. Yapılacak yegane önlem benzer yangınlar büyümeden çeşitli erken uyarı sistemleri ile zamanında müdahale etmekti. Ne yazık ki, Avustralyalılar, nüfusun azlığı ve ülkenin büyüklüğü sebebiyle bu işi beceremiyorlardı. Yöneticileri de ilgisizler. Avustralyalılar her şeye maliyet gözüyle baktıkları için hiçbir harcama yapmadan ormanları korumak istiyorlar. İklim değişiklikleri yasasını onaylamayan ve ozon tabakasının delik olduğu Avustralya’da ciddi bir bütçe ayırmadan orman yangınlarıyla baş etmek mümkün değildir. Kıta ülkesinde tabiata adeta gözü gibi bakan duyarlı Aborjinlerin (1) işgal sırasında develerin, Avustralya’nın deve kuşu emular gibi makinalı tüfeklerle öldürülmeleri ve kalanların da güneyden kuzeydeki sahralara ikamete zorlanmaları ise adeta yangınlara bir davetiye olmuştu. Bugün ormanları yangınlara karşı koruyacak çevre gönüllüsü kimseyi bulamıyorlar.

(1) Sidney’de bir Aborjinin arazisinde maden olduğu keşfedilir. Ancak arazinin sahibi olan Avustralya yerlisi tabiatın yok edilmesine gönlü razı değildir ve araziyi satmak istememektedir. Gözlerini para hırsı bürümüş madenciler ve hükümet yetkilileri Aborjini para ile ikna edip araziyi satın almakta kararlıdırlar. Fiyatı arttırdıkça arttırırlar ve 5 milyar dolara kadar çıkarırlar. Aborjin pes etmez ve nihayet der ki; “bu araziyi bari ben öldükten sonra satın alın, zira gönlüm şu ağaçların katledilmesine razı değil”.

Nihayet bir gün gökten rahmet yağdı ve semanın üçte birini kaplayan siyah dumanları yok etti. Derin bir nefes alabildik. Aynı senenin sonbaharında birkaç aile 400 km’lik mesafedeki Aborjin ressamlarının da tablolarına ilham kaynağı olmuş olan Mont Bullar Milli Parkında sonbahardaki ağaç renklerini seyretmeye gitmiştik. Karşılaştığımız manzara bize daha önce anlatıldığı gibi değildi. Vakıa rengarenk ağaç yaprakları vardı, ancak yamacımızdaki dağların çoğu siyaha bürünmüştü. Güneş ışınlarıyla birer altın varaka dönüşen ağaç yapraklarının yarısı yerini simsiyah bir manzaraya bırakmıştı. Dağlardaki ağaçlar boydan boya yanmış ve bazı ağaçlar ise ayakta kalmaya direniyordu. Burada anlaşılmayan konu 1900’lerde Çinlileri bile püskürtmüş olan az nüfuslu kıta ülkesi aylardır yanan ormanları neden söndüremiyordu. Söndürmek istemiyor muydu?


2008 Senesinde Melburn’dan ayrıldık. Ancak müteakip senelerde meşhur Viktorya Yağmur Ormanlarının da yandığını ve 220 kişinin dumandan boğularak vefat ettiğini basından okuyunca aynı burukluğu yaşadık. Viktorya ormanlarındaki derelerin içleri ağaçların sıklığı sebebiyle neredeyse karanlık gibi görünürdü. Orada her renkten papağanlar bizdeki sığırcık kuşları gibi sürüler halinde dolaşmakta olup kondukları yamaçların yüzünü bir renkler mozaiği haline çevirirdi. Bu güzel papağan sürülerinin de yangınlarda yok olduklarını düşünmek ne kadar acı. Ne yazık ki Avustralya TV’lerinde bütün çevreci ve tabiata duyarlı yayın yapılmasına rağmen maalesef ormanlar korunamıyor. Türkiye’nin on kat büyüklüğündeki koca kıtada sanki 10 bin deveye yer kalamamış gibi yeniden hayvan öldürmeye başladılar.

Avustralyalıların hayvan hakları sicilleri iyi değil, savunmasız masum develeri öldürüyorlar. Hayvanlarda yangından kaçarken intikam alırcasına alevleri ormanların diğer kısımlarına taşıyorlar .

Avustralyalılar seferberlik ilan edip yangın söndürme stratejileri geliştireceklerine, çıldırmışlar ve bir zamanlar ülkenin telefon direkleri ve demiryolları ağlarıyla kalkınmasında önemli bir rol üstlenmiş ve bilahare Afganlıların ıssız çöl bölgelerinde kıtanın posta işlerinde kullandıkları develeri olan öldürmeye başladılar. Yıllardır helikopterlerden atılan mermilerle bu zararsız hayvanları katlediyorlar. 2009 tarihine kadar 160.000’den fazla deveyi katletmişler. (https://www.youtube.com/watch?v=V61_07V1jC4 ) Körfez Savaşı sırasında bir Karabatak kuşu için dünyayı ayağa kaldıran sözüm ona çevrecilere sormak lazım. Nerdesiniz?

İHH Ankara’daki Avustralya elçiliğine müracaat etti

Neyse ki ülkemizde yardım faaliyetleriyle ismini duyduğumuz İHH Ankara’daki Avustralya elçiliğine müracaat ederek bu develeri almaya talip oldu ve insanlığın onurunu kurtardı. Ancak bu müracaata ne zaman cevap verilir bilinmemektedir. Hayvan katliamı halihazırda devam etmektedir.



“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın devesi. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük etmeyin; sonra sizi yakın bir azap yakalar.” (Hud Suresi: 64) (Bu ayet Salih Aleyhisselam zamanında suyunu içmek için deveyi öldüren ve bilahare helak olan kafirler için nazil olmuştur).

Allah kimsenin akıl sağlığını bozmasın. Çanakkale Savaşı günlerinde, şehit ettiği bir Türk’ün başını valizine koyarak Avustralya’ya götürüp evinin çatısında yıllarca saklayan arızalı zihin yapısı maalesef bugün yarasa ve kedilerle deve ve atları öldürüyor. Manzaralar, tıpkı kıtaya ayak bastıklarında yerlileri ateşli silahlarla yok ettikleri manzaraları andırıyor. Sebep develerin çok su içmesi imiş. Hiç inandırıcı değil. Zira develer 15 litre su ile haftalarca yaşayabilirler. 800 km. yol kat edebilirler.

Avustralya’da kurulan yeni medeniyete en çok emeği geçen develerdir. Kıtanın ulaştırma tarihinde kitaplara sığmaz hizmetleri olmuştur develerin. Bu hayvanları çok su içiyorlar diyerek öldürülmelerini anlamak mümkün değildir.

Afrika-Asya ve Türkiye’nin desteğiyle UNESCO’nun deve katliamları durdurması lazım:

Avustralya’da yaşayan insanları biz çevre dostu biliyoruz, çünkü tabiatın dengesini bozuyor diyerek sinek ilacı dahi kullandırtmıyorlar. Hepsi hikaye imiş. Sineğe kıymayan insanlar helikopterlerden ateş ederek binlerce deveyi öldürüyorlar. Develerin feryatları yürek burkuyor. İnsanlık Irakta bir litre benzini daha ucuza almak için bir milyon insan öldüren Amerikalılarla deve öldüren Avustralya İngilizlerini aynı kategoride görüyor.
Avustralya su kanunlarına göre yer altındaki sular gelecek nesillere ait olduğundan motorlarla çekilerek kullanılması yasaktır. Yani yer altında da su var. Ancak kendilerinden sonraki nesilleri düşünüyorlar. Kıtanın altında da su olduğuna göre koca kıtada 10.000 deve mi suları tüketiyor?

Bizim kültürümüzde şiir ve destanlara konu olmuş, kutsal kitaplarda olayları zikredilen ve sözlüklerimizde 1400'e yakın kelimelerle anlatılan develeri Avustralyalıların katletmeleri en az orman yangınları kadar üzüntü vericidir. Avustralya’da deve neslinin UNESCO tarafından koruma altına alınması lazım. Arap, Türk, İran, Afrika ve Hindistan, Pakistan ülkeleri, develerin neden katledildiklerinin araştırılmasını istemeleri lazım. Öyle ya neden Asya’da Afrika’da develer suları tüketmiyor da uçsuz bucaksız Avustralya’da tüketiyor. Su tüketmek hayvan öldürmek için yeterli bir sebep midir?

Orta şark İslam kültürü ile adeta özdeşleşmiş ve Kur’an’da 16 yerde adı geçen bu mucizelerle donatılmış hayvanı ortadan kaldırmakla acaba ne hedefleniyor? Son zamanlarda da develerin Uluru (Alice Springs) yakınlarındaki Aborjinlerin sularını içtiklerini seslendirdiler. Olay, tıpkı Salih Aleyhisselamın devesi ile münavebeli su içen kavminin, herkese süt veren mucizevi deveyi öldürme olayına benziyor. Onlarda bir gün kendileri bir gün deve nöbetleşe su içiyorlardı. Kimseye zararı dokunmayan deveyi öldürdüler ve sonra helak oldular. (Fussilet sûresi: 17-18 nolu ayetin tefsirinde Fahreddin Razi bu olay detaylı olarak anlatılmaktadır).

Avustralyalılar bir zamanlar emu ve yarasalara da otomatik tüfeklerle savaş açmışlardı:

Avustralyalılar 1932 tarihinde, yani dünyayı kasıp kavuran büyük kıtlıktan birkaç sene sonra tarlalarına dadanan emulara da makineli tüfeklerle ateş açtılar ve 20.000 emudan (devekuşuna benzer bir kuş) ancak 50’sini öldürebildiler. Emular güneydeki sulu bölgelerine doğru kaçtılar. Bu olaya tarihte “The Gerat Emu War”denir. Daha sonra 1950’lerde araya çit çekilerek bölge emulardan kurtarılır. Filmlere de konu olmuş olan çitin uzunluğu 5600 km.

Biz Melburn’da iken South Yarra National Parkında, göze güzel görünmüyor diyerek yarasaların da yuvalarını dağıtmışlardı. Oysa o yarasalar da kimseye zarar vermiyorlardı. Akşamın alacakaranlığında şehir dışına uçuyorlar ve uçarken sanki pencereden içeri girecekmiş gibi evlere yaklaşıp aniden sağa sola kaçışıyorlardı. Zannediyorum bütün hayvan nefreti İngiltere’de hayvanların bulunmaması sebebiyledir. Telkinlerle çevre bilinci ancak bu kadar gelişebilir. Hayvan katliamlarıyla bir yere varılamayacağını birilerinin Avustralyalılara söylemeleri lazım.

Develer ne zaman Avustralya’ya götürüldü?

Avustralya kalkınmasının ve ulaşımının temelini oluşturan binlerce deve 1840 ve 1907 yılları arasında Avustralya'ya ithal edildi ve medeniyetin yıllarca giremediği Orta Avustralya'nın gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Öncelikle orta ve Batı Avustralya'nın ulaşımını sağlamak ve kurak bölgelerini açmak için kullanıldı. Keza inşaat ve uzak madenlere ve yerleşimlere mal taşımak için kullandılar. Ayrıca, Telegraf hattı ve istasyonların inşası için dikilen telefon direkleri, Alice Springs'e çöl demiryolları inşasında su ve malzeme taşınması ve Port Augusta'dan Transcontinental Demiryolu için taşıma ekipmanı için develerden çok yararlandılar. Birçok farklı deve türü Avustralya'ya getirildi, ancak çoğu Hindistan'dan geldi. (Kaynak: Hans Boessem) 1866-1907 tarihleri arasında yaklaşık 20.000 deve Afganistan, Filistin ve Hindistan'dan Avustralya'ya getirildi. 20. yüzyılın başlarında deve kervanları neredeyse tüm Avustralya iç ulaşımını Afganlılar vasıtasıyla sağlıyordu.



Avustralya ulaşımını bir zamanlar Afganlılar deve kervanlarıyla sağlıyorlardı.Wanaaring Road, kuzeybatı NSW.

Kültürümüzde devenin yeri : “Deve” kelimesi bir Türk-Arap kültür mirasıdır.

Sadi-i Şirazi bir gazelinde der ki:

Uştur be şi’r-i Arab der haletest u tarab
Ger zevk nîst turâ gec-tab’ canverî

(Dîvan-ı Sadî, 548’inci gazel)

Türkçesi: Deve Arabın şiiriyle şevke gelip raks eder.
Sende zevk yoksa bozuk yaratılışlı bir canavarsın.

Develerin kültürümüzde ve özellikle Arap kültüründe büyük yeri var. Şiirlere, atasözlerine, hikayelere, deyimlere bol bol konu olmuştur. Develer tarihte kıtalararası medeniyet taşıyıcıları “sefinetü sahra”dırlar. Çöl gemileridirler. Türk kültüründe at sevgisi hakkında nasıl rahşiyeler kaleme alınmışsa develer hakkında da “Kitabül hayl” veya “Kitabul ibil” isimli kitaplar yazılmıştır.
Dede Korkut “Şahbaz atlar içtiği su, kızıl develer gelip geçtiği su” tasviri Türkler’e göre kızıl devenin geçtiği yere kıymet ve asâlet kazandırdığını göstermektedir. Dede Korkut Kitabı’nda Bânû Çiçek için Bamsı Beyrek’ten istenen mallar arasında “bin maya görmemiş buğra” (erkek deve) da yer alır (s. 85, 86).

Cahiliye dönemi şairlerinden Antara bin Şeddad ve Tarafa’nın develeriyle ilgili çok güzel yazılmış ve 1500 yıldır eskimeyen-yok olmayan şiirleri vardır.

Timur’a giden İspanya elçisi Klaviyo, seyahatnâmesinde, “Nîşâbur’da 400 çadırdan müteşekkil bir kabilenin 20.000 devesi olduğundan ve bunların Timur’a her yıl 3000 deve verdiklerinden” söz eder.
Osmanlılar deve için Farsça’dan alınmış şütür/üştür kelimesini de kullanırlar. Sarayın develerine bakanlara “sârbân” veya “sârvân”, reislerine de “sârbânbaşı” denir. (Kaynak: İslam Ans.)
Hz.Peygamber âşıklarından Çelebizâde Âsım Efendi Medine-i Münevvere’ye gitmek için yola çıktığında:

Ey sârbân zimâmı çek semt-i kûy-ı yâre
Vîrâne dilde zîrâ yer kalmadı karâre

demiştir. Yani: “Ey deveci, yuları yâr yurdunun tarafına doğru çek. Zira bu virâne gönülde beklemeye tahammül kalmadı” diyor.

Saraydan yola çıkarılan surre alayları Hicaz’a develerle gönderilir, halk da hacca keza deve ile giderdi. En sondaki devenin boynuna asılan özel bir çıngırak, kervanın sağlıklı bir şekilde yol alıp almadığını önde veya yanda giden deveciye haber verirdi.

Araplar ayrı ayrı deve sırtından yol kat ederken taş kullanmaksızın hafızadan satranç oynarlardı.

Develerin diğer canlılardan farklı olan özellikleri:

Central Australian Camel Association’ın bir sözcüsü şöyle diyor: “Avustralya dünyada hastalık görülmeyen deve sürülerinin olduğu tek yerdir, bu yüzden de her yıl Amerika Birleşik Devletleri ve Asya’daki hayvanat bahçelerine ve parklara az sayıda da olsa deve gönderilir”.

Deve genelde uysal ve hassas bir hayvandır; üzüntüsünü ve sevincini belli eder ve müzikten çok hoşlanır. Sadinin diliyle aşka gelir ve “rakseder”. Bunun için Arap edebiyatında önemli bir yeri olan ve “hidâ” denilen deveci ezgileri söylenir; bu hususta ashaptan Enceşe’nin çok hüner sahibi olduğu rivayet edilmektedir. (Kaynak: İslam Ans.) Keza Kuvvetli bir hâfızası olan develer, şiddetli kum fırtınalarında kum tepelerinin yer değiştirmesine rağmen çöllerde yolunu şaşırmaz ve gidilen yere sırtındaki emanetlerini zayi etmeden ulaştırır.

Kuranı Kerimde, Tevrat’ta ve İncil’de develerden bahsedilmektedir. Sebe Melikesinin Hz. Süleyman Aleyhisselama develerle hediyeler gönderdiğinden, keza, İsrailoğullarının Babil sürgününden Kudüs’e develerle döndüklerinden, Hz. Eyyub Aleyhisselamın 3000 devesi olduğundan bahsedilir.

Kuran-ı Kerimde, Ğaşiye Suresinin 17’inci ayetinde; “develeri nasıl yarattığımıza bakmaz mısınız?” denilmektedir. Hakikaten vücudundaki her ayrıntı Allahın bir mucizesi olan develer, sırlarla dolu bir hayvandır. Bu ayeti kerimenin tefsirlerinde develerin yaratılışları ile ilgili olarak sayısız hikmetler kaleme alınmıştır. Bunlardan en önemlileri kum fırtınalarına karşı gözlerinin iki katman kirpikli olması, hörgüçlerinde aç kaldıklarında sarf edilmek üzere yağ bulunması, en sert dikenleri yerken zarar görmeyen bir sindirim ve ağız sistemine sahip olması, kızgın kumlara karşı dayanıklı şekilde yaratılmış dizlerinin olması, uzun süre açlık ve susuzluğa karşı dayanıklı ve sabırlı sadık bir hayvan olmasıdır. Her mevsim şartlarına, kuraklığa, çöl şartlarına dayanıklı, eti şifa, sütü şifadır (hatta idrarının dahi şifa olduğu tartışılmaktadır). Hörgücünde gıdasız günlerde harcanmak için taşıdığı yağlarla insanlığa adeta bir iktisadi tasarruf dersi veren, yürüyüşleri ahenkli ve şairlerin aruz vezinlerine ilham kaynağı olmuş insanlara yoldaş hayvanlardır. Tarihte genellikle Türk Devesi olarak bilinen iki hörgüçlü (Camelus Bactrianus) develeri -52 derece soğuklara kadar dayanıklı bir yünlü yapıya sahiptirler.

Develer yük taşıma ve binek hayvanı olarak kullanıldığı gibi , yünü, sütü, derisi ve eti için de beslenir. Ayrıca, tüylü kulak delikleri gereğinde kapanabilen burun delikleri, keskin görme ve koku alma duyuları da kum fırtınası gibi elverişsiz çevre koşullarına uyum sağlamalarına yardımcı olur. Sanılanın tersine mide ve hörgüçlerinin su depolama özelliği yoktur. Ama susuzluğa günlerce dayanabilirler. Vücut sularını yavaş yitirir ve 10 dakikada yaklaşık 60 litre su içerek kaybettikleri ağırlığı yeniden kazanırlar. Yalnızca Afrika’da 20 kadar tek hörgüçlü deve ırkı bulunmaktadır.

Develer, 50 derece sıcaklıkta 8 gün aç-susuz kalabilir. İnsanoğlu, vücudunda bulunan suyun %12'sini kaybettiğinde ölürken, deve, vücudundaki suyun %40'ını kaybettiği halde ölmez. Devenin susuzluğa dayanıklılığının diğer bir sebebi de, gündüz vücut ısısını 41°C'ye kadar çıkartan bir mekanizmaya sahip olmasıdır. Bu sayede gündüz aşırı çöl sıcağında su kaybını minimum seviyede tutabilmektedir. Soğuk çöl gecelerinde ise vücut ısısını düşürebilmektedir. Hayvanların çoğu böbreklerinde biriken üre kana karıştığı anda zehirlenerek ölürler. Oysa deve, vücudunda oluşan üreyi defalarca karaciğerinden geçirerek, sudan ve besinlerden maksimum derecede istifade edebilmektedir. Devenin ağız ve dudak yapısı, ayakkabı köselesini delecek kadar sivri dikenleri bile rahatlıkla yiyebileceği şekildedir. Bacaklarına oranla son derece büyük olan ayakları da özel olarak "dizayn" edilmiş, hayvan kuma batmadan yürüyebilsin diye genişletilip yayılmıştır. Çöllerin bir özelliği de gıda maddesi bulma zorluğudur. Devenin yaratılışı çölde bulunabilecek her gıdadan faydalanabilecek şekilde üstün bir sindirim sistemine sahip olmasıdır. (Kaynak: dünyabülteni.net)

Kur’an-ı Kerimde Salih Aleyhisselamın devesinin başına gelen olaylar günümüz olaylarına çok benzemektedir. Salih Aleyhisselamın devesini de su yüzünden öldürmüşlerdi.
Makalemizi “mucize hayvan” develerle ilgili bazı ayetlerin anlamlarıyla bitirelim:

Hud Suresi 64’üncü ayette: “Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın devesi. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük etmeyin; sonra sizi yakın bir azap yakalar.” buyurulmaktadır.

A’râf Suresi, 73’ücü ayette: “Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar”.

Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.” (İsra, 59)

“Semûd kavmi azgınlığı yüzünden (Allah’ın elçisini) yalanladı. Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında, Allah’ın Resûlü onlara: «Allah’ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!» dedi. Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük bir felâket gönderdi de hepsini helâk etti. (Allah, bu şekilde azap etmenin) âkıbetinden korkacak değil ya!” (Şems, 11-15).