0
Hafta sonu Başbakan Davutoğlu ile sırasıyla Cidde, Mekke, Medine ve Riyad'a gittik. Şüphesiz bu yolculuğun anlamı, derinliği ve muhtevası, Başbakanla yaptığım diğer seyahatlerden çok farklı ve çok özeldi. Zira önceki seyahatlerde bir ülkeden başka bir ülkeye, bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya yolculuk yapmışken, bu defa dış dünyamdan iç dünyama yaptığım eşsiz bir yolculuk yaptım. Öyle zannediyorum ki hayatım boyunca en zorlandığım tarifi yapmaya çalışacağım aşağıdaki satırlarda.
Kelimeler, bu yolculuğu tarif etmekte aciz kalacak.
Kelime dağarcığım, Kabe'yi anlatmaya yeterli olmayacak, herkesinki gibi…
"İç dünyama bir yolculuk yaptım" diyorum, çünkü ömrüm boyunca ilk kez dış dünya ile böylesine keskin bir biçimde bağımı koparabildim.
Kısa da olsa dış dünya ile irtibatı kesmek, sadece iç dünyanla baş başa kalmak ve tam da Allah'ın huzurunda olabilmek…
Var'da yok olmak!
Eşsiz bir duygu…
İlk durağımız Cidde'ydi. İner inmez otele geçtik ve vakit kaybetmeksizin ihramlarımızı giydik…
Hayatımda ilk kez ihram giyiyordum. İhramın bir gün giyeceğim kefenin izdüşümü olacağını idrak ederek.
Öylesine bir ihram ki, statün ne olursa olsun, mal varlığın, gücün, kuvvetin, kuvvetsizliğin, acziyetin, ten rengin ne olursa olsun, seni diğerleriyle "aynılaştıran" bir ihramdı giydiğim.
Var'lıktan yok'luğa giden yolculuğun ilk durağıymış ihram giymek…
Dikişi bile olmayan, herkesle bir ve eşit…
İhram giydikten sonra, artık günahların ve sevaplarınla var'sın, ya da yok'sun…
Ruh'unla, iç dünyanla baş başasın. O an, en aciz olduğun andır.
Alıp, Allah'ın huzuruna götürebileceğin ne makamın, ne malın, ne mülkün, ne de süslü püslü elbiselerin vardır artık…
Tek bir şey seni var(!) edebiliyor…
Takvan!
Yanındakilerden, uzaktakilerden, annenden bile… isteyemiyorsun…
Kimseden hiçbir şey isteyemiyorsun. Ödünç alamıyorsun. Çünkü artık herkes statüsüz, varlıksızdır orada.
Mutlak var'ın karşısında yok'uz, yok oluyoruz…
Cidde'den Mekke'ye Mutlak var'ın huzuruna çıkmak için yola koyuluyoruz ihramlar içinde.
Vakit, en karanlık…
Aydınlık yakın.
Ve Kabe'deyiz…
O eşsiz, o tarifsiz evin karşısındayız.
Zamana ve mekana selam olsun.
Zaman'dan ve Mekan'dan münezzeh olan rabbimizin evinin önündeyiz.
Her karanlıktan mutlaka bir aydınlık çıkartan sırrın sahibine hamdolsun.
Şükr'ediyoruz, Hamd'ediyoruz, bizi buraya getiren mutlak iradeye, Alemlerin Rabbine…
Sabah Namazı'nı eda ediyoruz. Kabe'nin üzerinde uçuşan minik kuşların kulağımızdaki günahların pasını alan o muhteşem zikirlerini işite işite…
Başbakan'ın bir saf arkasındayım. Yukardan bir ses geliyor…
"Başbakanım, Başbakanım…"
Başbakan Davutoğlu dönüp bakıyor yukarıya. "Selam size, selam olsun size. Ben Diyarbakırlıyım, Diyarbakır'dan selam olsun size…" diyor bir Kürd…
Davutoğlu'nun yüzü gülüyor. Bize dönüp, "duydunuz mu" diyor.
Şahidiz biz de…
İslam'ın 5.Harem-i Şerifi'nden 1.Harem-i Şerifi'ne taşan kusursuz selama şahidiz.
Tavaf esnasında "Sayın Başbakanım, ben Kürdüm, Bayırbucak Türrkmenlerini yalnız bırakmayın, n'olur yardım edin" diye haykıran katıksız kardeşliğin temsilcilerine de şahidiz.
Medine'de, Allah'ın Resulü'ne kucak açan münevverlerin memleketinde, Başbakan'ın yanına yanaşan Diyarbakırlı çocuğun öz babasına sarılırcasına Başbakan Davutoğlu'na sarılmasına da şahidiz.
Kabe'yi tavaf ettikten sonra, Safa-Merve arasında Sa'y yapmaya geçiyoruz Hz. Hacer annemizin ayak izlerini hayatımızın geri kalanına rehberlik yapması için…
Davutoğlu'nun şahsında tecessüm eden Türkiye'ye, sömürgecilere karşı dik duruşa ve İslam sancaktarlığına olan derin muhabbete, selamlara şahitlik ederek, Başbakan'a, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve Türkiye'ye edilen selamları üzerimize alarak bitiriyoruz Sa'yımızı…
Davutoğlu, elindeki makasla birkaç bakanın saçını kesiyor usul usul.
Sonra, heyetteki kardeşler, birbirlerinin saçını kesiyor.
Kesiyoruz saçlarımızı ihramdan çıkmak için…
Ölmeden önce ölümü tadarak çıkartıyoruz ihramımızı.
Ölümün yalnızlığını, ölmeden yaşayarak bitiriyoruz umremizi.
Sonra bütün vakitlerde Allah'ın huzuruna çıkarak geçiyor zaman…
Derken gece bir haber geliyor…
Kabe'nin kapıları açılacak bize.
Heyecanlanıyoruz, tarif edilmez bir yolculuğun, Âlemlerin Rabbinin evinin içine girmenin, yeryüzündeki bütün Müslümanların, binlerce kilometre ötede olanların yöneldiği merkezin içine girmenin ağırlığını omuzlarımızda hissederek yanmaya başlıyoruz, yanmaya başlamadan önce.
Kabe'nin içine girdiğim an, kesildi bütün mekanlarla irtibatım.
Hayatın ve insanlık tarihinin en merkezindeyim.
Kabe'nin içinde kıble aramak ne demektir bilir misiniz?
Annesini kaybeden çirkin yavru ördeğin yaşadığı şaşkınlıkla aradım Kabe'nin içinde kıbleyi.
Aklım durdu…
Başbakan Davutoğlu bir yere dönüş namaz kılıyordu, bakanlar başka bir yere yönelmişti, kadınlarsa başka bir yere…
Dört bir yanda namaz kılınıyordu.
İdrak edemedim evvel…
Birkaç dakika sonra iliklerime kadar bir idrak! Bismillah.!
Ya Rab… Hayatın, yaşamın, zamanın ve mekanın tam merkezindeyim.
Ne yana dönsem kıble… Nereye yönelsem kıble…
Allah'u Ekber!
Dünyanın hiçbir yeri böyle değil. Dünyanın hiçbir yerinde neresine dönerseniz dönün kıble olan bir mekan yok Kabe'den başka.
Kabe kapısından dışarı çıksanız bile yönünüzü bir yere çevirmek zorundasınız!
Ama Kabe'nin içi böyle değil! Her yer kıble, her yön kıble…
Allah'u Ekber!
O an sadece sen ve Rabbin var. Yanmaya başlıyorsun. Ruhun yanıyor. İçin yanıyor, günahlarını taşıyarak gelmenin ezikliği yakıyor seni…
Cayır cayır yanıyorsun. Utanıyorsun. Müracaat ediyorsun rabbine, seni affetsin diye.
Hayatım boyunca böyle bir an yaşamadım.
Ve hayatım boyunca başka bir zamanda ve başka bir mekanda böyle bir an yaşayacağımı zannetmiyorum.
Rabbim herkese nasip etsin İnşAllah.
Dua'dan sonra çıkıyoruz. Çıkarken Kabe'nin kapısından yüzüme vuran rüzgar, daha önce hiç karşılaşmadığım bir rüzgardı. O rüzgarın verdiği serinliği belki de bir daha hiçbir zaman hissetmeyeceğim yüzümde ve kalbimde…
Dışarıda Müslümanlar, eşit eşit, akın akın… Hepsinin gözleri yaşlı, Kabe'yi izliyor, hey hat!
Utandım, yüzümü yere eğdim ve indim, inmek istemeden, mübarek basamaklara basa basa.
İndim, her tarafımı saran acziyetimle, basamak basamak, boncuk boncuk…
Kül olmadan kul olamayacağımı idrak ettim basamaklardan aşağıya doğru, merkezden çevreye doğru inerken…
Kül olmadan kul olamayacağız!
Medine yolculuğu, Resulullah'a yolculuk ise bam başka bir mana. Bu da bir sonraki yazımızın konusu olsun.
Mekke'de, İslam'ın 1.Harem-i Şerifi'nden 5.Harem-i Şerifi'ne Diyarbakır Ulu Cami'ye selam olsun.
Başbakan Davutoğlu, manevi bir iklimde, bundan sonra yapacaklarını anlattı bize…
İslam'ın 5.Haremi'nin olduğu topraklara, peygamberler, sahabeler diyarına, bölge halkına bundan sonra uzatacakları şefkat elini tarif etti.
Detaylarını bizzat kendisi anlatacak birkaç gün sonra Mardin'de.
Ama bu kadim coğrafya'yı, Türkiye'yi şimdi yönetenler ile bundan önce yönetenler arasındaki farkı bilmeli öncelikle herkes.
Zalim demeden önce zalimin kim olduğunu öğrenmeli.
Köyleri, kentleri içindekilerle yakan zihniyet ile operasyon yaparken halkı teröristlerden ayırmak için ince eleyip sık dokuyan, azami hassasiyet gösteren ve operasyonlardan sonra halkın yanında olan, kentleri, şehirleri yeniden inşa edecek zihniyet arasındaki farkın Yeni Türkiye ile Eski Türkiye olduğunu bilmek gerekiyor.
Sömürgecilerin putlarını bir bir deviren baltaları ellerinde tutan yöneticilere ve onlara destek veren herkese selam olsun.
Selam olsun Şark'a, Selam olsun Mezopotamya'ya…
Selam olsun, Mekke'ye, Medine'ye, ensar'a…
Selam olsun Resul-ü Ekrem'e, ve selam olsun yerin ve göğün Rabbine…
Twitter: @bayramzilan