ZİNCİRİN SON HALKASI: ALMANYA

SIDDIK KAYA

Yaşandığı tarihten günümüze kadar tartışıma konusu olan, Osmanlı Devleti tarafından 1915 yılında ilan edilen Sevk ve İskan Kanun'u yani 1915 olayları bir kere daha tarih sahnesinde gündeme getirilmiştir. Bu defa Ermenilerin soykırıma uğradığı iddiası Koalisyon Hükümeti ve Yeşiller tarafından hazırlanan tasarının 2 Haziran 2016 tarihinde Almanya Federal Parlamentosu tarafından onaylanması neticesinde resmen kabul edilmiştir. Ancak meclis başkanı tarafından konseye götürülecek olan tasarının yasal hali konseyin kararı sonrası netleşecek. Almanya, soykırım iddiasını ortaya atan ilk ülke değildir. Almanya, 25 ülkenin resmen soykırım olarak kabul ettiği meseleyi parlamentosunda onaylayarak zincirin son halkasını oluşturmaktadır. "1915-1916 yıllarında Ermeni ve diğer Hıristiyan azınlıkların soykırımını anma ve hatırlatma" başlığını taşıyan tasarının onaylanma süreci aniden ortaya çıkmamıştır. Tasarı geçtiğimiz dönemde gündeme getirilmiş, fakat o sıralarda AB'nin Türkiye ile mülteciler konusundaki görüşmeleri tasarının ertelenmesine neden olmuştur. Diplomatik nedenlerle ertelenen tasarı Demokrat Birliği ve Yeşiller milletvekilleri ile tekrardan gündeme alınmış ve parlamentoda bir ret ve bir çekimser oya karşılık ezici bir üstünlükle kabul edilmiştir. Kısaca değindiğimiz onaylama sürecinin altında yatan birçok etken bulunup, konunun idrak edilebilmesi için bu etkenleri incelemek gerekmektedir.

Tasarının kabul aşamasına gelene kadar tasarı üzerinde Ermeni diasporasının faaliyetleri, dış politikadaki reel politik durum, AB ile Türkiye ilişkileri, sistem içerisinde Türkiye'nin konumu gibi birçok etken söylenebilir, sayıları da arttırılabilir. Elimizdeki argümanlar üzerinden sırayla gidecek olursak, ilk ele alacağımız etken Ermeni diasporası ve konu ile bağlantısıdır. Nüfus olarak sayıları diğer yabancı uyruklu vatandaşlara kıyasla az olsa da nüfuz etkileri görece daha fazladır. Ermeni lobisinin Almanya üzerideki etkisi neticesinde tasarının onaylanmasında ki süreçte lobinin etkisi somut bir şekilde görülmektedir. Tasarının oylama sürecinde Hıristiyan temsilcinin yanında Ermeni temsilcilerin de parlamentoda yer alması gerçeği gözler önüne sermektedir. Lobinin faaliyetlerinin etkin olması nedeniyle konuyu tamamen lobi temelli açıklamak sağlıklı olmaz. Yukarıda bahsettiğimiz AB ile Türkiye ilişkilerinin konu ile bağlantısına dönecek olursak, mevcut durumda gerek mülteci krizi gerekse Suriye'deki savaş sebebiyle ilişkilerimizin son dönemde hareketlendiği görülmektedir. Türkiye'nin sayıları milyonları geçen Suriye vatandaşlarına sahip çıkması, AB' ye geçişleri açısından yapılan anlaşma Türkiye'yi bu noktada vazgeçilmez kılmaktadır. Ancak ilişkilerdeki güçlü tarafın Türkiye olması AB tarafını rahatsız etmekte ve elini zorlaştırmaktadır. Türkiye için vize serbestisinin görüşüldüğü bugünlerde tasarının gündeme gelmesi ve onaylanması bunun stratejik bir hamle olduğunu göstermektedir. AB ekseninde ilişkiler düşünüldüğünde Almanya tarafının, kamuoyunun da göstermiş olduğu tepkiler neticesinde Türkiye tarafını bu tarz araçlarla zayıflatmaya çalıştığı açıktır. Almanya ile ikili ilişkiler göz önüne alındığında ise, Almanya başbakanı Merkel'in tasarının onaylanması esnasında parlamentoda yer almamasından ve yaptığı ilk açıklamalardan anlaşıldığı üzere bir kere daha ne kadar rasyonel bir lider olduğunu göstermiştir. Bu rasyonelliğin nedeni olarak da şu gösterilebilir; eğer Merkel parlamentodaki yerinde oturup tasarıyı onaylayanlardan olsaydı sonuç daha farklı olabilir, hesaplanmayan neticelere katlanılabilirdi. Neticede Merkel Türkiye-Almanya ilişkilerini geliştirmeye çalışsa da, parlamentonun Türkiye'nin tavrının net olduğu bir konuda gerçekleştirdiği bu hamle ikili ilişkilerin gelişmesinden rahatsız olanların varlığının bir belirtisidir. Tasarının onaylanması neticesinde dikkat edilmesi gereken bir nokta da hiç şüphesiz Rusya faktörüdür. Batı ile olan ilişkilerimizde sıkıntıların yaşandığı dönemlerde Rusya, Türkiye ile olan diplomatik ilişkilerine önem vermektedir. Son günlerde Putin'in yaptığı açıklamalarda görünen normalleşme çabalarının tam da bu döneme denk gelmesi düşündürücüdür. Her ne kadar aradaki bağlantının doğruluğu tespit edilemese de bu konu göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm bu bahsedilen gelişmeler ışığında kısa bir ifade ile söyleyecek olursak, Ermeni meselesi bir kere daha siyasal bir araç olarak Türkiye aleyhine kullanılmıştır.

Sonuç olarak bazı noktalara eğilmek gerekirse, ilk olarak meclisten çıkan kararın uluslararası geçerliliğinin bulunmadığını belirtmekte fayda var. Meclis'ten çıkan kararın BM'nin 9 Aralık 1948 de imzaladığı Soykırım Sözleşmesi'nin muhtevasına uymadığı da görülmektedir. İkinci olarak bu kararın Türkiye-Almanya ilişkilerinde ciddi sorunlara yol açacağı ufukta belirmektedir. Gerek Berlin elçimizin Ankara'ya çağrılması gerekse devletin ileri gelenlerinin yaptığı ilk açıklamalar bunun delilidir. Çözüm olarak yapılması gereken en önemli politika sağladığımız istikrarı korumak, gerekli cevapları vermek ve Türk lobisinin faaliyetlerinin artırılmasını sağlamaktır. Meselenin aydınlanması açısından daha önce de teklif ettiğimiz gibi tarihsel boyutun doğru bir şekilde açıklığa kavuşması en büyük temennimizdir. Atılan bu iftiranın tarihte izinin kalacağı ve asla unutulmayacağı tüm dünyaya gösterilmelidir. Alman parlamentosuna cevap niteliğinde son olarak belirtilmelidir ki -bunu söylemek son derece mühim- tarih siyasetçilerin elleriyle parlamentolarda yazılamaz.