Vakıa suresinin konusu

Vakıa suresi kaç ayettir? Vakıa suresi neden ve nerede nazil olmuştur? Vakıa suresi ne anlatıyor? Vakıa suresinin faziletleri nelerdir? Vakıa suresini okumanın faydaları nelerdir? Vakıa suresine dair detaylı bilgilere bu haberimizde ulaşabilirsiniz. Her gece vakıa suresi okuyana fakirlik isabet etmez. İşte Vakıa suresi hakkında her şey...Vakıa suresini kim her gece okursa o kişiye fakirlik isabet etmez. Peki sırlarla dolu Vakıa suresi ne anlatıyor? İşte Vakıa suresinin konusu...  

Vakıa suresi kaç ayettir? Vakıa suresi neden ve nerede nazil olmuştur? Vakıa suresi ne anlatıyor? Vakıa suresinin faziletleri nelerdir? Vakıa suresini okumanın faydaları nelerdir? Vakıa suresine dair detaylı bilgilere bu haberimizde ulaşabilirsiniz. Her gece vakıa suresi okuyana fakirlik isabet etmez. İşte Vakıa suresi hakkında her şey...Vakıa suresini kim her gece okursa o kişiye fakirlik isabet etmez. Peki sırlarla dolu Vakıa suresi ne anlatıyor? İşte Vakıa suresinin konusu...

Vâkıa Sûresi Konusu Nedir?

Kıyâmetin kopuşuyla beraber insanların, sâbikûn, ashâb-ı meymene ve ashâb-ı meş’eme olmak üzere üç gruba ayrılacağı ve bunların âhirette karşılaşacakları iyi ya da kötü neticeler dikkat çekici bir üslup ve tablolarla haber verilir. Allah Teâlâ’nın bunları yapabilecek kudrete sahip olduğunun açık delilleri bildirilir. Kur’an’ın belli vasıfları ve büyük bir nimet olduğu hatırlatıldıktan sonra, kaçınılmaz ölüm gerçeği akılları susturacak ve hisleri donduracak dehşetli yönleriyle dikkatlere sunulur. Başta bahsedilen üç grubun âkıbeti tekrar hülâsa edilerek sûre nihâyete erer.

Vâkıa Sûresi Nuzül Sebebi Nedir?

Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).

Vâkıa Sûresi Fazileti Nedir?

Abdullah b. Mesud (r.a.)’ı ölüm hastalığında ziyaret eden Hz. Osman:

“- Sana beytülmalden bir bağışta bulunulmasını emredeyim mi?” diye sorar. İbn Mesud buna ihtiyacı olmadığını söyler. Osman (r.a.):

“- Senden sonra hiç olmazsa kızlarına kalır” deyince İbn Mesud (r.a.):

“- Sen kızlarımı merak etme. Ben onlara her gece Vâkıa sûresini okumalarını öğrettim. Zira ben Resûlullah (s.a.s.)’in «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)

VAKIA SURESİ NE ANLATIYOR? 1- İnsanın Yaratılışı

“Sizi Biz yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez mi?

Rahime attığınız o nutfeyi gördünüz mü? (Bir düşünün!)

Onu yaratıp insan hâline getiren siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 57-59)

Yok kadar bir su zerresinden, son derece girift ve bir o kadar da âhenkle işleyen sistemlerle donatılmış bir insan vücûdunun meydana gelmesi, ne muazzam bir ilâhî sanattır.

2- Ölüm ve Yeniden Dirilme

“Aranızda ölümü takdir eden Biz’iz. Ve Biz, irâdemizi gerçekleştirmekten âciz değiliz.

(Ölümü,) sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (takdir ettik).” (el-Vâkıa, 60-61)

Ölüm gerçeği… Kimse ölümden kaçamaz. Cenâb-ı Hak isterse inkârcıları helâk edip daha iyi bir toplum getiriverir.

“Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 62)

İlk yaratmayı böylesine mükemmel bir şekilde yapan Yüce Allah, insanı tekrar yaratmaya da kâdirdir. Bunun üzerinde tefekkür ederek âhirete ve “ba‘sü ba‘de’l-mevt”e, yani ölümden sonra dirilişe hazırlanmak îcâb eder.

3- Tohumlar ve Bitkiler

“Ektiğiniz o tohumu gördünüz mü? (Şimdi onu bir düşünün!)

Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz?

Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız.

«Doğrusu biz çok ziyandayız. Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!..» (derdiniz).” (el-Vâkıa, 63-67)

Çevremizdeki ekinlere, ağaçlara, bitkilere ibretle bakarak Allah Teâlâ’nın yaratma sanatını ve nîmetlerini hayranlıkla seyretmeliyiz. Cenâb-ı Hak vermezse insanların gayretleri ve tedbirleri boşa gider, bir ot bile yetişmez.

Bir an için etrafımızdaki bütün yeşilliklerin kuru bir çöp hâline geldiğini düşünelim. Hayâtımız bir anda nasıl da kararıverirdi!..

4- Tatlı Su

“Ya o içtiğiniz suyu gördünüz mü? (Bir de onu düşünün!)

Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indiren Biz miyiz?

Dileseydik onu tuzlu yapardık. Şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 68-70)

Buluttan inen tatlı su, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir ikramıdır. O su acı bir şekilde inse, kimse onu tatlandıramazdı. Veya bir kuraklık olsa, bulutları oluşturup yağmuru indirmeye kim güç yetirebilir ki?!.

5- Ateş

“Bir de o tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü? (Onu da düşünün!)

Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan Biz miyiz?

Biz onu hem ibret (için) hem de çölden gelip geçenlerin, yolcuların ve muhtaçların istifâdesi için yarattık.” (el-Vâkıa, 71-73)

Hakîkaten düşünmek gerekir ki hayatta insanlara pek çok faydaları olan ateşi ve onun yakacağı olan ağaçları kim yaratmıştır?

Allâh’ın kudretine bakın ki yeşil ağaçtan ateş çıkarıyor!.. Bir de ateşin mâhiyetini düşünelim… Nasıl yanıyor, nasıl yakıyor?!.

Çöl yolcuları, gecenin soğuk ve karanlığında ateşe sığınırlar. Ateş, yolcular için vazgeçilmez bir ısınma, aydınlanma ve yemek pişirme vâsıtasıdır. Aslında ateşe bütün insanların ihtiyacı vardır. Ateşsiz yaşamak çok zordur.

Dolayısıyla ateş, hem ibretlik bir hâdisedir hem de toprak, su, hava gibi zarûrî bir ihtiyaçtır. Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Suda, otta ve ateşte.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 60/3477)

Diğer taraftan, dünya ateşine bakarak cehennemi hatırlamalı… Ne kadar ibretliktir ki altımızda mağma tabakası, müthiş bir ateş deryâsı; üstümüzde ise Güneş, muazzam bir alev topu… İki ateş arasında serin ve selâmet bir hayat şartlarını lûtfeden Rabbimize ne kadar şükretsek az!..

Bütün bu nîmetler karşısında insanın Allâh’ı çokça tesbîh etmesi îcâb eder:

“O hâlde, Yüce Rabbinin ismini tesbîh et (yücelt)!” (el-Vâkıa, 74)

– Dilimiz; zikir, Kur’ân ve tebliğle meşgul olarak tesbîh etmeli,

– Kalbimiz; duygu derinliği içinde şükredip tesbîh etmeli,

– Âzâlarımız; nâfile namazları, oruçları ve hizmetleri artırmak sûretiyle tesbîhe devam etmeli…

6- Yıldızlar veya Vahiyler

“Hayır! Yıldızların mevkîlerine yemin ederim ki, bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” (el-Vâkıa, 75-76)

Azamet-i ilâhiyyenin nihâyetsizliği… Cenâb-ı Hak tefekkürümüzü sonsuzluğa yönlendiriyor…

Semâ, âdeta bahr-i bî-pâyân / haddi hudûdu olmayan bir okyanus…

Bu âyetlerde, yıldızlar görünmez olduktan sonra başlayan seher vakitlerine ve gece ibadetlerine de dikkat çekilmektedir.

Yine bu âyet-i kerîmelerde yemin edilen hususlardan bir diğeri de Peygamber Efendimiz’e nâzil olan vahiylerdir. Bunlar ya bir âyet, ya birkaç âyet veya bütün bir sûre olurdu. Her bir vahye de “Necm: Yıldız” denilmiştir.

7- Kur’ân-ı Kerîm

“Şüphesiz bu, korunmuş bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) bulunan değerli bir Kur’ân’dır. Ona ancak iyice temizlenenler dokunabilir.” (el-Vâkıa, 77-79)

Kur’ân-ı Kerîm’e son derece tâzim ve hürmet göstermek îcâb eder. Mushaf’a yapışık olan dış kabına ve cildine bile abdestsiz olarak dokunmak yasaktır. Abdestsiz kişi, elbisesinin yeniyle de Mushaf’ı tutamaz. Ona hürmet ve tâzîmi zedeleyecek tavırlar içinde bulunmak da büyük bir gaflettir. Zira:

“O, Âlemlerin Rabbi’nden indirilmiştir. Şimdi siz, bu ilâhî kelâmı mı küçümsüyorsunuz? Allâh’ın verdiği rızka (bu en büyük nîmete) karşı şükrünüzü, onu yalanlamak sûretiyle mi yerine getiriyorsunuz?!” (el-Vâkıa, 80-82)

Bizlere lûtfedilen en büyük nîmetlerden biri, Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılınmış olmaktır. Bu nîmetin şükrü de, onu güzelce idrâk edip muktezâsınca yaşamaktır.

8- Ölüm

“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz.” (el-Vâkıa, 83-84)

Kişinin vâdesi dolup emr-i Hak vâkî olduktan sonra onu geri döndürmek için insanoğlunun elinden hiçbir şey gelmez.

“Biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz.

Mâdemki siz dînin emirlerine boyun eğmiyorsunuz ve cezâ görmeyeceğinizi iddiâ ediyorsunuz, haydi o zaman o (canı) geri çevirin de görelim! Şâyet iddiânızda doğru iseniz!” (el-Vâkıa, 85-87)

İşte Allâh’ın kudreti… İşte insanın acziyeti… Bütün insanlık, ister istemez ilâhî takdîre boyun eğecek ve teslim olacak… Hâl-i hayâtında emr-i ilâhîye karşı çıkıp inatla diklenen zorba ve mütekebbirler bile o an hiçbir îtiraz sesi yükseltemeyecek… İdrâki üzerindeki sayısız gaflet perdeleri kalkan insan, kâinattaki asıl hükümranlığın yalnızca Allâh’a ait olduğunu, bütün gerçekliğiyle ancak o an anlayabilecek…

9- Ölen Kişi Üç Hâlden Biri Üzeredir

(1) “Fakat (ölen kişi Allâh’a) yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cenneti vardır.

(2) Eğer o sağdakilerden ise, «Ey sağcılardan olan kişi, sana selâm olsun!» denir.

(3) Ancak yalanlayıcı sapıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır! Ve (onun sonu) cehenneme atılmaktır.” (el-Vâkıa, 88-94)

Kâfirler ve günahkâr Müslümanlar, bu kısma dâhildir.

“Şüphesiz ki bu (anlatılanlar), kesin hakîkatin ta kendisidir.” (el-Vâkıa, 95)

10- Cenâb-ı Hakk’a İlticâ

“Öyleyse haydi azîm olan Rabbinin ismini tenzîh ile an! (O’nu tesbîh et ve yücelt!)” (el-Vâkıa, 96)

VAKIA SURESİ TEFSİRİ ❂ O kaçınılmaz ve önlenemez kıyâmet koptuğu zaman;

اَلْوَاقِعَةُ (vâkıa), meydana gelmesi kaçınılmaz olan hâdise, olay demek olup, kıyâmetin isimlerinden biridir. Onun yakın zamanda mutlaka kopacağını belirtir. Belki kopmadan önce onu yalanlayanlar olabilir. Fakat vuku bulduktan sonra artık hiç kimsenin onu yalanlama imkânı kalmayacaktır.

Kıyâmetin iki önemli vasfı vardır: Alçaltıcı ve yükseltici olması. Buna göre:

❂ Kıyâmet kâinatın düzenini bozacak, dünyanın altını üstüne getirecek, yüksek dağları yerle bir edecek, alçak yerleri yükseltecektir. Nitekim 4-6. âyetler bu mânayı teyid etmektedir.

❂ Kıyâmetin bu vasfı insanlar için de geçerlidir. Çünkü o, inkârcıları cehennemin aşağı derekelerine düşürecek, müminleri ise cennetin yukarı derecelerine yükseltecektir. Yine bu müthiş olay, dünyada büyüklenen nice

Vakıa Suresi Mekke’de nâzil olmuştur. 96 ayettir. İsmini, kıyametin isimlerinden biri olan ve “hâdise, olay” gibi mânalara gelen birinci âyetteki (vâkıa) kelimesinden alır. Mushaftaki sıralamada 56, iniş sırasına göre 46. suredir.

Abdullah b. Mesud (r.a.) şöyle rivayet ediyor: "...Ben Resûlullah'ın (s.a.s.) «Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa ona fakirlik dokunmaz» buyurduğunu işitmiştim” der. (İbn Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, II, 726)

Kim her gece Vâkıa sûresini okursa, ona fakirlik aslâ isâbet etmez. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Kısaca Konusu : Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.

Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur:

a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır.

b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek

karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır. c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır.

d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

VAKIA SÛRESİ TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim

1. İza veka’atilvaki’atu.

2. Leyse livak’atiha kazibetun.

3. Hafıdatun rafi’tun.

4. İza ruccetil’ardu reccen.

5. Ve bussetilcibalu bessen.

6. Ve fekanet hebaen munbessen.

7. Ve kuntum ezvacen selaseten.

8. Feashabulmeymeneti ma ashaulmeymeneti.

9. Ve ashabulmeş’emeti ma ashabulmeş’emeti.

10. Vessabikunessabikune.

11. Ulaikelmukarrabune.

12. Fiy cennatin na’ıymi.

13. Sulletun minel’evveliyne.

14. Ve kaliylun minel’ahıriyne.

15. ‘ala sururin medunetun.

16. Muttekiiyne ‘aleyha mutekabiliyne.

17. Yetufu ‘aleyhim veldanun muhalledune.

18. Biekvabin ve ebariyka ve ke’sin min ma’ıynin.

19. La yusadda’une ‘anha ve la yunzifune.

20. Ve fakihetin mimma yetehayyerune.

21. Ve lahmi tayrin mimma yeştehune.

22. Ve hurun ‘ıynun.

23. Keemsalillu’luilmeknuni.

24. Cezaen bima kanu ya’melune.

25. La yesme’une fiyha lağven ve la te’siymen.

26. İlla kıylen selamen selamen.

27. Ve ashabulyemiyni ma ashabulyemiyni.

28. Fiy sidrin mahdudin.

29. Ve talhın mendudin.

30. Ve zıllin memdudin.

31. Ve main meskubin.

32. Ve fakihetin kesiyretin.

33. La maktu’atin ve la memnu’atin.

34. Ve furuşin merfu’atin.

35. İnna enşe’nahunne inşaen.

36. Fece’alnahunne ebkaren.

37. ‘Uruben etraben.

38. Liashabilyemiyni.

39. Sulletun minel’evveliyne.

40. Ve sulletun minelahiriyne.

41. Ve ashabuşşimali ma ishabuşşimali.

42. Fiy semumin ve hamiymin.

43. Ve zıllin min yahmumin.

44. La baridin ve la keriymin.

45. İnnehum kanu kable zalike mutrefiyne.

46. Ve kanu yusırrune ‘alelhınsil’azıymi.

47. Ve kanu yekulune eiza mitna ve kunna turaben ve ‘ızamen einne lemeb’usune.

48. Eve abaunel’evvelune.

49. Kul innel’evveliyne vel’ahıriyne.

50. Lemecmu’une ila miykati yevmin ma’lumin.

51. Summe innekum eyyuheddallunelmukezzibune.

52. Leakilune min şecerin min zakkumin.

53. Femaliune minhelbutune.

54. Feşaribune ‘aleyhi minelhamiymi.

55. Feşaribune şurbelhiymi.

56. Haza nuzuluhum yevmeddiyni.

57. Nahnu halaknakum felevla tusaddikune.

58. Efereeytum ma tumnune.

59. Eentum tahlukunehu em nahnulhalikune.

60. Nahnu kadderna beynekumulmevte ve ma nahnu bimesbukıyne.

61. ‘Ala en nubeddile emsalekum ve nunşiekum fiy ma la ta’lemune.

62. Ve lekad ‘alimtumunneş’etel’ula felevla tezekkerune.

63. Efereeytum ma tahrusune.

64. Eeentum tezre’unehu em nahnuzzari’une.

65. Lev neşa’u lece’alnahu hutamen fezaltum tefekkehune.

66. İnna lemuğremune.

67. Bel nahnu mahrumune.

68. Efereeytumulmaelleziy teşrebune.

69. Eentum enzeltumuhu minelmizni em nahnulmunzilune.

70. Lev neşa’u ce’alnahu ucacen felevla teşkurune.

71. Efereeytumunnarelletiy turune.

72. Eentum enşe’tum şecereteha em nahnul munşiune.

73. Nahnu ce’alnaha tezkireten ve meta’an lilmukviyne.

74. Fesibbıh bismi rabbikel’azıymi.

75. Fela uksimu bimevakı’ınnnucumi.

76. Ve innehu lekasemun lev ta’lemune ‘azıymun.

77. İnnehu lekur’anun keriymun.

78. Fiy kitamin meknunin.

79. Lya yemessuhu illelmutahherune.

80. Tenziylun min rabbil’alemiyne.

81. Efebihazelhadiysi entum mudhinune.

82. Ve tec’alune rizkakum ennekum tukezzibune.

83. Felevla iza beleğatilhulkume.

84. Ve entum hıyneizin tenzurune.

85. Ve nahnu akrebu ileyhi minkum ve lakin la tubsırune.

86. Felevla in kuntum ğayre mediyniyne.

87. Terci’uneha in kuntum sadikıyne.

88. Feemma in kane minelmukarrebiyne.

89. Feravhun ve reyhanun ve cennetu na’ıymin.

90. Ve emma in kane min ashabilyemiyni.

91. Feselamun leke min ashabilyemiyni.

92. Ve emma in kane minelmukezzibiyneddalliyne.

93. Fenuzulun min hamiymin.

94. Ve tasliyetu cahıymin.

95. İnne haza lehuve hakkulyakıyni.

96. Fesebbih bismi rabbikel’azıymi.

VAKIA SÛRESİ MEALİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

1. Kıyamet koptuğu zaman.

2. Onun vukuunu yalanlayacak hiç kimse yoktur.

3. O alçaltıcı, yükselticidir.

4. Yer şiddetle sarsıldığı zaman!

5. Dağlar parçalandığı zaman!

6. Dağılıp toz duman haline geldiği zaman!

7. Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman!

8. Sağın adamları, ne uğurludurlar onlar!

9. Solun adamları, ne uğursuzdurlar onlar!

10. Hayır yarışlarında tâ öne geçip kazananlar.

11. İşte onlar (Allah'a en çok) yaklaştırılmış olanlardır.

12. Naîm cennetindedirler.

13. Onların büyük bir kısmı eski ümmetlerdendir.

14. Bir kısmı da sonrakilerdendir.

15. Altın ve mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.

16. Onların üzerine karşılıklı olarak yaslanırlar.

17. Etraflarında ölümsüz gençler dolaşır.

18. Akıp giden şarap kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.

19. Bu şaraptan ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir.

20. Beğendikleri meyveler.

21. Canlarının çektiği kuş etleri.

22. Onlar için ceylan gözlü huriler vardır.

23. Gün görmemiş inciler gibi.

24. İşledikleri amellerine karşılık olarak.

25. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.

26. Sadece selâma karşılık selâm sözü işitirler.

27. Defterleri sağdan verilenler, ne mutlu o sağcılara!

28. Onlar dikensiz kirazlar,

29. Salkımları sarkmış muz ağaçları,

30. Uzamış gölgeler altındadırlar.

31. Çağlayarak akan sular kenarlarındadırlar.

32. Bol meyveler arasında,

33. Bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen.

34. Ve yüksek döşekler üzerindedirler.

35. Biz onları (cennete giren kadınları) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

36. Böylece onları hep bakire kızlar yapmışızdır.

37. Eşlerine düşkün ve hepsini bir yaşta nâzeninler kılmışızdır.

38. Bütün bunlar Ashab-ı yemin (sağcılar) içindir.

39. Onların bir çoğu önceki ümmetlerdendir.

40. Bir çoğu da sonrakilerdendir.

41. Amel defterleri soldan verilenler! Onlar ne uğursuzdurlar!

42. İnsanın içine işleyen ateşin alevi ve kaynar su içindedirler.

43. Onlar kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.

44. Ki ne serindir, ne de hoş!

45. Çünkü onlar bundan önce (dünyada iken) varlık içinde şımartılmışlardı.

46. Büyük günah işlemekte direnir dururlardı.

47. Ve diyorlardı ki: "Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?"

48. "Önce gelip geçmiş atalarımız da mı?"

49. De ki: "Hem öncekiler, hem sonrakiler."

50. "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

51. Sonra siz ey sapıklar, yalanlayıcılar!

52. Doğrusu siz zakkum ağacından yiyeceksiniz.

53. Karınlarınızı onunla doyuracaksınız.

54. Üzerine de kaynar su içeceksiniz.

55. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

56. Ceza gününde işte onlar böyle ağırlanacaklardır.

57. Ey inkâr edenler! Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

58. Gördünüz mü (rahimlere) akıttığınız meniyi?

59. Onu (siz mi düzgün bir insan sûretine getirip) yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?

60. Aranızda ölümü takdir eden biziz ve biz önüne geçilebileceklerden değiliz.

61. Sizi ortadan kaldırıp da sizin yerinize benzerlerinizi getirmeye ve sizi bilmeyeceğiniz bir biçimde yaratmaya da gücümüz yeter.

62. Her halde ilk yaratılışınızı bilirsiniz, (fakat tekrar yaratılacağınızı) düşünmeli değil misiniz?

63. Şimdi bana ekmekte olduğunuz (tohum işini) haber verin!

64. Onu yerden siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler biz miyiz?

65. Eğer isteseydik onu (o ekini tohumsuz) bir ot kırıntısı yapardık da siz şaşakalırdınız.

66. (O zaman şöyle derdiniz): "Doğrusu biz çok zarara uğratıldık."

67. "Hatta umduğumuzdan mahrum kaldık."

68. İçmekte olduğunuz suyu da söyleyin bana!

69. Onu buluttan indiren siz misiniz, yoksa indirenler biz miyiz?

70. Eğer dileseydik, onu (içilmeyecek) tuzlu bir su yapardık. Hâlâ şükretmez misiniz?

71. Söyleyin şimdi bana, çakmakta olduğunuz ateşi!

72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa biz miyiz yaratan?

73. Biz onu bir ibret ve çöl yolcuları için bir fayda yaptık.

74. Çok büyük olan Rabbinin adını tesbih et!

75. Hayır! Yıldızların yerleri üzerine andolsun ki!

76. Bu, eğer bilirseniz, gerçekten büyük bir yemindir.

77. Muhakkak ki o, elbette çok şerefli bir Kur'an'dır.

78. Koruma altında olan bir kitaptadır.

79. Temizlenmiş olanlardan başkası ona el süremez.

80. Âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.

81. Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

82. Rızkınıza karşılık şükrü, onu yalanlamakla mı yerine getiriyorsunuz?

83. Can boğaza dayandığında,

84. Siz (o can çekişen kimseye) bakar durursunuz.

85. Biz ona sizden yakınız, fakat siz görmezsiniz.

86. Eğer siz hesap ve ceza görmeyecekseniz,

87. Onu (çıkmak üzere olan canı) geri çevirsenize! İddiânızda doğru sözlü iseniz.

88. O (ölen kişi Allah'a) yaklaştırılanlardan ise,

89. Ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti var.

90. Eğer sağcılardan ise,

91. "Ey sağcı! Sağcılardan sana selâm!" denir.

92. Amma yalanlayıcı sapıklardan ise,

93. İşte ona kaynar sudan bir ziyafet,

94. Ve cehenneme atılma vardır.

95. Kesin gerçek budur işte.

96. Çok büyük olan Rabbinin adını tesbih et!

VAKIA SÛRESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1 Vakıa (tartışmasız bir gerçek olan kıyamet) vuku bulduğu zaman,

2 Onun vukuuna (gerçekleşmesine artık) yalan1 diyecek yoktur.

3 O aşağılatıcı, yücelticidir.2

4 Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,3

5 Ve dağlar darmadağın olup ufalandığı,

6 Derken toz duman halinde dağılıp-savrulduğu.

7 Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman;4

8 İşte o "Ashab-ı Meymene"5 olanlar, ne (kutlu) "Ashab-ı Meymene"dir.

9 "Ashab-ı Meş'eme"6 olanlar da, ne (mutsuz ve uğursuz) "Ashab-ı Meş'eme"dir.

AÇIKLAMA

1. Bu cümleden, kafirlerin kıyamet günüyle ilgili konuşmalarına bir cevap verildiği anlaşılmaktadır. İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeliler Hz. Peygamber'in (s.a) davetini işittiklerinde, kıyametin vukuunu, kainatın ve yeryüzünün alt-üst olmasını, yeniden dirilişi, hesap gününü, ceza ve mükafat vs. gibi olayları imkansız olarak görüyorlardı. Onlar, yeryüzünün, denizlerin, dağların, Ayın, Güneşin ve yıldızların yok olup asırlardan sonra bunca insanın yeniden dirileceğini hayretle karşılıyorlardı. Ve sonuçta "Cennet ve Cehennem bir hayal ürünüdür. Bu tür hayallere nasıl inanabiliriz?" diyorlardı. Bu tartışmaların tüm Mekke'yi sardığı bir atmosferde şöyle buyuruldu:

"Olacak vakıa olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak kimse çıkmaz"

Burada kıyamet için "vaka'at" ifadesi kullanılmıştır. Yani o muhakkak vuku bulacaktır. Daha sonra "el-vakıa" kelimesi kullanılmaktadır ki, bu kelime lügatta aniden vuku bulan olaylara atfen kullanılır. "Leyse li vak'atiha kazibe" ifadesi ise iki anlama da gelebilir: a) "Muhakkak bu olay gerçekleşecektir ve hiç kimse onun gerçekleşmesini engelleyemez," b) "O, vukuu bulduğunda hiç kimse onu yalanlayamayacaktır."

2. "" iki şekilde de anlaşılabilir. Birincisi, "O gün, her şeyi alt-üst edecektir", ikincisi "O gün, düşmüş olanları kaldıracak, dik olanları devirecektir." Yani o gün insanın zillet ve izzetinin ölçüsü farklı olacaktır. Dünyada kendilerini izzet sahibi sananlar zelil olurken, zelil sayılanlar izzet sahibi kabul edileceklerdir.

3. Yani, bu deprem belirli bir bölgeyi değil, tüm yeryüzünü kaplayacaktır.

4. Burada hitap, her ne kadar, Kur'an'ın indiği zamanki muhatablarına ve şimdiki okuyuculara gibi görünüyorsa da, aslında bu ifade tüm insanlığı kapsamaktadır. Yani ilk insandan itibaren, kıyamet gününe kadar tüm insanlık, bu üç grup içinde mütelaa edileceklerdir.

5. "Ashab'ul-Meymene"; Meymene, lügatte "yemin" (sağ el) veya "yumn" (uğurlu) anlamlarının her ikisin ede gelebilir. Şayet yemin kelimesinden türediğini kabul edersek, Meymene "sağ el" anlamına gelir. Ancak burada lügavî anlamında değil, "yüksek mertebe" anlamında kullanılmış olabileceğini belirtmeliyiz. Çünkü Araplar sağ eli, kuvvet ve şerefin sembolü olarak nitelerlerdi. Nitekim hürmet ettikleri kimseleri, meclislerde sağ köşeye oturturlardı. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında önemli bir yeri olduğunu söylemek istediğinde "Fulanun minnî bil-yemin" (o benim sağ kolumdur) derdi. Urduca'da da önemli bir adamın yardımcısına "Desterast" (sağ kolu) denir. Fakat "Meymene" kelimesinin "yumn" dan türediğini kabul edersek, "ashabu-ul meymene" uğurlu, bahtı iyi olan, saadet sahipleri anlamına gelir.

6. "Ashab-ul Meş'eme"; Meş'eme, "şum" kelimesinden türemiştir. Uğursuzluk, talihsizlik demektir. Ayrıca lügatte sol el için "şu'ma" tabiri kullanılır. Nitekim Araplar "şimal" (sol el) ve "şu'ma" (uğursuzluk) kelimelerini aynı anlamda kullanırlar. Araplarda, sol el zayıflığın ve zilletin simgesidir. Örneğin, sefere çıkan bir kimsenin sol tarafından bir kuş uçtuğu zaman bu olayı uğursuzluk olarak telakki ederlerdi. Yine Araplar, bir kimseyi mecliste sol tarafa oturturlarsa eğer, bu o kimseyi aşağı mevkide ve önemsiz gördükleri anlamına gelirdi. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında bir yeri olmadığını söylemek istediği zaman "Fulanun minnî bi'l şimal" (O benim sol kolumdur) derdi. Dolayısıyla "Ashab'ul Şimal" bedbaht olanlardır. Yani Allah, onları zillete düçar etmiştir ve onlar O'nun huzurunda sol tarafta bulunacaklardır.

10 Yarışıp öne geçenler7de, öne geçmiş öncülerdir.

11 İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır.

12 Nimetlerle-donatılmış Cennetler içinde;

13 Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden.

14 Birazı da sonrakilerden.8

15 'Özenle mücevherlerden işlenmiş' tahtlar üzerindedirler;

16 Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır.

17 Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler9 dönüp dolaşır;

18 Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

19 Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.10

20 Arzulayıp-seçecekleri meyveler,

21 Canlarının çektiği kuş eti.11

22 Ve iri gözlü huriler,

AÇIKLAMA

7. "Sabikun" (sabıklar) iyilik ve hak için çaba sarf edenlerdir. Yani Allah ve Rasulü'nün çağrısına hiç tereddüt etmeden "Lebbeyk" diyenler, Allah yolunda cihad ve infak etmek, hakka hizmet, hayra davet ve tebliğ için, kısaca Marufu emr, Münkeri nehyetmek için fedakarlık eden ve bu yolda her sıkıntıya karşın yürüyenlerdir. Dolayısı ile ahirette en önde bu kimseler olacaktır.

Yani Allah'ın huzurunda sağda salihler, solda fasıklar ve en önde sabıklar bulunacaktır. Nitekim bu konuda Hz. Aişe'den (r.a) bir hadis rivayet edilir. Hz. Peygamber (s.a) ashabına: "Kıyamet günü Allah'ın gölgesine en önde girenlerin kim olduğunu biliyor musunuz? diye sorar. Ashab da "Doğrusunu Allah ve Rasulu daha iyi bilir" diye cevap verince Hz. Peygamber (s.a) şöyle der: "Onlar, kendilerine hak yolunda çağrıda bulunulduğu zaman hemen icabet eden, kendilerinde hakkı olanın hakkını ödeyen, başkaları hakkında kendileri için nasıl karar verirlerse, o şekilde karar veren kimselerdir" (Müsned-i Ahmed)

8. Müfessirler "evveliyn" ve "ahiriyn" ifadelerinin yorumu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Birinci grup, Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gelen tüm ümmetleri "evveliyn", Hz. Muhammed'den kıyamete kadar yaşayanları ise "ahiriyn" olarak kabul etmektedir. Bu yorum kabul edildiğinde, Rasulullah'tan binlerce yıl önce yaşayan insanlar arasındaki "sabıkların" sayısı, kendisinden sonra yaşayanlar arasındaki "sabıkların" sayısından daha çok olacak demektir. İkinci grup; bu ifadelerin sadece Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetini tazammun ettiği görüşündedirler. Yani İslâm'ın ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha çok olacaktır. Üçüncü grup ise bu ifadelerin, her peygamberin ümmetini ayrı ayrı tazammun ettiği görüşündedirler. Yani, her peygamberin ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha fazladır. Bu üç görüş de makuldur ve her üçünün de doğru olması mümkündür.

Bir de dördüncü bir görüş daha vardır ki, bu görüşün de doğru olması mümkündür. Onlara göre, her devrin ilk dönemlerinde sabıkların sayısı nisbeten fazladır. Sonraki dönemlerde ise bu sayı azalır. Çünkü nüfus artışının hızıyla, sabıkların sayısının artma hızı aynı olmaz. Dolayısı ile toplam rakam oran olarak ilk dönemlerde daha fazladır.

9. Bu ifade ile, yaşlarının değişmeyeceği gençler kastolunuyorlar. Hz. Ali ve Hasan Basri'ye göre bu gençler, dünyada ne günahları ne de sevapları olmayan gençlerdir. Sevapları olmadığı için Cenneti, günahları olmadığı için de Cehennemi hak etmemişlerdir. Onların ebeveyni de Cennete girmemiştir. Çünkü Müslümanlara, çocuklarının da kendileriyle birlikte olacağı, Allah'ın bir va'didir. (Bkz. Tur: 21). Bu hususu te'yid eden bir hadis, Hz. Enes ve Hz. Semire bin Cündüp'tan nakledilmektedir. "Rasulullah şöyle dedi: Müşriklerin çocukları Cennet ehline hizmet edeceklerdir." (Ebu Davud, Tayâlisi, Tabaranî ve Bezzar.) Bkz. Saffat an: 26, Tur: 19)

10. Bkz. Saffat an: 27, Muhammed an: 22, Tur an: 18

11. Bkz. Tur an: 17

23 Sanki saklı inciler gibi;12

24 Yapmakta olduklarına bir karşılık olmak üzere (onlara sunulur);

25 Orada, ne 'saçma ve boş bir söz' işitirler, ne de günaha sokma.13

26 Yalnızca bir söz (işitirler:) "Selam, selam."14

27 "Ashab-ı Yemin", ne (kutludur o) "Ashab-ı Yemin."

28 Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları),15

29 Üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları,

30 Yayılıp-uzanmış gölgeler,

31 Durmaksızın akan su(lar);

32 Ve (daha) birçok meyveler arasında,

33 Kesilip-eksilmeyen ve yasaklanmayan (meyveler).16

34 Yükseklere-kurulmuş döşekler(dedirler).

35 Gerçek şu ki, biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

36 Onları hep bakireler olarak kıldık,17

37 Eşlerine sevgiyle tutkun18 (ve) hep yaşıt,19

38 "Ashab-ı Yemin" olanlar için.

39 (Bunların) Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden,

40 Birçoğu da sonrakilerdendir.

41 "Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdurlar o) "Ashab-ı Şimal."

42 Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su,

43 Ve kapkara dumandan olan bir gölge içindedirler,

AÇIKLAMA

12. Bkz. Saffat an: 28-29, Duhan an: 42, Rahman an: 51

13. Bu, Kur'an'da bir çok yerde zikredilmiş bulunan Cennet nimetlerinden bir nimettir. Bu nimet, insanların orada hiç bir boş söz, yalan, gıybet, bühtan, sövgü, laf-ü güzaf, alay ve aşağılama duymayacak olmalarıdır. Kötü bir toplum içinde yaşayan zevk-ü selim sahibi bir kimse, Allah'ın insanlara Cennette va'ad ettiği bu nimetin ne kadar büyük bir nimet olduğunu iyi bilir.

14. Bu ifadeden bazı kimseler Cennette sadece "selam" seslerinin duyulacağı kanaatine varmışlardır. Oysa doğrusu, bu ifadeyle Cennette selim sözlerin duyulacağıdır. Yani yukarıdaki 13. açıklama notunda zikredilen kötü sözlerin hiç biri olmayacaktır.

15. Yani, dikensiz meyva. Bazı kimseler "bu meyvenin ne özelliği var ki Allah bunu müjdeliyor?" diyerek hayret edebilirler. Ancak değil Cennette, dünyada dahi öyle meyvalar vardır ki, insan bu meyvalardan tattı mı ondan vaz geçemez. Bu meyvada ne kadar kaliteli olursa o oranda dikeni az olur. Dolayısıyla Cennetin bu meyvasının dikensiz olacağı bildirilmiştir. Yani onlar dünyadakilerden çok daha kaliteli olacaklardır.

16. "" ifadesi ile bunların mevsimlik meyveler olamıyacağı ve devamlı bulunup tükenmeyeceği; "La memnuatin" ifadesiyle de dünyadaki bağ ve bahçelerde olduğu gibi bu meyvalardan almak için herhangi bir engelle (diken, yükseklik vs.) karşılaşılmayacağı kastolunmaktadır.

17. Bu kimseler, salih amelleri dolayısıyla Cenneti haketmiş mümine kadınlardır. Bu kadınlar, dünyada iken ne kadar yaşlanmış olurlarsa olsunlar, Allah onları gençleştirecek, Cennete genç, güzel ve bakire olarak gireceklerdir. Şayet eşleri salih müminlerse, Cennette onlarla birlikte olacaklardır.

Şayet mümin değillerse, Allah bu mümine kadınları Cenneti hak etmiş başka müminlerle evlendirecektir. Nitekim bu ayetin izahı, Hz. Peygamber'in (s.a) çeşitli hadislerinde de aynı şekilde yapılmıştır. Tirmizi'nin "Şemail"inde şöyle bir hadis zikrediliyor: "Yaşlı bir kadın Rasûlullah'a gelerek "Ya Rasulullah! Bana Cenneti nasip etmesi için Allah'a dua et" diye ricada bulunmuştur. Rasulallah "Hiç bir ihtiyar Cennete giremez" şeklinde cevap verince, kadın ağlayarak geri döner. Bunun üzerine Rasulullah "Ona haber verin ki hiçbir kadın, ihtiyar olarak Cennete girmeyecektir. Allah, onları yeniden yaratacağını ve bakire olarak Cennete gireceklerini bildirmiştir." der. İbn Ebi Hatim, bu ayetin izahı sadedinde, Hz. Seleme bin Yezid'in bir rivayetini nakletmiştir. "Rasulullah, bu ayet ile evli veya bakire olarak ölmüş olan bu dünyanın kadınları kasdolunmaktadır. Onlar Cennete bakire olarak gireceklerdir" demiştir. (Tabarâni) Yine Tabarâni'nin Ümmü Seleme'den naklettiği uzun bir rivayette, Ümmü Seleme, Rasulullah'a Cennette kadınlar hakkında bir çok soru yöneltir. Bu hadiste Rasulullah söz konusu ayeti şöyle açıklar: "Bunlar, dünyada yaşlanmış, gözleri çökmüş, saçları ağarmış kadınlardır. Allah, onları genç ve bakire olarak yeniden yaratacaktır." Ümmü Seleme "Şayet o kadın dünyada iken bir kaç kez evlenmiş ise ve kocalarının hepsi de Cennetteyse, o kadın hangi kocaya verilecektir?" diye bir soru yöneltince Rasulullah şöyle cevap verir "Böyle bir durumda Allah kadına "Sen hangisini istersen onu seç" diyecek ve kadın da onların içinde en iyi, en ahlâklı olanını ve kendisine dünyada iken en güzel şekilde davrananı seçecektir." Rasulullah daha sonra "Güzel ahlâklı olan, bu dünyada da ahirette de tüm iyiliği elde eder" diye buyurmuştur. Bkz. Rahman an: 51

18. "Uruben" lügatte, seçkin özelliklere sahip olan, yani hoş görülü iyi huylu, cazibeli, kocalarına gönülden bağlı ve kocalarının da kendilerine açık olduğu kadınlar için kullanılır.

19. Yani, onlar kocaları ile aynı yaşta olacaklardır. Veya şu şekilde anlam verilebilir: "Cennette tüm kadınlar aynı yaşta olacaklardır." Her ikisinin de doğru olması muhtemeldir. Bir hadiste, erkeklerin Cennette, bedenleri üzerinde kıl olmayacağı, bıyıklarının yeni terlemeye başlamış ve sakalları da henüz bitmemiş, beyaz tenli ve sağlam vücutlu, cazibeli bakışlara sahip ve 33 yaşında olacakları beyan olunmaktadır. (İmam Ahmed, Ebu Hureyre'den nakletmektedir. Hemen hemen aynı rivayeti Tirmizi, Muaz bin Cebel ve Said bin Hudri'den naklediyor)

44 Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim).

45 Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı.

46 Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.20

47 Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?"

48 "Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?"

49 De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de,"

50 "Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."

51 Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalancılar,

52 Hiç şüphesiz zakkum21 olan bir ağaçtan yiyeceksiniz.

AÇIKLAMA

20. Yani, zenginlik onları olumsuz yönde etkilemiştir. Allah'a şükretmeleri gerekirken, O'nun nimetlerine nankörlük etmişler, nefislerinin arzusuna uymuşlar ve böylece Allah'ı unutmuşlardır. "Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı." Büyük günah oldukça kapsamlı bir ifadedir. Bu ifade ile, şirk, küfür, ateizm, ahlâksızlık, fasid ameller vs. kast olunmaktadır.

21. "Zakkum" ile ilgili izah için bkz. Saffat an: 34

53 Böylece karınları(nızı) onda dolduracaksınız,

54 Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz.

55 Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz.

56 İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.

57 Sizleri biz yarattık,22 yine de tasdik etmeyecek misiniz?23

58 Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü?

59 Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz?24

60 Sizin aranızda ölümü takdir eden biziz 25ve bizim önümüze geçilmiş değildir;

61 (Yerinize) Benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda.

AÇIKLAMA

22. Bu ayetten 74. ayete kadar Ahiret ve Tevhid akidesi hakkında deliller öne sürülmüştür; zira müşrikler özellikle bu iki konu hakkında itirazlarda bulunuyorlardı. Dolayısıyla buradaki deliller, hem ahiret akidesini ispat, hem de Tevhidin hak oluşunu vurgulamak için serdedilmiştir.

23. Yani, "Benim sizlerin Rabbi ve Mabudu olduğumu, sizleri yeniden yaratabileceğimi tasdik etmeniz gerekmez mi?

24. Bu kısa cümleyle insanoğlunun dikkati çok önemli bir noktaya çekilmektedir. Bir kimse, değil kainattaki diğer varlıkları, sadece kendisinin bile nasıl dünyaya geldiğini bir düşünecek olursa, o kimsenin Allah ve ahiret hakkında hiçbir şüphesi kalmaz. İnsanın meydana gelişini bir düşünün. Erkeğin nutfesi, kadının rahmine intikal eder ve bir bebek dünyaya gelir. Fakat nutfenin, kendiliğinden bir insan meydana getirebilme veya insana çeşitli yetenekler verebilme gücü var mıdır? Söz gelimi kendi kendine meydana gelen, ya da Allah'dan başkasının yarattığı bir kimse var mıdır? Bir nutfeyi taşıma, ana rahminde safha safha geliştirme ve doğan çocukları ayrı ayrı şekillendirerek, onlara çeşitli yetenekler verme, erkek ve kadının veya bir başkasının gücü dahilinde midir? Tüm bunları Allah'dan başka (anne, baba, doktor, peygamberler, veliler) kim yapabilmeye muktedirdir? Oysa onların kendileri de diğer insanlar gibi dünyaya gelmişlerdir. Onlar da Allah'ın mahlukatındandır ve O'nun karşısında hepsi de aciz varlıklardır. Ya da Güneş, Ay ve yıldızlar mı onları yarattı? Oysa onlar da Allah'ın kendileri için koyduğu nizama tabidir ve onun emirlerine uymak zorundadırlar. Ayrıca doğacak çocuğun kız mı, erkek mi olacağına Allah'tan başkası mı karar veriyor? Çocuğun güzel mi, çirkin mi, zeki mi, aptal mı olacağını kim tayin ediyor? Toplumların içinde o toplumu yükseltecek veya alçaltacak hangi insanların çıkacağına yine kim karar veriyor? Elbette müşriklerin ve ateistlerin bu sorulara makul cevap veremeyeceğini ön yargısız her insan kabul edecektir. Bu soruların doğru cevabı, "İnsanı yaratan ancak Allah'dır" demekten başkası değildir. Eğer hakikat bu ise -ki gerçekten budur- insanoğlu hangi cüretle Allah'a karşı müstağni davranır ve sorumsuzca Allah'tan başkasına kulluk eder!

Tevhid gibi Ahiret akidesi de bir hakikattır. Düşünün bir kere; insanın mikroskop ile görmesinin dahi güç olduğu erkek spermi, kadının yumurtasıyla birleşerek bir hücre oluşturmaktadır. İşte insan hayatı böylece başlar ve dokuz ay boyunca çeşitli safhalardan geçer. Sonunda bir insan şeklini aldığında, annesinin bedeni onu dışarı çıkarır ve dünyaya gönderir. Tüm insanlar dünyaya bu şekilde gelmişlerdir ve hâlâ da gelmektedirler. Bu kadar harikulade bir şekilde insanları yaratan Allah, niçin belli bir süre için yarattığı bu insanları başka bir zaman ve başka bir tarzda yaratmaya kadir olmasın?

25. Yani, sizlerin doğumu gibi ölümü de bizim elimizdedir. Kimin anne karnında, kimin belli bir yaşa ulaştıktan sonra, kimin nerede ve nasıl öleceğine biz karar veririz. Eceli gelen kimsenin, ölümüne hiç kimse mani olamaz. D