Zuhruf suresi kaç ayettir?

Zuhruf suresinde insanların milletleri ayrılmasının hikmetleri anlatılmaktadır. Zuhruf suresi kaç ayettir? Zuhruf suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Zuhruf suresinin tefsiri nasıldır? Zuhruf suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 43. suresi olan Zuhruf suresine dair detaylı bilgiler haberimizde...            

Zuhruf suresinde insanların milletleri ayrılmasının hikmetleri anlatılmaktadır. Zuhruf suresi kaç ayettir? Zuhruf suresi okunuşu ve anlamı nasıldır? Zuhruf suresinin tefsiri nasıldır? Zuhruf suresi Arapça ve Türkçe okunuşu nasıldır? Son mukaddes kitap Kuranın 43. suresi olan Zuhruf suresine dair detaylı bilgiler haberimizde... Zuhruf suresi Kuran'ın 43. suresidir. Zuhruf suresi Mekke'de inmiştir. Zuhruf suresi 89 ayettir. Adını otuz beşinci ayette geçen altın ve mücevher manasına gelen Zuhruf kelimesinden almıştır. Surede insanların rızıklarının farklı takdir edilmesinin ve milletlere ayrılmasının hikmetleri, inkarcıların cezaya çarptırılacağı, mü’minlere çeşitli nimetler verileceği bildirilmektedir. Peki Zuhruf suresinin okunuşu, anlamı,tefsiri nasıldır? İşte Zuhruf suresi hakkında bilgiler...

Kısaca Konusu : Asıl konu Kur’ân-ı Kerîm’in mûcize olma niteliğinden yola çıkarak Hz. Peygamber’in gerçek peygamber, tebliğ ettiği dinin de hak din olduğunu kanıtlamaktır. Bu ana konu çerçevesinde münasebet düştükçe şirkin çelişkilerle dolu bir inanç biçimi olduğuna, daha önce gelip geçmiş milletlerin hak din karşısındaki tavırlarına göre aldıkları sonuca, dünya ve âhiret nimetlerinin mukayesesine, ebedî olanın geçici olana tercih edilmesi gereğine işaret edilmiş, dikkat çekilmiştir.

ZUHRUF SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU Bismillahirrahmanirrahim 1. Ha mim

2. Vel kitabil mübın

3. İnna cealnahü kur’anen rabiyyel lealleküm ta’kılun

4. Ve innehu fı ümmil kitabi ledeyna le aliyyün hakım

5. E fe nadribü ankümüz zikra safhan en küntüm kavmem müsrifın

6. Ve kem erselna min nebiyyin fil evvelın

7. Ve ma yet’tıhim min nebiyyin illa kanu bihı yestehziun

8. Fe ehlekna eşedde minhüm batşev ve meda meselül evvelın

9. Ve lein seeltehüm men halekas semavati vel erda le yekulünne halekahünnel azızül alım

10. Ellezı ceale lekümül erda mehdev ve veale leküm fıha sübülel lealleküm tehtedun

11. Vellezı nezzele mines semai maem bi kader fe enşarna bihı beldetem meyta kezalike tuhracun

12. Vellezı halekal ezvace külleha ve ceale leküm minel fülki vel en’ami ma terkebun

13. Li testevu ala zuhurihı sümme tezküru nı’mete rabbiküm izesteveytüm aleyhi ve tekulu sübhanellezı sehhara lena haza ve ma künna lehu mukrinın

14. Ve inna ila rabbina le münkalibun

15. Ve cealu lehu min ıbadihı cüz’a innel insane le kefurum mübın

16. Emittehaze memma yahlüku benativ ve asfaküm bil benın

17. Ve iza büşşira ehadühüm bima darabe lir rahmani meselen zalle vechühu müsveddev ve hüze kezıym

18. E ve mey yüneşşeü fil hılyeti ve hüve fil hısami ğayrumübın

19. Ve cealül melaiketellezıne hüm ıbadür rahmani inasa e şehidu halkahüm setüktebü şehadetühüm ve yüs’elun

20. Ve kalu lev şaer rahmanü ma abednahüm ma lehüm bi zalike min ılmin in hüm illa yahrusun

21. Em ateynahüm kitabem min kablihı fe hüm bihı müstemsikun

22. Bel kalu inna vecedna abaena ala ümmetiv ve inna ala asarihim mühtedun

23. Ve kezalike ma erselna min kablike fı karyetim min nezırin illa kale mütrafuha inna vecedna abaena ala ümmetiv ve inna ala asarihim muktedun

24. Kale e ve lev ci’tüküm bi ehda mimma vecedtüm aleyhi abaeküm kalu inna bima ürsiltüm bihı kafirun

25. Fentekamna mihüm fenzur keyfe kane akıbetül mükezzibın

26. Ve iz kale ibrahımü li ebıhi ve kavmihı innenı beraüm mimma ta’büdun

27. İllellezı fetaranı fe innehu seyehdın

28. Ve cealeha kelimetem bakıyeten fı akıbihı leallehüm yarciun

29. Vel metta’tü haülai ve abaehüm hatta caehümül hakku ve rasulüm mübın

30. Ve lemma caehümül hakku kalu haza sıhruv ve inna bihı kafirun

31. Ve kalu lev la nüzzile hazel kur’anü ala racülim minel karyeteyni azıym

32. E hüm yaksimune rahmete rabbik nahnü kasemna beynahüm meıyşetehüm fil hayatid dünya ve rafa’na ba’dahüm fevka ba’dın deracatil li yettehıze ba’duhüm ba’dan suhriyya ve rahmetü rabbike hayrum mimma yecmeun

33. Ve lev la ey yekunen nasü ümmetev vahıdetel le cealna li mey yekfüru bir rahmani li büyutihim şükufem min fiddativ ve mearice aleyha yazherun

34. Ve li büyutihim ebvabev ve süruran aleyha yettekiun

35. Ve zuhrufa ve in küllü zalike lemma metaul haytiod dünya vel ahıratü ınde rabbike lil müttekıyn

36. Ve mey ya’şü an zikrir rahmani nükayyıd lehu şeytanen fe hüve lehu karın

37. Ve innehüm le yesuddunehüm anis sebıli ve yahsebune ennehüm anis sebıli ve yahsebune ennehüm mühtedun

38. Hatta iza caena kale ya leyte beynı ve beyneke bu’del meşrikayni fe bi’sel karın

39. Ve ley yenfeakümül yevme iz zalemtüm enneküm fil azabe müşterikun

40. E fe ente tüsmius summe ev tehdil umye ve men kane fı dalalim mübın

41. Fe imma nezhebenne bike fe inna minhüm müntekımun

42. Ev nüriyenne kellezı veadnahüm fe inna aleyhim muktedoirun

43. Festemsik billezı uhıye ileyk inneke ala sıratım müstekıym

44. Ve innehu lezikrul leke ve li kavmik ve sevfe tüs’elun

45. Ves’el men erselna min kablike mir rusülina e cealna min dunir rahmani alihetey yu’bedun

46. Ve le kad erselna musa bi ayatina ila fir’avne ve meleihı fe kale inni rasulü rabbil alemın

47. Felemma caehüm bi ayatina iza hüm minha yadhakun

48. Ve ma nürıhim min ayetin illa hiye ekberu min uhtiha ve ehaznahüm bil azabi leallehüm yarciun

49. Ve kalu ya eyyühes sahırud’u lena rabbeke bima ahide ındeke innena le mühtedun

50. Felemma keşefna anhümül azabe izahüm yenküsun

51. Ve nada fir’avnü fı kamihı kale ya kavmi e leyse lı mülkü mısra ve hazihil enharu tecrı min tahtı e fe la tübsırün

52. Em ene hayrum min hazellezı hüve mehınüv ve la yekadü yübın

53. Fe lev la ülkıye aleyhi esviratüm min zehebin ev cae meahül melaiketü mukterinın

54. Festehaffe kavmehu fe etauh innehüm kanu kavmen fasikıyn

55. Felemma asefununtekamna minhüm fe ağraknahüm ecmeıyn

56. Fe cealnahüm selefev ve meselel lil ahırın

57. Ve lemma duribebnü meryeme meselen iza kavmüke minhü yesıddun

58. Ve kalu e alihetüna hayrun em hu ma darabuhü leke illa cedela bel hüm kavmün hasımun

59. İn hüve illa abdün en’amna aleyhi ve cealnahü meselel li benı israıl

60. Ve lev neşaü le cealna minküm melaiketen fil erdı yahlüfun

61. Ve innehu le ılmül lissaati fe la temterunne biha vettebiun haza sıratum müstekıym

62. Ve la yesudodennekümüş şeytan innehu leküm adüvvün mübın

63. Ve lemma cae ıysa bil beyyinati kale kad ci’tüküm bil hıkmeti ve li übeyyine leküm ba’dallezı tahtelifune fıh fettekullahe ve etıy’un

64. İnnellahe hüve rabbı ve rabbüküm fa’büduh haza sıratum müstekıym

65. Fahtelefel ahzabü mim beynihim fe veylül lillezıne zalemu min azabi yevmin elım

66. Hel yenzurune illes saate en te’tiyehüm bağtetev ve hüm la yeş’urun

67. El ehıllaü yevmeizim ba’duhüm li ba’dın adüvvün illel müttekıyn

68. Ya ıbadi la havfün aleykümül yevme ve la entüm tanzenun

69. Ellezıne amenu bi ayatina ve kanu müslimın

70. Üdhulül cennete entüm ve ezvacüküm tuhberun

71. Yütafü aleyhim bi sıhafim min zehebiv ve ekvab ve fıha ma teştehıhil enfüsü ve telezzül a’yün ve entüm fıha halidün

72. Ve tilkel cennetülletı uristümuha bima küntüm ta’melun

73. Leküm fiha fakihetün kesıratüm miha te’külun

74. İnnel mücrimıne fı azabi cehenneme halidun

75. La yüfetteru anhüm ve hüm fıhi müblisun

76. Ve ma zalemnahüm ve lakin kanu hümüz zalimın

77. Ve nadev ya malikü li yakdı aleyna rabbük kale inneküm makisun

78. Lekad ci’naküm bil hakkı ve lakinne ekseraküm lil hakkı karihun

79. Em ebramu emran fe inna mübrimun

80. Em yahsebune enna la nesmeu sirrahüm ve necvahüm bela ve rusülüna ledeyhüm yektübun

81. Kul in kane lirrahmani veledün fe ene evvelül abidın

82. Sübhüne rabbis semavati vel erdı rabbil arşi amma yesıfun

83. Fezerhüm yahudu ve yel’abu hatta yülaku yevmehümüllezı yuadun

84. Ve hüvellezı fis semai ilahüv ve fil erdı ilah ve hüvel hakımül alım

85. Ve tebarakellezı lehu mülküs semavati vel erdı ve ma beynehüma ve ındehu ılmüs saah ve ileyhi türceun

86. Ve la yemliküllezıne yed’une min dunihiş şefaate illa men şehide bil hakkı ve hüm ya’lemun

87. Ve lein seeltehüm men halekahüm le yekulünnellahü fe enna yü’fekun

88. Ve kıylihı ya rabbi inne haülai kavmül la yü’minun

89. Fasfah anhüm ve kul selam fe sevfe ya’lemun

ZUHRUF SÛRESİ ANLAMI

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Hâ. Mîm.

2. Apaçık Kitab'a andolsun ki!

3. Muhakkak ki biz onu düşünüp anlayasınız diye Arapça bir Kur'an kılmışızdır.

4. O, katımızda bulunan Ana kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) dır. Yücedir, hikmet doludur.

5. Haddi aşan bir kavimsiniz diye, sizi o Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?

6. Daha öncekilere de nice peygamberler göndermiştik.

7. Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onu alaya alırlardı.

8. Biz onlardan daha güçlü olanları da helâk ettik. Nitekim öncekilere âit nice misaller geçmiştir.

9. Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, elbette: "Onları Azîz ve her şeyi bilen Allah yarattı." derler.

10. O size yeri beşik yapmış ve yol bulasınız diye orada size yollar vâretmiştir.

11. O ki, gökten bir ölçüye göre su indirdi. Biz o su ile ölü bir memleketi canlandırdık. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.

12. O Allah ki, bütün çiftleri yarattı ve sizin için bineceğiniz gemiler ve hayvanlar vâretti.

13. Ki onların sırtlarına binesiniz. Sonra üzerlerine kurulduğunuzda Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve: "Bunu bizim emrimize vereni tesbih ederiz. Yoksa bizim buna gücümüz yetmezdi." diyesiniz.

14. "Biz şüphesiz ki Rabbimize döneceğiz."

15. Kullarından bir kısmını O'nun bir cüz'ü kıldılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür.

16. Yoksa Allah, yarattıkları arasından kızları kendisine aldı da oğulları size mi ayırdı?

17. İçlerinden birisi, Rahman'a isnad ettiği kız evlâtla müjdelenince yüzü kapkara kesilir, öfkesini içine atar.

18. Yoksa onlar, süs içinde yetiştirilip de mücadelede açık olmayanı mı? (Meramını tam olarak anlatamayan kızları mı O'na yakıştırıyorlar?)

19. Onlar Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şâhitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.

20. Ve derler ki: "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara tapmazdık." Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

21. Yoksa biz onlara (Kur'an'dan) önce bir kitap verdik de ona mı tutunuyorlar?

22. Hayır! Onlar derler ki: "Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz."

23. İşte böyle. Senden önce de, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın refah içinde şımaranları mutlaka şöyle demişlerdir: "Doğrusu biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk ve biz de onların izlerinde gitmekteyiz."

24. "Şayet ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" deyince, dediler ki: "Doğrusu biz sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz."

25. Biz de onlardan intikam aldık. Bak! Yalanlayanların sonu nasıl oldu?

26. İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: "Ben sizin taptıklarınızdan uzağım."

27. "Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O beni doğru yola iletecektir."

28. Bu sözü, ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı. Artık belki doğru yola dönerler.

29. Doğrusu ben bunları da atalarını da, kendilerine hak ve onu açıklayan bir peygamber gelinceye kadar geçindirdim.

30. Hak kendilerine gelince: "Bu bir sihirdir, doğrusu biz onu tanımıyoruz." dediler.

31. Ve dediler ki: "Bu Kur'an iki şehirden (Mekke ve Taif'ten) bir büyük adama indirilmeli değil miydi?"

32. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların maişetlerini (geçimliklerini) kendi aralarında biz taksim ettik. Kimini kimine derece derece üstün kıldık ki, bir kısmı bir kısmını iş adamı edinsin, (böylece kaynaşsınlar). Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

33. Eğer bütün insanlar (küfre meyledip) tek bir ümmet olma durumuna düşmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık.

34. Evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları koltukları.

35. Ve onları altın ziynetlere boğardık. Bütün bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise Rabbinin katında muttakilere (O'nun azabından sakınıp rahmetine sığınanlara) mahsustur.

36. Kim Rahman olan Allah'ın zikrinden göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o onun ayrılmaz bir arkadaşıdır.

37. Hiç şüphesiz ki şeytanlar o insanları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda bulunduklarını, hidayete erdirilmiş olduklarını zannederler.

38. Nihayet o bize geldiği zaman der ki: "Ey şeytan! Keşke benimle senin aranda gün doğusu ile gün batısı kadar uzaklık olsaydı. Ne kötü arkadaşmışsın sen!"

39. Zulmettiğiniz için bugün (pişmanlık) size hiçbir fayda vermeyecektir. Şüphesiz ki siz azapta da ortaksınız.

40. O sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körleri ve apaçık sapıklıkta olanları sen mi hidayete erdireceksin?

41. Resulüm! Biz seni aralarından alıp götürsek dahi, yine de onlardan intikam alırız.

42. Yahut onlara vâdettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü bizim onlara gücümüz yeter.

43. Resulüm! Sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin.

44. Doğrusu Kur'an sana ve kavmine bir öğüttür. Yakında ondan sorguya çekileceksiniz.

45. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor! Biz Rahman'dan başka tapılacak ilâhlar kılmış mıyız?

46. Andolsun ki biz Musa'yı âyetlerimizle Firavun'a ve ileri gelenlerine göndermiştik. Onlara: "Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim." demişti.

47. Onlara âyetlerimizle varınca, bunlara gülüvermişlerdi.

48. Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize) diğerinden daha büyüktü. Belki dönerler diye onları azaba uğrattık.

49. Dediler ki: "Ey sihirbaz! Sana verdiği ahde göre Rabbine bizim için duâ et! Artık biz doğru yola geleceğiz."

50. Fakat biz onlardan azabı kaldırınca sözlerinden hemen caydılar.

51. Firavun kavmi içinde seslenerek şöyle dedi: "Ey kavmim! Mısır'ın mülk ve saltanatı ile memleketimde akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?"

52. "Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayacak durumda olan şu zavallı adamdan daha üstün değil miyim?"

53. "Ona altın bilezikler verilmeli veya beraberinde ona yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?"

54. Firavun milletini küçümsedi, amma onlar yine de kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir topluluk idiler.

55. Ne zaman ki bizi öfkelendirdiler, onlardan intikam aldık, hepsini suda boğduk.

56. Ve onları sonradan gelecek (inkârcılar) için geçmiş bir ibret numunesi kıldık.

57. Meryemoğlu İsa misâl verilince, senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.

58. "Bizim ilâhlarımız mı iyidir, yoksa o mu?" dediler. Sırf seninle tartışmak için bu misâli getirdiler. Hayır! Doğrusu onlar kavgacı bir topluluktur.

59. O, sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına numune kıldığımız bir kuldur.

60. Eğer dileseydik, yeryüzünde sizden sonra yerinize geçecek melekler yaratırdık.

61. O (İsa) kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana tâbi olun. Doğru yol budur.

62. Sakın sizi şeytan çevirmesin. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.

63. İsa apaçık delilleri getirdiği zaman demişti ki: "Ben size hikmet getirdim. Bir de ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. Allah'tan korkun ve bana itaat edin."

64. "Şüphesiz ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin, doğru yol budur."

65. Aralarında çıkan gruplar birbirleri ile ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin hâline!

66. Onlar hiç ummadıkları bir sırada kıyamet zamanının ansızın başlarına gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?

67. Dostlar, o gün birbirine düşmandır; takvâ sahipleri müstesnâ.

68. Ey kullarım! Bugün size korku yoktur ve üzülmeyeceksiniz de.

69. Onlar âyetlerimize inanmış ve müslüman olmuşlardı.

70. Girin cennete! Siz ve eşleriniz ağırlanıp sevindirileceksiniz!

71. Onların etrafında altın tepsiler ve kadehlerle dolaşılır. Canlarının çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey orada vardır ve siz orada ebedî kalacaksınız.

72. İşte yaptıklarınıza karşılık olarak size miras verilen cennet budur.

73. Orada sizin için çok meyveler var, onlardan yersiniz.

74. Şüphesiz ki suçlular cehennem azabında ebedî kalacaklardır.

75. Kendilerinden (azap) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar orada tamamen ümitsizdirler.

76. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlim kimselerdi.

77. "Ey cehennem muhafızı! Rabbin hiç değilse canımızı alsın, bizim işimizi bitirsin!" diye feryat ederler. O da: "Siz böyle kalacaksınız!" der.

78. Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

79. Yoksa onlar bir işe kesin karar mı verdiler? Doğrusu biz de kararlıyız!

80. Yoksa bizim kendilerinin sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır! İşitiriz ve yanlarında bulunan elçilerim de (her yaptıklarını) yazmaktadırlar.

81. De ki: "Rahman'ın çocuğu olsaydı, ona kulluk edenlerin ilki elbette ben olurdum."

82. Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın da Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıkları noksan sıfatlardan münezzehtir.

83. Bırak onları! Kendilerine vâdedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar, oynayıp dursunlar.

84. Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O'dur. O, hikmet sahibidir, her şeyi bilendir.

85. Göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunan her şeyin hükümranlığı kendisine âit olan Allah ne yücedir! Kıyametin vaktine dair bilgi O'nun katındadır. Siz O'na döndürüleceksiniz.

86. Allah'ı bırakıp da taptıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak bilerek hak ile şâhitlik edenler bunun dışındadır.

87. Andolsun ki onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, elbette: "Allah!" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar?

88. O'nun şözü şudur: "Ey Rabbim! Bunlar iman etmeyen bir topluluktur."

89. Resulüm! Şimdilik sen onlardan yüz çevir. De ki: "Size selâm olsun!" Yakında bilecekler.

ZUHRUF SURESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Hâ, Mîm.

2 Apaçık olan Kitaba andolsun;

3 Gerçekten biz onu, belki aklınızı kullanırsınız diye1 Arapça bir Kur'an kıldık.

4 Hiç şüphesiz o, bizim katımızda olan Ana Kitap'tadır;2 çok yücedir, hüküm ve hikmet doludur.3

AÇIKLAMA

1. Burada Kur'an'ı, Allah'ın tafsil ettiği ve O'nu Hz. Muhammed'in (s.a) uydurmadığı ihtar olunarak, "Kitab-ı Mübîn" üzerine yemin edilmektedir. Kur'an üzerine yemin edilmesinden, Allah'ın, insanlara şunları hatırlatmak istediği anlaşılıyor: "Bu kitabın bizzat kendisi sizler için apaçık bir hüccettir. Yine bu kitabın anlaşılır muhtevası, fasih ve beliğdir. Hak ve batıl arasını ayıran bir çizgidir. Tüm bu özellikler, Kur'an'ı tafsil edenin Alemlerin Rabbi Allah'dan başkası olmadığına kendi başlarına birer delildirler.

Daha sonra "Anlayabilmeniz için Kur'an'ı Arapça bir dille indirdik" diye buyrulmaktadır. Bu, iki anlama gelir: Birincisi, "Bu kitap sizin kendi dilinizde nazil olmuştur. Dolayısıyla "Yabancı bir dilden nazil olduğu için, biz bu kitabın doğru olup olmadığına karar veremeyiz" diye bir mazeret öne süremezsiniz. Bu kitabın lafızları, konuları, üslûbu ve dili apaçıktır. Binaenaleyh bunu Hz. Muhammed'in (s.a) veya herhangi bir Arab'ın yazdığı düşünülemez." İkincisi, "Biz bu Kitabı, muhatap bir Arab kavmi olduğu ve Arapça anladığı için Arapça indirdik. Bazı kimselerin, Hz. Muhammed'i "Muhammed'in dili Arapça'dır, bu Kitab da Arapça olduğuna göre bunu kendisinin yazmış olması akla daha uygundur" şeklindeki suçlamaları haksızca yapılmış bir iftiradan başka birşey değildir." (İkinci anlam hakkında daha fazla izah için bkz. Fussilet 44 ve an: 54.)

2. "Ümmü'l-Kitab" ifadesiyle tüm peygamberlere nazil olan mesajın, kendisinden alındığı asıl "el-Kitab" kastolunmaktadır. Söz konusu kitab, Vakıa Suresi'nde "Kitab-ı Meknûn" (saklı ve korunmuş kitab) diye nitelenirken, Buruc Suresi'nde ise "Levh-i Mahfuz" (her türlü değişiklikten korunmuş, silinmez yazı) şeklinde zikredilmiştir. Kur'an için de "Ümmu'l-Kitab" ifadesinin kullanılmasının nedeni, önemli bir hakikatın açıklanmak istenmesidir. Allah Teâlâ muhtelif zaman, mekan ve toplumlarda, yine muhtelif peygamberlere farklı dillerde farklı kitablar indirmiştir. Ancak bu kitapların tebliğ ettikleri akide bir olduğu gibi, ayrıca hak ile batılın, hayır ve şerrin ölçüsü de aynıdır. Yani tüm semavi kitaplar, insanları bir tek dine davet eder, ahlâki sosyal konularda olsun, ya da hayatın tüm cephelerinde olsun aynı ilkeleri öngörür. Dolayısıyla bu kitabların dilleri farklı olsa bile, neşet ettikleri kaynak birdir. Bu kitabların asıl kaynağı "Levh-i Mahfuz" olarak Allah indinde bulunur ve ihtiyaca göre, yeri ve sırası geldiğinde peygamberlere kendi dillerinde mesajlar halinde vahyolunur. Örneğin Hz. Muhammed (s.a), Arap olmayıp da başka bir kavme mensup olsaydı Kur'an da o kavmin dilinde nazil olurdu, onun lafız ve ibareleri de yine o kavmin yaşadığı yörenin şartlarına uygun özellikler taşırdı. Fakat mesajın özü değişmezdi. Ya da Kur'an'ın muhtevası aynı olmakla birlikte, dili farklı olacaktı. Bu konuya Şuara Suresi'nin 192-196. ayetlerinde şöyle değinilmektedir.

"Muhakkak ki O, alemlerin Rabbinin tenzilidir. O'nu er-Ruhu'l-Emîn indirdi. Senin kalbine uyarıcılardan olman için, apaçık Arapça bir dille, o evvelkilerin kitablarında da vardır."

Ayrıca bkz. Şuara Suresi an: 119-121.

3. Bu cümlede hem "Ümmü'l-Kitab", hem de "Kitab-ı Mübin" birlikte kastolunmaktadır. Yani "Ümmü'l-Kitab" tanımı, hem Kur'an'ı tarif eder, hem de Kur'an'ın kendisinden elde edildiği kaynağı. Böylelikle burada şu nokta zihinlere yerleştirilmek isteniyor: "Bazı kimselerin Kitab'ın değerini takdir edememesi ve onun hikmetinden yararlanamayıp, onu anlayamaması, bu kitabın önemini azaltmaz, değerini düşürmez. Bilakis bu kitab, herhalukârda takdire şayandır. Çünkü o, âli olan, mucizevî bir belâgata sahip, çelişkisiz, noksansız, hikmet dolu bir Kitabdır ve onu Yüce Allah indirmektedir. İşte böylesine özelliklere sahip bir kitabın, hiç kimse menfur gayretleriyle değerini düşüremez." Surenin daha ileride gelecek olan 44. ayetinde, Araplar'a ve özellikle Kureyşlilere hitaben, "sizler bu Kitab'ın değerini ve kendiniz için büyük bir şeref vesilesi olduğunu bilmelisiniz. Fakat ondan yüz çevirirseniz, Allah sizi çetin bir azaba uğratır." buyurulmaktadır. (Bkz. an: 39)

5 Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye,4 şimdi o zikri (öğüt ve hatırlatma dolu Kur'an'ı) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?

6 Oysa biz, önceki (cemiyet)ler içinde nice peygamber(ler) gönderdik.

7 Onlara bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onunla alay ederlerdi.5

8 Biz de, kuvvet bakımından onlardan daha üstün olan (toplum)ları yıkıma uğrattık. Öncekilerin örneği geçti.6

9 Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, tartışmasız: "Onları üstün ve güçlü (aziz) olan, bilen (Allah) yarattı" diyecekler.

10 Ki O, yeri sizin için bir beşik kıldı7 ve onda size (birtakım) yollar var etti,8 böylece doğru yolu bulasınız.9

11 Ki O, belli bir miktar ile gökten su indirdi de,10 onunla ölü bir memleketi 'dirilttik (ve her yanına yeniden hayat) yaydık'; siz de böyle (kabirlerinizden diriltilip) çıkarılacaksınız.11

AÇIKLAMA

4. Bu cümleyle uzun bir serencem özetlenmiştir. Yani Hz. Muhammed'in (s.a.) Peygamberliğini ilan etmesinden, bu ayetin nazil edildiği zaman arasındaki on yıllık süre boyunca neler olup-bitmişse adeta tek bir cümleyle ortaya serilmiştir. Cehalet ve dalâlet içerisinde yüzen bir toplum, aniden Allah'ın lütfuna mazhar olur ve onları gaflet, cehalet ve dalâletin bataklığından kurtarmak, gerçeklerden haberdâr etmek ve hidayetin yolunu onlara göstermek için kendilerine yüce bir peygamber ile mükemmel bir kitab gönderebilir. Fakat bu toplumun cahilleriyle çıkar grupları hemen bu yüce peygamberi susturmak için ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Ancak tüm karşı koymalara rağmen "İslâm Daveti" adım adım yayılır, yayıldıkça da daha şiddetli muhalefetlerle karşılaşır. Hatta bu sapıklar, Hz. Muhammed'i (s.a) öldürmeye bile kalkışırlar. İşte böyle bir atmosfer içerisinde onlara şöyle denir: "Sizlerin bu akılsızlıklarınızdan dolayı kendi rahmet ve keremimizden vazgeçmeyeceğimizi ve bu yüzden nasihat ve hidayet kapımızı kapatarak, asırlardır içinde bulunduğunuz dalâlet üzerinde sizleri serbest bırakacağımızı mı sanıyorsunuz? Böyle davranmak, öncelikle benim rahmetimle uyuşmaz. Dolayısıyla rahmet ve keremime karşı nankörlüğün, yüz çevirmenin ve bâtıla sarılmanın sonuçlarını hiç düşündünüz mü?"

5. Yani, bu engellemeler, karşı koymalar ve insanların şerri, kitablar indirmemizi ve peygamberler göndermemizi engelleyecek olsaydı, bu güne kadar ne bir peygamber gönderilir, ne de bir kitab indirilmiş olurdu.

6. Yani, bir takım insanların şerri, tüm insanlık için gönderilen mesajın nüzulünü engelleyemeyeceği gibi, insanları kitab ve peygamberden de mahrum bırakamaz. Kafirler, ne zaman iktidar sarhoşluğuyla Allah'ın peygamberlerine karşı koymuşlar ve gurur içinde onlarla alay etmişlerse, Allah onları helâk etmiştir. Nitekim Allah'ın azabı geldiği an Kureyş'in bu zavallı önderlerinden binlerce kez daha güçlü olan toplumlar, karınca gibi ezilmişlerdir.

7. Kur'an'ın, konuyla ilgili birçok yerinde "firaş" (döşek) kelimesi kullanılmış olmasına rağmen, bu ayette "mehd" (beşik) kelimesi kullanılmıştır. Böyle bir ifade yoluyla insanoğlunun tıpkı bir bebek gibi yeryüzünde rahat ettirildiği anlatılmak istenmektedir. Oysa yeryüzü, uzay içerisinde boşlukta durmakta ve saatte 66.600 mil hızla hareket etmektedir. Arzın içinde bulunan sıcaklık, taşları dahi eritecek güçtedir. Nitekim arz, arasıra lavlarını dışarıya püskürterek bu gücünü hissettirmektedir. Ancak bu dehşet verici tehlikeye rağmen Hâlık olan Allah, insanlar için yeryüzünü bir istirahat yeri kılmıştır. Dolayısıyla sizler onun üzerinde herhangi bir tehlikenin farkında olmaksızın dolaşmakta, uzayda başaşağı durmanıza rağmen düşmeden gezebilmektesiniz.

Yine yeryüzü, bir silahtan çıkan mermiden daha hızlı dönmesine rağmen, sizler yeryüzünü herhangi bir problemle karşılaşmadan ekip-biçebiliyor ve birçok nimetler elde edebiliyorsunuz. Bazen küçük sarsıntılarla (depremler), sizlere gücünü gösteren korkunç bir varlığın üzerinde bulunduğunuz ve Allah'ın bu korkunç varlığı emrinize vermiş olduğu sizlere hatırlatılmaktadır. (Bkz. Neml an: 74-75)

8. Yani, dağlar arasında birçok geçitler, yeryüzünün düzgün ve engebeli sathı üzerinde nehirler ve işlerinizi görebilmeniz için doğal yollar sizler için varedilmiştir. İnsanlar, bunlar vasıtasıyla yeryüzünde dolaşır ve çevrelerine yayılırlar. Şayet Allah, bunları varetmeseydi, örneğin dağlar arasından bir geçit bulunamasaydı, insanlar bulundukları yerlerden kımıldayamazlardı bile. Ayrıca, yeryüzüne birbirinden farklı şekiller verilmeseydi, bir bölgenin başka bir bölgeden temyiz edilememesi yüzünden kaybolmadan dolaşmak mümkün olmazdı. Bunun anlamını insanoğlu, yüzlerce kilometrelik ıssız bucaksız bir çöle düşüp nereden gelip nereye gideceğini bilmediği zaman anlar.

9. Bu cümle iki anlamı birden tazammun eder. Birincisi, "Bu işaretler kendilerinden yararlanarak dilediğiniz yere gidebilmeniz için konulmuştur." İkincisi ise, "İnsanlar bu işaretler vasıtasıyla Allah'ın kudretini müşahede edip, kainatın bir tesadüf eseri olmadığını veya birkaç ilahın biraraya gelerek meydana getirmediğini anlasınlar. O takdirde insanlar, dağların, nehirlerin ve yolların meydana gelmesinin, kendilerinin onları anlayıp kolaylıkla dolaşabilmeleri için yeryüzündeki bölgelerin birbirinden farklı özelliklerde yaratılmasının, bir tek Hâlık olan Allah'ın eseri olduğunu göreceklerdir."

10. Yani her bölge için, yıldan yıla aşağı yukarı aynı miktarda yağan ve suyla beslemek suretiyle toprağı verimli kılan yağmurlar gönderilmektedir. Bazı bölgelerin kurak ve çöl olarak yaratılması ve bazı bölgelerde de yağmur gönderilmeyerek kıtlığın meydana gelmesi, Allah'ın bir hikmetidir. Çünkü o bölgelere yağmur gönderildiği zaman insanlar, yağmurun ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlarlar. Ayrıca bu nizam ve sistemin bir idare edeni olduğu, karşısında herkesin çaresiz kaldığı ve bir ülkeye yağan yağmurun ölçüsünü değiştirerek, koskoca arzın düzenini bozmaya veya sel ve tufan gelmesini engellemeye ya da bulutları istediği bölgeye götürmeye hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği anlatılmaktadır. (İzah için bkz. Mü'minun an: 17-18, Hicr an: 13-14)

11. Burada bitkilerin su vasıtasıyla canlanması, iki hususa binaen delil getirilmektedir. Birincisi, "Bu, Allah'ın hikmet ve kudretidir, O'nun ilahlığında hiçbir ortağı yoktur." İkincisi, "ölümden sonra hayatın olması mümkün ve mutlaktır." (İzah için bkz. Nahl an: 53/a, Hacc an: 79, Rum an: 25-34-35, Fatır an: 19, Yasin an: 29)

12 Ki O, bütün çiftleri yarattı 12ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri de var etti.

13 Onların sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra onlara binip-doğrulduğunuz zaman da, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz 13için.

14 Ve biz elbette, Rabbimize çevrilip-döneceğiz.14

AÇIKLAMA

12. "Çiftler" ifadesiyle sadece kadın ve erkekler kastolunmamaktadır. Allah, diğer mahlukatı da çift çift yaratmıştır. Onların birleşmesinden de diğer çiftler meydana gelmiştir. Örneğin elektriğin pozitif (+) ve negatif (-) kutuplarının bir araya getirilmesiyle sayısız icatlar elde edilmiştir. Nitekim insan, Allah'ın çeşit çeşit mahlukatını, onların sayısız çiftlerini, yapılarını, birbirleriyle olan ilişkilerini ve bunca çeşit mahlukatın birbirleriyle çiftleşmeleri sonucunda meydana gelenleri bir bir düşünecek olsa, bu kainatın sahibinin aynı zamanda Hâlık, Hakim ve Müdebbir olduğunu anlayacaktır. Ancak akıldan mahrum insanlar, bu kainatın yaratıcısı olmadığını düşünebilir veya onun birden fazla ilahın eseri olduğunu ileri sürebilir.

13. Yani, Allah, kainatta sadece insanlara, gemi ve hayvanları binek olarak vermiştir. Bu yüzden insanlar, onların üzerlerine atılmış çuvallar gibi olmamalı ve bu gemileri denizin üstünde yüzdürenin, bu denizleri meydana getirenin ve bazılarının insanlardan çok kuvvetli olmasına rağmen, istedikleri yere gidebilmelerini sağlayan bunca hayvanı yaratanın kim olduğunu düşünebilmelidir. Bu nimetlerden faydalandıkları halde, bu nimetleri bağışlayan Allah'ı unutabilmek için kişinin kalb ve vicdanının kararmış olması gerekir.

Hassas bir vicdan taşıyan kişi, bu bineklerden yararlandığında, Allah'a hamdederek "Bu binekleri benim hizmetime veren zat ne yücedir ve yine o zat ne büyüktür ki zatında ve sıfatlarında hiçbir ortağı yoktur ve hiçkimseye muhtaç değildir, O'na şükreder ve O'na ortak koşmaktan yine O'na sığınırım" der.

Bu ayetin en iyi açıklaması, Rasulullah'ın bineklere binerken yaptığı dualardır. Abdullah b. Ömer'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "Rasulullah savaşa çıktığında, bineğe binerken üç kez "Allah'u Ekber" der ve bu ayeti okuduktan sonra şöyle dua ederdi: "Allah'ım bana bu seferde hayır ve takva nasip eyle. Sevdiğin amelleri işlememe yardım et. Allah'ım bu seferi benim için kolaylaştır, mesafeleri kısalt. Allah'ım yanımda bana yol arkadaşı ol. Ardımda bıraktığım ailemi koru. Ey Allah'ım, seferde beni, gıyabımda ailemi koru." (Müsned-i Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, Darimi)

Hz. Ali'den şöyle bir hadis rivayet olunmuştur. "Rasulullah ata binerken, atın üzengisine bastığında "Bismillah" dedi ve ata bindi. Daha sonra bu ayeti okuyarak üç defa "Elhamdülillah", üç defa da "Allah'u Ekber" dedi ve "Seni tenzih ederim, senden başka ilah yoktur. Zulmettiğimiz nefsimizi bize bağışla" diye dua ederken gülümsedi. Bunun üzerine ben (Hz. Ali) "Ya Rasulullah, niçin güldünüz?" diye sorunca O, "Allah'ım beni bağışla" diyen bir kulun sözünü Allah beğenir ve kulum benden başka hiçkimsenin kendisini bağışlamayacağını zaten bilir, der" diyerek cevap verdi. (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Nesei)

Bir şahıs "Ebu Mücelles" adıyla şöyle bir hadise anlatmaktadır: "Bir defasında bineğime binerken bu ayeti okudum ve bunun üzerine Hasan Basri bana: "sen (bineğine binerken) bu ayeti okumakla mı emrolundun?" diye sordu. "Peki ne okuyayım" diye cevap verince, o da dedi ki: "Bana İslâm'ı nasip eden Allah'a hamdolsun. Yine Hz. Muhammed'i göndermekle bize ihsan eden ve bizi insanlar arasından çıkmış en hayırlı ümmet kılan Allah'a hamdolsun" dedi ve bu ayeti okudu." (İbni Cerir-Ahkâmul-Kur'an, el-Cessas)

14. Yani, her sefere çıkmadan önce, çok büyük ve son bir seferin sizi beklediğini hatırlayın. Yolculuk esnasında muhtemelen bineğinizden düşebilir ve bu son seferiniz olabilir. Dolayısıyla her sefere çıkışımızda bunun son bir sefer olma ihtimalini unutmamalıyız.

Şimdi bu hususun ahlâki yönünü düşünelim. Örneğin sefere çıkan bir şahıs, şuurlu olarak yukarıdaki gibi dua etse, o şahıs zulüm, fısk, fucura ittiba eder mi? Fuhuş, içki kumar gibi cürümler işler mi? Yargıç, tüccar, memur gibi bazı yetki ve fırsatlara sahip kimseler inanarak böyle dua etseler, haksızlık yaparlar mı? Bu dua ile savaşa giden bir asker düşünelim. O asker, hiç günahsız insanların kanını döküp, zayıfları ezer mi? Tank ve uçaklarla hedef gözetmeden önüne gelen yeri bombalar mı?

15 (Buna rağmen) Kendi kullarından O'na bir parça kılıp-yakıştırdılar. 15Doğrusu insan, açıkça bir nankördür.

16 Yoksa O, yarattıklarından kızları (kendine) edindi ve erkekleri size mi ayırıp-bıraktı?

17 Oysa onlardan biri, O Rahman (olan Allah) için verdiği örnek ile (kız çocuğunun doğumuyla) müjdelendiği zaman, yüzü simsiyah kesilmiş olarak kahrından yutkundukça yutkunuyor.16

18 Onlar, süs içinde büyütülüp de mücadelede açık olmayan (kızlar)ı mı (Allah'a yakıştırıyorlar)?17

19 Onlar, ki kendileri Rahmanın kulları olan 18melekleri dişiler kıldılar. Kendileri onların yaratılışlarına şahit mi oldular? 19Onların şahitlikleri yazılacak ve (bundan dolayı) sorumlu tutulacaklar.

20 Dediler ki: "Eğer Rahman dilemiş olsaydı, biz onlara ibadet etmezdik."20 Onların bundan yana hiç bir bilgileri yoktur. Onlar, yalnızca 'zan ve tahminle yalan söylemektedirler.'

AÇIKLAMA

15. Ayette geçen "cüz" (parça, kısım) kelimesi ile Allah'ın evlad edinmesi şeklinde yapılan iftiraya bir telmihte bulunulmaktadır. Çünkü evlat, babasının bedeninden nihayetinde bir cüzdür. Nitekim Allah'ın oğlu veya kızı olduğunu öne süren bir şahıs, onları, Allah'ın cüzü olarak telakki etmiş olur. Ayrıca Allah'a bir mahluku cüz olarak atfetmenin başka bir biçimi daha vardır. Yani bir şahsı Allah'ın kudret ve sıfatlarında ortak eder ve Allah'a yalvarır gibi o şahsa yalvarır ve kulluk edersek, o şahsa ilahlık ve Rab'lik izafe etmiş ve onu Allah'ın bir cüz'ü yapmış oluruz.

16. Burada müşriklerin mantıksızlığı açıkça ortaya serilmektedir. Çünkü müşrikler, meleklere, "Allah'ın kızları" derler. "Kız" şeklinde putlar yaparlar ve onlara taparlardı. Buna karşılık şöyle buyurulmaktadır: "Sizler, kainatı Allah'ın yarattığını, sizin için yeryüzünü beşik kıldığını, yağmur gönderip hayvanları hizmetinize verdiğini biliyor ancak buna rağmen O'na ortak koşuyor ve başkalarına kulluk ediyorsunuz. Üstelik Allah'a sadece sıfatlarında ortak koşmakla kalmıyor, O'nun zatında da ortak olduğunu kabul ederek Allah'a kız evlatlar izafe ediyorsunuz. Oysa kız çocuğunuzun olmasını kendiniz için bile utanç nedeni sayıyor, hatta onları gömmekten çekinmiyorsunuz. Bununla birlikte kendiniz için erkek evladı layık görürken, Allah'a kız evladlar nispet ediyor, fakat yine de Allah'a inandığınızı iddia ediyorsunuz."

17. Yani, "Yumuşak, nazik ve fıtraten zayıf olan kız çocuklarını Allah'a nispet ediyor, kuvvetli bir yaratılışa sahip olan erkek çocuklarını kendinize alıyorsunuz."

Bu ayetten, kadınların mücevher takmalarının dinen caiz olduğu hükmü de çıkıyor. Çünkü mezkur ayette, mücevheratın kadın tarafından takılmasının tabii bir şey olduğu anlatılmaktadır. Nitekim bu konuda Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste "Rasulullah'ın bir elinde altın, diğerindeyse ipek bulunduğu bir halde "ümmetimin erkekleri için bunları kullanmak haramdır" diye buyurduğu naklolunmaktadır. (İmam Ahmed, Nesei, Tirmizi) Yine, Hz. Musa el-Eşari'nin rivayet ettiği bir hadise göre, "İpek ve altın ümmetimin kadınları için helal, erkekleri içinse haramdır" diye buyurmuşlardır.

Allame Ebu Bekir el-Cessas, bu konuyla ilgili olmak üzere aşağıdaki rivayeti nakletmiştir:

Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre "Bir defasında Zeyd b. Harise'nin oğlu Üsame yaralanır ve yarasından kan akmaya başlar. Üsameyi oğlu gibi seven Rasulüllah bunun üzerine onun yarasından akan kanı mübarek ağzıyla emmeye, sonra tükürmeye başladı. Bu esnada ise "Üsame kız olsaydı ona mücevherler takar, ona güzel güzel elbiseler giydirirdim" diye söyleniyordu."

Ebu Musa el-Eşari'den rivayet edildiğine göre Rasulullah "İpek ve altın ümmetimin kadınları için helal, erkekleri içinse haramdır" diye buyurmuştur.

Hz. Aişe'ye göre "Zekatı verilmek suretiyle mücevher takmak günah değildir."

Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşari'ye "Bölgende yaşayan müslüman kadınlara, mücevherlerinin zekatını vermelerini emret" diye yazıyla bir emirname göndermiştir.

İmam Ebu Hanife, Ömer b. Dinar'dan naklen şöyle bir olay rivayet eder. "Hz. Aişe'nin kızkardeşleri ve Abdullah b. Ömer'in kızları mücevherat takarlardı."

Tüm bu rivayetleri naklettikten sonra Allame Cessas, "Rasulullah'tan ve sahabilerden, müslüman kadınların altın ve ipek kullanmalarının helal olduğuyla ilgili gelen haberler, kullanmalarının yasak olduğuyla ilgili haberlerden daha fazladır. Ayrıca Rasulullah'ın ve sahabilerin yaşadıkları dönemden, günümüze (yani h. 4. asra) kadar, ümmetin uygulaması bu şekildedir ve muhalefet eden kimse de olmamıştır. Bazı münferit itirazlar vuku bulduysa da, onlar dikkate alınmaz." demektedir.

18. Yani, Allah (dişi veya erkek) herhangi bir cinse mensup olmaktan münezzehtir.

19. Bu ifadenin bir diğer anlamı da "Onlar doğduklarında acaba orada hazır mı bekliyorlardı?" şeklinde de verilebilir.

20. Sapıklık içinde olan kimselerin her zaman yaptıkları gibi, bunlar da kendi sapıklıklarını kadere bağlıyorlar ve şöyle diyorlar: "Şayet Allah dilememiş olsaydı biz bu meleklere nasıl ibadet edebilirdik? Çünkü Allah istemeseydi, bizim meleklere tapmamız mümkün olmazdı. Biz bu işi uzun süredir yaptığımıza göre, Allah dileseydi üzerimize azap gönderirdi."

21 Yoksa biz, bundan önce kendilerine bir Kitap verdik de şimdi ona mı tutunuyorlar?21

22 Hayır; dediler ki: "Gerçek şu ki biz, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse)leriz."22

23 İşte böyle; senden önce de (herhangi) bir memlekete bir peygamber göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçek şu ki, biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuşlarız."23

AÇIKLAMA

21. Bu cahil insanlar, dünyada herşey Allah'ın dilemesiyle olduğu için O'nun rızasının da buna muvafık bulunduğunu sanıyorlar. Oysa onlar, Allah'ın dilemesi, yani izni ile, onun rızasını birbirine karıştırıyorlar. Şayet onların bu mantığını kabul edecek olursak, o takdirde sadece şirk değil, insanların bile kabul edilebilir fiiller olarak tasvip etmediği hırsızlık, cinayet, zina, rüşvet vs. vuku bulan sayısız suçların Allah'a dayandığını ve O'nun da bu suçlardan razı olduğunu iddia etmiş oluruz. Oysa böyle bir iddia doğru değildir. Çünkü, Allah'ın herhangi bir ameli tasvip edip etmediği, dünyada vuku bulan olaylardan değil, bizzat kendisinin peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği Kitab'tan öğrenilmelidir.

Neden denilecek olursa, Allah Kitabı'nda hangi düşünceleri, ahlâkı ve davranışları tasvip ettiğini, hangilerini ise reddettiğini açıkça bildirmiştir. Şayet onların elinde Kur'an dışında Allah'ın göndermiş olduğu ve "Melekler Allah'ın ortaklarıdır. Onlara ibadet edin" diye bildirdiği bir belge bulunuyorsa, o zaman ortak koşsunlar. (İzah için bkz. En'am an: 71-79-80-110-124-125, A'raf an: 16, Yunus an: 101, Hud an: 116, Rad an: 49, Nahl an: 10-31-94, Zümer an: 20, Şura an: 11)

22. Onların elinde, bu gerekçeden başka bir dayanakları yoktur. Çünkü, ataları da aynı şekilde davrandığı, yani melekleri mabud edinip, onlara taptığı için, kendilerinin de meleklere taptıklarını iddia etmektedirler.

23. Burada peygamberlere niçin hep kendi toplumlarında ileri gelen kimselerin, sermaye sahiplerinin muhalefet ettikleri, atalarının dininin savunucuları olarak boy gösterdikleri, yine hep bu insanların Hakka karşı tavır alıp halkı peygamberlere karşı kışkırttıkları ve halkın cehalet içinde yüzmesini arzulayıp, her türlü fitne ve fesadı çıkarttıkları noktasında biraz durulması ve dolayısıyla bunların nedenlerinin incelenmesinde yarar var. Tüm bu soruların temelinde iki ana neden bulunmaktadır:

a) Zenginlik ve refah içinde yüzen insanlar, Hak-Batıl arasındaki mücadeleyle ilgilenmeyi akıllarının ucundan geçirmeyecek kadar dünya meşgalelerine dalmış kimselerdir. Dolayısıyla onlar, böyle basit (!) sorunlarla zihinlerini yormayı istemezler. Zihnen ve bedenen tembelleşmişlerdir. Din hakkında pervasız bir tavır içindedirler. Çünkü mevcut sistemin yürürlükte kalması işlerine geldiği için, onlar yeni bir düzenin gerekliliğini zahmet edip düşünemezler bile. Hâk ve batıl nedir, adalet ve zulüm ne anlama gelir, bunlar, onları pek ilgilendirmez.

b) Onlar, mevcut sistemin sayesinde zenginlik ve refah içinde olduklarından, sistemin yıkılmasını asla arzu etmezler. Onlar, peygamberlerin öne sürdükleri düşüncelerin kabul görmesi ve yayılması sonucunda, mevcut sistemin sayesinde elde ettikleri makam ve mevkinin ellerinden alınacağını ve gayri meşru mal ve servetlerine el konulacağını bilirler. İşte bu nedenden ötür&