Ali Şükrü Bey'in cenazesine dair bir fotoğraf ve düşündürdükleri\u2026
Yahya Düzenli
Ali Şükrü Bey, hayatıyla da mematıyla (ölümüyle) da şahidlikyapan böylesine büyük bir şehiddir. O adeta dünyada şahidlik ve şehidlik için yaşamıştı.
Şehid-i muazzez Ali Şükrü Bey'in 23 Mart 1923 günü Birinci Meclis'te Trabzon Meb'usu iken 39 yaşında katledilmesi, yakın siyasu00ee tarihimizin üzeri bugüne kadar örtülü kalmış "fail-i meşhur" cinayetlerinden birisidir. Aslında, Birinci Meclis'teki müthiş enerjisi, öncelikleri ve hassasiyetleriyle "niçin katlettirildiği" belli olan Ali Şükrü Bey'in kısa hayatı "ne kadar değil nasıl yaşadığı"nın önemli olduğunu gösteren sembol bir hayattır. 39 yıllık kısa hayata sığdırılamayacak mücadelesi, bugünün siyasilerine numune-i emsal bir mesaj niteliğindedir. Sonu şehadetle taçlanmış bu mücadele herkesin göze alamayacağı destansı bir mücadeledir.
Gerek dönemin şahitleri ve bu şahitlerin yazdıkları, gerekse de aradan geçen 92 yıl, Ali Şükrü Bey cinayetini toplumsal hafızadan silememiş, cinayeti taammüden hazırlayanların, işleten ve işleyenlerin lanetle hatırlanacakları bir hadise olarak günümüze kadar gelmiştir. İsmi, mücadelesi ve Trabzon Boztepe'deki kabri 92 yıl boyunca unutturulmak istense de"onlar hakikatte diridir" mutlak ölçüsünün bir tezahürü olarak hayatıyladevamlı hatırlanan bir şahsiyet olarakmesaj vermeye devametmektedir. Tabii mesajını alana ve anlayanlarau2026
O Ali Şükrü Bey ki; hem son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda hem de Birinci TBMM'de Trabzon Milletvekili olarak yer almış, kurulan yeni Cumhuriyetin istikametinin tarihu00ee köklerimizden bilinçli olarak uzaklaştırılması ve yabancılaştırılmasına karşı TBMM'deki duruşu ve tarihu00ee muhalefeti hafızalarda gür bir dava ve haysiyet sadası olmuştur. Başta ve özellikle Mustafa Kemal'e, onun kadroları ve politikalarına,
u00b7 Hilafetin kaldırılmasına,
u00b7 Lozan'daki hezimete,
u00b7 Musul-Kerkük, Adalar, Batı Trakya, Batum'un terk edilmesine,
u00b7 Osmanlı bakiyesi üzerine kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin inkar ve red politikalarına,
u00b7 Bütün bir İslamu00ee gelenek ve tarih katliamlarına
karşı verdiği mücadele, bugün örnek alınması gerekenduruş sahibi bir mücadele adamının nasıl olması gerektiğini ortaya koyar.
Askerlik hayatıyla, yazı ve yayın hayatıyla ve en önemlisi siyasu00ee hayatıyla keskin ve kesintisiz bir istikamet sahibi olan Ali Şükrü Bey'i, yeni cumhuriyetin "tarihu00ee medeniyet havzamız"ı terk ve batı zihniyet ve yörüngesine teslim tavrına karşı soylu ama bir o kadar da yalnız bir başkaldırının haysiyetli sahibi olarak rahmet ve minnetle hatırlıyoruz.
"Hatırlamak" sahibine mükellefiyet ihtar eden bir mes'uliyet yükler!
Şehirlerin haysiyeti de, kendileriyle hatırlanan şahsiyetleri hatırlamalarıyla ortaya çıkar.
Ali Şükrü Bey'i hatırlamak da sadece yılın belli bir gününe, O'nun resmu00ee biyografisine hapsetmekle değil; bugünün ve geleceğin nesillerine örnek bir şahsiyet olarak anlatılması, tanıtılması ve benimsetilmesiyle olur. Bu, kendisini şehre ait hisseden herkesin üzerinde bir vebaldir.
Şehadetinin ardından estirilen devlet terörü, tehdit ve baskılar bu büyük şahsiyetin ismini, davasını ve kabrini uzun yıllar unutturdu. Ancak, şehid edilişinden 27 yıl sonra, hiç kimsenin ismini anmaya cesaret edemediği bir zamanda Üstad Necip Fazıl 10 Kasım 1950 tarihli Büyük Doğu'da "İbret, Gayret!" başlıklı bütün bir yakın tarih sorgulamasının ipuçlarını veren bir yazı yazar. Yazısında "Cumhuriyetin ilanına 8 ay kala, 1923 senesi Mart ayında, muhalefet grubu mebuslarından, fazilet ve ahlak, Türklük ve insanlık örneği, milliyetçi ve mukaddesatçı mebus Ali Şükrü öldürüldü"der ve devamla "Artık saffet devrini kapayan ve başında bulunanların hakiku00ee kast ve niyetleriyle tezahüre başlayan Millu00ee Mücadele çığırının, sadece iman ve mukaddesat safındaki bu kahraman çocuğunu, sırf mahrem renkleri ve gizli manaları sezdiği ve bu yüzden muhalefete geçtiği için vahşice öldürttüler! Öldürtmediler, biri öldürttü; bu kimdir???"diye o güne kadar sorulmamış ve bugün bile sorulamayan o soruyu sorar ve yakın tarihin hesaba çekilmesine dair şöyle der:
"Hak, hak, hak; hakikat, hakikat, hakikat diye bağıran ağızlara, çamur, necaset ve ufunet atmakta devam eden sefil an'ane, yerin dibine geçsin! "Türküm!" diyen, "Ne mutlu!" demeden evvel, mutlaka uzak ve yakın tarihinin gerçek hesabını istemekle mükellef değil midir? Ey, Ağrı dağındaki en uzak çobandan, Meriç kenarındaki en belirsiz köylüye kadar bütün Türkler!!! Hakikatten daha aziz ve üstün bir şahıs tanımaya imkan var mıdır??? Ne derlerse desinler ulvu00ee ve münezzeh Büyük Doğu mücahedesi muzaffer olacak; ve azametli hesap anı, bir gün, şafak vakti ufukların açılması gibi açılacaktır. Allah şehidi Ali Şükrü vakası, o zaman, belki de bu hesapların en ehemmiyetsizlerinden birini teşkil edecektir. Bir (şarjör)ün tıklım tıklım kurşunla dolu olması gibi, yalnız mesele ve vesikayla dolu olduğumuzu, fakat bunlardan her birini ortaya dökmekte belli başlı zamanlar ve mekanlar kolladığımızı ve henüz bu manevi kurşunlardan hiçbir şey sarf etmemiş bulunduğumuzu biliniz!!!"
Üstad Necip Fazıl, yazısını şöyle tamamlar: "Allahın lütuflarına müstağrak şehit ruhları, sizden sizi, sizden kendi kendinizi, öz tarihinizi ve hakikati tanımanızı istiyor!!! Dünyanın en kalpazan ve sahtekar mana tuzaklarında mahku00fbm ve esir yaşamakta ne güne kadar devam edeceğiz???"
Üstad'ın bu canhıraş feryadları hala muhatap ve karşılık bulamamıştır. En başta kendisini bir ömür temsil ettiği şehri Trabzon bile ne acıdır ki onu unutmuş, onu hatırlamıyor.
Ali Şükrü Bey'e dair bu düşünceleri şehadet yıldönümünün yaklaştığı şu günlerde tekrar bize hatırlatan -yazımızın başlığında bahsettiğimiz- fotoğrafa gelelimu2026
Fotoğraf, Ali Şükrü Bey'in içinde bulunduğu tabut ve arkasında cenazesini Trabzon'a götürecek milletvekilleri, asker, mülki idareciler ve halkın bulunduğu, kederli ve endişeli topluluğu resmediyor. 5 Mayıs 1923 tarihinde İnebolu'da çekilmiş. Yani Ali Şükrü Bey'in şehid edilmesinden bir hafta sonra. Fotoğrafın arkasında Osmanlıca bir tarih ve Cenazesini Trabzon'a götüren Lazistan Mebusu Dr. Abidin tarafından, İkinci grubun önemli isimlerinden Erzurum Meb'usu Hüseyin Avni Bey'e yazılmış bir not var.
Notta şunlar yazıyor:
"5 Mayıs (1)339 (1923)
Şehid-i muhterem Ali Şükrü Bey namına İnebolu'da İskelebaşı denilen mahalde ahali ve memurin-i mülkiye ve askeriye tarafından yapılan ihtiramın bir kıt'a fotoğrafını Büyük Millet Meclisi Birinci Reisi Vekil-i Muhteremi Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey'e arkadaşlara vekaleten takdim ile kesb-i müşerref eylerim.
Lazistan Mebusu ABİDİN"
Fotoğrafta cenazenin arkasında Dr. Abidin Bey'le birlikte, Ali Şükrü Bey'in II. Grup olarak isimlendirilen muhalefet grubundan, daha sonra İzmir Suikastı olarak tertiplenen hadiseden sonra idam edilen Lazistan Mebusu Ziya Hurşit Bey var. Ayrıca Mustafa Kemal'in, olayın dehşetinden duyduğu endişe ile cenazeyle birlikte görevlendirilen Selanik'li yakın arkadaşlarından Trabzon Mebusu Nebizade Hamdi de var.
Nebizade Hamdi hatıralarında hadiseyle ilgili "Ali Şükrü, Atatürk'e karşı idi. Atatürk de onu sevmezdiu2026 Ali Şükrü'nün cenazesini Trabzon'a götürmek için Meclis'ten Ziya Hurşit ve Doktor Abidin seçildi. Atatürk bana "Sen de onlarla beraber gideceksin" dedi. Herhalde havayı beğenmiyor, bir yakınının heyette bulunmasını istiyorduu2026 Bu arada seçim hazırlıkları da vardı. Trabzon, biraz da karışıktı." der ve cenazenin Trabzon'a götürülüşüyle ilgili şunları anlatır:
"Çankırı'ya doğru yola çıktık. Soğuk devam ediyor, kar yağıyor. Bindik bir kamyona, bu iş için özel yapılmış bir kamyon. Önde Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve ben vardık. Arkada Ali Şükrü'nün cenazesi. Güç bela Çankırı'ya vardık. Valiye durumun nazikliğini anlattım ve onunla anlaştık. Ayrıca valiyi Kazım Karabekir Paşa da ikaz etmişti Ankara'dan. Cenazeyi caminin musalla taşına koydular. Tevfik Hoca adlı bir mebus ki o daima muhalefet ederdi bize. Cenazenin başına halkı topladı, söylev çekmeye, partiye hükümete atıp tutmaya başladı. Ortalık karışır gibi oldu. Vali elinden gelen gayreti gösteriyordu. Cenazeyi camiden hareket ettirsek, gösteri çok büyüyecek, insanlar yollara dökülecekti. Cenazenin asıl temsilcileri Ziya Hurşit, Doktor Abidin ve bendim. Ama ben o ikisinden de farklı görüşteydim."
Ali Şükrü Bey'in cenazesinin geçtiği her güzergahta halk galeyan halindedir. Çankırı'da da meydana gelen gerilim yatıştırıldıktan sonra cenaze tekrar yola çıkar. Nebizade Hamdi devam ediyor: "Vardık İnebolu'ya. Orada mahşer gibi bir kalabalık karşıladı bizi, anlatamam. Korkudan yüreğim ağzıma gelecekti. Fakat söylev çeken filan olmadı, sessiz bir gösteriydi. Bindik vapura, Sinop, Samsun süku00fbnet içinde geçtiu2026"
Ali Şükrü Bey'in söz konusu cenaze fotoğrafı İnebolu'da çekilir. Sonrasında cenaze deniz yoluyla Trabzon'a getirilir. Nebizade Hamdi Trabzon'daki manzaraya dair şunları söyler:
"Bütün Trabzon rıhtıma dökülmüştü. Vapurla rıhtım arasında yüzlerce sandal. Doğrusu ben de dehşete kapıldımu2026. Sonra cenazeyi oradan Belediye Meydanına naklettik. Meydanda Faik Ahmet Barutçu çektiği nutukta sık sık "Çankaya katilleri" diye bar bar bağırıyordu, bununla Topal Osman'ın Ali Şükrü'yü öldürüşünün Çankaya'nın emriyle olduğunu kastediyorduu2026"
Cenazesi Trabzon'a getirildiğinde meydanlara dökülen Trabzon halkının bu sahiplenmesine karşılık; şehid edilişinden sonraki 92 yıl boyunca bu büyük şehidine ve temsil ettiği manaya gereken alaka ve itibar gösterilememiş, modern zaman virüslerinden futbola teslim olmuş bu şehir, ne yazık ki şehidine yabancılaştırılmıştır.
Biz "şehidlerin ruhları öldükten sonra da savaşmaya devam eder" hikmetiyle, Ali Şükrü Bey'in uğrunda savaştığı büyük davasının bir gün gelir başta Trabzon olmak üzere Lozan'la birlikte sıkıştırıldığımız Anadolu Coğrafyası'nda bir tarih hesaplaşmasına sebep olur diye ümit ve dua ediyoruz.
Şüphesiz ki; bir şehrin şehidleriyle verdiği mesajı anlayabilmek, şehrin sakinlerinden çok şehrin şahitlerine düşer.
Ne yazık ki Osmanlı'nın son, Cumhuriyetin ilk meclisinde Trabzon'un temsilcisi bu azu00eem şahsiyet şehrinde bile unutulmuş, yok sayılmış, manasıyla muhteşem kabri maddesiyle harabe olarak yıllarca Boztepe'de bırakılmıştır.
Biz de kalbi, hassasiyeti ve tarihi olan her insanı ebadı küçük ama manası ve hesabı büyük bir şehid fotoğrafı vesilesiyle şahitliğe çağırmakla iktifa ediyoruz.
Ali Şükrü Bey'i tekrar rahmet ve minnetle hatırlıyoruz.
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.