HAŞMET BABAOĞLU: TÜRKİYE'Yİ KİM YÖNETECEK? Türkiye için 2002-2013 dönemi kapandı. Malum, demokrasinin sosyal zemini ile siyasetin tepesi arasındaki mesafe bir türlü kapanmamıştı. Millet oy veriyor, "aile"den seçkinler siyaset yapıyordu. Bu yapı DP ve ANAP iktidarlarında dahi bozulamamıştı. Ne zaman Anadolu'nun sözü Ankara'da geçmeye başlasa, ya darbe olmuş ya da ortalık karışmış, iktidarlar tepe taklak olmuştu. Cumhuriyetin kuruluşundan 79 yıl sonra gelen AK Parti'nin iktidarı ve bürokratik vesayetin ağır ağır tasfiyesi bu bakımdan tarihi bir dönemeçtir. Şimdi yeni bir tarihi dönemece yaklaşıyoruz.
***
Cumhurbaşkanlığı seçimi yeni dönemin karakterini belirleyecek esas seçimdir. Üstelik ulusal olduğu kadar uluslararası karakter taşıyan bir seçim olacaktır. Soru şu... Bir kapının eşiğine kadar geldin, açacak mısın, oraya yığılıp kalacak mısın, yoksa geri mi döneceksin? Başbakan Erdoğankapıyı daha fazla gecikmeden açmak istiyor. Ne o kapı? "Türkiye'yi Türkiye yönetir" kapısı. İşte bu yüzden birdenbire sağlı sollu birçok farklı kesimin Erdoğan'a karşı ittifak oluşturmaya başlamasına hiç şaşırmıyorum. Çünkü "Türkiye halka uzak fakat halkçı seçkinlerin ülkesi olmayı sürdürmeli" diyenlerle "Türkiye Ortadoğu'da İsrail'le aynı stratejik hedefleri paylaşmalı" diyenleri el ele tutuşturan şey bu eşiğe gelmiş olmamızdır. Peki ne yapmalı? Güncel ve sıcak gelişmelere bakıp heyecana kapılmamalı!
Olup bitenleri anlamak için belki de içerden çok dışarıdaki gelişmelere bakmak daha zihin açıcı olacaktır.
ŞEREF OĞUZ: OKYANUS ÖTESİNDEN... Vasat ülkeler liginden çıkıp büyük devlet olmaya karar vermiş, yetmemiş gibi bunu dünyaya haykırmışsan, başının belaya sokulması, rakiplerin için kabul edilir olmasa da anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılmaz olan, bu belaların içindekilere yaptırılmasıdır. İran'ın Batı ile anlaştığı gün, içimizden bazıları bu gelişmeyi "tehlikeli" bulmuştu. Zira Batı'daki 7, Doğu'daki 37 milyar $'ı serbest kalacak İran'ın, büyümemize olumlu katkısı, onlara göre "tehlike" idi. Zira daha hızlı büyüme, iç ve dış muhalefetin işine gelmiyordu. Yalnızca Kuzey Irak'ta 2020'de yıllık 108 milyar $'lık petrol geliri, bölgesel güç olma projemize hizmet edecek unsurlardan biri... Enerji koridoru, kural koyucu ülke gibi tehlikeler (!) bir şekilde bertaraf edilmeliydi. Yaşlanan ve yavaşlayan AB'nin Gümrük Birliği, vize ve üyelik süreci dahil yaptıkları, büyük oyuncuya küçük çelmelerin ifadesi adeta... Şimdiye dek kurala uyagelmiş, büyük ihaleleri daima küresel oligarşiye ve yerli işbirlikçilerine vermiş Türkiye, bu defa farklı davranıyor, dinamik, yurtsever girişimcileri devreye alıyor. Olacak şey mi? Peki, okyanus ötesi? Halkbank'a yapılan bunun somut göstergesi... ABD'nin neocon'ları öteden beri halkın bankasının petrol ve İran dahil, farklı alanlardaki faaliyetlerini, Türkiye için muhteşem olsa da kendileri için tehlikeli buluyorlardı. Tecelliye bakın ki talimat okyanus ötesinden geldi ama çelmeyi atan bizim insanlarımız oldu. Türkiye'yi faiz cenneti olmaktan çıkaracak, büyütecek, küresel oyuncu haline getirecek, yeni alanlarda güçlü kılacak, ballı ihaleleri kesecek kısaca büyük oyuncu olma kararı verip uygulayacaksın... Yok, öyle, burası Türkiye... Okyanus ötesi dalga, bürokratik oligarşisiyle sabahın köründe tepene biner. Peki, başarır mı? Asla...
Sadece Türkiye'ye zaman kaybettirir.
EMRE AKÖZ: OPERASYONUN EKONOMİ-POLİTİĞİ Dün kapsamlı bir operasyonla... Çok sayıda işadamı ve çeşitli kurumların, farklı kademelerindeki yöneticileri gözaltına alındı. Ekonomi-politik açısından bu olayın anlamı nedir? Dikkatinizi çekerim: Hukuki anlamı nedir, demiyorum. Yani gözaltına alınanlar suçlu mu, suçsuz mu? Veya operasyon haklı mı, haksız mıdiye sormuyorum. ("Bal tutan, parmağını yalar" sözü elbette aklımızda.) Hükümetin izlediği ekonomi politikası açısından operasyonun hangi anlama geldiğini sorguluyoruz. Hem iç talebi canlı tutmak, hem de depreme dayanması mümkün olmayan konutlardan kurtulmak için Hükümet, bir süredir özellikle büyük kentleri şantiyeye çevirdi. Niye bunu tercih etti? Çünkü inşaat diğer sektörleri de canlandıran, parayı hızla dolaştıran bir alan. Bina yaptığınızda, camcı da kazanıyor, parkeci de; armatürcü de memnun oluyor mobilyacı da... Bankalar müteahhitlere ve konut alacaklara kredi açarken, vasıfsız işçiler de iş imkanı buluyor... Dünyada da önemli ABD'de de ekonominin barometresi gibidir inşaat sektörü. Eğer sektör sağlıklı biçimde genişliyorsa ekonominin orta vadedeki geleceğinin iyi olduğu düşünülür. Tersine, inşaat sektörü yavaşlıyorsa, alarm zilleri çalar, çünkü ardından bir krizin gelebileceği düşünülür. Özetle inşaat, dünyanın her yerinde siyaset için de önemlidir, ekonomi için de... Dün yapılan operasyonlar, esas olarak inşaat sektörünün çevresinde konuşlanmış, doğrudan veya dolaylı olarak bu sektörden yararlanan kişileri hedef alıyor. Bu satırların yazıldığı sırada henüz kesin bir durum, bir gelişme yoktu ortada. Sanırım yurt gezisindeki Başbakan Erdoğan, henüz kurmaylarından tüm bilgileri almamıştı. Ancak şunu tahmin etmek zor değil: Başbakan ve çevresi, bu operasyonları kendilerine yapılmış bir saldırı olarak algılayarak hareket edecektir. Unutmadan: Seçimler yaklaşırken olayın bir de siyasi propaganda boyutu var... AK Parti inşaatlarla daima gurur duydu. Ticari ya da konut, her türlü yeni binayı gelişmenin ve modernleşmenin somut işaretleri olarak gördü. Velhasıl son yıllarda ekonomi politiğin stratejik sektörü olan inşaatla ilgili bir operasyon yapılması, Hükümetin hiç ama hiç hoşuna gitmeyecektir. Gergin bir Türkiye Dahası da var: Operasyonu kim yapıyor? Savcılık ve Emniyet... Yani Gülencilerin bolca bulunduğu kurumlar. Hocaefendi'nin geçen günkü "geri adım" açıklamasını, "kavga örtülü biçimde sürecek" diye yorumlamıştım. Meğer yanılmışım: Kavganın, dershaneler konusunda olduğu gibi, gayet açık bir şekilde devam edeceğini görüyoruz. Başbakan Erdoğan'ın tam seçim dönemine girerken yaptığı dershaneler hamlesinin, Cemaatin etkinliğini epey azaltacağı düşünülmüştü. Halbuki şu anda tam tersi olmakta. Hükümet bir yandan seçimlerle uğraşırken, bir yandan da bu operasyonun sonuçlarıyla uğraşacak. Seçimler bitene kadar gergin bir Türkiye'de yaşamaya hazır olalım.
HASAN CELAL GÜZEL: BABALAR VE OĞULLAR... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca dün sabah 'yolsuzluk ve rüşvet' iddiasıyla yapılan operasyonlar neticesinde 37 kişi gözaltına alındı. Bu 37 kişinin içerisinde ne yazık ki halen babaları bakanlık görevinde olan isimler de var. İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar da ne yazık ki gözaltına alınanlar arasında bulunuyorlar. Bu kişiler gerçekten yolsuzluk ve rüşvet suçu işlemişlerse, elbette cezalarını çekmelidirler. Tabiatıyla genç ve iyi eğitilmiş insanımızın içine düştüğü bu durum çok üzücüdür. Lakin ben en çok da bu oğulların babalarının durumuna üzülüyorum. İçişleri Bakanı Muammer Güler'i de, Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ı da, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ı da yıllardır yakından tanıyorum. Oğullarının işledikleri iddia edilen bu suçlarla hiçbir ilgilerinin olmadığına eminim. Ben bu bakanların oğullarını hiç tanımam. Kendilerine isnat olunan suçları işlememiş olmalarını temenni ederim. İnşaallah kısa sürede suçsuzlukları ortaya çıkar. Lakin gerçekten suç işlemişlerse, kimin yakını olurlarsa olsunlar suçlarının cezalarını çekmelidirler. Bu arada bu operasyonların, tam da seçimlerden önce, siyasu00ee bir maksatla yapılmadığını ümit ediyorum.
Eğer hedef, oğullarının işledikleri iddia edilen suçlarla, önce babalarını, daha sonra Hüku00fbmeti ve Başbakan'ı yıpratmaksa, bunun bedeli sadece AK Parti İktidarı tarafından değil, Türkiye bakımından da ağır şekilde ödenecektir.
MAHMUT ÖVÜR: BÜROKRASİNİN SİYASETE DARBESİ Türkiye'nin 90 yıllık tarihi siyasete müdahalelerin tarihidir aynı zamanda. Sivil siyaset ne zaman başını kaldırsa, inisiyatif koysa hep engellendi. Kimi zaman tasfiyeyle kimi zaman darbeyle, kimi zaman da tezgahla önüne geçildi. Bu sürecin en bilinen aktörü askerdi. Elinde silah olan asker Cumhuriyet tarihi boyunca ya sivil iktidarları açık açık alaşağı etti ya da çeki düzen verdi. Sıkıştığında yargıdan medyaya, iş dünyasından sivil toplum örgütlerine herkesi devreye soktu. Siyaset kuşatılmış, devletin kurumları esir alınmış durumdaydı. Birkaç yıldır bu durum biraz olsun normalleşmeye başladı. Asker eksenli darbeler, muhtıralar, müdahaleler bitmiş ama risk bitmemişti. Tam bu noktada AK Parti iktidarı Türkiye'nin 100 yıllık sorunlarıyla yüzleşmeye ve onları çözmeye kalktı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Önce 7 Şubat 2012 yargı darbesi geldi. Arkasından adım adım bugünlere gelişin süreci örüldü. Çözüm sürecine karşı inanılmaz bir karşı kampanya başlatıldı ve eşzamanlı olarak "İktidar otoriterleşiyor" teziyle algı yaratılmak istendi. Yeni Türkiye'ye karşı topyeku00fbn bir savaştı bu. Siyasette yeni ittifaklar, yeni koalisyon arayışları gözle görülür biçimde yapılmaya başlandı. Yeni anayasayı başaramama meselesi de bunun bir parçasıydı. Hatta CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun önce sıcak baktığı, sonra vazgeçtiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nun anlaştığı "60 maddeyi Meclis'e getirme" girişimi de bu ilişkiler sonucu rafa kaldırıldı. Çözüm süreci gibi 100 yıllık bir sorunu çözmeye girişen bir ülkede, dershane meselesinin "ölüm kalım" meselesine dönüştürülmesi de bu planın bir parçasıydı. Şimdi sivil siyasete açıktan müdahalenin yapıldığı yeni bir döneme giriyoruz. Milletvekili istifalarıyla -birkaç kişi daha istifa edebilir- bu sürecin işaret fişeği ateşlendi. Ve en önemlisi silah olarak yargının harekete geçirilmesiydi. Seçim sürecine girilen bir dönemde yapılanlara bir bakın. Bu ülkenin en üst anayasal kurumu, Anayasa Mahkemesi uzun tutukluluk konusunda Mustafa Balbay üzerinden bir karar veriyor. Diyor ki, "haksızlığa uğradın ve tahliye edilmen gerekiyor." Yerel mahkeme de bunun gereğini yapıyor. Ancak aynı şey mahku00fbmiyet almamış KCK'dan tutuklu BDP milletvekilleri için yapılmıyor. Neden? Nedeni açık, siyasi gerilim yaşansın... Gezi'yle sokağa dökülmeyen PKK-BDP hattını sokağa dökerek bir taşla iki kuş vurulmak isteniyor. Çözüm süreci bitecek, iktidar siyaseten sıkıştırılacak. Bu eski Türkiye'deki başbakanları, sivil iradeyi dinlemeyen askeri darbecilere benzemiyor mu? Onlar da kendi bağlı oldukları kurumu dinlemiyordu. Bu açık hukuksuzluğu örtmek ve siyaseti abandone etmek için ertesi gün ne yapılıyor? Herkesi şoke eden,"yolsuzluk" operasyonu. Bu bürokrasinin siyasete, topluma darbesidir. Bürokrasi yıllardır bu topluma kan kusturdu halen de kusturmaya devam ediyor. Rahmetli Turgut Özal sık sık bürokrasiyi aşamadığını söylüyordu. Başbakan Erdoğan da aynı şeyleri söyleyegeldi. Ancak askeri bürokrasiyle baş edildi ama sivil bürokrasi hala ceberutluğunu sürdürüyor. Siyaseten alternatif oluşturamayanlar, siyasi kaosla ekonomiyi zayıflatıp hedeflerine ulaşmak istiyor. Seçim öncesi böyle çok yönlü bir tutuklamayı başka türlü açıklamak mümkün değil.Siyasi partilerin, siyasi aktörlerin ve sivil toplumun tıpkı kaset tezgahı gibi bu tezgaha da karşı çıkması gerekiyor.
MEHMET BARLAS: SİYASET KAN DÖKÜLMEDEN YAPILAN BİR SAVAŞ MIDIR? Neye niyet, neye kısmet... Açıkçası bu satırların yazarı dahil "Cemaat" merkezli gerginlikleri izleyen pek çok kişi, iktidar kanadındaki bazı önemli kişilere ait cinsel içerikli kasetlerin siyaset piyasasına sürülmesini bekliyorduk. Bunun yerine yolsuzluk iddialarına dayalı gözaltılar geldi. Kısacası savaşta kullanılan araçlar beklenenlerden farklı olsa da "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" diyerek, Erich Maria Remarque'nın yazdığı ve savaşın korkunçluğunu anlatan romanını (Im Westen nichts Neues) hatırlayabiliriz. Romanda 1'inci Dünya Savaşı'na katılan Alman gençlerinden bedenen ölmeyenlerin de, ruhen öldüğü anlatılır... Özetle kimse savaştan sağ çıkmaz. Erich Maria Remarque, bağnaz duygularla doldurulmuş gençlerin savaşın insafsızlıklarla dolu gerçeği karşısındaki çaresizliklerini işlediği için, bu roman da Naziler'in yaktığı kitaplar arasında yer almıştı. Bizim siyaset savaşlarımız Bizdeki siyaset savaşlarına gelince... Bu savaşlarda her türlü yöntemin geçerli görülmesini yadırgamayalım.
SEVİLAY YÜKSELİR: YA DERİN DEVLET YA SADECE MİLLET! Sonunda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim bir kere! Kim ki rüşvet ve yolsuzluk gibi pis işlere bulaşmış... Kim ki bulunduğu pozisyonu, mevkiyi kullanarak cebini, kasasını kirli akçeyle doldurmuş cezasını çeksin! Hem adalet önünde çeksin hem de ahirette çeksin. Allah şahit, babamın oğlu olsa, bu tür çirkin yollara tevessül etmiş kimseye sahip çıkmam. Bırakın sahip çıkmayı hakkımı helal de etmem. Çünkü eğer çalmışlarsa, çaldıkları biraz da benim param. Benim emeğim ve benim alın terim... Ancak... Aralarında 3 bakanın oğlunun da olduğu iddia edilen dünkü operasyonun böyle bir hakkaniyeti ortaya çıkarmak için yapıldığından çok emin değilim. Haa... Bu operasyon normal bir zamanda yapılmış olsaydı eğer, doğruluğundan şüphe duymak bir yana, emin olun "o operasyon sonuna kadar gitsin" diye elimden gelen desteği verirdim. Ama böyle bir zamanda... Emniyet ve yargı içinde konuşlu olduğu bilinen derin yapının, çetelerin mevcut hükümeti şantaj yaparak sindirmeye, diz çöktürtmeye çalıştığı bir dönemde yaptığı bu operasyon maalesef hiç inandırıcı gelmedi bana. Kusura bakmasın operasyonu yapan emniyet ve yargı mensubu arkadaşlar ama zamanlama çok manidar.
RASİM OZAN KÜTAHYALI: RECEP TAYYİP ERDOĞAN 2007-11 dönemi kendini demokratik siyasetin üstünde sayan haddini bilmez generallerle mücadele dönemiydi... *** Ben de o dönem kellem koltuğumda vesayetçi generallerle bağıra çağıra mücadele ettim. Türkiye beni öyle tanıdı... *** Şimdi de kendini demokratik siyasetin üstünde sayan haddini bilmez şantajcılarla mücadele dönemi... *** Yazmaya ve TV'ye çıkmaya başladığım ilk günden beri bürokratik vesayetin karşısında ve sivil siyasetin tarafındayım... *** Askeri vesayet ne kadar iğrenç ise Emniyet-Yargı vesayeti de o derece iğrençtir... *** Emniyet-Yargı vesayetinin gölgesi demokrasinin üstünü kaplarsa sadece AKP değil CHP ve MHP de hadım olur... *** CHP ve MHP kendilerini de hadım edecek bir vesayet operasyonunu destekliyorlar şu an... *** Demokratik siyaset kurumu kendini katletmek isteyen Emniyet-Yargı cuntasına karşı boynunu uzatıyor... *** Bu cuntanın kullanışlı aptallar olarak adlandırdığı aydınlar Emniyet-Yargı cuntasının kucağında... *** Fakat asla bu cuntaya taviz vermeyecek bir adam var... Rahat olun.Yine o kazanacak olan... *** Recep Tayyip Erdoğan...