Ahmet Arslan haklı mı?
MÜSLÜM YILDIRIM
Son dönemlerde Türkiye’de, bırakın popüler sosyolojiyi, akademik çevrelerce dahi ismi pek bilinmeyen Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın, özellikle “İslam alerjisi” yoğun olan çevrelerce bir trend haline getirildiğine tanık oluyoruz. Arslan, Urfalılara vurdukça keyiften dört köşe olup esas lafın kendilerine geldiğini fark etmeyen, onu ağızları açık, hayranlıkla seyredenlerin çoğu Arslan’ı nerden tanıyor?
Aynı mecradan.
Tabi O ironi yaparak tanınmasına, mevcut muhafazakâr yönetimin vesile olduğunu söylüyor…
Haklılık payı var.
Eleştiride Urfa kendisi için bir “SİMGE” .
Tüm Türkiye, ya da tüm coğrafyamız demektense, “Gelinim size söylüyorum kızım siz anlayın” misali sürekli Urfa’ya saydırıyor. Ama son zamanlarda bilgelik sever “Ege” insanına şirinlik yapıp, güldüreyim derken kantarın topuzu kaçtı.
FİZİKEN VE RUHEN UZAK
Urfa’yı kafasında nasıl kurguluyor derseniz, onun zihninde 1960’larda terk ettiği Urfa var, sonrası yok. Fiziksel olarak da ruhen de uzak kalmış zaten.
Bıraktığı Urfa aynı mı?
Görse geçmişi arar…
Hocanın salvolarına karşı cevap yetiştirenler derseniz? Aklı önceleyen, öğrenmede kuşku ve şüpheyi kullanan, duyulur ve algılanır bilgiyi kendine rehber edinmiş kişiyi, ‘Mit’lerle, köken hikâyeleri ile dahası soyut kavramlarla ve inançlarla ikna edemezsiniz.
Dile dolanan inançsızlığı meselesine gelince, her ortamda dile getiriyor olması kendine özel doğmaları olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Tanrı anlayışındaki esas mesele gündelik hayata müdahale eden yaratıcı tanrı figürü. Bunun insanı kısıtladığına, düşünmesine ve gelişmesine ket vurduğunu söylüyor. Etliye sütlüye karışmayan İsevi tanrısı ona göre daha sempatik ve daha makbul. Kafasında oluşturmaya çalıştığı hayat anlayışı, düşünmedeki öncülleri kendisi için ideoloji haline bürünüp “doğmalardan farkım yok” diyor.
HOCA, BİR TATLISES OLABİLİR Mİ?
“Tercihinizi yapın ya ben olacaksınız Ya Tatlıses” uyarısı çok geç kalmış ve güncel toplumu okuyamadığını gösterir bir uyarı. Mevcut Toplumun kendisini rehber edinebilmesi için ortada onların anlayabileceği somut bir felsefi düşünce, iyilik, erdem, dil veya duruş yok. Urfa’nın da ne Tatlıses’i ne de kendisini örnek alma gibi bir gündemi yok.
Kendi düşünce ürünü, öznel bir felsefesi yok. Dil, Ahlak, Bilim, Tarih, doğa felsefesi gibi dallardan birinde yıllarca akıl yürütüp olgunlaştırarak ortaya bir tez koymamış. Ama ömrünü antikçağ ve ilkçağ bilge insanlarını bizlere tanıtmak için harcamış. Bu haliyle takdiri hak ediyor.
Resmî ideolojinin doğmalarına veya seküler sisteme sahip sömürgecilerin damarına basmadan, güçlünün, retoriği kullanmayı bilenin karşısına geçmeden, yumurtasının kabuğu ile hesaplaşmak istiyor.
ELEŞTİRDİĞİ KESİM KİM?
Ahmet Arslan, iktidarı elinde tutan veya tuttuğunu zannedenleri eleştiriyor. Yine yılların siyasi dışlanmışlığının ardından bir yerlere geldiği için güçlü gibi görünen ancak kendisini akıl ve dilin olanakları ile dahi savunmaktan aciz olan bazı muhafazakarları hedef alıyor.
Ne dese karşıdan anlamlı bir ses gelmiyor. Dediğini anlamıyorlar bile.
Elini en çok rahatlatan da bu.
Socrates’in, Platon’un taşladığı Sofistleri seviyor, onların etliye sütlüye karışmayan, güçlüye, yönetime göre şekil alıp parasına bakan tutumlarını makul görüyor.
Platon’u sevmiyor ama devlet olabilmek için dine, doğmalara mutlaka ihtiyaç duyulduğunun kendisi de farkında.
Haklı olarak yücelttiği Aristo’nun İskender’i hangi saiklerle eğittiğini, nasıl bir bakış açısı kazandırdığını, 10 yılda dünya imparatorluğu kurarken kaç milyon insan hayatını sonlandırdığının da farkında. Aristo’nun kitaplarını ilk derleyip, yazıya dökenin kendisinden 2 yüzyıl sonra “lise”nin 12. müdürlüğünü yapan kişi olduğu bu 2 yüzyıl içinde o eserlerin hangi değişimlere uğradığını, hangisinin gerçekten Aristo’nun olup olmayacağının da farkında.
BATIDA FELSEFENİN AMACI
İnsanlara, ucu açık Yunan felsefesinin, bilgiyi, bilmek için aramasını yüceltirken, felsefeyi Yunan’dan alan antikçağ Roma’sının, bilgiyi hayatta kalabilmek ve iyi yaşamak için, “menfaat varsa bilgi peşinde koşarım” anlayışını es geçiyor. Yere göğe sığdıramadığı batı medeniyetinin felsefeyi bu amaçla kullandığını ve öylece doğuya tur bindirdiğini insanlara anlatmıyor.
Felsefe ile hiçbir şeyin, hiçbir fikrin sabitlenemeyeceği, her tez için bir antitez üretilebileceği ortadayken her şeyi sorgulayan, şüphe ve analiz ile sonuca varmaya kalkan bir birey veya insan topluluğu ile nasıl devlet olunacağı, modern sandığı devletlerin, elinde eteğinde ne varsa almak için sabah akşam yaptıkları planlara karşı nasıl ordular oluşturulacağı, “vatan-millet” için insanları nasıl savaştıracağını, çıkarların nasıl korunacağı sorusuna kendisi de net cevap veremiyor. Doğmalara dayanmadan bunların nasıl sağlanacağı kendisi için de meçhul.
FOTO: FARUK UMUÇ
BODRUMLULAR URFALILARDAN DAHA MI İLERİDE?
Yücelttiği Yunan’ın, şu an için felsefi aklı değil, güdüleri ile hareket edip, yaşadığı Ege’nin, İzmir’in ocağına kibrit suyu dökmek için her gün politika geliştirdiğinin de farkında. Yunan Felsefesi şapkadan çıkan tavşan gibi ortaya çıkmadı. İlk filozoflar Mezopotamya’yı, Mısır’ı dolaştılar, gördüler, düşündüler, aktardılar. “Batıyı taklit etmiyorum” yargısını ortaya atarken, akla uygun hiçbir öncülle bu yargıyı insanlara aktarmadığının da farkında. Taklit edilebilir. İyiyi taklit etmek elbette yadırganamaz, bu inkârın sebebi, “senden bir şey yok hep başkalarını bize aktarıyorsun” itirazlarından duyulan rahatsızlık olsa gerek.
Çağdaş insan tipi Bodrumluların önlerinde oturup Urfa ile dalga geçerken; Bodrum’dakilerin hala kanalizasyon problemlerini çözemediklerini, katı atık arıtma tesislerinin bulunmadığını, her villa için bir foseptik kazdıklarını, içme suyu gibi en temel insani ihtiyacı bir türlü gideremediklerini, “rasyonel akıl”, “eğitim”, “akademi” diye haykırırken kendi şehirlerindeki tek fakültenin öğrencilerinin kalacak yurtlarının olmadığının, öğrencilerin otostopla okula gidip geldiğinin, parasının hesabını bilmeyen onca zenginin kıllarını kıpırdatmadıklarının, akılla hareket ettiğini beyan eden Bodrum “polis devletinin” (belediyesinin) yaralı parmağa merhem olmadığının, 100 yıl öncesinde her yerin orman olduğu Bodrum’un yakılıp kesilerek villa kondu evlere döndüğünün, ayık kafa ile İyonya Bodrumu’nun çekilemeyeceğinin de farkında.
Rasyonel Aklın nimetlerinden yararlanan insanların yönettiği “modern” İzmir’in, kantarın topuzunu kaçırarak sanatı çok sevip sanayiyi bayağı ihmal ederek 35 sene öncesinin kaldırımları, yamalı yolları ve demode hayat şartları ile devam ettiğini, körfezdeki denizin siyah rengini, nerdeyse tüm bakkal tezgâh altlarında satılan ve insanı çürüten kaçak içkinin en çok İzmir’de tüketildiğini, 40 yıl önce en gelişmiş ikinci şehirken İzmir’in şimdi nal topladığının da farkında.
Urfa’yı simge olarak kullanayım derken, köken hikayeleri ile dalga geçilemeyeceğinin de farkında. Mancınıktan atılan Hz. İbrahim’in o kadar uzağa düşüp düşmeyeceği, kısaca mitolojinin, doğmanın eleştirisinde mantığı kullanmasının çocukça olduğunun da farkında. Zeus’un kanatlı atlarının, Efes’te, Roma’da havuza para atıp dilek tutanların da mantık dışı olduğunun farkında. Hz. İbrahim’in yaşayıp yaşamadığı konusunda batılı kaynaklarda “İbrahim yok” denildiğini de, mitolojideki Balıklı gölün sahibi Atargatis’e ses çıkarmayan “Celal” den öğreniyor.
Şuna emin olabilir; Tektanrıcı kesime taş atmayı bırakıp, şu an kendisini alkışlayan kesimin, soyut çok tanrılarına laf ettiği an aforoz edileceğinin, “akademi” buluşmalarına, felsefe sohbetlerine çağrılmayacağının da farkında. Türk milletinde “Retorik” ustası (Hatip) yok deyip, izleyicinin “var, O” demesine “Ha ona taviz verebilirim, onu sayabiliriz” sözü kayıtlarda.
URFA, İNANCI DA SEVER AKLI DA
Urfa, kimlikli kadim bir şehir. Ama bu kimliği bu zamanın İnsanının meydana getirmediği de bir gerçek. Derdimiz “İnşa etmeyen” bu insanın, “harap” da etmemesi. Bu kimliği bir şekilde koruması. En azından şimdiki neslin…
Onu da ancak, maalesef diyorum, kimliği ekonomik meta haline getirerek sağlayabilirsiniz.
Eski Urfa evleri Butik otel olarak kullanılmasaydı korunabilir miydi?
Urfa’nın “aklı keşfetmesi” meselesinde görünen o ki Urfalılar da Yunanlıların peşinden gidiyor. Onlarda önce ticaret yaparak “parayı” keşfettiler, kolonileri sömürdüler. Sonra karın tok olunca oturup felsefe yaptılar. Urfalılar hala birinci aşamada…
“Tüccarlığın Yunan insan tipini farklılaştırdığını, ufkunu açtığını” dile getiren Hoca’nın kendi memleketine bu konuda desteğini esirgememesi lazım.
Şimdilik Urfa’nın ticaret geleceği bu…
Urfa insanı aklı da sever, akıllı olanı da sever, hatta kendisinden akıllı olanı daha çok sever. Her şeye rağmen “Arap meydanından” çıkan bu değerli hemşerilerini de sevip saygı duyuyorlar.
Turistik yönün ağır bastığı bu günlerde şehri aşağılayarak, turistik objelerde mantık arayıp küçümseyerek ona köstek olmayalım,
Şimdilik bu kadar yeter “Başka Diogenes istemez.”
Kaynak: ajansurfa.com
"Üye/Üyeler suç teşkil edecek, yasal açıdan takip gerektirecek, yasaların ya da uluslararası anlaşmaların ihlali sonucunu doğuran ya da böyle durumları teşvik eden, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik ya da ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği bu web sitesinin hiçbir sayfasında ya da subdomain olarak oluşturulan diğer sayfalarında paylaşamaz. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir. MİLAT GAZETESİ, Üye/Üyeler tarafından paylaşılan içerikler arasından uygun görmediklerini herhangi bir gerekçe belirtmeksizin kendi web sayfalarında yayınlamama veya yayından kaldırma hakkına sahiptir. Milat Gazetesi, başta yukarıda sayılan hususlar olmak üzere emredici kanun hükümlerine aykırılık gerekçesi ile her türlü adli makam tarafından başlatılan soruşturma kapsamında kendisinden Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 332.maddesi doğrultusunda istenilen Üye/Üyeler'e ait kişisel bilgileri paylaşabileceğini beyan eder. "
Yorum yazma kurallarını okudum ve kabul ediyorum.