Yarattığı canavarı kontrol edemiyor!

Mütevazı başlayan yolculuk, Bediüzzaman Said Nursu00ee'nin eserleri üzerinden yürütülüyordu. İnsanlar samimi bir şekilde toplanıyor, Said Nursu00ee'nin kitapları üzerinde dersler yapıyor, İslami anlamda birbirlerine şahitlik ediyorlardı. Bu ders halkalarında Bediüzzaman Said Nursu00ee'nin ilk öğrencilerinden biri yoksa, Fethullah Hoca kitabı okuyup yorumlayan kişi olurdu. Yetmişlerin sonları Hocaefendi'nin yıldızının parlamaya başladığı dönemdir. Kendine has hitabeti ve anlatım tekniğiyle verdiği vaazlarla etrafına kalabalıkları topluyordu.

Bu vaazlar, seksenlerin geleneğine uyularak kasetlere alınıyordu.Böylece verdiği vaazların girmediği kent ve kasaba kalmıyordu. Ceberut devlet karşısında sindirilmiş halk, bu vaazları İslami bir yaşamın habercisi, ceberut devlete bir başkaldırı olarak okuyordu. Çünkü her şeyin yasak olduğuna inanılan bir ülkede insanlar İslam'ı anlatan herkese kucağını açıyordu.

Peygamberden bahsederken hüngür hüngür ağlaması dinleyicileri etkiliyor ve bu durum çevresinin giderek genişlemesini sağlıyordu. Seksenlerin ikinci yarısından sonra çalışmalarda değişimler olmaya başladı. Yurt ve evlerde yetiştirilen insanların devletin belli kademelerine gelmesi, devletle olan ilişkilerin gözden geçirilmesi anlamına geliyordu.

Artık işler değişmişti. Said Nursu00ee'nin eserleri dil zenginliği sağlayan materyallerden öte bir şey olmamaya başlamıştı. Devletle girilen dirsek teması, vaazlarında da uluslararası bir stratejinin boyutunu ortaya koymaya başladığı dönemdir. Devletle ilişkiler sağlamlaştırıldıkça bilgiler istihbarat üzerinden konuşulmaya başlandı.

İran devrimi sonrası emperyalist güçler karşısında devrimci bir tutum sergileyen birçok İslami yapılanmaya karşı, bölgede ılımlı İslam denen ve emperyalistlerin bölgedeki çıkarlarını zedelemeyen bir yapılanma olması gerekiyordu. "Radikal İslam"a "Ilımlı İslam"la karşı çıkmak gerekiyordu. Gülen hareketi işte tam da burada devreye girdi.

Gülen'in İslami birikimi, İslam geleneğine olan vukufiyetini tartışmaya açacak değiliz. Ama kullandığı kavramlar bize tasavvuf geleneği üzerinden gelen kavramlardı. Vaazlarında Peygamber'e göndermelerde bulunduğunda söyledikleri İbn-i Arabu00ee'nin Fususu'l-Hikem kitabının önsözünde anlattıklarıyla çakışıyordu.

İslam'ı bu yaklaşım biçimi ile anlatmak özellikle modern zamanlar için bulunmaz fırsatlar sağladığı gibi, bireyler arasındaki ilişkileri de hoca-talebe ilişkisinden şeyh-mürit ilişkisine dönüştürüyordu. Hele evlerde ilişkiler "Hocaefendi sıran olduğu halde bulaşıkları akşamdan yıkamadığın için bu gece gelip bulaşıkları yıkadı" sözüyle aktarıldığında bağlılığın derecesi fersah fersah artıyordu.

Sıradan başlayan bir çaba ve samimi duygular, zaman ilerledikçe projelere dönüştü. Bu projeler büyüyüp serpildikçe, alanı genişledikçe kontrolü zor bir ahtapot halini aldı. Projeyi uluslararası boyutta okullar üzerinden yürütmek için dedışarıdan kollara ihtiyaç hasıl oldu. Bu tam da batılı emperyalistlerin istediği ve önlerinde bulduğu bir proje olduğu için tüm destekleriyle yanında oldular.

Gülen hareketininTürkiye'de istediği yere gelmesi için Ak Parti de önemli fırsatlar sundu. Bu fırsatlarla en organize ve ne istediğini bilen bir cemaat olarak istedikleri köşe başlarını tutmayı başardılar. Ak Parti yüzünü askere dönüp tüm zorlukların oradan geleceğine inandığı için, burnunun dibinde olup bitenlerden haberdar olamadı.

Cemaat 2002'den 2010'a kadar istediği yere gelmişti. Paralel yapıları büyük oranda tasfiye etmeyi başarmışlardı. Artık sonuç almak istiyorlardı. Ama Başbakan Erdoğan bu konuda ikna edilemiyordu. Büyüttükleri canavarın kollarından bazılarını devreye sokarak, Başbakan'ı köşeye sıkıştırmaya başladılar.

Başbakan karşı hamlede bulununca canavar kontrolden çıktı. Artık Hocaefendi bile canavarı durduramıyordu. Cemaat içindeki birçok insan bunu anlamakta zorlanmaya başladı. Otuz yıldır bu yapının içinde olan bir dostum şunları söyledi bana, "Dostlarımla birlikte gittiğim camiye gitmekten utanıyorum. Dostlarımın yüzüne bakamıyorum. Hayatımda ilk kez hep gittiğim camiye gitmek istemedim. Gerçekten biz Türkiye'ye ihanet mi ediyoruz?

Ali ÖNER

Gerçek Hayat