Hazırlayan: Dr. Mehmet Sılay
Urfa'nın kurtuluşu ile Avrupa'da İkinci Haçlı Seferi başlatıldı. Anadolu üzerinden Suriye ve Filistin'e akan yüz binlik Haçlı orduları arka arkaya mağlubiyete uğramaya başladılar. Anadolu'ya giren Haçlılar, Konya Selçuklu Sultanı, Birinci Kılıçarslan'ın oğlu ve İkinci Kılıçarslan'ın babası Sultan Mesut tarafından imha edilerek Suriye'ye inmeleri engelleniyordu. Şam' kadar ulaşan Şövalye birlikleri ise Nureddin Mahmut Zengi tarafından geri püskürtülüyordu. 1149 tarihinde İkinci Haçlı seferi sona erdi. Hatta Ortadoğu'yu işgal eden Haçlılar için sonun başlangıcı oldu. Toparlanan Müslümanlar kendi içinden-evlatları arasından yüksek vasıflı hükümdar, komutan ve Allah dostu İslam önderleri çıkardılar.
Eyyubilerin tarih sahnesine çıkışı
Eyyubi Ailesini ilk defa tarih sahnesinde 1144 Urfa kuşatmasında Atabek İmaduddin Zengi'nin yanında görüyoruz. Anonim Süryani Tarihinde tespit edildiği gibi, Urfa'yı kuşatan ve kurtaran ordunun içinde Şehrizor ve Erbil Emiri Zeyneddin Küçük, Siverek Hakimi Ebu İsa, Ergani Emiri Ebu Ali, Menbic Emiri Hasan bin Gümüştekin, Selçukluların eski Tikrit Valisi Şadi-i Kürdinin oğulları Esedüddin Şirkuh ve Necmeddin Eyyub, nihayet Halepten gelen Arap ve Kürt aşiretleri şehrin muhasarasını tamamladılar. Urfa kurtuluşu sırasında Selahaddin henüz altı yaşındaydı. Babası diplomat olarak Baalbek Valisi amcası da Selçuklu komutanlarının önde gelenlerindeydi.
Selahaddin Eyyubi'yi araştıranlar önce Atabek Nureddin Mahmut Zengi'yi tanımanın şart olduğunu görürler. İki Önder bir elmanın iki yarısı kadar birbirlerine benzer. Birikimleri idealleri, hedefleri ve inançlarıyla ancak bu kadar benzeşebilir. Nureddin Mahmud'u tanımadan Selahaddini anlayamayız.
Nureddin Mahmut, keşfedip İslam tarihine kazandırdığı Selahaddin'den yirmi yaş daha büyük. 1118 Musul doğumlu. Aksunguroğlu İmadüddin Zengin'in büyük oğlu. İyi bir Medrese eğitimi görmüş. İslam terbiyesiyle yetiştirilmiş. Hayatını Kur'an ilkelerine göre düzenlemiş. Babasının yanında Haçlılara karşı savunma ve hücum savaşlarına katılmış. Sevk ve yönetimde tecrübelerini geliştirerek mahir bir komutan olmuş. 1146'da babası İmadüddin şehit edilince dünyadaki feodal geleneklere uygun olarak ülke yönetimi kardeşler arasında paylaşıldı. Musul kardeşi Seyfeddin Gazi'ye, Halep ve çevresi de Nureddin Mahmud'a bırakılmış. Kardeşi Kudbeddin Mevdud ile İkinci haçlı seferine karşı çarpışırken bütün Müslümanları birleştirmek için çalıştılar.
Baalbek'e Necmeddin Eyyub yıllarca vali olarak hizmet verdi. 1154 yılında aldığı Şam şehrine de Selahaddin'in amcası Esediddün Şirkoh'u vali atadı. Selahaddin Yusuf, Nureddin Mahmud'un başkent Şam şehrinde kurduğu Nuriye Medresesinin Darul Hadis bölümünden mezun oldu. Hükümdar Nureddin kardeşleri arasında Selahaddin'e özel önem verirdi. Divanda devlet yönetimi konuşulurken hazır bulunur, hükümdar Nureddin bir harp sporu olan Çevgan ve av partilerinde mutlaka Selahaddini yanında götürür ve onu yetiştirmeye çalışırdı.
Nureddin Mahlutla Selahaddin Eyyubi, ikisi de Devlet adamlığından önce ilim erbabıydı. İkisi de hafızdı. Tefsir ve Hadis alimiydi. Ulumi diniyyenin bütün dallarına vakıftı, cesur ve cengaverdi. Genç Selahaddin'in hayran olduğu Nureddin Mahmud'un hayatında üç ideali vardı: Önce Dünya İslam Birliği, sonra Haçlıların masum kanı dökerek hunharca işgal ettiği İslamın ilk kıblesi olan Kudüs-ü Şerifi kurtarmak ve nihayet Resulullahın mübarek dudaklarında dökülen "Letüftehannel Konstantiniyye..." hadisinden güç alarak mücadele edip, İstanbul'u İslama kazandırmaktı.
Selahaddin'in Kimliği ve Tarihi Rolü
Tarih sosyologu İbn-i Haldun Mukaddimenin ikinci cildinde Sultan Selahaddin'in on sekiz nesil evveline kadar uzanıyor. Selahaddin ilk defa yirmi altı yaşında tarih sahnesine çıktı. Amcası Şirkoh komutasındaki orduyla 1164 yılında Mısırdaki ihtilafı ve Kudüs Haçlı Krallığının yayılmasını önledi. Mısır seferiyle Selahaddin, harp pratiği ve kurmay inisiyatifiyle kendini kanıtladı.
Hükümdar Nureddin Mahmut Mısır dönüşü orduyu Şam'da törenle karşıladı. Onları kutladı ve mükafatlandırdı. Selahaddin'e Şam Şıhnesi görevi verildi. Bu şehrin emniyet müdürlüğüydü yahut askeri valilikti. Selahaddin kısa zamanda adi suçların kökünü kazıdı, hırsızlıkları önledi ve başkent Şam huzura kavuştu. İkinci Mısır seferi 1167, üçüncü ve sonuncusu ise 1169'da gerçekleşti. İki ay sonra amcası Şirkohun vefatıyla Selahaddin tam yedi yıl Mısır Fatımi halifesinin veziri ve 1174 vefatına kadar Hükümdar Nureddin'in sadık Mısır vekili-naibi olarak Kahire'de kaldı.
Sultan Selahaddin büyük iman ve ideal sahibiydi, kalender meşrepti, dünya malına metelik vermezdi. Sakin ve mütevaziydi. Meclisinde bulunanlar bir hükümdarın huzurunda bulunduklarını unuturlardı. Haçlılara karşı malı ve canıyla cihat ederek yaşadı. Ümmetin çocuklarını öz evlatlarından daha çok korudu ve gözetti.
Selahaddin'in Hayatı
1138 Irak'ın Tikrit şehrinde dünyaya geldi. Babası Tikrit Valisi Kürt Şadi, nam-ı diğer -Şadi-i Kürdi- Annesi Harim emiri Şahabettin Tokuş'un kız kardeşi Mesude Hatun. Çocukluğu önce Musul sonra da babasının vali olarak görev yaptığı Lübnan arazisi içinde bulunan Baalbek'te geçti. Urfa, Haçlılardan 45 yıl sonra geri alındığında altı yaşındaydı. Babası iyi bir diplomat amcası Esedüddin Şirkoh da Hükümdar Nureddin Mahmut Zengi'nin ordu komutanıydı. Şam Nuriye medresesi Darul Hadis mezunudur. Savunma ve saldırı sporlarını amcasından öğrendi.
Haçlı seferlerine karşı Müslümanların verdiği mücadelenin altın çağı Sultan Selahaddin'le yaşanmıştır. Komutalığı, teşkilatçılığı, kültür ve medeniyete katkılarıyla Selahaddin dünya çapında bir şahsiyet olarak Tarihteki yerini almıştır. Maceraperest ve sergerde diyen enstitülere karşı tarafsız Batı Tarihçileri Selahaddin'den "İslamın en saf kahramanı!" diye övgüyle bahseder. Selahaddin bir ilim adamıdır, bir akademisyendir. Şam Üniversitesi-Medresesinde çağın büyük ilim adamlarından dersler almış. Yıllarca felsefe, sosyoloji, mantık, Tarih, İslam Hukuku, Tefsir ve Hadis okumuş. Şam Darul Hadisinden icazet almış.
Sultan Selahaddin ileriki yıllarda ilim adamlarını koruyup gözetmiş, yönetimde onları danışman olarak değerlendirmiş ve yanından hiç ayırmamıştır. Şeyhuşşuyuh Sadreddin, Kadı fadıl, Şeddad ve İbnul Esir bunlardan birkaçıdır. Diplomasiyi ve askerlik sanatını örnek aldığı Hükümdar Nureddin Mahmut Zengi'den, savaşlarda manevra ve strateji pratiğini de ordu komutanı amcası Esedüddin Şirkoh'tan öğrendi. İlmi sohbet ve müşaverelere katılmasından memnun olan Sultan Nureddin Mahmut, yetiştirdiği Selahaddini gelecekte İslamın yıldızı olarak görüyordu.
Tarihi Vizyonu ve Fonksiyonu
Selahaddin döneminde İslam dünyasında -Kahire ve Bağdat- iki hilafet merkezi vardı. İslam dünyası iki başlıydı. Ortadoğu'da emirlikler, atabeyler ve sultanlarıyla otuz üç adet devlet ve yarı bağımsız İslam devletleri vardı. Bu parçalanma Kudüs haçlı Krallığının ömrünü uzatıyor ve bölgedeki egemenliğini kolaylaştırıyordu. Ayrıca Hama civarındaki kalede Hasan Sabbah'ın müridanı, Haçlılarla kolayca işbirliğine giren Müslüman Devlet adamları ve ilim adamlarına suikast düzenleyen Şeyhulcebel Sinan bir sosyal tehlike olarak duruyordu. Sultan Selahaddin 1183 yılında topladığı devlet adamları, halife ve ilim adamlarıyla anlaşmaya vardı. Bağdat'tan gelen Abbasi halifesi dahil devlet adamlarıyla Başkentte kapsamlı toplantılar üst üste yapıldı. Anlaşma metni "Şam Deklarasyonu" olarak yayınlandı. İslam Birliği teorik planda kuruldu. Haçlı tehlikesine karşı Selahaddin'in emrine asker ve lojistik destek vermeye karar verdiler. Musul'da Selahaddin adına para basıldı. Otuz üç İslam devletini bir bayrak ve inanç altında birleştirdi.
İsra ve Mirac mucizesinin yaşandığı Kudüs için, Selahaddin "Ya Kudüs'ü kurtarırım ya da bu uğurda canımı feda ederim!" diyordu. Kudüs özgürlüğüne kavuşana kadar yüzü hiç gülmedi. Şam Deklarasyonundan sadece dört yıl sonra,1187 yazında Erbil emir Muzafferuddin Gökbörü ve Mardin Artukluları tarafından desteklenen İslam ordusuyla bizzat Kralın yönettiği Kudüs Haçlı ordusu arasında Taberiya gölü kıyısında yapılan HITTİN savaşıyla Ortadoğunun kaderi değişti. Müslümanlar çok ganimet ve esir aldılar. Hıttın savaşında Kudüs Haçlı Kralı Guy ve şöhretli şövalyeler esir alındı. Sultan Selahaddin Krala misafir gibi davrandı. Müslümanların bir asırdan beri nefes alamadığı, Haçlı işgali altındaki Akdeniz sahillerindeki şehirlerden Sur hariç bütün limanlar Haçlılardan temizlendi. İki ay sonra da Hz. Ömerin emaneti olan Kudüs, kimsenin burnu dahi kanamadan yeniden asli sahiplerine kavuştu. 1187 de Kudüs Kırallığı'nın yıkılışıyla Müslüman Şark dünyası Şarkın en sevgili Sultanı Selahaddin sayesinde, bir asırdır zedelenen izzetine kavuştu, onurunu yüceltti.
Üçüncü Haçlı Seferi
Kudüs'ün Müslümanlar tarafından geri alındığı haberi Avrupa'da korku ve öfkeye sebep oldu. Hıttin mağlubiyetinden sonra Sultan Selahaddin'in merhametiyle Avrupa'ya dönebilen şövalyelerin anlattıkları Selahaddin Korkusunu Katoliklerin yüreklerine yerleştirdi. Vatikanda Papa Üçüncü Urbanus üzüntüden öldü. Yerine geçen Papa Gregoryus Krallara yazdığı mektuplarla çok güçlü bir haçlı seferine çağırdı. Gregoryus da aynı yıl ölünce Üçüncü Klemens Papa seçildi. Krallara taç giydiren Papa Klemens dini otoritesiyle İngiltere ile Fransa arasındaki savaşı sona erdirdi. Avrupa devletleri arasındaki çatışmaları durdurdu ve hedef olarak Selahaddini gösterdi.
Tam iki yıl Avrupanın genelinde seferberlik hazırlığı yapıldı. Artık silahlanan sivil fanatik gönüllüler değil, Başında Kralların bulunduğu Milli ordular Kudüs ve Müslümanlar üzerine yürüyüşe geçtiler. Alman imparatoru Frederik Barbarossa yüz binlik güçlü bir orduyla 1189 ilkbaharında Fransız ve İngiliz Krallarını beklemeden mağrurane, karayoluyla balkanları aştı. Alman Kralı, şövalye birlikleri, koruma alayları geceyi gündüze katarak Trakya'ya kadar geldiler. Yolu kısaltmak istiyorlardı, Gelibolu dan Lapseki'ye Bizans kadırgalarıyla geçtiler.
Frederik Barbarossa aynı zamanda psikolojik savaşı da başlatmıştı. Şam'a bir elçi gönderdi. Kudüs başta olmak üzere Müslümanların bütün kazanımlarını istiyordu ve bunları yerine getirmezsen ordumla üzerine geliyorum, diyerek diplomatik üslubu aşan ültimatom veriyordu. Selahaddin elçiyi ağırladı ve ona iletmesi için bir mektup verdi. Devlet Başkanları Hukukunu bilen Selahaddin, onur güven, izzet ve nezaket dolu üslubuyla İmparatora cevap verdi.
" Ey İmparator! Elimdek Haçlı esirleri serbest bırakırım. haçlılara ait bütün manastırlar da sizindir. Bütün haçlılar ve yerli Hıristiyanlar da Kudüs'te ve Filistin'deki ziyaretgahlarda ibadet edebilirler. Bunlar dışında bir şey verilmeyecektir. Bunları kabul etmediğiniz takdirde sizi dağlarda, sahillerde ve meydanlarda savaşa hazır olarak bekliyorum."
Selahaddin'e Konya'daki Kılıçarslan'dan yürek ferahlatan bir mektup daha geldi. "Sultan Selahaddine! İnşallah Alman ordusuna Anadolu üzerinden Filistin'e geçiş imkanı vermeyeceğim. İlk Kıblemiz Kudüs-ü şerifi tekrar Haçlılara çiğnetmeyeceğim.!"diyordu. Selahaddin buna şükran duygularını bildirdi. Fakat Alman ordusuyla Selçuklu kuvvetleri arasında mukayese edilemeyecek oranda bir güç dengesi vardı.
İkinci Kılıçarslan sözünde durdu. Anadolu'da ilerleyen Alman ordusuna her stratejik noktalarda, dar geçitlerde, yamaçlarda hücuma geçiyor, vur-kaç çatışmalarıyla ve oğuz okçularının taciz saldırılarıyla büyük kayıplar verdiriyordu. Geride kalan ve yiyecek aramak için dağılan gurupları Selçuklular imha ediyor veya esir alıyorlardı.
Kılçarslan'la Alman ordusu arasında Akşehir girişinde yapılan savaşta Almanlar büyük kayıplar verdiler. Fakat çok kalabalık ordu Konya'ya vardı. Açlık, susuzlu ve yol yorgunluğu Almanları perişan etmişti. Ancak 17 Mayıs 1190 Kılıçarslan'ın oğlu Melikşah'ın direnişini çok kayıplar vererek kırıp Konya'ya girdiler. Kılıçarslan ailesi, koruma birliği ve saray erkanıyla mecburen dağlara çekildi. İmparator Konya'da dinlenirken Kılıçarslan'a bir mektup gönderdi, "Sultan, biz senin memleketini işgal için gelmedik. Gayemiz Kudüs'e gitmektir!"
Kılıçarslan bu mektuba Almanların artçı birlikleri üzerine yaptığı baskınla cevap verdi. Çünkü Kılıçarslan'ın da gayesi Alman ordusunu Kudüs ve Kudüs fatihi Sultan Selahaddin üzerine göndermemekti. Kilikya'ya kadar Selçuklu birlikleri Alman ordusunun peşini bırakmadı. Almanların erzak ve silah taşıyan birliklerle artçı garnizonu kırıp geçirdiler. 10 Haziran 1190 günü Silifke- Göksu ırmağından geçerken İmparator Frederik Barbarossa suya kapılıp boğuldu. Cesedi sudan çıkardılar ancak görenler şok ve şaşkınlık yaşadılar. Bunu felaket olarak değerlendiren asilzadeler geri dönmeye karar verdiler. Yas tuttular ve daha Silifke'ye ulaşmadan atlarının yönünü geri çevirdiler. Müslümanlar sevindiler, Allahın yardımıyla bir beladan kurtuluyorlardı. Haber Kılıçarslan'dan Şam'a ulaştığı zaman, Selahaddin şükür namazı kıldı ve avuçlarını açarak Allaha hamd etti.
Eğer Alman İmparatoru aynı haşmet ve gururla Anadolu'yu aşıp, Suriye ve Filistin'e varabilseydi omuz üstünde baş bırakmayacaklardı. Tarihçilerin bugün Endülüs İslam medeniyeti için söyledikleri "Bir zamanlar Suriye ve Mısır'da Müslümanlar da yaşamıştı" diye yazacaklardı. İmparatorun oğlu Frederik Von Şvaben, şövalye birlikleriyle, Kilikya Ermenilerinden de yardım alarak yola devam etti.
İngiliz Kıralı Aslan Yürekli Rişar ile Fransız Kıralı Filip Ogust Milli donanmalarıyla Akdeniz'i aşıp Sur Limanına ulaşmış ve askerleri karaya çıkarmışlar. İki ordu birden yola çıkmış, Selahaddin'in bütün engellemelerine rağmen güneyde Akka kalesini kuşatmışlar. Sicilya, Danimarka ve Hollanda donamaları da takviye yardıma gelmişlerdi. Deniz görülmeyecek kadar Haçlı savaş gemileriyle dolmuş. Denizde ve karada ordu ve silah üstünlüğü tartışmasız haçlılardaydı. İçinde az sayıda Müslümanların bulunduğu Akka kalesi denizden ve karadan Haçlılar tarafından kuşatılmış. Kazdıkları geniş hendekler içinde de Haçlılar Selahaddin komutasındaki Müslüman ordusu tarafından kuşatılmıştı.