Çizmeci Bürokratlar

Çizmeci Bürokratlar

Tolstoy’un İnsan Ne ile Yaşar adlı muhteşem hikayesinde, biz ölümlülerin döne dolaşa istifade edeceği ölümsüz bir sahne var:  Kendine kaban almak için kasaba yoluna düşen yokluk içindeki kundura tamircisi ve ustası kahramanımız Simon amansız bir tipiye yakalanır, ne yapacağını, nereye sığınacağını bilemez bir halde yola devam ederken önünde belli belirsiz bir karaltıyla karşılaşır. Karaltıya yaklaşınca bunun soğukta donmak üzere, çırılçıplak bir insan gövdesi olduğunu fark eder. Hepimizin bir musibetle ansızın karşılaştığında yaşadığı o keskin çelişkiyle yüzleşir: Adam orada, belki soğuktan donacaktır. Yaklaşıp yardım etmeye kalksa belki başına türlü işler gelecektir. Yan çizip yoluna devam etse hayatına bela bulaşmadan kaldığı yerden devam edecek ama bu kez de vicdanı ömür boyu peşini bırakmayacaktır. Sonunda merhametine yenilir, başına iş açma, umulmadık biçimde bir belaya bulaşma pahasına bu insana yardım etme kararı alır, kasabaya inip kaban almak bir yana, üzerindeki yırtık pırtık elbiseyi de bu çıplak adama giydirir, gerisingeri köye döner. Kapıda onu karşılayan karısı Maryona ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra bu davetsiz misafiri başlarına bela ettiği için kocasına çıkışır ama çaresiz, evdeki son ekmek kırıntısını da onlara nevale yapar. Adının Mihael olduğunu öğrendiğimiz bu davetsiz misafir, zamanla Simon’un işlerine yardımcı olmaya başlar ve onun en azından bir süre ekonomik gidişatına olumlu anlamda yardımcı olur.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra yaşadıkları alçak tavanlı, bakımsız eve dış görünüşünden, tavırlarından zengin olduğu anlaşılan kibirli, son derece bakımlı, güçlü kuvvetli, tabiri yerindeyse zebellah gibi bir adam gelir ve emredici bir edayla kendisine bir çizme sipariş eder. Çizmenin en geç ertesi güne hazır olması, hiçbir parçasının heba edilmemesi gerekmektedir. Deriyi artık büsbütün ustalaşmış çırağı Mihael’e havale eden Simon, eve döndüğünde gözlerine inanamaz: Çırak o güzelim deriden bot yerine terlik imal etmiş, vaziyeti müşkül hale getirmiştir. Çünkü bu zengin adam gürleyerek derinin en küçük bir parçasının bile heba edilmesi durumunda Simon’a dünyayı dar edecek, onun ağzından getirecektir. Mihael’in yaptığına anlam veremeyen Simon korkuyla bekler, çareler üretmeye gayret ederken akşama doğru bot siparişi veren bu zengin adamın uşağı eve gelip sahibinin öldüğünü, dolayısıyla deriden bot yerine bir ölünün ayağına geçirilecek terliğe dönüştürülmesini söyler. Anlatının son bölümünde biz Mihael’in Mahşerin Dört Atlısından biri olan Mikail olduğunu, bir melek olarak yeryüzüne inan bu meleğin merhamet duygusu yüzünden Tanrı’nın buyruğunu erteleme suçu işlediğini, meleklik hasletinden dolayı çizme siparişi veren adamın gerisindeki Azrail’i gördüğünü ve adamın birkaç saat içinde öleceğini gördüğünü, o sebepten de adamın getirdiği deriden diriler için yapılan çizme yerine ölüler için yapılan terlik yaptığını başka vesilelerle anlarız.

Hikaye baştan aşağı Kuran’daki Hz. Musa hikayesini andırmakta ve bizim için son derece çetrefilli kader meselesinin Allah nezdinde nasıl da pürüzsüz,  çelişkiden bütün bütüne arındırılmış bir anlaşılabilirliğe sahip olduğunu izah etmektedir. Tolstoy’a göre bu dünyada sahip olduğumuz maddi mülkiyetlerin, ne mevki makam ne statü ne de başka her han gibi bir şeyin ölüm karşısında iğne ucu büyüklüğünde bir kıymeti vardır. İşin özü, bu dünyada insanlara sevgili bakma ve iyilik yapmanın dışında insan için kabul edilebilir ve meşru hiçbir eylem biçimi yoktur. Hayata bakışın duygusal karşılığı sevgi olmalı, merhamet her durumda öteki bütün duyguları susturmalıdır. Bizim burada, bu gezegende varoluş gerekçemiz kendi çıkarlarımızı korumak, çıkarlarımız söz konusu olduğunda başka insanların rahatını kaçırmak değildir. Bu metin, neresinden bakılırsa bakılsın hem azgın kapitalist anlayışa hem de ülkemiz dahil, onun musallat olduğu bütün memleketlere, onların sosyolojisine yönelik bir reddiye, bir meydan okuma, bir eleştiri özüne sahiptir. Hele hele bundan en çok pay çıkarması gerekenler ne vakit karşılaşsak bizi insanlıktan soğutan, burnundan kıl aldırmayan, ölümün kıyılarına köşelerine hiç yaklaşmayacağını sanan niteliksiz bürokratlardır.

Metnin tezine gelecek olursak, Tolstoy bize diyor ki: Ne kadar akıllıca olursa olsun, insanın aklından geçen bütün planlar Tanrı’nın insan için biçtiği kader karşısında kumdan kalelerden farksızdır. O zengin ve gövdesiyle hiç ölmeyecekmiş gibi duran adam ertesi güne ulaşmayı başaramamış, giymeyi garanti gördüğü o çizmeyi giyememiş, hatta başka, en süflisinden her hangi bir çizmeyi bile ayağına geçiremeden, üstelik evine bile varamadan arabasının içinde kalp krizi geçirerek hayata veda etmiştir. Kader karşısında insan, insanın elindeki bir otomat kadar bile özgürlük alanına sahip değildir. Akıldan çıkan tasarrufların hiçbiri geleceğe hükmedemiyor ve bir saniye sonrası, bir saniye öncesinde birikmiş/biriktirilmiş olan her bakiyeyi yerle bir etme kudretine sahiptir. Buna rağmen insanlar zamanı bağlamından kopararak sanki geride bırakılmış bir geçmiş ve ileride bekleyen bir gelecek yokmuşçasına kendilerini yine kendi elleriyle “şimdi”nin katı, sert duvarlarına mahkum ediyor, hayatı ondan ibaret zannediyorlar. Üstelik “şimdi”nin insana sunduğu imkanları suiistimal ediyor, onu beşeriyetin kötülüğüne kullanıyorlar. Sanki siyasal iktidarlarının bütün zamanları kuşatacak kadar geniş, sanki bulundukları mevkilerin, elde ettikleri makamların sonsuz, sahip oldukları kudretin bitimsiz olduğunu düşünerek hareket ediyorlar. Dahası da var elbette: Elde ettikleri birikimler, bırakın kendilerini doyurmayı yedi sülalelerine bile yetecekken hâlâ açgözlülükle dünya mallarına saldırıyor, giymeyecekleri elbiseler onların dolaplarında çürürken ona ulaşamayan insanlar tıpkı Mihael gibi kış ortasında çırçıplak dolaşıyorlar. Kendilerini oralara taşıyan insanlara sevgiyle bakmaları, yüreklerini merhametle doldurmaları gerekirken koltuklarının garantisi olan insanlara nefretle bakıyor, onları aşağılıyor, onlar ölümlü, kendileri ölümsüz gibi karşılıyorlar hayatı. Sadece çevrelerine, yakın zamana baksalar sabah sipariş verdiği çizmeyi akşamında giyememiş ne zenginler ne bürokratlar ne siyasetçiler görecekler. Körlüğün sadece göze mahsus olmadığını anlasak birçok sorunumuz kendiliğinden çözülecek.