Yeni dönemin ruhu ve ilah\u00ee şi\u0307arlarımızı güçlendi\u0307rmek

Dr. YUNUS ÇOLAKOĞLU

'Eski hal muhal. Ya yeni hal, ya izmihlal.'

Bediüzzaman Saidi NURSİ

DEĞER ÜRETEN YAKLAŞIM

Yaşadığımız darbe süreci ve sonrasında şekillenen siyasal ve toplumsal atmosfer, birey toplum ilişkilerini, sivil toplum (cemaat, cemiyet, tarikat, vakıf, dernek, siyasi parti, sendika.. vs.) devlet ilişkilerinin başka bir zeminde ve mihvalde şekillenmesine vesile olacaktır. Yaşanan travmanın şiddeti fert ve toplum hayatımızda ağır izler ve tereddütler bırakacaktır. Bir acı vakıa olarak bize ait bir çok değerin eskisinden daha fazla yıpratıldığı ve İslami sivil toplumun tüm bileşenleri ile potansiyel tehtit olarak sunulmaya çalışıldığı bir süreç yaşıyoruz. Yerine göre cemaat, yerine göre cemiyet, vakıf, dernek ve sivil toplumun değişik versiyonları ile içerde/dışarda faaliyet gösteren ve istismarda sınır tanımayan malum hastalıklı yapının şahsında, bilinçli/bilinçsiz bir menfi psikolojinin ve propagandanın varlığı inkar edilemez. Bu psikolojinin varlığı, toplumu ıslah etmeyi gaye edinen, ilahi kelimetullah ve ahkamın, nebevi davetin kitlelere ulaşması için gayret sarfeden samimi müslümanların mücadelelerinden vazgeçmesini asla gerektirmez. Bu meyandaki sorumluluklarımızı terketmeyi ve ertlemeyi icbar etmez. Bu noktadaki bir zihniyet değişiminin bireyselleşme ve sekülerleşme illetini daha da yaygınlaştıracağı ve darbeye karşı gösterilen direniş ruhu ile tamamen zıt olduğu açıktır.

Bu mel'un girişime ilk saatlerden itibaren sokaklara ve meydanlara inerek tepki gösteren bir çok İslami hassasiyeti olan yapının hedef haline getirilerek, eski devlet refleksinin canladırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Şehitlerin kanı ile elde de edilen bu zaferi, bize ait olan değerlerimizi daha güçlü ve samimi bir şekilde savunarak koruyabilir, gelecek nesillere ve tüm ümmete misal teşkil eden bu İslami ve ahlaki muhalefet tarzını muhkem hale getirmeliyiz. İslami sivil toplumun ADALET, EMANET, EHLİYET, LİYAKAT ve SADAKAT söylemini daha samimi ve ameli bir şekilde savunması gerekiyor. Yaşatılmaya çalışılan güven probleminin çözülmesi için samimi olarak daha fazla gayret gösterilmesi gerekiyor. Medeniyetimize ait değerlerin yozlaştığı ve sembolik bir anlam ifade etiği tarihsel süreçlerde, tüm toplumun maruz kalacağı bir fitne ve fesad hali kaçınılmazdır. Zulüm ve ifsad, tarihin hiçbir döneminde icracılarıyla sınırlı kalmamıştır. "Öyle bir fitneden sakının ki içinizden yanlızca zulmedenlere isabet etmez (umuma sirayet eder). Bilin ki Allah'ın cezası pek şiddetli olandır. Enfal-25". Zikredilen değerleri güçlendirmek ve geliştirmek, hayırda yarışan İslami sivil toplumun ve misyonun ana hedefi olmalıdır. Bir insanın hidayetine vesile olmanın Nebi (S.A.S)'in beyanı ile yer ile gök arasındaki herşeyden daha değerli olduğu gerçeğini unutmadan, insanı merkeze alan bir yaklaşım esas alınmalıdır. Ferdi silikleştirip her şartta mutlak itaate zorlayan ve bireysel kabiliyetlerini kısırlaştırıp körelten bir anlayıştan, kişiye şahsiyet ve karakter kesbeden bir düşünce ve akletme becerisi, derin bir tefekkür çabası inşa ve ihyayı gaye edinen bir nesil çıkmaz. Ümmet aidiyetinin diğer bütün aidiyetlerin üstünde olduğunu ve mukayesenin bir mü'min için zül telakki edilmesi gerektiğini unutmamalıyız. Tekasür krizleri ve kemiyet hesapları içerisinde hayatın her alanında var olmak, söz söylemek gibi ayrıştırıcı, hizipçi, dışa kapalı bir anlayışın, ümmetin vahdetine ve birlikte sorumlulukları üstlenmeye engel olacağı muhakkaktır. Tek bir İslami yapının hayatın tüm alanlarında çalışmak ve organize olmak gibi ne bir mecburiyeti nede imkanı vardır. Ortak akıl ve muhakeme, İslami ve insani tesanüd, ilahi rıza, hikmet, tearüf ve irfan, istişare ve meşveret, şeffaflık ve hesapverilebilirlik, toplum yararı ve maslahatı, ümmet bilinci gibi kavramları geldiğimiz noktada asli manasına tevdi edip zenginleştirmeli ve emri bil maruf neyhi anil münker mesuliyetimizi daha samimi bir şekilde dillendirmeliyiz.

BAHSEDİLEN MAKAMLAR VE KİRLETİLEN ADALET DUYGUSU

Devletin stratejik kurum/kuruluşlarında (ordunun kurmay ekibi ve subay şeması, emniyet, eğitim ve MİT bürokrasisi, mülkiye, maliye, adliye, üniversiteler ve dışişleri bürokrasisi, TÜBİTAK, TİB, GATA, Adli Tıp Kurumu v.s) halkın sosyolojik dağılımına aykırı ve toplumdaki temsiliyetine zıd olarak, %1-2'lik bir kesim, bazen %100'e varan oranlarda adaletsiz bir şekilde yerleşti. Bu darbe tevessülüne zemin hazırlayan ve kolaylaştıran en önemli faktördür. Bu güç zehirlenmesi ve özgüven, bu yapıya mensup kişilerin gözünde halkın güçlü tercihi ile devletin en üst makamlarına seçilen Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın bir memur gibi algılanmasına neden olmuştur. Bu aymazlık ve güç devşirilmesi, hukukun tüm muhalif kesimler üzerinde bir silah olarak kullanılmasına ve bir sürecin başlamasına aracılık etmiştir. İşgal edilen makamlar, verilen görevler ehliyet ve liyakat usulüne göre belirlenmeyince, sahte taltifler ve terfiler ile FETO yapılanmasına mensup 35 yaşında profesör, 40 yaşında generaller üretildi ve sonuç, başarı hikayesi olarak pazarlanmaya başlandı. Bu görevlerde bulunanlar, bu mevkileri halka ait olan emanetler ve müesseseler olarak görmedi. Hukuk, bu yapı mensubu sözüm ona hukukcular tarafından halkın sığınacağı liman olarak değil, dahil oldukları gayri meşru yapının bir hediyesi ve fethedilmiş kalesi olarak algılandı. Bu da millete ve hukuka sadakati değil, örgüte mutlak teslimiyeti ve sorgusuz itaati getirdi.

Örgüt elemanları teknolojinin tüm profesyonel kullanım gerektiren araçlarını kullanarak suç delili ürettiler. Ceberrut askeri ve sivil Kemalist bürokrasinin millete yaşattığı acı hafızayı ve 28 Şubat sürecinin mezalimlerini kendi iletişim araçları ile profesyonelce kullandılar. Bu süreçte palazlanan malum yapı, ordudaki darbe heveslisi yapıların girdiği hukuksuzlukları bertaraf etme adına Balyoz ve Ergenekon davalarını sulandırdı. Ordunun kurmay ekibinde yaptığı kitlesel tutuklamalar neticesinde, tasfiye edilen kişilerin yerine kendi militanlarını yerleştirdi. Bir çok siyasi davada uzun tutukluluk süreleri (4-5 yıl), isnad edilen suçlarla orantısız hapis cezaları (bayan sivil memura generaller ile aynı şekilde 16 yıl ceza, hapishanede kansere yakalanan ve 80 kilodan 40 kiloya düştüğü halde ölümüne 5 gün kalana kadar tahliye edilmeyen Kuddusi Okkır olayı vs.) gibi bir çok meselede İslami kesimin o dönem yürütülen algı operasyonlarına kapıldığı ve meseleye yılların getirdiği mağduriyet ve öç alma duygusu ile yaklaştığını kabul etmek zorundayız.

HER KOŞULDA ADALET

Toplum, devlet ve ümmet olarak zor bir süreçten geçtiğimiz muhakkaktır. Her koşulda adil olma ve Allah için hakkı ayakta tutma mükellefiyetimizi bazen bir kenara bıraktığımızı, bugün bahanelere sığınmadan itiraf etmek zorundayız. Adil şahidliği anne babamıza, aşiretimize, ticari ilişkilerimize karşı da olsa titizlikle savunmak zorunda olduğumuz gibi, sevdiğimiz liderlere, mensub olduğumuz cemaat, cemiyet tarikat, dernek, vakıf, parti, siyasal hareketler vb. gibi yapılara karşı da olsa korumanın farz olduğunu ve bu konuda defaatle uyarıldığımızı bilmek zorundayız (Maide/8, Nisa/135). Yitirdiğimiz ve yozlaştırdığımız her değer ve ilahi şiar, toplum ve ümmet olarak bize kendisini aynel yaku00een acı bir şekilde hatırlatıyor. Emrolunduğu gibi dosdoğru olmayınca insan, eğri yollardan gayrimeşru şekilde, kendisince kutsallık atfettiği hedeflere yürümeye kalkıştığında, bir 'seçilmişlik paranoyası'na kapılarak gerçek hayattan kopuk, şizofrenik, psikolojik ve sosyal bir probleme dönüşüyor. Bu da beraberinde merhametsizliği ve zalimliği getiriyor. Ve sonunda, kaderin adaleti ve Fıtratullahın ve Sünnetullahın tecellisi ile yığılıp yerinde kalması farz oluyor.

Adalet, mazlumun hukukundan zerre kadar taviz vermeden, zalime hak ettiği cezayı işlediği fiile karşı kinle değil, hukukla vermektir. Bugün yaşadığımız bu süreçte de toptan bir mağduriyet edebiyatına karşı ihtiyatlı yaklaşarak ve toplumun tümüne bir şekilde zarar veren bu necis yapı ile mücadele etmek devletin üzerinde mutlak bir hak ve yükümlülüktür. Bu doğrultuda, ilahi ve evrensel beşeri hukuktaki suçun şahsiliği ilkesinden hareketle, zaafiyet içeren yaklaşımlara karşı dikkatli olarak, sürekli ve azami adalet şiarımızı ve duruşumuzu korumak zorundayız. Çünkü; "Gökler ve yer adaletle ayakta durur." Hz. Muhammed (S.A.S)