Zariyat suresi Mekke döneminde nazil olmuştur. Zariyat suresi 60 ayeti kerimedir. Zariyat suresinde yaratılmışların içinde irade sahibi olanların imtihanı anlatılmaktadır. Peki Zariyat suresinin okunuşu nasıldır? Zariyat suresinin meali nasıldır? İşte Zariyat suresinin okunuşu ve anlamı...
Hakkında
Mekke döneminde inmiştir. 60 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “ez-zâriyât” kelimesinden almıştır. Zâriyât, esip savuran rüzgârlar demektir. Sûrede başlıca, öldükten sonra hesap için toplanma, inkârcıların ahirette karşılaşacakları azap, mü’minlere verilecek mükâfatlar, Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren kevni deliller konu edilmektedir.
Nuzül
Mushaftaki sıralamada elli birinci, iniş sırasına göre altmış yedinci sûredir. Ahkåf sûresinden sonra, Gaşiye sûresinden önce Mekke’de inmiştir.
Konusu
Sûrenin ana konusu öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, yaratılmışlar içinde irade sahibi olma özelliğini taşıyanların, bir imtihan alanı olan dünya hayatını yaratılış amaçlarına uygun biçimde geçirip geçirmedikleri hususunda sorgulanacakları yargı gününden kaçış bulunmadığını ve bu yargılama sonunda herkesin bu dünyada yapıp ettiğinin olumlu olumsuz sonuçlarını mutlaka göreceğini ortaya koymaktır. Bu konu işlenirken, Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından ve insanlara lutfettiği imkânlardan örnekler, önceki bazı inkârcı toplumların başına gelen felâketlerden kesitler verilmekte; bu arada Hz. Peygamber’in ve onun yolunu izleyen müminlerin dini tebliğ ederken nasıl bir tavır takınmaları gerektiğine ışık tutulmaktadır.
ZARİYAT SURESİNİN OKUNUŞU VE ANLAMI
Zâriyât 1 (Mealleri Karşılaştır): Vez zâriyâti zerven. بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلذَّٰرِيَٰتِ ذَرْوًا (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 2 (Mealleri Karşılaştır): Fel hâmilâti vırken. فَٱلْحَٰمِلَٰتِ وِقْرًا (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 3 (Mealleri Karşılaştır): Fel câriyâti yusren. فَٱلْجَٰرِيَٰتِ يُسْرًا (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 4 (Mealleri Karşılaştır): Fel mukassimâti. فَٱلْمُقَسِّمَٰتِ أَمْرًا (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 5 (Mealleri Karşılaştır): İnnemâ tûadûne le sâdikûn. إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 6 (Mealleri Karşılaştır): Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun). وَإِنَّ ٱلدِّينَ لَوَٰقِعٌ (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
Zâriyât 7 (Mealleri Karşılaştır): Ves semâi zâtil hubuki. وَٱلسَّمَآءِ ذَاتِ ٱلْحُبُكِ (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Zâriyât 8 (Mealleri Karşılaştır): İnnekum le fî kavlin muhtelifin. إِنَّكُمْ لَفِى قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
Zâriyât 9 (Mealleri Karşılaştır): Yû’feku anhu men ufik(ufike). يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ Ondan (Peygamber’den) çevrilen çevrilir.
Zâriyât 10 (Mealleri Karşılaştır): Kutilel harrâsûne. قُتِلَ ٱلْخَرَّٰصُونَ (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
Zâriyât 11 (Mealleri Karşılaştır): Ellezîne hum fî gamretin sâhûne. ٱلَّذِينَ هُمْ فِى غَمْرَةٍ سَاهُونَ (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
Zâriyât 12 (Mealleri Karşılaştır): Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni). يَسْـَٔلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ ٱلدِّينِ “Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.
Zâriyât 13 (Mealleri Karşılaştır): Yevme hum alen nâri yuftenûne. يَوْمَ هُمْ عَلَى ٱلنَّارِ يُفْتَنُونَ (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
Zâriyât 14 (Mealleri Karşılaştır): Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne). ذُوقُوا۟ فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تَسْتَعْجِلُونَ (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
Zâriyât 15 (Mealleri Karşılaştır): İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûnin. إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Zâriyât 16 (Mealleri Karşılaştır): Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne). ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
Zâriyât 17 (Mealleri Karşılaştır): Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne). كَانُوا۟ قَلِيلًا مِّنَ ٱلَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ Geceleri pek az uyurlardı.
Zâriyât 18 (Mealleri Karşılaştır): Ve bil eshârihum yestağfirûne. وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
Zâriyât 19 (Mealleri Karşılaştır): Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi. وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
Zâriyât 20 (Mealleri Karşılaştır): Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne. وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌ لِّلْمُوقِنِينَ (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Zâriyât 21 (Mealleri Karşılaştır): Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne). وَفِىٓ أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
Zâriyât 22 (Mealleri Karşılaştır): Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne). وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
Zâriyât 23 (Mealleri Karşılaştır): Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn(tentıkûne). فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
Zâriyât 24 (Mealleri Karşılaştır): Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne). هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Zâriyât 25 (Mealleri Karşılaştır): İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun munkerûn(munkerûne). إِذْ دَخَلُوا۟ عَلَيْهِ فَقَالُوا۟ سَلَٰمًا ۖ قَالَ سَلَٰمٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
Zâriyât 26 (Mealleri Karşılaştır): Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin. فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
Zâriyât 27 (Mealleri Karşılaştır): Fe karrebehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne). فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
Zâriyât 28 (Mealleri Karşılaştır): Fe evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm(alîmin). فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا۟ لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍ (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
Zâriyât 29 (Mealleri Karşılaştır): Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun. فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
Zâriyât 30 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû kezâliki kâle rabbuk(rabbuki), innehu huvel hakîmul alîmu. قَالُوا۟ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
Zâriyât 31 (Mealleri Karşılaştır): Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne). ۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
Zâriyât 32 (Mealleri Karşılaştır): Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîne. قَالُوٓا۟ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 33 (Mealleri Karşılaştır): Li nursile aleyhim hıcâreten min tînin. لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 34 (Mealleri Karşılaştır): Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne). مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
Zâriyât 35 (Mealleri Karşılaştır): Fe ahrecnâ men kâne fîhâ minel mû’minîn(mû’minîne). فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
Zâriyât 36 (Mealleri Karşılaştır): Fe mâ vecednâ fîhâ gayre beytin minel muslimîn(muslimîne). فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
Zâriyât 37 (Mealleri Karşılaştır): Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme). وَتَرَكْنَا فِيهَآ ءَايَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
Zâriyât 38 (Mealleri Karşılaştır): Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin. وَفِى مُوسَىٰٓ إِذْ أَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
Zâriyât 39 (Mealleri Karşılaştır): Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun. فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
Zâriyât 40 (Mealleri Karşılaştır): Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun). فَأَخَذْنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذْنَٰهُمْ فِى ٱلْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
Zâriyât 41 (Mealleri Karşılaştır): Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme). وَفِى عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلْعَقِيمَ Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
Zâriyât 42 (Mealleri Karşılaştır): Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm (remîmi ). مَا تَذَرُ مِن شَىْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَٱلرَّمِيمِ Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
Zâriyât 43 (Mealleri Karşılaştır): Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin. وَفِى ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا۟ حَتَّىٰ حِينٍ Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.
Zâriyât 44 (Mealleri Karşılaştır): Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne). فَعَتَوْا۟ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
Zâriyât 45 (Mealleri Karşılaştır): Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne. فَمَا ٱسْتَطَٰعُوا۟ مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا۟ مُنتَصِرِينَ Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
Zâriyât 46 (Mealleri Karşılaştır): Ve kavme nûhın min kabl(kablu), inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne). وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًا فَٰسِقِينَ Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
Zâriyât 47 (Mealleri Karşılaştır): Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne). وَٱلسَّمَآءَ بَنَيْنَٰهَا بِأَيْي۟دٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
Zâriyât 48 (Mealleri Karşılaştır): Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne). وَٱلْأَرْضَ فَرَشْنَٰهَا فَنِعْمَ ٱلْمَٰهِدُونَ Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
Zâriyât 49 (Mealleri Karşılaştır): Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne). وَمِن كُلِّ شَىْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Zâriyât 50 (Mealleri Karşılaştır): Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun). فَفِرُّوٓا۟ إِلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Zâriyât 51 (Mealleri Karşılaştır): Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun). وَلَا تَجْعَلُوا۟ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
Zâriyât 52 (Mealleri Karşılaştır): Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn(mecnûnun). كَذَٰلِكَ مَآ أَتَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا۟ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.
Zâriyât 53 (Mealleri Karşılaştır): E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne). أَتَوَاصَوْا۟ بِهِۦ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
Zâriyât 54 (Mealleri Karşılaştır): Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme). فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَآ أَنتَ بِمَلُومٍ Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
Zâriyât 55 (Mealleri Karşılaştır): Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn(mû’minîne). وَذَكِّرْ فَإِنَّ ٱلذِّكْرَىٰ تَنفَعُ ٱلْمُؤْمِنِينَ Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.
Zâriyât 56 (Mealleri Karşılaştır): Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya´budûn(ya´budûni). وَمَا خَلَقْتُ ٱلْجِنَّ وَٱلْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
Zâriyât 57 (Mealleri Karşılaştır): Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni. مَآ أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
Zâriyât 58 (Mealleri Karşılaştır): İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn(metînu). إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
Zâriyât 59 (Mealleri Karşılaştır): Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni. فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَٰبِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
Zâriyât 60 (Mealleri Karşılaştır): Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne). فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن يَوْمِهِمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!