​Yanlış yerden tartışıyoruz

Günlerdir tartışılan "İstanbul Sözleşmesi" nedir, ne değildir doğru dürüst bilen yok. Öyle ki tartışma, 86 yıl sonra Ayasofya'nın zincirlerini kıran Başkan Erdoğan'ı 'hedefe' koymaya kadar vardırıldı. 'Kadına', 'çocuğa', 'erkeğe' şiddeti değil genel olarak 'şiddet'i konuşmalıyız.

HABER: ÖZLEM DOĞAN

Sözleşmeye karşı çıkanların argümanları daha güçlü çünkü Sözleşme’nin imzalandığı günden bu yana ‘kadına şiddet’ konusunda azalma bir yana ‘artış’ var. Ancak Sözleşme ile mağdur kadınların biraz olsun ‘pozitif ayrımcılığa’ tabi tutulacağını söyleyenler ise Sözleşme’nin devamından yana.

İstanbul Sözleşmesi’ndeki çoğu başlığın herkes tarafından ‘makul’ karşılanacağını ifade eden ve ‘sorunlu’ birkaç başlık ve bazı kavramların ayıklanması ile Sözleşme’nin revize edilebileceğini söyleyenlerin olduğunu da unutmayalım.

YENİ KUTUPLAŞMA KONUMUZ

Meselenin ‘kutuplaşma’ oluşturduğunu söyleyenler haksız değil. Zira sadece muhafazakâr ve laikçi kesim arasında da değil, aynı siyasi kutupta olup da meseleye farklı yönlerden bakan kişi ve kurumlar da var. Mesela KADEM. KADEM, haklı gerekçelerle sözleşmeden yana olduğunu ilan ederken hemen hemen tüm muhafazakar STK ve vakıflar ise yine haklı gerekçelerle sözleşmeye karşı çıkıyor.

İşte kimsenin karşı tarafı ‘dinlemek’ ya da daha doğrusu ‘anlamak’ istemediği İstanbul Sözleşmesi’ni bu yazı dizimizde masaya yatırdık. Tarafların görüşlerini, sözleşmenin genel olarak neyi amaçladığını ve daha doğrusu “İstanbul Sözleşmesi”nin aslında ne olduğunu, bu yazı dizimizle sizlere aktarmaya gayret edeceğiz.

ISKALANAN REALİTE: ŞİDDET

Kamuoyunda dikkati çeken tartışmacıların argümanlarını en ‘sert’ şekilde kullanması, sözleşmeden yana olanların da ‘feminist’ saiklerle buna sahip çıktığı şeklindeki iddiaların en büyük eksiği, konunun özünü ıskalamaya sebep oluyor. Aslında toplumda kiminle konuşursak konuşalım asıl meselemizin “Şiddete son vermek” olduğunu söylüyor. İşte tartışırken bunu unutuyoruz. Çocuğa, kadına, hayvana ve her türlü yaratılmışa karşı şiddeti bitirmek. Asıl derdimiz bu olmalı iken kimlik siyaseti bağlamında tartışmayı alt başlıklar üzerinden sürüyoruz. Genel olarak karşı durmamız gereken ‘şiddet’ olmalı iken ‘kadın’, ‘erkek’ veya ‘çocuğa’ yönelik şiddeti tartışmaya başlayarak kimliklerin baskısı altında eziliyoruz

Yürürlüğe girdiği tarihten bu yana da İstanbul Sözleşmesinin, genel olarak şiddeti, özelde ise ‘kadına yönelik’ şiddeti engellemek noktasından yetersiz kaldığını görüyoruz.

LGBT LOBİSİ İSTİSMAR ETTİ

‘Kadın cinayetlerinin’ çok fazla ‘görünür’ olduğu dijital ve kişiselleşmiş medya çağında öncelikle kadına, çocuğa, erkeğe, hayvana kısaca Allah’ın yaratmaktan imtina etmediği tüm mahlukata karşı asli görevimiz olan şiddete karşı birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Meseleye, İstanbul sözleşmesi bağlamında baktığımızda ise karşımıza çıkan şey şu: Sözleşme, her ne kadar kadına karşı şiddeti önleme gerekçesi ile kaleme alınmış olsa da zamanla LGBT lobisi tarafından istismar edildiği ve istatistiki olarak bunu başaramadığı görülüyor. Sözleşmeye karşı çıkanların ortak tepkisi de aslında buna. Yani, İstanbul sözleşmesini kalkan yaparak LGBT ideolojisinin dayatılmasına!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?

Tam adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme Mart 2019 itibarıyla 46 devlet ve Avrupa Birliği tarafından da imzalandı. ‘Cinsel yönelim’, ‘toplumsal cinsiyet’ gibi kavramların yanı sıra İstanbul Sözleşmesi’nde 18 yaş altı kız çocuklarına ‘kadın’ denilmesi büyük tepki çekiyor. Aile ve toplum yapısını bozucu etkiye sahip olduğu iddia edilerek İstanbul Sözleşmesi’nin feminist marjinaller ve LGBT lobilerince propaganda amaçlı kullanıldığı öne sürülüyor.

TUZAKLARLA DOLU!

İstanbul Sözleşmesi'nin 4. maddesinde yer alan ‘devletin cinsel yönelimi garanti eder’ ifadesine vurgu yapan Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu, “Bu ifadeyi 5. madde ile okuduğunuzda baskıya dönüşmüş olur. Yani 4 ve 5. maddede “çocuk aile tarafından baskı görüyorsa ailesinin elinden alınır” diye bir ifade var. Cinsel yönelim kendiliğinden oluşmuyor, medyayla; iletişim araçlarıyla, televizyon dizileriyle, reklamlarla, sosyal medyayla çocukları teşvik edip özendiriyorlar. Mesela çocuk henüz 12-13 yaşındayken ’Ben cinsiyet değiştirme ameliyatı olacağım’ dediğinde aile buna karşı çıkarsa 4 ve 5. maddeye göre devlet çocuğu ailenin elinden alıp cinsiyet değiştirme ameliyatını da SGK’ya ücretsiz yaptırabilir” dedi.