GÜLDALI COŞKUN (ANTALYA)
Mustafa’yı ilk tanıdığımda, kendi köşe yazısının altındaki yorumlarda linç ediliyordu. ''Durun lütfen, bu bir ironi'' diye bahsettiği şey ise sadece yazının başlığıydı. Bir yazar için, ''bu ironiydi'' demenin tuhaflığını bilemezsiniz. Üstelik bir Türkçe öğretmeni için, bu çok daha zordu. 1974 Kayseri doğumlu Mustafa Süs, Balıkesir Edremit’de bir okulda Okul yöneticisi. Çoğu Türkiyeli gibi kendi koşullarını zorlamış ve hayalindeki olmasa da sevdiği bir mesleği icra ediyor. Asıl hayali olan Köşe yazarlığı da yapan Mustafa Süs, keyifle takip ettiğim, dili doğru kullanan güzel bir insan, farkındalığı yüksek bir dost. İlk kitabını, biraz siyaseti ve elbette eğitimi konuştuk, kıymetli eğitimci yazarla...
— Kitabınızın ilginç bir adı var; ‘Yitik Kadınlar’… Nereye yitmiş bu kadınlar; neydi kitabınızda anlatmak istediğiniz?
— Yitik Kadınlar derken anlatmak istediğim herkesin düşündüğünden farklıydı.
Toplumun, değerlerimizin, geleneklerimizin kadına yüklediği bir misyon var. Kadınlarımızın çoğu bu misyonu elinin tersiyle itip kendini yitirdi. Oysa kutsaldı vazifesi. Feministlerin, çağdaşlık adı altında kadınları sömürmeye çalışan zihniyetin boyunduruğuna girdi kadınlarımız. ‘Ben’ duygusunu ön plana çıkardı, biz’den uzaklaştı ve yitti. Adı oradan geliyor.
— Kitabın dilini, Türkçeyi kullanış tarzınızı çok sevdim. Bence okullara önerilmeli, birçok cümle ders kitaplarında örnek olarak verilmeli. Aslında dili doğru yazmak ve okumak da bir çeşit matematiktir ve kitapta bunu çok iyi vermişsiniz. Beyin jimnastiği yaptıran bir kitap… Bir Türkçe öğretmeni olarak sizce, dili kullanırken, anlatmak istediğimizi ifade etmedeki eksiklerimiz veya hatalarımız nelerdir?
— Genelde başkalarının dilini kullanıyoruz, önemli eksiğimiz bu. Özgün olmayı beceremiyoruz. Özgün olacak birikimimiz olmadığından kaynaklanıyor bu durum da. Bir de, aman insanlar alınmasın, aman insanların bizden sıtkı sıyrılmasın, diyoruz ama insanlara hakaret etmekten de geri kalmıyoruz. Hakaret ederken bile başkasının ağzıyla hakaret ediyoruz. Zevahiri kurtarma derdinde olanlar esaslı cümleler yazamıyor maalesef. Bu ben yazıyorum anlamına gelmesin, sadece benim cümlelerim bana özgü demek istiyorum.
— Kitabı eline alan okuyucu, romantik ve sürükleyici bir kitap zannederek eline alıyor ama okumaya başlayınca içinde ne romantizm var ne de öykülerin sonunda okuyucunun hoşuna giden bitişler… Neden okuyucuları ters köşe yaptınız?
— Aslında okuyucuyu ters köşe yapmak gibi ciddi bir niyetim yoktu. Romantik ve duygusallık benim hiç tarzım olmadı. O yüzden okuyucu kitabı okuyunca dudak büktü, ne umduk ne bulduk dediler. Hatta öyküler, okuyucunun hoşuna gidecek şekilde bitmediği için kitabı okuduklarına bile pişman olanlar vardı.
Kitabın içinde entrika arayan bile olmuştu hani şu çok satan entrikalardan.
Benim işim entrika çevirmek, entrika yazmak, vıcık vıcık aşk meşk yazmak değil.
İstersem çok da iyi çok satanlar listesine girebilecek türden vıcık vıcık şeyler yazabilirim, insanları kandırabilirim, insanların hoşuna gidebilirim.
Ben risk aldım, ciddi risk aldım hem de. Kitabım satılmadı mı, hayır satıldı, iyi de okuyucu kitlem var, birkaç defa okuyan, okudukça yeni bir şeyler öğrendim diyenler var, dönüp tekrar tekrar okudum kimi sayfaları diyen de var.
Ben onlara hitap ediyorum zaten.
— Kadınların eğitimi konusunda ne düşünüyorsunuz? Ailede kadının rolü ne olmalıdır?
— Kadınların eğitimi konusu beni aşar, ben kendimi eğitme derdindeyim ama kadınların durumunu gözlemlemek, yanlışlarını tespit etmek gibi bir “gaflet”e düşüyorum. (Gülerek)
Ailede kadına en önemli rolü inancımız vermiş zaten. Kadın çocuğunu bile emzirmek zorunda değildir bizim dinimizde. Ataerkil bir toplumda yaşadığımız için hiçbir kadın (inançsız olan bile), böyle bir şeye tenezzül etmez. Bu da kadını “ana” yapıyor zaten. Kadını kendi haline bıraksalar, dış etkenlere maruz kalmasa kadınlarımız, şu saçma sapan psikologların etkisinden sıyrılmış olsa, bizim geleneklerimiz zaten kadına en önemli değeri vermiştir.
Kocasına hükmetmeyi marifet sanmadıkça kadınlarımız yitmez. Çocukların terbiyesini üstlendiği sürece, çocuklarını değerlerimize, geleneklerimize göre yetiştirdiği sürece kadınlarımız yitmez, ayrıca eğitilmelerine gerek yoktur.
— Kitaptan yavaş yavaş özel hayatınıza ve sosyal hayata doğru bir dönüş yapalım. Özel yaşamınızda fikirleriniz, yargılarınız değişir mi, kalıplaşmış yargılarınız ve fikirleriniz var mı?
— Ana omurgalar dışında değişken fikirlere sahibim tabii ki… Lisede, üniversitede, meslek hayatımda hayata bakış açım aynı olacaksa, Yunus’un dediği gibi; “Bu nice okumaktır.”
Bundan yaklaşık 10 sene önce, eğitimin kalitesini artırabilmek için eğitimin özelleştirilmesini düşünen ben, şimdi elime fırsat geçse çocukları meta aracı olarak gören tüm özel okulları kapatırım, alın size değişime bir örnek.
— Çok kitap okuduğu halde hayata, topluma, olana bitene karşı bakış açısı değişmeyen insanlara karşı aşırı bir tepkiniz var, neden?
— Okumak, eyleme geçirmektir kendini. “Seni eyleme geçirmeyen kitapları niye okursun?” diye düşünüyorum.
Bir insan düşünün, Kayseri’den Mekke’ye gitmek istiyor ve o insanın elindeki kitap:
Mekke’ye gitmek çok önemli lakin, insanlara, insanlığa, mes’ul olduğun kimselere borcunu öde, öyle git yazıyor. Mekke’ye giden insan o kitapta yazılanı hiç düşünmeden yola devam ediyor, o rahatça, konfor içinde ibadetini yapacak ama geride kalan, belki açlıktan ölen insanlar var… Okumak ona bir şey katmıyor.
Bu sadece Mekke’ye gitmek isteyenler için geçerli değil, Kapitalisti de, sosyalisti de, hümanisti de, hepsi aynı… Sadece kendi fikirlerini destekleyen kitaplar okumak insanı tam anlamıyla bağnaz yapmaz mı?
Bir insanda gel-gitler olmaz mı? Nabız gibi, inişler çıkışlar olmaz mı?
Olmuyor, nabzı dümdüz olmuş ölüler gibi yaşıyoruz maalesef.
— Sosyal medyada şu meşhur ‘sabah uyanmaları ve Cuma Hutbesini armağan’ mesajları… Sizi takip edip de bunlara dikkat etmeyen yok sanırım. O sabah uyanmaları ve Cuma Hutbesi mesajlarını size yazdıran ne? Ben şahsen çok eğleniyorum onları okudukça…
— Evet, bir keresinde Cuma günü internetin çekmediği bir yerdeydim, dönünce yığınlarca mesaj gelmiş, “öldün mü yoksa?” diyen bile olmuştu. Hatta, “Ne olur bu hafta da bana Cuma Hutbesini armağan et” diyenler bile var hâla…
Okuyucularım yanlış anlamasın, Hayırlı Cumalar mesajı değil onlar.
Cuma Hutbesini armağan mesajımın çıkış noktası aslında bir fıkra ile başladı:
İstediği kızı alamayan imam, “Bu okuduğum ezan, sevdiğimi bana vermeyen sevdiğimin zalim babasına armağan olsun” demiş.
Ben de gündeme göre, bazen de kendim gündem oluşturmak için, camide okunan hutbeden tamamen bağımsız, hutbe armağan ediyorum, çoğu zaman mizahi bir dille. Tabii tuttu bu, tutunca da insanlar bekliyor, görevim haline geldi neredeyse…
Sabah uyanmaları da, o günkü ruh halime göre insanları sabah sabah gülümsetme amaçlı. Gene bu da gündemle alakalı da olabiliyor bazen…
Kitabımın çıktığı ilk gün de; “Bu sabah, yıllardır hayalini kurduğum ilk kitabı çıkarmanın keyfiyle uyandım” gibi bir şeyler yazmıştım.
— Kitap çıkarmanın zorluklarını çok iyi biliyorum, yeni kitap var mı ufukta? Eğitim camiasından kitap yazmak isteyenler olduğunda, Milli Eğitim Bakanlığı eğitimci/yazarlara destek oluyor mu?
— Kitap çıkarmak zor değil aslında, cebinizde paranız varsa istediğiniz ‘şey’i kitap olarak çıkarabilirsiniz. Yayınevleri ver parayı, al kitabı diyor.
Kitap çıktıktan sonra da, kitabın satılması için sana destek olacakları yerde senin kendi reklamını yapmanı istiyor.
Tabii doğal olarak insan kendi reklamını bir yapar, iki yapar sonra da bıkkınlık verir insanlara…
Ufukta birçok kitap var düzenlenmeyi bekleyen, deneme, şiir, öykü gibi… Üşengeç biri olmasam hepsi çıkardı şimdiye dek. İyi ki üşengeç biriyim diyorum şimdi de, ciddi maddi kaynak ayırmak gerekiyor, bir öğretmen olarak hepsini karşılamak da mümkün değil doğal olarak.
Milli Eğitim kâr amacı gütmeyen ama çok satan bir yayınevi ile anlaşıp, ciddi bir komisyon kurup öğretmenlerin çıkaracağı kitabı inceleyip indirimli bir şekilde kitap bastırabilir aslında. Maddi destek vermesine gerek yok, bir proje ile bu işi yapabilir, hem öğretmenlere destek vermiş olur. Eğitim camiasından daha fazla yazar çıkabilir bu durumda…
— Eğitim ve öğretimdeki yapısal sorunları, sizce nasıl aşabiliriz; öğretmenlerin, eğitimdeki rolü ne olmalı?
— Ben bunu dört ana başlıkta topluyorum: Öğrencilere yaptırımın olmadığı bir sistemde öğretmen sınıfta ders anlatamaz.
Öğretmenlere performans sistemi getirilmeli, iyi iş yapana da, yan gelip yatana da aynı maaşı vermek adil değildir.
Sınavların tamamında “değerler eğitimi ölçütü” de olmalı. Ölçülebilir değil deniyor ama biraz kafa yorulsa olur sanki. Akademik sorularla çok çalışkan öğrencileri üniversiteye taşırsınız ama karakteri düzgün olan öğrenciler açıkta kalır.
Müfredatın değerlerimizle, geleneklerimizle barışık olmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesinde ciddi faydalar var.
Öğretmen, aileden sonra en önemli etkendir eğitimde ve eğitilmelidir, bu bilincin farkında olması için.
— Kitabınızda neden önsöz yok?
Önsöz vardı ama yayınevi gönderdiğim maili görmemiş, hani meşhur matbaa hatası diyelim.
— O zaman o önsözü buraya alalım mı?
Alalım tabii ki:
ÖNSÖZ
Kimi sadece yaşar, yaşantısı söz olur; kimi sözünü söyler, sözü yaşantısı olur.
Söz söylemek, hayatta kalmak demektir, ölsen bile…
“Bir sözümüz olsun, gelecek nesillere kalıcı bir iz bırakalım” düşüncesinden yola çıkarak kaleme aldık bu kitabı. Bir Necip Fazıl olamasak da belki Necip Fazıl’la anılır adımız. Kitabımız tutmasa da Necip Fazıl’ın babası derler, oğlumdan mülhem…
Alışılagelmiş “öykü” anlayışının dışına çıktık. Hatta kimi öykülerimiz “deneme”, “şiir” tadında.
Öykülerimizin içinde yaşayan kimi insanlar, öykülerden sonra yaşamaya başladı; hayatta iken herhangi bir insandan mülhem değildi kahramanlarımız.
“Öyle bir söz söyleyeyim ki, söylediğim söz kendime rehber olsun” düsturuyla yola çıkan ben, kendime çekidüzen verme yolunda ilerlemeye çalıştım.
Bu kitap da, herkesten önce bana rehber olacak kanaatindeyim.
Bu kitabı yayına vermem konusunda beni motive eden tüm dostlara, yazdıklarıma ilham olan değil de, yazdıklarımdan ilham alan herkese...
Yazdığım her yazıya mutlaka olumsuz bir eleştiri getirip, hayatta kalabilmem için yazı yazmanın ne kadar önemli olduğunu bana öğreten, Kardeşim Eşref Şimşek’e...
İçerik ve imla konusunda gecesini gündüzüne katıp iğneyle kuyu kazar gibi inceden inceye çalışarak katkıda bulunan değerli öğrencim/hocam Muhammet Burkucu’ya...
Beni doğuran anama, Güz’üme, beni yeniden doğuran NeFeS’ime...
Ve her baktığımda ruhumun aksini paramparça eden Aynalara ithaf ediyorum…