Ecdadımız Osmanlı bize 600 yıllık büyük bir miras bıraktı. Bizi biz yapan tüm değerler camilerimizde, kütüphanelerde Osmanlı Türkçesi eserlerde, ders kitaplarımızda hatta mezar taşlarında bile karşımıza çıkıyor. Fakat Osmanlı’yı yıkıp rejimi değiştirerek Türk milletinin değerlerine savaş açan tek parti döneminde toplumun örf, kültür ve geleneklerinin yerine batıdan aşırılmış dejenere bir yaşam ve kültür inşa edildi. İnsanımıza bu kötülüğü yapanlar 28 Şubat sürecinde de Müslüman Türk milletine darbe üstüne darbe vurdu. İşte bu sürecin mağdurlarından Yazar Ressam Selvigül Kandoğmuş Şahin yaşadıklarını ‘Kar Yağarken’de kaleme aldı. Şahin’le, edebiyatımızı ve yeni romanını konuştuk.

GEÇMİŞ DAİMA MEVCUT

Süleyman Soylu'dan Özel'in iddialarına sert yanıt! Süleyman Soylu'dan Özel'in iddialarına sert yanıt!

Yeni kitabınız ‘Kar Yağarken’ özellikle 90’larda Müslümanların mağdur edildiği yılları anlatıyor. Kitabınızın adı gibi bizler 28 Şubat sürecinde kışı yaşadık. Şimdi gençler yazı yaşıyor ama yazı yaşadıklarının farkında değiller. Neler söylemek istersiniz, kitabınızla vermek istediğiniz mesaj nedir?

Ahmet Hamdi Tanpınar ‘mazi daima mevcuttur’ der. Kendimiz olarak yaşayabilmemiz için mutlaka maziyle hesaplaşmamız lazım. Biz o 30 yılda birçok şey yaşadık; üniversitede okuyordum, fikirsel ve manevi anlamda dönüşümler yaşadım. Belli bir yaşa geldik, çoğu şey silinip gitti, hatıralara karıştı. Fakat o yıllar çok net olarak zihnimde. Tabii bu minvalde hikayelerimiz de oldu.

 Romana giden ışığı yakan bu yaşadığınız hikayeleriniz mi oldu?

Böyle bir roman olarak yazmak fikri vardı bende. Hem kendi dönemimi sorguladım hem de bu dönemdeki gençliğe, yaşadığım çağa nasıl bir sesleniş gönderebilirim düşüncesiyle hareket ettim. Bunun kritiğini yaptım. Aslında hafızamızda biriken anılar o hatıralara bekçilik yapıyor, o acılar bizi bir şekilde inşa ediyor. Çünkü bu vatanın topraklarında yaşıyoruz ve ezelden beri maneviyatla yoğurulan bir medeniyetin çocuklarıyız.

MEDENİYETİMİZİ YOK EDEMEDİLER

 Geçmişimizden günümüze gelinen süreçte medeniyet algımızın aldığı yaralar var. Bu yaralar topluma nasıl tesir etti?

Bu medeniyeti birdenbire yok etmek öyle kolay bir iş değil. Mutlaka kendi içinden dirilişler, filizler verecek. İşte gençliğimizin geçtiği ve filizlerin yavaş yavaş verildiği bir süreçten bahsediyorum. Ama çok zor bir dönem. Faili meçhuller ve savaşlar var. Romanım da Körfez Savaşı ile başlıyor. Irak bombalanmaya başladığında roman da başlamış oluyor. Üniversitede ‘Irak’ı bombalayan, Müslümanlara bombalar yağdıran Amerika’yı mı tutuyorsunuz yoksa bombalanan bir Müslüman devleti mi tutuyorsunuz’ şeklinde bir sorgulamayla başlıyor. Şu anda da aynı şeyi yaşıyoruz. Gazze bombalanırken bu sorgulamanın çok önemli olduğunu anladım. Günümüz gençliği de Gazze üzerinden bu sorgulamaları yaprak kendine yürüdü.

Bu çağda genç olmak… 30 yılda her şey çok değişti, hayatımızın her alanına nüfuz eden teknoloji yeni nesilleri çok etkiledi. Dün ve bugünü karşılaştırdığımızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?

Şu an yeni dengeler kurmaya çalışıyorlar. Her gün haberlerde ABD ve İsrail yöneticilerinin sözlerini dinliyoruz. Bizim de her anlamda güçlü olmamız gerekiyor ve gençlere bunu sürekli söylüyorum. Edebiyat da bir mecradır. Artık gençleri bir araya toplayıp vaaz şeklinde düşüncelerimizi anlatamayız, o dönemler geçti. Bu zamanın gençleri internet, medya gibi ayartıcılarla meşgul, kafaları çok dağınık ama ben yine de gençlerimizden çok memnunum.

CUMHURİYET EDEBİYATI BİZİ ANLATMIYOR

Osmanlı’dan kopuk, maziyi kötüleyen ve Müslüman Anadolu insanına tepeden bakan bir edebiyat zümresi var. Bunlar toplumda nasıl karşılık buldu?

Edebiyat her zaman toplumları inşa etmiştir. Yeni Cumhuriyetin inşasında da edebiyatın etkisi çok büyük. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir’in romanlarına bakın. Oradaki köy romanlarında anlatılan köylü bizim kendi insanımız değildir. Anadolu insanı savaşlarda şehid oldu, Anadolu irfanıyla davrandı. Fakat bu romanlarda köyün kambur hafızı olarak tasvir edilen öyle bir köylü tanımadım ben. Bizim Konya’da yaşayan değerli alimlerimiz vardır. Yıllardır bu topraklarda bize ait olmayan bir inşa edilmiş. Maneviyatımızı, insanımızı hiçbir şekilde ifade etmiyor. Biz yazmazsak başkaları bu hikayeleri yazıyor ve hem bize hem çocuklarımıza okutuyor.

Neden kültürel olarak geride kaldık? 100 yıldır edebiyattan sinemaya her alanda Müslümanlar kötü, çıkarcı ve bağnaz gösteriliyor. Biz ne zaman kendimizi anlatacağız?

Bizim romanımız henüz tam olarak yazılmadı. Müslümanların romanının yazılması gerekiyor. Benim romanım küçücük bir girizgâh, minik bir katkı sadece. Çok daha oylumlu eserler olacaktır. Komplekssiz bir şekilde kendimiz yazmamız gerekiyor, başkası değil. Bu toprağın köklerinden çıkıp mayalanmış olan ‘biz’i yazmalıyız, mutlaka yerine ulaşacaktır. Çünkü hitap muhatabını bulur.

KOMPLEKSSİZ BİR DURUŞUMUZ OLMALI

Muhafazakâr camiada kompleks durumlarıyla karşılaşıyoruz. Karşı mahalleye dokunmadan geçmeye çalışan ya da şirin görünmek için çaba sarf edildiğini görebiliyoruz. Oysa karşı mahalle olarak tabir ettiğimiz seküler kesim kendisinden hiç taviz vermeden militan şekilde yazıyor, oynuyor. Biz ise 28 Şubat’ı bile tam olarak anlatamadık. Sizce neden?

Ahlakımız, duruşumuz, soylu bir davamızın olması çok önemli. Bizim bu toprakları korumamız lazım. Kimseyi zorla vicdan sahibi yapamayız, zorla inandıramayız. Herkes içindekini dışına veriyor. Bu dünyada her şeyin bir cevabı yok. Bu dünyanın üstü de varsa altı da var. Allah’ın bir mahkemesi olacak.

Bizim zamanımızda böyle miydi’ diyerek Z kuşağından şikâyet ediyoruz. Ne olacak bu gençliğin hali?

Bu gençler bizim gençlerimiz. Her şeyi kontrol edemeyiz. Allah’la kendileri muhatap olacak. Bazen düşecekler, kalkacaklar. Kendi imtihanlarını yaşıyorlar ve imtihanları hiç kolay değil. Ayartıcılar çok fazla. Örneğin LGBT; aileyi hedef alıyor. Biz eskiden tebliğ ederdik. Şimdi insanlar bireyselleşti. Bizler onların seveceği, beğeneceği şekilde yaşayacağız ki örnek alsınlar.

Kaynak: Özlem Doğan